İçerideki Düşman

112 19 2
                                    

Öyle böyle bir hafta geçmişti ve Asu birazdan ona ders çalıştırmam için buraya gelecekti. O akşamdan beri hiç konuşmamıştık ve nasıl davranacağını merak ediyordum. Belki de üzerinde düşünmemişti bile. Unutmuştu çoktan. Ama ben unutmamıştım. Ona karşı nasıl davranmalıyım?

Tibet az sonra eve geldiğinde beni yine bir kenara çekmişti. Asu'nun geldiği gün de iş aramak yerine Asu ile takılıyorum diye beni azarlamıştı. Bana ne olduğunun ben de farkında değildim. Son zamanlarda yaptığım şeyler beni yansıtmıyordu. Önceliklerimi unutmuş gibiyim. Karşımda öfkeli duran Tibet'e ne olduğunu sordum.

"İnsanlara umut verip sorumluluklar aldıktan sonra ben vazgeçtim diyemezsin Cihat."

“Öyle bir şey söylediğimi hatırlamıyorum.”

“Biliyorsun, benim umurumda değil. Buradan çıkmışım veya burada kalmışım önemli değil bunlar benim için. Bana karşı hiçbir sorumluluğun yok. Ama bir ailen var. O çocuklara karşı sorumlulukların var. Üstelik Atakan'a da çok umut veriyorsun. Ama Asu geldiğinden beri boşlamış gibisin. Taşıyabileceğinden fazla yük alıyorsun. Asu'yla olma demiyorum. Hatta en başta biz destek verdik sana ama şu an olmaz Cihat. Seni bekleyen insanlar var. Onlara verdiğin sözler var. Önce yapman gerekenleri hallet. Sonra Asu'ya git.” Dediklerinde baştan sona haklıydı. Sadece kendime çok kızmıştım. Ben aklı başında biriydim. Kendi hatalarımı kendim fark etmem gerekirdi. Bunca zaman fark edemediğim için kendime çok kızmıştım. Hayatım boyunca her zaman önceliklerimi belirlemiş ve sırayla ilerlemiştim. Şimdi de öyle yapmalıydım. “Ben Asu'yu sevmiyorum ki. O benim sadece arkadaşım. Merak etme kimseyi hayal kırıklığına uğratmayacağım. Bir yolunu bulacağız.” Kurduğum ilk iki cümle bana o kadar zor gelmişti ki zor yutkunmuştum. Ben uçuyorum sanırken gökyüzü yine düşmüştü.

Bir çığlık sesi duyduğumuzda ikimiz de cama koştuk. Asu sokakta koşuyordu peşinde de bizim mahallenin delisi vardı. İkimiz de gördüğümüz bu manzaraya önce anlam verememiş sonra da aceleyle evden çıkmıştık. Merdivenleri üçer beşer atlarken merdivendeki bütün insanlar da ayaklanmıştı. İkinci katta Asu'yla buluşmuştuk. Arkasına bakarak koştuğu için beni fark edemeyip bana çarpmıştı. Ben olduğumu fark edemeyince benden de kaçmak istedi ama kollarından tutarak izin vermedim. "Asu! Tamam, bir şeyin yok." Dediğimde sonunda çığlık atmayı kesmişti. Onu arkama çekip hala ona ulaşmaya çalışan delinin elinden bıçağını çekip aldım. Çocuk zaten deliydi. Böyle birine kızsam da dövsem de gülecekti. Diğer yandan korumak için arkama aldığım kız tir tir titrerken elimi sıkı sıkı tutmuştu.

“Niye kovalıyorsun lan kızı?”

“Evleneceğim ben onla. Çok güzel o.” Demesiyle Asu'nun tekrar çığlık atmaya başlaması bir olmuştu. Bir yandan gülesim geliyordu diğer yandan adını koyamadığım beni rahatsız eden bir his sarmıştı bedenimi. Deli meli dinlemeyip kafa göz yardıracak bir his.

Arkamı dönüp Asu'nun ağzını elimle kapadım. "Sakin ol! İstedi diye alıp götürmesine izin vereceğimi mi sanıyorsun?"

Deli hala inatla Asu'yla evlilik hayallerini dile getirince sinirlerim bozuldu. Farkında olmadan elimdeki bıçağı ona doğrultunca geri kaçtı.

"Yapma, yapma!"

“Bir daha kızları kovalayacak mısın?” Diye tehdit ettiğimde bir elimdeki bıçağa baktı bir de Asu'ya. “Ama o çok güzel. Bana kek verdi. Sonra da saçımı sevdi." Deyip kendi başını okşayınca kala kaldım. Asu neden ona böyle bir şey yapmıştı onu da anlamamıştım. "Tamam ama onu böyle kovalarsan bir daha sana kek vermez ki.”

"Ama o yap dedi."

"Kim?" Diye sorduğumda Gürhan'ı tarif etti. Gürhan artık sınırı aşmıştı. Bunca zaman nasılsa buradan gideceğim için bunlara katlanmıştım ama bu kadarı yeterdi. Bu bıçağı onun götüne sokmadan huzur yoktu bana. Asu'nun elini bırakıp gitmek istedim ama elimi eskisinden daha sıkı tutarak engel oldu. "Ben daha iyi bir yol biliyorum. Bu kez bana bırak." Dediklerinden pek bir şey anlamasam da iyi görünmediği için onu yalnız bırakmamaya karar verdim. Elindeki çanta ve poşeti aldıktan sonra elimi beline sardım ve daireye çıkardım. Tibet de bizimle geldi. O mutfağa giderken biz koltuğa oturduk. Asu kafasını göğsüme yasladı. "Çok mu korktun?"

"Delinin biri elinde bıçakla evlen benimle diye koşsa sen de korkarsın."

"Senin onunla ne işin vardı ki?" Derken Tibet de geldi. Elimi Asu'nun omuzundan çektim. O da geri çekilip Tibet'in uzattığı suyu alıp teşekkür etti. Suyunu içtikten sonra olanları anlatmaya başladı. "Gelirken gördüm onu. Çöpte bir şeyler arıyordu. Aç olduğunu düşündüm kek verdim. Akli dengesinin yerinde olmadığı belliydi zaten. Zararsız duruyordu. Keki görünce çocuk gibi sevindi. Saçlarını okşadım ben de. Sonra geçen gün senin konuştuğun o çocuğu gördüm. Gürkan mı Gürhan mı nedir! Onları görünce acele edip oradan ayrıldım. Daha sokağı dönmeden bu peşimden koşmaya başladı. Ne dediyseler artık zavallıya."

Tibet Asu'ya "Burası senin gibi biri için tehlikeli bir yer." Derken özellikle benim gözlerimin içine bakmıştı. İçten içe Asu'nun başına gelenler için beni suçluyor ve onun benim için uygun olmadığını anlatmaya çalışıyordu. Haksız sayılmazdı.
Asu kendini toparlayana kadar bekledik. Bu sırada Tibet de gitmişti. Daha sonra ona ders çalıştırmaya başladım. Bir süre sonra bir anda aklına bir şey geldi. "Kek getirmiştim senin için. Onları unuttum." Deyip içeri girdiğimizde sehpanın bir köşesine bıraktığım poşeti aldı. "Ben hemen çay yaparım."

"Uğraşma onunla ben bir şeyler alıp gelirim."

"Bir şey olmaz hemen demlenir zaten."

"Bira var içmez misin?"

"Hayır tadını sevmiyorum. Hem anne keklerini birayla mı yiyeceksin? Saçmalama. Ben hemen çay yaparım." Deyip elindeki poşetle mutfağa gidince ben de peşinden gittim. Bütün dolapları kurcalamaya başladı. Son açtığı dolabın kapağı neredeyse kafasına düşecekti son anda ben tuttum. "Dikkat et."

"Dolaplar bomboş."

"Ne bekliyordun ki? Her akşam yemek mi yapıyoruz sanki. Bir kaç tabak ve tencere bize yetiyor. Bunları bile kim yıkayacak diye kavga ediyoruz." Dediğimde güldü. Bu sırada ben de ona çaydanlığı verdim. O çay yaparken ben onu izliyordum. Asu'yu hayatıma almama rağmen onun hakkında kuşkularım vardı hala. Nedense bir şeylerin peşindeymiş gibi hissediyordum. Yine de ona kaptırmaktan alıkoyamıyordum kendimi.

Çayı ve keki hazırladığında içeri geçtik tekrar. Annesinin yaptığı kekler çok güzel olmuştu. Bunu ona da söylediğimde inanamadı. "Ciddiyim çok güzel olmuş. Bundan sonra bana bu keklerden getirmezsen sana ders çalıştırmam."

"Olur yine yaparım ben sana."

"Annem yaptı demedin mi?"

"Beğenmezsin diye annem yaptı dedim ama ben yaptım."

"Yalancı daha sandviç bile yapamıyorsun."

"Yapamıyorum demedim Cihat. Beğenmezsin diye korktum o yüzden yapmadım. Bu gün de annem yaptı dedim çünkü benim yaptığımı söyleseydim beğensen bile beğendiğini söylemezdin."

"O zaman ellerine sağlık. Çok güzel olmuşlar. Hayatımda yediğim en iyi ikinci kek."

"Birinciyi Aslı mı yapıyor?"

"Hayır, Aslı çoğu zaman kekleri yakar. Bir de onun kekleri yeterince şişmiyor. Birinciler annemindi."

"Annemindi deme Cihat. Yanına gitsen sana yine kek yapar." Keşke öyle olsaydı. "Öyle mi dersin?"

"Evet, öyle diyorum." Dedikten sonra bir süre sustuk. "Geçen gün seni çatıdan gördüm ne yapıyordun?"

"Gece mi? Oturuyordum. Benim kötü bir huyum var da."

"Yoksa sen de tanıdık bir koku almayınca uyuyamıyor musun?" Dediğinde güldüm. "Küçükken çok kabus görürdüm bu yüzden uyumayı sevmezdim. Geceleri gökyüzünü izlerken uyumamaya çalışırdım. O zamandan alışkanlık oldu. Son zamanlarda senin bana aldığın müzik kutusunu da alıp çatıda uykuya direniyorum."

"İlk defa bana kendi hakkında bir şey anlattın."

"Piknik yaptığımız gün okul anılarımdan sevdiğim kıza kadar anlatmıştım unuttun mu?"

"Evet, hatırladım. Havalar ısınınca yine piknik yapalım mı? O gün üşümüştüm ama güzel bir gündü."

"Neden üşüdüğünü söylemedin?"

"Bana montunu mu verirdin?"

"Saçmalama o zaman ben üşürdüm." Diye dalga geçince "Tam bir ayısın." Deyip koluma vurdu. Elimdeki çay kazağıma döküldü. O benden çok panik yapmıştı. Hemen çıkarmamı söyleyince banyoya koştum. Üzerimden çıkardım biraz kızarmıştı ama ciddi bir şey yoktu. "Asu!" Diye seslendiğimde "Efendim?" Diyen ses hemen kapının ardından geldi. "Arka odaya git orada bir tane çanta göreceksin. İçerisinden bana bir tane kazak getir."

"Tamam." Dedikten sonra uzaklaşan adım sesleri duydum. Sonra aynı çantada iç çamaşırlarımın da olduğu geldi aklıma. Terbiyesizlik olur muydu acaba? Ben de peşinden gittim. Ben içeri girerken o da çıkmaya çalışmıştı ve birbirimizi fark edemeyip çarpışmıştık. En kötüsü de dudaklarının çıplak tenime değmiş olmasıydı. “Affedersin seni fark etmedim.”

“Sorun değil.” Deyip elindeki kazağı bana uzatırken özellikle bana bakmıyordu. İkimize de daha fazla işkence etmemek için üzerimi giydim hemen. Tekrar içeri döndüğümüzde “Çok yanmış mısın? Canın yanıyor mu?” diye sordu.

“Yok, sadece biraz kızardı.”

“Derse ara verebiliriz istersen.”

“Benim için fark etmez. Nasıl istiyorsa öyle yapalım.”

“Çaylarımızı alıp çatıya çıkalım hadi.” Deyince dediği gibi yaptık. O hemen yanımda dışarıyı izlerken ben kalçalarımı çatının duvarına yaslamış gökyüzüne bakıyordum. “Burası çok ilginç bir mahalle. Geceleri bile uyumuyor. Her dakika sokakta insanlar var. Tenha olmamasına rağmen tehlikeli tek mahalle sanırım.”

“Bilmem, ben genelde kafamı gökyüzüne kaldırdığım için aşağısını görmüyorum.”

“Biraz kibirli birisin zaten.”

“Sen hiç değilsin.” Diyerek iğnelerken kafamı çevirip onda baktım. O da kafasını bana çevirdiğinde göz göze geldik. Gülümsedi ve o da benim gibi iç tarafa dönüp kalçalarını duvara yasladı. “Önceki hayatında en çok neyi özlüyorsun Cihat?”

“Müzik dinlemeyi.”

“Bu kadar mı?” İstediğim çok şey vardı ama Asu’nun gerçekleştirebileceği en basit şey buydu. Ondan ölüyü diriltmesini isteyemezdim. Kafamı çevirip gözlerinin içine baktım birkaç saniye. Gülümsedim, “Evet, bu kadar.”

Telefonunu cebinden çıkardı hemen ve bana uzattı. “Al istediğin müziği açabilirsin.” Telefonu elinden aldım. Herhangi bir ekran kilidi yoktu. Bir süre düşündükten sonra istediğim şarkıyı açtım. Ardından telefonu duvarın üzerine bıraktım ve Asu’ya elimi uzattım. O da dans teklifimi memnuniyetle kabul etti. El ele çatının ortasına geldiğimizde “Ayağıma basarsan ömür boyu seninle dalga geçerim haberin olsun.” Dedi. Dansta çok iyi olduğumdan haberi bile yoktu.

“Eğer sen ayağıma basarsan seni herkese rezil ederim haberin olsun.”

“Kendinden pek eminsin.”

“Annem öğretmişti. Dans etmeyi severdi.” Derken çoktan dans etmeye başlamıştık. Dans etmeyi bildiğimi söyledikten sonra kedini kasmaya başladı. “Kendini kasmana gerek yok. Eğer bilmiyorsan kendini bana bırak.”

“Senin gibi bir ayının bunu bilmesi ilginç.”

“Bana ayı diyen ilk insan sensin.” Deyip onu kendi etrafında çevirdim. Ani hareketlerim ilk başlarda onu şaşkına çevirse de sonradan alıştı ve kendisini tamamen bana bıraktı. Son olarak onu kollarıma yatırdığımda suratında kocaman bir gülümseme vardı. “Bir daha yapalım.”

“Şarkı bitti.”

“Bir daha aç o zaman.” Diye ısrar edince onu bırakıp telefona doğru ilerledim. Şarkıyı tekrara almak için ekrana dokunduğum sırada mesaj penceresi açıldı ve yanlışlıkla ona dokundum. Okumadan kapatmak istedim ama beynim otomatik olarak kelimeleri algılamıştı. Mesaj Utku adında birinden gelmişti ve fotoğraf makinasından silinen görüntüleri geri yüklemeyi başardığını yazmıştı.  Telefona uzun süre bakınca Asu ne olduğunu sordu. Telefonu ona uzatıp hesap sormaya başladım. “Asu, benim kaydettiğim görüntülere mi ulaşmak istedin?”

“Açıklamama izin ver kötü bir niyetim yoktu.”

“Arkamdan iş çeviriyorsun ve kötü bir niyetim yok mu diyorsun?” En başından beri bu kadar meraklı olmasının altında başka nedenler olduğunu anlamalıydım. Benden bir yaş küçük bir kızın beni parmağından oynattığını bile fark edemediğim için kendimi aptal gibi hissediyordum.
“Senden istesem vermezdin. Üstelik iyi bir amaç için istedim o görüntüleri.”

“İçinde ne olduğundan bile haberin yok!” Diye bağırırken kendime engel olamamış ve onu korkutmuştum. “Ne fark eder ki? O adamın hapse girmesine neden olacak şeyler var değil mi? Öyleyse gerisinin ne önemi var?” Gerisi dediği bizim hayatımızdı. Aslında Asu haklıydı, o görüntüler Celal’in hapse girmesini sağlardı ama bu mahallede oturduğumuz sürece onları kullanamazdık. Çünkü o görüntüler sadece Celal’i içeri atmaya yarardı. Dışarıda kalan adamları bizi otuz kez öldürebilirdi. Ayrıca Asu’nun Celal’le ne ilgisi olduğunu da bilmiyordum.

“O adamla ne alıp veremediğin var? Sana ne o adamdan.”

“Bir yıl önce bir kadın boşanmak için babama danıştı.” Asu’yu dinlemek saçmalıktı sanırım. Bunca zaman arkamdan iş çeviren biri şimdi neden bana gerçekleri anlatacaktı ki? Anlatsa bile bu saatten sonra ona inanacak kadar saf mıydım? “Senin baban boşanma avukatı değil. Hem onun bununla ne ilgisi var? Doğruları anlatmayacaksan git Asu. Yalan söylediğini hissedersem çok kötü şeyler yaparım. Fırsat vermişken gitmediğin için pişman olursun.”

“Doğruları anlatıyorum. Kadın Celal denen o adamdan boşanmak istiyor. Ama eğer Celal dışarıdayken boşanırsa başına bela olacak. İçerideyken daha kolay boşanır ondan. Böylelikle çocukları da zarar görmez. Babam ve başka bir boşanma avukatı birlikte çalıştılar bu işte ama bir türlü adamı içeri attıracak bir delil bulamadılar. Hem suçlu kim varsa hepsi cezasını çekecek. Sen de o adamdan kurtulacaksın yalan mı?”

“Yalan Asu, o görüntüler birinin eline geçerse beni öldürecekler. Tibet hapse girecek.”

“Neler söylüyorsun sen?” derken oldukça şaşırmış gibiydi. Neden şaşırıyordu onu da anlamış değildim. Bunca planı yapan insan bu ayrıntıyı atlayacak değildi ya. “Neden şaşırıyorsun Asu? Zaten amacın bu değil mi suçlu olan herkesin cezasını çekmesini istemedin mi en başından beri. Bak işte bir taşta üç kuş. Hatta daha fazlası. Hadi git al görüntüleri kahraman ol.”

“Cihat saçmalama. Sana zarar vermek değildi amacım.”

“En başından beri bunun için girmedin mi hayatıma. Bunun için kullanmadın mı beni? Sana son bir şey soracağım. Karşılaşmalarımızın hiçbiri tesadüf değildi değil mi?”

“Değildi ama bunu için girmedim hayatına.”

“Daha fazla dinlemek istemiyorum git.”

“Dinle lütfen. Hayatına kasıtlı girdim ama onun başka bir nedeni vardı.”

“Bu saatten sonra söyleyeceklerine nasıl olsa inanmayacağım. Git yoksa elimden bir kaza çıkacak.” Derken bile kendimi çok zor tutuyordum. Ama o bunun farkında bile değildi. Hala konuşmaya çalışınca kollarından tutup sarstım onu. “Defol!” Gözlerinde müthiş bir korku görmüştüm. Bu yaptığıma benim gibi o da inanamamıştı. Ellerimi kollarından çektiğimde koşarak kaçıp gitti. Olduğum yere oturup kafamı ellerimin arasına aldım. Her şey bitmişti. Sadece Tibetleri değil Kaan ve Doğaç’ı da hayal kırıklığına uğratacaktım. Annelerine verdiğim sözü tutamayacaktım. Hepsi benim hatamdı. Yanlış insanlara çok güvenmiştim. Ne bekliyordum ki hayatıma bir anda girecek ve beni hayal kırıklığına uğratmayacağını falan mı? Sadece benimle olmak istediği için peşimden geliyor sandım. Ne kadar da aptalmışım. Başından beri kurduğu planlar için kullanmış beni.

Gökyüzü DüşüyorHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin