40. Bölüm 'Yalan'

Start from the beginning
                                    

Akça'nın sesi sakin, denetimliydi. Sükuneti ve rahatlığı açıkça göze çarpıyordu. Aferin kızıma. Dedi Pars, içinden. Akça'nın bu hali onun lehine işleyecek bir durumdu. Eğer endişeli, terlemiş, korkmuş ve titrek bir sesle konuşuyor olsaydı onu izleyen ve dinleyen herkesin gözünde soru işaretleri gezer, şüphe kurtları beyinlerini yerdi.

Suçsuz bir insan neden endişelensin ki? Neden korksun? Neden titrek sesle konuşsun? Onlar sakin ve kendinden emin olurlar... En azından işini bilen biri böyle davranır. Pars duygu ve düşüncelerini saklamada iyi biriydi, kolaylıkla yalan söyleyebiliyordu. Aslında bundan hoşlanmıyordu. Bu güzel bir şey değildi. Zaten her önüne gelene de yalan söylemiyordu, patolojik bir vaka değildi ki böyle yapsın. Fakat çocukluğundan beri çevresinin cellatlarla çevrili olduğunu hissederken daha iyi bir yöntem bulamamıştı; kim olduğu, nereden geldiği ve ne yapmak istediği gibi nice konularda doğru şeyler söylemezdi. Söyleseydi çoktan ölüydü. Kimseye güvenemez olmuştu.

Akça bu durumu değiştiren kişiydi. Şimdi çevresinde o ve onun ailesi vardı. Berkut ve ailesine güvendiğini söyleyemezdi ama kendisine verilecek bir zarar ve ihanette Akça'yı da kaybetmiş hatta ona da zarar vermiş olurlardı. Bu yüzden şimdilik buna güveniyordu. Akça ise bambaşkaydı. O, duygu ve düşünceleri konusunda Pars'a hep dürüsttü ve kendisine de öyle davranmasını istiyordu. Çünkü birine yalan söylemek onun güvenine ihanet etmek demekti ve hangi çeşit bir insan ihanet ederdi?

Biraz zor olmuştu ama Akça'ya dürüst olmayı başardığına inanıyordu ama hala her konuda açık seçik fikirlerini ve bilgilerini paylaşmıyordu. Bu kısım biraz kişiliği haline gelmişti herhalde. Karısı da bunu kabullenmişe benziyordu. Eh, bazı şeyler değişmezse kabullenmeyi de bilmek gerekirdi. Neyse ki Akça, insanı zorla istediği şekle kalıba sokmaya çalışan, değiştirmek için uğraşan biri değildi. Onu olduğu gibi kabulleniyordu.

"Peki, İhtiyarlar Koridorunun sınırında ne arıyordunuz?" dedi, Vural. "Gün içerisinde iki kere oraya gittiğiniz ve oyalandığınız görüldü. Hepsi güvenlik görüntülerinde var."

Akça başını salladı. "İlkinde yürüyüş yapıyordum. Hamileliğim ilerlediği için bacaklarımı açmak istedim. Diğer yandan da telefonumla oynarken ne kadar zaman yürüdüğümü ve nereye geldiğimi fark etmem zaman aldı. Zaten orada da Azna Bey ve Avcı Üstatları ile karşılaşıp kısa bir sohbet ettim. İkincisinde de sağlık saatimi kaybettim. Çantamdaydı. Kamera görüntülerinde görmüşsünüzdür; Azna Bey, büyük bir kabalık edip eşyalarımı karıştırdı. O sırada düştüğünü sanıyorum. Onu aramaya gelmiştim. Gerçi bulamadım, belki başkası bulmuştur."

Pars içinden,Git gide kendini geliştiriyor. Dedi. Elbette ki karısının öyle bir saati yoktu. Akça ilk tanıştığı andan itibaren onun çok kötü bir yalancı olduğunu görmüştü ama şimdi... Şimdi neredeyse Pars'ı bile ikna edebilirdi. Bu duruma sevinse mi üzülse mi bilemedi.

Siren, Akça'nın karşısındaki metal sandalyeyi çekip oturdu. Önündeki dosyayı açıp birkaç saniye okuyup, bakışlarını karısına dikti. "Büyük Üstatlar Guro ve Deng Ze ile konuştuk. Onların söylediğine göre Azna Bey ile aranızdaki küçük bir atışma geçmiş."

Akça kaşlarını çattı. "Atışma mı?"

"Daha çok üstü kapalı tehdit yağdırmışsınız."

"Kim? Ben mi?"

Akça bu sefer samimiydi. Kaşları şaşkınlıkla kalkmıştı.

Siren, önündeki kağıdı yüksek sesle okudu. "Şu sıralar sağlığıma zararlı bir sürü şey çevremi kuşatmış. Her birini tek tek temizlemek gerek." Akça'nın tepkisini ölçmek için bir süre bekledi. "Bunu söylediniz mi?"

Hayalet Dünya [Hayalet Serisi #3]Where stories live. Discover now