Gökyüzü Düşüyor

790 48 39
                                    

Soğuk ve sert esen rüzgâr çıplak tenime çarparken bir kâğıt kesiği etkisi yaratmakla kalmayıp, bu mevsim için ince kalan giysilerimin içine kadar giriyor ve içime işliyordu. Soğuktan kurumuş ve çatlamış ellerimi birbirine sürtüp nefesimi üflerken durdum ve ellerime baktım. Kesik ve çizikler içerisindeydi. Birkaç aydır kesmediğim tırnaklarım kırılmış ve pislenmişti. Bu ellerle mi yemek yiyorum, diye düşünürken ufak ve acımasız bir ayrıntıyı hatırladım; çoğu zaman yemiyordum ki.

İlerlediğim ana sokaktan bir ara sokağa daldım ve sonra bir tanesine daha... Yürümeye devam ettikçe sokaklar daha karmaşık ve tehlikeli bir hale geliyordu. Beş dakika sonra beş katlı fazlasıyla eski bir binaya girdiğimde rüzgârdan kurtulmuştum fakat bu kez de yoğun sigara dumanından bir buluta yakalanmış gibiydim. Ellerimi cebimden çıkarıp aceleyle merdivenleri çıkmaya başladım. Dördüncü kata gelene kadar her merdiven başında ayrı bir bağımlı görmüştüm. Kimi alkole, kimi sigaraya, kimi ise uyuşturucuya... Gerçek şu ki hepsinin temelinde bir zamanlar bağımlı oldukları insanlar vardı. Bizi kötü yapan insanlardı. Kimi varlığıyla kimi yokluğuyla.

Tekme atsam kırılacak olan kapıyı yumruklamaya başladım. Çok geçmeden kapıyı açan sarışın, bebek suratlı çocuk Atakan'dı. Yaşını göstermeyen çocuksu suratı dehşete kapılmıştı. Ona açıklama yapmadan onu iterek içeri girdim. Bazısının bir kapısı bile olmayan odalara bakmaya başladım. Atakan da peşimden gelirken ne aradığımı sorup duruyordu. Aradığımı bulamayınca durup ona baktım. "Tibet nerede?"

"Çatıda... Neden arıyorsun onu? Ne oldu?"

Cevap vermeden daireden çıktım ve hızla merdivenleri tırmanmaya başladım. İki kat daha çıktığımda çatıdaydım artık. Tibet de buradaydı. Yanında bir de kız vardı. Kız Tibet'ten aldığı beyaz tozun karşılığında ona para verip gittiğinde Tibet'in herhangi bir tepki vermesine bile fırsat vermeden ona doğru koşmaya başladım. Onu yakasından tuttuğumda çatının ucuna götürene kadar iteklemeye devam ettim. Çatının ucuna geldiğimizde onu aşağıya sarkıttım. Gözlerinde hala korku yoktu. Onun gibi birini ölümle korkutamazdınız zaten. Hayatınızda değer verdiğiniz her şeyi sizden alan ölümse eğer, onlara kavuşmak için ölümün sizi de almasını dilerdiniz. Fakat ölüm yine onun için gelmemişti. Ben sadece ona ufak bir ders vermek için gelmiştim; elindeki paraları alıp merdiven boşluğuna koştum. Onlar da peşimden gelirlerken ne yapacağımı biliyorlardı ve buna engel olmaya çalışıyorlardı. Tüm parayı merdiven başlarındaki bağımlı insanlara dağıtmaya başladığımda hepsi bir yandan "Geldi bizim deli." Derken diğer yandan da dağıttığım paraları sevinçle alıyorlardı. Tibet Atakan'a "Tut şunu." Dediğinde kaçmadım bile. Beni kollarımdan tutup dairemize soktuklarında Tibet çeneme bir yumruk geçirdi. Kafam yumruğun etkisiyle sağa savruldu. Kafamı çevirip tekrar Tibet'e baktığımda bir tane daha çaktı. Atakan onu durdurmaya çalışsa da başaramadı. Tibet bir tekme de karnıma geçirdiğinde yere düştüm. Üzerime çıkıp birkaç yumruk daha attığında ona tepki bile vermedim. "Adi herif! Adama ödeme yapmam lazım şimdi parayı nereden bulacağım?"

"Para kazanmanın yolu bu değil." Dediğimde üzerimden kalktı. Dudağımdan çeneme doğru ilerleyen sıcak sıvıyı hissettiğimde elimin tersiyle sildim ve yerden kalktım. "Açlıktan ölmek üzereyiz hala onurdan gururdan bahsetme lan bana! Sen ne bok yiyorsan ye bana karışma." Tüm bunlar her hafta düzenli olarak duyduğum sözlerdi. Kelimeler küfürler değişirdi belki ama her zaman aynı şeyi anlatırdı. Bir noktada haklı sayılırdı. Hiçbir şeye sahip olamayan insanların tek derdi karnını doyurmak oluyordu. Parayı nasıl kazandığının bir önemi yoktu. Fakat ben kaybedecek bir şeyi olmayan bir insan değildim. Her şeyden önce umudum vardı. Değer verdiğim insanlar vardı ve Tibet de onlardan biriydi. Onun bu bataklığa batmasına göz yumamazdım. Bir gece aç yatardık belki ama sabah güneş doğduğunda bir yerden ekmek bulurduk elbet.

Gökyüzü DüşüyorWhere stories live. Discover now