Ayça'yı, Eren'lere gelip giderken sık sık görürdüm ama "Merhaba." dan öteye nadir ilerlerdik. Anıl'ın ya da Eren'in doğum gününde Ayça ile aynı masaya otururduk; mecburiyetten iki kelam eder, bir görevi tamamlar ve dahasında birbirimizle ilgilenmezdik.  "Anıl senin gibi bir kardeşi olduğu için çok şanslı." diye yüzüme kocaman gülümsediğinde, Ayça ile sohbet etmemem gerektiği konusunda kesin karara varmıştım zaten. O da benim soğuk nevale olduğumı düşünmüş olacak ki, çoğu zaman, ikimiz de birbirimize yokmuşuz gibi davranmayı kanun edinmiştik.

Anıl trafik kazası geçirdikten sonra, Ayça'nın onu aldattığını, Hande telefonda Eren'e anlatırken duymuştum. Belki de Hande, benim özellikle duymam için benim yanımda Eren'e anlatmıştı bunu; bilemiyordum. Hande'nin bunu nereden bildiğini dahi bilmiyordum zaten. Ve neden şimdi Ayça hakkında Eren'le konuşmaya çalıştığımı da bilmiyordum. Yirmi dört milyon bilinmeyenli denklemin küçük bir ayrıntısıydı sanırım bu.

"Bilmiyorum." dedim, yüzümü yeniden Eren'e çevirdiğimde. Ellerini balkonun kenarlıklarına dayayıp, yüzünü karşı eve sabitledi.

"Pişman. Her gün Anıl'ı soruyor." dedi, keder dolu bir sesle.

"Anıl'ı seviyor mu gerçekten?" diye sordum, meraklı bir ses tonuyla. Eren, yüzünü aniden bana çevirdi.

"Anıl'ı hiç kimse senin kadar çok sevemez Naz." dedi, oldukça ciddi ve kendinden emin bir tavırla. Gözleri, "Neden bunları konuşuyoruz?" der gibi baksa da bunu sesli dile getirmedi.

"Neden aldatmış onu?" diye sordum. Derin bir nefes aldı.

"Kavga etmişler. Anıl'a hem evlenme teklifi ediyorsun hem de iş beğenmiyorsun diye çıkışmış. Haksız da sayılmaz. Anıl ağır konuşmuş, Ayça ağır konuşmuş. Ayrılmışlar yine. Sonra bir bara gitmiş Ayça, eski sevgilisinin şarkı söylediği bara. Öpüşmüşler. Bu çocuk- İşte adı her ne haltsa... Anıl ve Ayça'nın geçen sene ayrı olduğu dönemlerin birinde, Ayça'nın beraber olduğu bir çocukmuş. Anıl'la yeniden barıştıklarında, Ayça çocuğa posta koymuş, çocuk da kinlenmiş. Fırsat ayağına gelince de öpüşürlerken fotoğraf çekip Anıl'a atmış. İntikam almış aklı sıra." dedi Eren. Dudaklarımı ısırdım yeniden. Kalbimin kabul edemeyeceği kadar çirkin bir hikayeydi bu; Anıl'ı içine yakıştıramadığım kadar kötü bir tabloydu.

"Anıl'ın hayatına mâl olan bir intikam!" dedim, sitemle. Senin de geleceğine mâl olan bir intikam Naz!

"Bora seni aldatmış mı sence?" diye sordu, bir çırpıda. Magazin sayfalarından e-mail falan mı alıyordu? Yoksa ayaklı magazinin baş kaynağı Hande miydi?

"Anıl da Ayça'yı aldattı değil mi?" diye sordum. Bora'yı es geçmiştim ve Eren buna tepki bile vermemişti.

"Ayrı oldukları dönemde çok kez birileriyle takıldı. Bazen flört, bazen seks... Yani ayın on günü Ayça'ylaydı, yirmi günü ayrılardı zaten. Bu aldatmak mı sen karar ver. Yıllardır saçma sapan bir şey yaşıyorlar. Ama ikisi de sorsan çok seviyor birbirini. İşte herkesin aşka bakış açısı farklı, herkesin ilişkisi kendisine." dedi, o da sitem ediyordu.

"Anıl'ın nikah şahidi olacak mıydın?" diye sordum, yüzümde ya da sesimde hiçbir ifade yoktu muhtemelen.

"Ne nikahı Naz? İnanıyor muydun evleneceklerine? O ikisi daha sevgili olmayı beceremediler, ne evliliği? Anıl, Ayça'yla o herifin fotoğrafını görmeseydi, ikisinden biri pes edene kadar böyle giderdi ilişkileri. Bu saatten sonra Ayça'yı da asla affetmez. Gözüyle görmesi durumu farklı. Tahmin etmesi ya da bilmesinden daha farklı. Açıkçası üzülmem de, o kızın Anıl'ı sevdiği falan yok bence. Adamın hayatını sikti, onun yüzünden yüksek lisans yapmadı mesela. Sırf kız, çalışması ve çok para kazanması gerektiğini söylediği için!" dedi öfkeyle. Gözlerim fal taşı gibi açılmıştı.

Maça Kızı 8Where stories live. Discover now