60

3.1K 228 94
                                    

-2 Gün Sonra-

-Rohat Karaöz-

İçimdeki heyecanın iplerini çoktan kaçırmıştım. Hareket etmeden durduramıyordum kendimi. Aynı zamanda zihnimden geçen iyi-kötü tüm düşünceleri, dizginleyemiyordum.

Heyecan ne kadar berbat ama bir o kadar da uyuşturucu etkisine sahip bir duyguydu. Heyecanlıydım, yarattığı etkilerden, yerimde duramamaktan rahatsızdım ama aynı zamanda bu heyecan olmasaydı kendimi boş hissederdim gibime geliyordu. Bu heyecan olmasaydı, yapacağım şeyin, avucumun arasında duran kırmızı kutunun boş bir anlamı olurdu.

Derin bir nefes aldım ve havaalanından çıkıp bir taksi çevirdim. Otelin adresini de söylerken Baha'yı aramak için telefonumu çıkarmıştım cebimden.

Birkaç çalıştan sonra açılmıştı.

"Alo?"

"Baha? Napıyorsun kardeşim?"

"Kimsiniz?"

"Mal mısın oğlum, ben Rohat."

"Üç gündür arayıp sormadığı için artık o kişi de benim için yabancı. Hadi eyvallah." Telefon suratıma kapandığında içimden kahkaha atmak ve aynı zamanda Baha'yı boğazlamak gelmişti. Neyse ki, bu huzurlu halimi kimsenin yıkmasını istemediğim için numarayı tekrar tuşladım. O sırada Baha, kendi aramıştı.

"Alo? Rohat?"

"Efendim dangalak? Yeni mi aklına geldi adım?"

"Kardeşim ben öyle bir an komiklik olsun dedim ama eve geleceğini bildiğim için sonumu düşünemedim. Kusura bakma." Güldüm.

"Tamam önemli değil. Ben sana Reyhan'ı soracaktım. Nerede çalıştığını biliyor musun?"

"Rohat, kardeşim sen önce eve gelsene. Geldiğinde konuşuruz." Ses tonu değişirken, kalbime bir ağrı girmişti.

"Ne oldu Baha? Reyhan'a mı bir şey oldu noldu?"

"Hadi Rohat, bekliyoruz seni. Kapatıyorum." deyip kapattığında vücudumun titrediğini hissetmiştim.

Ses tonu öylesine soğuk çıkmıştı ki hissetmiştim bir sorun olduğunu. Vardı ama eve gidene kadar kendimi nasıl yiyip bitireceğimi bilmiyorlardı. Eğer Reyhan'a bir şey olduysa... Allah'ım! Lütfen öyle bir şey olmasın.

Nasıl geçtiğini anlamadığım on beş dakikanın ardından otele gelmiştim. Parayı alelacele şoföre verdim ve para üstünü almadan indim arabadan. Koşarak otele girerken aynı hızla asansöre bindim. Yerimde duramıyordum. İçimdeki heyecan yerini korkuya teslim etmişti. O heyecan değil de bu korku beni öldürebilirdi.

Asansörden inip odanın kapısına ilerledim. Çaldıktan birkaç dakika sonra açılmıştı. Lezan soluk bir yüz ifadesiyle karşımda duruyordu. Sormaya korkuyordum, onu geçip içeri girdim. Yekta, Baha ve Ezo koltukta oturmuşlardı ama hepsinin hali aynıydı.

"Baha? Reyhan nerede?" Baha yutkundu ve kalkıp kolumdan tutarak koltuğa oturtmaya çalıştı. Ben oturmak falan istemiyordum, sadece Reyhan'ın nerede olduğunu öğrenmek, onu görmek istiyordum.

Kolunu itip oturmayı reddettim. "Reyhan'ın nerede olduğunu soruyorum, biriniz cevap versenize artık! Çıldırayım mı illa? Söyle Baha! Nerede Reyhan?!"

"Reyhan ortalıkta yok, Rohat." Yekta'nın konuşması ile ona döndüm. Ne demek ortalıkta yok? Nasıl yok?

"Ne demek yok? Çalışmıyor muydu bir kafede? Gidip baktınız mı? Ya da evine? Ulan nasıl yok nasıl!" Elim aniden telefonu buldu. Delirecektim. Reyhan ortalıkta yok diyorlardı ama ağızlarından lafı cımbızla alıyordum. Söyleyin, söyleyin de bir şey yapayım! Bulayım...

"Dün sabah görüştük en son," Lezan'ın anlattıkları ile telefondan kaldırdım başımı. Gözlerimin dolduğunu hissediyordum, aynı zamanda görüşüm bulanıklaşmıştı.

"Ev sahibi zaten sıkıştırıyordu para için. Evi boşalttıklarını söyleyince hemen gittik. Ne söylediysek adamı ikna edemedik, evi boşalttılar. Eşyaları benim eve götürdüm ben. Yani benden onu istedi, sonra... Sonra haber alamadım ondan. Telefonunu kapatmıştı." Yutkundum. Haber alamamışlardı. Sıkışıktı. Allah'ım, nasıl haber vermezdi bana? Yardım edecektim, nasıl erteledim böyle bir şeyi?

"Nereye gitmiş olabilir? Bir akrabası falan?" Gözümün ucundaki damla, Lezan'ın kafasını sallaması ile yanağıma düşmüştü. Ardından diğerleri de akarken onları salonda bırakıp odama geçtim. Kapıyı arkamdan kapatırken telefonumu çıkardım.

Kalbimde bir ağırlık vardı. Nefes almamı engelliyordu. Nefes alamadıkça gözyaşlarım daha da birikiyordu. Gözyaşlarımı ise artık tutamıyordum. Kim bilir neredeydi? Canını mı yakmışlardı? Nereye gitmişti? Hem de en ufak bir haber bile vermeden, nereye?

Rohat: Reyhan, güzelim neredesin?

Rohat: Her neredeysen, lütfen bir an önce çık gel. Yanında olursam, her şeyi beraber atlatmaya gücümüz olur.

Rohat: Mesajı görür görmez ara, lütfen.

Ekrana düşen birkaç damlanın ardından yutkunmak istedim, nefes alamadığım gibi yutkunamadım da. Salondaki arkadaşlarımın duymaması için yumruk yaptığım elimi dişlerimin arasına kıstırırken, kapının dibine çökmüştüm, dizlerimi kendime çektiğim sırada cebimden düşen kırmızı kutuya çarptı gözüm.

*
*

Kırmızı kutunun ne olduğunu anlamayan var mı? ;(

İçim acıdı...

dünden kalma - textingWhere stories live. Discover now