-58-

304 27 11
                                    

Bölüm Şarkısı:
Feridun Düzağaç - Beni Bırakma

Birbirlerini bırakmak zorunda olan VerBay için. 🥀😔
Keyifli Okumalar...

❇❇❇

Avuç içlerim terliyor. Kalbim, karmakarışık duyguların pençesinde deli gibi çarpıyor. Dakikalar sonra uğruna 18 yıllık hayatımın yerle bir olduğu, hem psikolojik hem de fiziki olarak beni darmadağın eden Cesaret Madalyonu'nu göreceğim. Her şey bitmişti işte, bütün o yorucu görevler, cesaretimizi sonuna kadar zorlayan testler ve yıpratıcı rekabet, hepsi geçmişimize karışacaktı. Karşısında durduğumuz kapı açıldığı anda, hepimizin tek hedefi olan madalyonla yüzleşecektik.

Kırmızı taşlarımı doldurduğum küçük siyah keseyi iyice sıktım avucumda. Cesaret Sınıfı'nın en iyi dört öğrencisinin üzerinde gergin bir sessizlik hakimdi. Aynı şey, hepimizin zihnini birbirine hiç benzemeyen düşüncelerle kuşatmıştı. Bilge Perker her zamanki soğukkanlılığıyla konuştuğunda sessizliği yok etti.

"Bugün, bu okulun öğrencisi olarak son gününüz. Yönelim Okulu'na son kez geldiniz. İki senedir verdiğiniz mücadeleyle hepiniz burada olmayı hakettiniz. Fakat içinizden birisi, Cesaret Madalyonu'nu almayı da herkesten fazla haketti. Bu kapıyı açacağız ve madalyonu göreceksiniz, yalnızca iki gün sonra ise biriniz o madalyonun sahibi olacak."

Ellerimle kollarımı sıkarak bakışlarımı yere dikmiştim, haddinden fazla huzursuz ve gergin hissediyordum. Her 'son' kelimesi biraz daha hırpalıyordu beni. Hayatımın sonunu hatırlatıyordu.

Bilge Perker, önünde durduğumuz beşinci ve son kapıya ilerledi. Üzerindeki içi boş, bakır görünümlü daireyi aldı ve etrafını sardığımız yuvarlak masaya bıraktı.
"Evet, şimdi hepiniz son taşlarınızı madalyona bırakın."

Parmak uçlarımla elimdeki kesenin ağzını aralarken, diğerleri dökmeye başlamışlardı. Keseyi ters çevirip kırmızı taşların içine yayılmasını sağladım. Nehar'ın mavi taşları, madalyonda en az olanlardı. Hazar'ın sarı taşları ve benim kırmızı taşlarımın miktarı hemen hemen aynı gibi duruyordu. Baybars'ın yeşil taşları ise açıkça hepimizinkinden birkaç kat fazlaydı ve dairenin yarısını kaplamışlardı.

Yüzüne kaçamak bir bakış attım, küçük, kibirli zafer gülümsemesi dudaklarında yer edinmişti.

Taşları dökmeyi bitirdiğimizde Bilge Perker daireyi iki kenarından tutup hafifçe salladı ve taşlar boşlukları tamamen doldurdu. Madalyonun üzerinde, dörde bölünmüş bir pasta gibi eşit şekilde kırmızı, mavi, sarı ve yeşil ışıklar belirdi. Sonra bu renkler birbirine karışıp bembeyaz bir ışığa dönüştü. Işık yavaşça söndüğünde, madalyonun üzerinde taşlardan eser kalmamıştı. Alt tabakası gibi bakırımsı bir maddeyle kaplanmış, üzerinde beliren farklı sembollerle sanki anlamadığım bir alfabede yazı yazılmıştı.

Bilge Perker madalyonu iki kenarından kavrayıp kaldırdı ve kapının üzerine, az önceki yerine taktı. Saniyeler içerisinde kapı iki yana kayarak açıldı, bulunduğumuz loş ortama kapının ardından dolan ışık gözlerimin kamaşmasına sebep olmuştu. Işığa çok geçmeden alışan gözlerim, karşıyı seçebildiğinde benden bağımsız olarak büyümüş, dudaklarım aralanmıştı. Büyülenmiş gibi ileri doğru birkaç adım attım, daha yakından görmek istiyordum.

Camekanın içerisinde, altın gibi parlayan kocaman şey, Cesaret Madalyonu'ydu. Yuvarlak kısmı dik olarak yerleştirilmiş, zinciri arkasında kalmıştı. Tam ortasında çok etkileyici ve gösterişli, altından bir kaplan kafası figürü vardı. Bu tıpkı Bilge Perker'in boynumuzda dövme oluşması için kullandığı rozete benziyordu. Ya da, Baybars'ın bana hediye ettiği bilekliğindeki figüre. Kaplan kafasının etrafında, az önce kapıyı açan madalyondaki alfabetik sembollerle bir çember oluşturulmuştu. O çemberi de, benzer sembollerin oluşturduğu başka bir çember çevreliyordu. Bu semboller aynı şekilde madalyonu kaplayacak kadar devam ediyordu. En dıştaki çemberi ise anlam veremediğim semboller değil, ortadakinin epey küçültülmüş kopyaları olan kaplan kafası figürleri oluşturuyordu.

CESARET MADALYONUWo Geschichten leben. Entdecke jetzt