17. Bölüm 'Al Bozkurt'

Start from the beginning
                                    

Kahvaltı sonrası sıra vedalaşmaya geldiğinde Joon hüzünlenmişti. Kısa sürede bu iki ejdere alışmıştı. Bilhassa uzun süren yalnızlık ve gizlenmenin sonucunda adam akıllı iletişim kurduğu tek canlı bu ikisi olunca, bağ kurması da kolaylaşmıştı.

"Joon sizi özleyecek, muhakkak tüm bunlar bittiğinde beni ziyarete gelin."

"İnşallah, Joon." dedi, Akça. "Biz de seni özleyeceğiz."

"Kendi adına konuş." dedi, Pars.

"Zaten ben de seni özlemeyeceğim huysuz ejder."

Balaban ve Berkut gülmelerine hakim olmaya çalışsa da gizleyemediler. Pars her zamanki gibi onları görmezden gelmeyi seçmişti.

Veda sonrası Berkut ve Balaban, görünmez olmuş Joon ile birlikte odadan çıktı ve havalimanına doğru yola çıktı.

Geride kalan Akça ise sıkılmış bir şekilde kendini koltuğa bıraktı. "Tek bir gün için otel iyiydi ama şimdi sıkılmaya başladım. Zavallı Joon'u şimdi daha iyi anlıyorum. Beş yıl boyunca nasıl orada yaşamış ki?"

"Öğrenmek istemiyorum." diye cevapladı, Pars. "Haydi çıkıyoruz."

"Nereye?"

"Gerçekten babanı dinleyip burada oturacak mısın?"

Akça başını hafifçe eğip, gülümsedi. "Kwan Wook haklıymış, kurallarla aran yok, değil mi? Oysa seni ilk tanıdığımda kuralcı bir hava veriyordun."

Pars muzipçe gülümsedi. "Kuralların mantık dışı olanına uymama gibi bir sorunum var."

"Sanırım mantıksız kurallar çok fazla?" dedi imalı bir şekilde.

"Öyle gibi."

Akça ve Pars bir günün ardında ilk defa otelin dışına çıktı. Gökyüzü bulutsuzdu ve güneş tüm ihtişamıyla parıldıyordu. Astana tüm güzelliğiyle bir inci gibiydi. İnsanlar tatilin ve yaz mevsiminin tadını çıkartıyordu.

İlk gittikleri yer Astana şehrinin simgesi olan Bayterek Kulesiydi. Geceleyin otellerinden bile bu güzelliği görebilmişti. Efsanevi Hüma kuşunun ziyaret ettiğine inanılan Hayat Ağacını simgeleyen kulenin toplam uzunluğu 105 metreydi ve başkentin; Almatı'dan Astana'ya taşındığı yılda inşa edilmişti. Kulenin en tepesindeki altın top, hayatın başlangıcını temsil eden bir yumurtaydı. Güzel ayrıntılardan biri de 97. katında bir gözlemevi olması ve 97. katın, Astana'nın başkent ilan edildiği 1997 yılını simgelemesiydi.

Akça ve Pars, havanın güzel olmasından da yararlanarak yürüyerek buraya kadar gelmişlerdi. Zaten kaldıkları otel ile burası arasında 1,5 km vardı. Buraya varmak yarım saatlerini bile almamıştı. Bir süre kulede oyalanıp, Astana'nın güzelliğini izleyip, bir iki fotoğraf çektiler. Sanki balayına çıkmış, turistik amaçlı buraya gelmiş sıradan bir çift gibi hissediyorlardı. Birkaç saat boyunca bu şekilde hissetmek ve diğer her şeyi unutmaya karar vermişlerdi.

Kule ziyareti bittikten sonra tekrar yürümeye başladılar. Kulenin hemen karşısında Kazakistan'ın Başkanlık Sarayı tüm ihtişamıyla yükseliyordu. Resmi ismi Ak Orda Başkanlık Sarayıydı. Ak Orda, Cengiz Han'ın ölümünden sonra kurulmuş bir hanlıktı. Sarayın merkezinde yer alan turkuvaz renkli kubbesi aklına havaalanındaki kubbeyi getirmişti. Turkuvaz, Türklere özel bir renkti ve Kazakistan'nın bayrağı da turkuvaz idi. Bu yüzden bu renge bürünmüş bir çok yapı görmek mümkündü. Sarayın solunda ise İşim Nehri geçiyordu ki bu nehrin varlığı, saraya daha bir güzellik katıyordu.

Nehrin hemen karşısında da Hoşgörü ve Barış Sarayı vardı. Lakin Akça, buranın üçgen bir piramit şeklinde inşa edilmesini garipsemişti. Bu mimari tarzı Türk-İslam coğrafyasına çok zıttı. Hatta Arap-İslam coğrafyası için bile yabancıydı. Sonuçta piramitler, antik Mısır döneminde kalma o dönemin inançlarını yansıtan bir mimariydi. Onlardan sonra bunu sık sık kullananlar batı ülkeleri olmuştu ki bunun ardında yatan nedenlerle ilgili de sayısız söylenti vardı. Maalesef aynı şekilde inşa edilen benzer yapılar Türkiye'de de vardı. Örneğin Antalya, AKM'de cam piramit vardı.

Hayalet Dünya [Hayalet Serisi #3]Where stories live. Discover now