-42-

434 36 1
                                    

İnsan hayatına geri dönüp baktığında, geldiği yolları, geçtiği engelleri dışarıdan bir gözmüş gibi gördüğünde, kadere şaşırmadan edemiyor. Geçmişte kalan umutların, çabaların, belirlenen hedeflerin ne kadar boş yere olduğunu görüyor. Aslında hepimizin yürüyeceği yol en başından belli, biz bilmiyoruz. Ancak ve ancak zaman geçip yaşanmışlıklar biriktiğinde görebiliyor insan kendisine çizilen yolu. Ve bu yoldan sapmanın asla mümkün olmadığını.

Öncesi gibi, sonrası da bir muamma. Geleceğimiz, hatta ömrümüzün süresi bile belli oysa ki. Bunca 'belli belirsizliğin' içindeki aciz insan, yaşadığı her şeye farklı anlamlar yüklemekte haklı elbette. Neyin ne sonuç doğuracağını ancak tahmin edip ihtimallere bölebiliyoruz.

Şimdi bende başgösteren hastalığın da ne gibi sonuçlar doğuracağını bilmiyorum. Belki ilerleyecek, hatta son nefesime sebep olacak. Belki de gelip geçici, önemsiz bir şey.

Ama hislerim beni yanıltmıyorsa -ki genelde yanıltmaz- bu kesinlikle ciddi bir sorun.

Revirden çıktığımda kapıda bekleyen Baybars'la konuşmuş, sinirlenmemesi için nottan bahsetmemiştim. Hastalığı da oldukça önemsiz göstermeye çabalamıştım. Birlikte okuldan çıkacakken abisi onu aramıştı ve acil bir durum yüzünden yanına çağırmıştı, Baybars ise apar topar aracına binip gitmişti.

Tek tük öğrencinin bulunduğu okul bahçesi, yağmur bulutları nedeniyle ışıltısını kaybeden göğün altında son derece kasvetli görünüyordu. Ağır adımlarla okulun çıkış kapısına ilerledim. Sağ tarafa dönüp bir adım atmışken burnum ve ağzımda şiddetli bir baskı hissettim, kollarım da bir şey tarafından tutulmuştu. Çırpınıp bağırmaya çalışsam da sesim çıkmıyordu. Gözlerim kısa bir an bulanıklaştı, ardından etraf karanlığa gömüldü.

❇❇❇

Göz kapaklarım tutkallanmışçasına bir ağırlıkla açılmamakta ısrar ederken, hissettiğim yoğun mide bulantısıyla kıvrandım. Bilincim yerine geliyordu, kulaklarıma kısık inleyişlerim ulaşırken gözlerimi aralayabildim. Sarı, loş ışıktı ilk farkına vardığım. Midemin içerisindekilerin boğazıma tırmandığını hissediyordum, aşırı derecede bulanıyordu. Birkaç kez kırpıştırdıktan sonra gözlerimi tamamen açtım ve görüş alanımdaki bulanıklık netleşti.

Kaşlarımı çatıp anlamsızca etrafı inceledim. Dört duvar, küçücük bir odadaydım. Duvarlar fotoğraflarla doluydu ve bu fotoğraf kareleri üzerlerinde yalnızca iki kişiyi taşıyordu; Baybars ve ben. Büyük küçük bir sürü kare duvarların her tarafına yapıştırılmıştı, tek başımıza veya birlikte, sokakta, okulda, mağazada, hemen hemen şimdiye kadar bulunduğumuz her ortamda habersizce çekilmişti. Odada başka hiçbir şey yoktu, ne bir kapı, ne de bir pencere bulunmuyordu. Tavanı alçak ve basıktı.

Tekli siyah bir koltukta oturduğumu fark ettim, arkamdaki duvar görüş alanımdakilerin aksine boştu, boyasız düz bir beton halindeydi.

"İmdaaat!" diye bağırdım avazım çıktığı kadar, sonunda ayıldığımda.

Ses yok, değişiklik yok.

"Kimse yok mu? Ne istiyorsunuz benden?!"

Lanet olsun. Kim olduğu ve ne istediği apaçık belli değil mi Vera? Başka kim olabilir ki?

Senden nefret ediyorum. Senden nefret ediyorum Kafser. Yemin ederim ölümüne sevineceğim tek insansın.

"Kim olduğunu biliyorum Allah'ın cezası! Karşıma çık!"

Yine hiçbir değişiklik yok.

Ayak ve el bileklerimden koltuğa bağlanmıştım ve kalkamıyordum. Oysa şu an şiddetle duvarları yumruklamak istiyordum.

CESARET MADALYONUWhere stories live. Discover now