11. Bölüm 'Dolunay'

2.5K 258 56
                                    

Selamlar,

Yeni bölümle karşınızdayım. İnşallah beğenirsiniz. :)

_______

Baybora kan ter içinde kalmıştı ama buna değerdi. Gergin olduğunda ya da kafasını toplaması gerektiğinde ona en iyi yardımcı olan şey spordu. Rakiplerini geçip topa vurduğunda herkes tezahürata başladı. Bugün kıvamındaydı, attığı her top kaleye giriyordu ki kendi bile şaşıyordu. Sporda iyi olduğu gerçekti ama daha önce hiç bu kadar isabetli top atmamıştı.

Genelde adrenalin salgılatan tehlikeli sporları sevse de futbol da bir nevi ata sporu sayılırdı. Annesi tarihe düşkün biri olarak bilinen ilk kaynaklarda 1400 küsur yıl önce Göktürk'ler döneminde 'tepük' ismiyle futbol oynandığını söylemişti. Hem de kızlar ve erkeklerin bir arada oynadığını ve günümüzdeki futbola da oldukça benzediğini. Timur Hanlığı zamanında bile bu oyun, Türkler tarafından oynanmaya devam etmişti. Bu gelenek birden ortaya çıkmadığına göre illa ki önceki dönemlerde de oynandığını farz ediyordu.

Baybora rakip oyuncunun etrafında dönerek kaçındı ve topa tekrar vurarak kaleye isabet ettirdi. Şimdi herkes Baybora'nın ismini şarkı gibi ağzına almış, tek bir sesle bağırıyordu. Fakat daha ne olduğunu anlayamadan dizine yediği bir tekme ile yere kapaklandı. Sinirle kükreyip, bunu yapanı parçalamak istese de içindeki kurt, ortaya çıkmama kararı almış gibi suskun kaldı. Baybora bir kez daha denese de olmadı, kurt çıkmayı reddetti. İçindeki ses ise ona bir insana dönüştüğünü ve artık bir iye olmadığını söylüyordu.

Birden içinde bir korku ve endişe hissetti. Ne demek artık hiçbir gücü yoktu? O zaman ailesini, kız kardeşini nasıl koruyacaktı? Etrafına toplanan oyuncuların gülme sesini duyunca kendini daha da kötü hissetti. Baybora yerinden kalkamıyordu ve dahası kıpırdayamıyordu. Canının yanması gerektiğini de biliyordu ama aslında yanmıyordu.

"Bu adamların neden yüzü yok?" dedi, Baybora.

"Bu ne?" dedi, tanıdık bir ses. "Korkun bu mu? Herkesin içinde yere kapaklanmak ve rezil olmak mı?"

Baybora başını çevirdi, gözleri kocaman oldu. İçi sevinçle dolmuştu. "Akça." dedi, minnetle. "Güvendesin."İçinden Allah'a şükür duaları etmeye başlamıştı bile.

"Şimdilik... şükürler olsun." dedi Akça. "Yerde kalmaya devam mı edeceksin?"

Akça birkaç adımda bir anda koca sahayı geçmişti. Baybora'nın tepesine dikilip, yere çömeldi. Yüzünde tatlı bir tebessüm vardı. "Siz erkeklerin düşleri ne kadar da sıkıcı."

"Ha?"

"Düş diyorum düş, sıkıcı. Kaldır o koca kıçını, Baybora. Seninle konuşmam gereken çok önemli bir şey var. inşallah uyandığında unutmazsın."

***

Baybora koşturarak ortak salona girdi. Kapıyı hızlıca ardından kapadıktan sonra kanepelere kurulmuş kızlara döndü. Kahvaltı sonrasında hemen buraya damlamak gibi bir huyları vardı. Meylis her zamanki gibi ortalıkta görünmüyordu, büyük olasılıkla balkondaki yerini almış, nişanlısı ile arasındaki sorunları çözüyordu. Oğlan sınavı kaybettiği için küçük çaplı bir buhran olmuştu. Meylis de en çok kendini suçluyordu. Eh, kendi düşen ağlamaz diye boşa dememişlerdi.

Bengi tek başına oturuyordu; Ecmel ise hepsinden ayrı bir köşedeydi ama Melodi'nin yanında biri vardı. Baybora'nın kaşları anında çatıldı. Esmer tenli, kahverengi gözlü bu oğlanı daha önce de görmüştü.

"Hey! Bu yılanı içeri kim aldı?"

"Çok kabasın!" dedi, Melodi.

"Yılan değil mi?"

Hayalet Dünya [Hayalet Serisi #3]Where stories live. Discover now