-50-

455 43 8
                                    

Üç günde iki bölüm getiren yazarları sevin. 😁
Bölümü dayanamayıp yazdım, sizi de daha fazla bekletmek istemedim. Umarım beğenirsiniz. 💙

❇❇❇

Hiçbir şeyin etkisi sonsuza dek ilk günkü gibi devam etmiyor. Başımıza gelen en büyük felaketle, en acı şeyle bile yaşamayı öğretiyor zaman. Tükendim diyorsun, bir daha ayağa kalkamam sanıyorsun. Bir ay sonra attığın kahkaha sırasında bu sözlerinin hiçbirini hatırlamıyorsun.

Zamanla geçiyor çünkü.

Geçiyor, ama iz bırakıyor. Aldığın darbeyi hatırlatan en ufak kıvılcımda, yaralarının yeri acıyor. Gözbebeklerinde kalıyor biraz tortusu. Avuçlarındaki çizgilere kazınıyor. Ekleniyor çünkü yaşanmışlıklar defterine. Etkisi ilk günkü gibi olmasa da, içinden silinmiyor. Yıllar sonra alacağın bir karara etki ediyor belki, bilinçaltında kalan tozlu travma. Farkında olmasan da bir şekilde seninle yaşıyor yaraların.

İnsan beyni dengesiz. İnsan psikolojisi bencil. Ne yaşarsan yaşa, yine de eninde sonunda hayatını kaldığı yerden devam ettiriyorsun. Acımasız bir gangster gibi, yaşadığın dehşete alışıp olağan yaşamına dönüyorsun.

Beş gün. Yalnızca beş gün önce gözlerimin önünde birisi kendi canına kıydı. Belki de ölüm sebeplerinden biri oldum habersizce. Sevdiğim adamın cinayet işleyebilecek potansiyelde olduğunu gördüm. Günlerce o anı yaşayıp durdum, lanet olası karanlık, gökyüzüne her çöktüğünde bana uğramayan uykunun yokluğuyla kıvrandım. Deli gibi korktum, sanki önceden yaptığı gibi yine bir yerlerden evime girebilirmişçesine. Vicdan azabı ruhuma işkenceler çektirdi, bir an olsun çıkaramadım aklımdan. Hala da onu düşünmekten alamıyorum kendimi.

Ama yaşadıklarıma rağmen, devam etmek zorunda olduğum mücadeleme döndüm. Aklımı kaybedecek kadar psikolojik sorunlar içerisinde olsam da başka seçeneğim yoktu. O karanlık geceden sonraki her gün geldiğime lanet ettiğim bu evrende, bana biçilen hedefi unutmak gibi bir lüksüm yoktu.

"Anıt Mezarlar Müzesi" yazılı tabelaya bakıyordum dakikalardır. Kırmızı taşları bulmam gereken yer burasıydı. Sanki her şey, aklımı hepten kaybetmem için işbirliği yapmış gibi, görev yerim mezarlarla dolu bir müze olmuştu.

Müze bugün ziyarete kapalıydı, Bilge Perker görev için özel olarak açtırıldığını söylemişti. İçeride benden başka kimse olmayacaktı, cesetler hariç.

İnternette biraz araştırıp gördüğüm şeylerle bile ürkmüştüm buradan. Kosnator'daki önemli insanlar öldüğünde gömülmek yerine en şık kıyafetleri giydirilip, olduğu gibi dondurularak camekanlara koyuluyor ve müzede sergileniyordu. Burada gelenek gibiymiş bu. Mısır'daki mumyalama olayına benzetmiştim. Ama buradakilerin yaptığı çok daha kaçıkçaydı.

Hangi akıllı ölü bedenlerle dolu bir müzeyi ziyaret etmek isterdi ki? O akılsız bugün benim.

Müzenin geniş mermer merdivenlerine ilerleyip birer ikişer çıkarak giriş kapısına geldim. Perker'in verdiği beyaz kartı demir kapıdaki küçük mavi ekrana okuttuğumda kapı, sağa doğru kayarak açılmıştı. Derin bir nefes alıp sırtımı dikleştirdim, avuçlarımı sıkıp kapıdan içeri girdiğimde arkamdan kapanmıştı.

İçerisi oldukça genişti. Zemin gri mermerden, duvarlar koyu kahverengiydi. Duvarların önüne yan yana camekanlar sıralanmıştı. Ölü bedenlerin bazılarının gözleri kapalı, bazılarınınsa açıktı. Tenlerinin rengi gri-krem arasında değişik bir tondaydı, hepsinin dudakları mosmordu. Camekanların içinde, altta ve üstte iki adet olmak üzere mavi yuvarlaklar vardı, hiç durmadan buhar yayıyorlardı. Soğutma işini bu şekilde görüyor olmalıydılar. Her birinin önünde, ölen kişinin kim olduğuyla ilgili bilgiler yazan plakalar vardı.

CESARET MADALYONUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin