SULAR GETİRECEK GÜCÜ LAYIK OLANA

1.1K 44 8
                                    

    Duyduğum kehanet beni hala derin derin düşündürüyordu. Layık olan , suların getireceği güç , ölecek kahraman... Gerçekten fena stres yapmıştım.
    Racheal dünden beri baygındı , hala kendine gelememişti. Bu kehanetin onu neden bu kadar etkilediğini bilmiyordum.
    Dün akşam kulübeme gelip eşyalarımı yerleştirmiştim. Kulübem bıraktığım günkü gibiydi. Hiçbirşey değişmemişti. Değişmesini de istemiyordum. Ben kalan son eşyalarımı yerleştirirken odama biri girdi. Kapıyı çalmadan ve izin istemeden yapmıştı bunu. Bu tarz hareketler beni deli ederdi. O sırada duşta veya soyunuyorda olabilirdim sonuçta. Kafamı kaldırınca gelenin Hylla olduğunu gördüm. Ona bir kızgınlığım veya dargınlığım kalmamıştı. Zaten istesemde kalamazdı , kaç yıl geçmişti sonuçta. Ona dikkatle bakınca ne kadar değiştiğini farkettim. Boyu nerdeyse benimle aynıydı ve saçları son halinden daha uzundu. Eskisine göre daha da güzelleştiği açıkça belli oluyordu. Ancak ben ona hiçbir zaman arkadaştan başka gözle bakmamıştım. Bakmazdım da. Üzerinde sıradan kamp kıyafetleri vardı. Karşıma geçip gözlerini bana odaklayarak konuştu.
- Seni görmek güzel. Birdaha dönmezsin sanıyordum.
- Bazı şeyleri kabullenince dönmek istedim.
- Anladım. Bu arada bende artık burada kalıyorum. Amazonların başına başkasını getirdim.
- Neden peki ?
- Vicdanım rahat değildi. Sana ve Elena ' ya yaptıklarımdan sonra...
Böyle söyleyince eski günler geldi aklıma , ve Annabeth...
- Geçmiş geçmişte kaldı Hylla. Benim sana karşı bir dargınlığım yok. Kapatalım bu konuyu.
Gülümsedi bende tekrar önüme dönerek valizimden birşeyler çıkardım. Elime bir fotoğraf denk geldi. Bu Annabeth ve benim fotoğrafımızdı. Biraz düşününce bunu ne zaman çektiğimiz geldi aklıma. Babam beni sahiplendiği zaman çekmiştik bu fotoğrafı. Daha doğrusu Kıvırcık çekmişti. Ben dağınık saçlarımla otuz iki diş kameraya gülümserken Annabeth yan yan bana bakıyordu. Bakışlarındaki sıcaklığı ve sevgiyi bu eski fotoğrafa bakarak hissetmiştim. Resmin arkasında bir not vardı. Böyle bir notun olduğunu hatırlamıyordum. Yatağıma oturup notu okudum. Hylla hala olduğu yerde bana bakıyordu. Notta şunlar yazıyordu ;

Eğer birgün gidersen darılırım sana. Tut elimi hiç bırakma. Seninle güzel bu dünya...
                                 Annabeth

Yüzümde beliren gülümsemeyle gözümden akan bir damla yaş fotoğrafa düştü. Hylla yanıma gelerek kolumu tuttu.
- Percy iyi misin ?
- Sorun yok , iyiyim.
- Tamam. Görüşürüz o zaman.
- Görüşürüz.
Hylla çıkınca bir süre daha nota baktım. Daha sonra fotoğrafı bir çerçeveye koyup yatağımın başucundaki masaya koydum. Kalan birkaç parça kıyafetimi daha yerleştirince işim bitmişti. Kulübeden çıkıp Kheiron ' un yanına gittim. Onunla Atlantis konusunu konuşmalıydım. Büyük eve girdiğimde Kheiron ortalıkta yoktu. Dışarıya çıkıp birkaç kişiye sordum ancak bilmediklerini söylediler. Genç melezlere ders veren Jason ' ın yanına gittim. Onlara dinlenmelerini söyleyip yanıma geldi.
- Bir sorun mu var ?
- Kheiron nerede ?
- Olimpos ' a gitti , Poseidon ' la görüşmeye.
- Bana neden haber vermedi ?
Ona bozulmuştum. Sonuçta babamla konuşmaya giderken benide yanında götürmesi gerekiyordu. Artık 18 yaşında bir ergen değildim sonuçta 21 yaşıma yeni girmiştim. Jason ' ın yanından ayrılıp nehir kenarına gittim. Bir süre orada oturduktan sonra yanıma koşarak gelen bir Apollon kızı gördüm. Bu beni sınırda karşılayan kızdı.
- Percy Kheiron seni çağırıyor.
- Tamam.
Hızla ayaklanıp büyük eve gittim. Kheiron elindeki kitapla beni bekliyordu. Kitap sıradan bir okuma kitabına benzemiyordu. Dışının deri kaplaması ve arasındaki kalemle bir deftere benziyordu. Yanına gittim ve durumu sordum.
- Kheiron babamla ne konuştun ?
- Atlantis ' i. Poseidon Atlantis ' in onun kontrolünde olmadığını söyledi. Atlantis önceden Orden denilen bir adamın kontrolündeymiş. Şehir sulara gömülünce Orden ' da kaybolmuş. Efsaneye göre Orden şehrin denge merkezine üç tane taş koymuş. Bu taşlar yerinden çıkarıldığı için depremler oluyor. Poseidon taşların çok özel bir gücü olduğundan bahsetti. Ve hiçbir melezin o taşları bulmaya çalışmamasını emretti.
- Atlantis ' i o taşlar kurtaracaksa neden bulmayalım ki ?
- Percy taşlar bir araya getirilmemeli. O güç bir tanrıyı bile kolayca öldürebilir.
Öyle bir gücün düşmanlarımın eline geçme ihtimali geldi aklıma.
- Peki ya kötü ellere geçerlerse ?
- O zaman herşey biter. Bunun ciddiyetini anlamalısın. Taşları bir araya getiren kişiye büyük bir güç bahşedilir. Gücün ne olduğunu bilmiyorum ve umarım öğrenmem.
Birşey söylemeden çıktım. Atlantis ' i yüzüstü bırakmak beni mahfediyordu. Ne yapmam gerektiğini de bilmiyordum. Böyle durumlarda kararları hep Annabeth verirdi. Yürüyerek mezarlığa gittim. Annabeth ' in mezarının yanına oturup konuşmaya başladım.
- Sence ne yapmalıyım ? Orayı yüzüstü mü bırakacağım ? Benim bunu yapamayacağımı çok iyi biliyorsun.
Bir süre sustum.
- Taşları bulursam hata mı yapmış olurum Annabeth ?
Ben konuşmaya devam ederken cebimdeki dolmakalemim parlamaya başlamıştı. Kalemi cebimden çıkarıp düğmesine bastım. Onu yıllardır açmıyordum. Kabzasındaki yabanın ışığı henüz zayıftı. Ayağa kalktım. Sanırım kılıç bana birşey göstermeye çalışıyordu. Ben etrafımda dönerken ışık birden arttı. Olduğum yerde durarak karşıma baktım. Kılıç nehri gösteriyordu. Hızlı adımlarla nehre giderken ışık iyice artıyordu. Suyun kenarında durdum. Sanırım içine atlamam gerekiyordu. Kılıcımı kapatmadan suya atladım. Su bir anda nehirlikten çıkıp derin bir okyanusa dönüştü. Bir anda kılıcım beni suda sürüklemeye başladı. Karşı koymuyordum ama sürüklenmek başımı ağırtmıştı. Sonunda dev gibi kayaların önünde durduk. Kılıcım elimden fırlayıp kayaların oyuğuna saplandı. Dalgakıran saplanınca kayalar bir bir düşmeye başladı. Balıklar dört bir yana kaçışırken bende geriye doğru gittim. Kayalar üstüme gelirken orada durmak salaklık olurdu zaten. Başımı kaldırıp kayaların oluşturduğu boşluğa baktım. Boşluk dev gibi bir mağaranın girişiydi. Yüzerek mağaranın girişine gittim. Dalgakıran hala saplandığı yerde duruyordu. Onu orada bırakıp mağaraya yüzdüm. Devasa mağaranın duvarlarında çeşitli mercanlar ve isimlerini bilmediğim türlerde canlılar vardı. Mağara büyüleyiciydi. Renk değiştiren ışıklar gözlerimi alıyordu. Mağaranın zemininde kürsüye benzer bir taş vardı. Taşa doğru yüzerken üstündeki şeyi farkettim. Kutu gibi birşeydi. Sonunda taşa vardığımda üstündeki kutuyu elime aldım. Üzerinde birtakım semboller ve anlamını bilmediğim yazılar vardı.

Ben kutuyu incelerken tavandan birkaç parça taş kopup yere düştü

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

Ben kutuyu incelerken tavandan birkaç parça taş kopup yere düştü. Sanırım mağara yıkılmak üzereydi. Daha büyük kayaların koptuğunu görünce hızlıca yüzmeye başladım. Kutuda elimdeydi. Mağaranın girişine varınca Dalgakıran ' ı oyuktan çıkarıp yüzeye yüzmeye başladım. Yüzeye vardığımda yeniden kampın nehrinde olduğumu anladım. Ancak bir tuhaflık vardı ki bütün kamp şaşkınlıkla beni izliyordu. Sudan çıkar çıkmaz başım döndü. Bu kadar yüzmek ve bu taş beni yormuştu. Kheiron öfkeyle bana bakıyordu. Gerçekten çok sinirli görünüyordu. Benimse aklım hala taştaydı. Elimde tuttuğum her saniye beni tüketiyordu sanki. Kheiron taşı sertçe elimden aldı.
- Sen Atlantis kralısın ! Taş senden besleniyor ! Birdaha o taşa dokunmayacaksın !
Herkesin içinde beni azarlaması kanıma dokunmuştu.
- Bana bağırmayı kes ! Taş beni buldu ben onu değil !
Kheiron ' un yüzüne hüzün çöktü. Herkes şaşkınlıkla bir bana bir ona bakıyordu. Frank kolumdan tutarak beni oradan uzaklaştırdı. Gerçekten sinirlenmiştim. Beni herkesin içinde çocuk gibi azarlamıştı. Üstelik taşı özellikle bulmaya gitmemiştim bile. Kılıcım beni ona götürmüştü. Frank konuşmaya başlayınca düşüncelerimden sıyrılıp sakinleştim. Bu Kheiron ' la ilk kavgamızdı.
- Percy biraz sakinleş , Kheiron sadece senin iyiliğini düşünüyor.
- Bunu herkesin içinde çocuk gibi azarlayarak mı yapıyor ?
- Haklısın ancak o taşın ne olduğunu bilmiyorsun. Kheiron bu yüzden bu kadar tepki verdi.
O bunları söylerken aklıma birşey dank etti. Bu taş üç Orden kutusundan biri olmalıydı. Babamın uzak durmamı istediği güç gelip beni bulmuştu. Gerçekten kendimi en kötü durumlara sokmayı her seferinde çok iyi başarıyordum. Biz konuşurken Racheal koşarak yanımıza geliyordu. Onun hangi ara uyandığını bilmiyordum. Yüzü solgun ve kızgındı. Yakama yapıştığı anda ne yapacağımı şaşırmıştım.
- Aptal ! Kehaneti başlattın ! Onu öldüreceksin !
Frank beni kızdan kurtarınca Racheal ağlamaya başladı. Şaşkınlıktan dilimi yutmuş bir şekilde onu izliyordum. Frank benden önce davranıp konuştu.
- Racheal sakinleş. Ne demek istiyorsun anlat bize.
Racheal hıçkırıklarının arasından konuşmaya başladı.
- Kehanet tetiklendi. O... O ölecek.
- Kim ?
- Söyleyemem...
Frank ' i kolundan tutup geri çektim. Yere eğilerek Racheal ' a baktım.
- Racheal yüzüme bak. Anlat bana...
- Hata yaptın. O kutuya dokunmamalıydın. Onu o mağarada bırakmalıydın. Buna pişman olacaksın.
Racheal ayağa kalkıp koşmaya başladı. Peşinden gidemeyecek kadar afallamıştım. Olduğum yerde kalakalıp ağaca yaslanarak yere oturdum.
- O taştan kurtulacağım.
- Nasıl yapacaksın ?
- Aldığım yere geri bırakacağım.
Koşarak yanımıza gelen Nico ' yu sonradan farketmiştim.
- Percy Kheiron seni çağırıyor.
- Tamam.
Ayağa kalkar kalkmaz başım döndü. Frank kolumdan tutunca dengemi sağladım.
- O taş sana ne yaptı böyle ?
- Bilmiyorum.
Birlikte büyük eve geldiğimizde Frank kolumu bıraktı. Kendimi daha iyi hissediyordum. Yavaşça büyük eve girdim. Beni karşılayanın bu yüz olmasını beklemiyordum...

POSEİDON ' UN İKİZLERİ : ATLANTİS KRALLIĞIWhere stories live. Discover now