27. Bölüm #Anahtar#

6.4K 516 133
                                    

Bölüm Şarkısı: Back to Black- Amy Winehouse

*

Babamın yanına elimdeki içecek ile gittiğimde telefon ile konuşuyordu. Yerdeki bisikletlerin yanında duran yağlar hala açılmamış ve öylesine bırakılmış bir biçimde duruyordu. Konuşmak için ağzımı açtığımda işaret parmağını meşgul olduğunu göstermek için kaldırdı. Bunu anneme de yaptığı günleri hatırladım ve bunun üstünde düşünmemek için içeceğimi içmeye başladım. O değişmişti. Bunu biliyordum. Sadece daha derine bakmak gerekiyordu. Annem gibi dışarıdan onu işkolik olarak tanımlayıp sonra da çekip gidemezdim. Çünkü yalnızlık ne demek iyi bilirdim ve bunu en yakınım olan birine, babama, yaşatamazdım.

Ancak sık sık tek kalmak ile yalnız kalmayı birbirine karıştırdığım olurdu. Yabancılarda birinin partneri olmaması durumuna teklik olarak bulunan kelime bizde direk yalnızlık olarak tanımlanmıştı. Halbuki tek olmak yalnız olmak mı demekti? Sevdiği ile beraber olamayan biri yalnız değildi sadece bir kalpte iki insan yaşatmaya alışmıştı.

Kahvemin neredeyse yarısına gelmiştim ki babamın telefon konuşması yeni bitmişti. "Özür dilerim, şirketten arıyorlar." diye konuştu.

"Önemli değil." dedim sessizce bisikletlerimizi tamir etmesini beklerken. O değişmişti. Bunu biliyordum.

"Senin bisikletini hallettim ancak benim bir işim var. Çok hızlı gidip gelmem gerekiyor." Bunun üstüne başımı eğdim ve üzgün olduğumu belirttim. Ancak bunun onu durduramayacağını biliyordum. "İstersen sen burada kal. Seni dönüşte almaya gelirim."

Evde durup kendimi bugün olanlar konusunda sıkıştırmaktansa deniz havası almanın hoşuma gideceğini düşünerek teklifini kabul ettim. Babam benim kahvemden bir yudum aldıktan sonra kendi bisikletini arabasının bagajına koymuş ve daha sonradan beni yalnız bırakarak gitmişti. Bisikletimin tutacaklarını tutarak sürerken bir yandan da elimdeki içeceği bitirmeye çalışıyordum. Bisikletimin sepetine yanıma almış olduğum çantayı koyarken telefonu evde bırakmış olduğum hatırladım ve zaten bozuk olan moralim iyice bir çöküş yaşadı. Kendimi hayat enerjisi içinden emilmiş ve amacı sadece uyumak olan biri gibi hissediyor ve bu hissi içimden atmak istiyordum. Deniz kenarına yaklaştığımda hala bisikletimin üstüne binmemiş, elimle sürüyordum. Deniz dümdüz bir şekilde duruyor ve sıcak havadan bunalmış birkaç insanın eşliğine katılıyordu. Bense burada durmuş onu uzaktan izlemeyi tercih ediyordum. Denize baktığımda aklıma sürekli anılar geliyordu. Barış'la ilk tanışmamız, ilk buluşmamız, Efe ile ilk yakınlaşmamız. Her biri sanki alınan bir koku ile tetiklenen görüntüler gibiydi. Barış'a İzmir'i ne kadar sevdiğimi anlattığım zamanları hatırlıyor, onunla beraber midye dolma yiyişimizi gözümde canlandırıyordum.

Efe'nin beni öpüşünü hatırlıyordum. Bu öyle uzak bir kavram gibi geliyordu ki şimdi, sanki daha önceden onun Burçin ile olması şimdiki durumumuzdan daha kolay bir durummuş gibi geliyordu. Yumuşaklığını hatırlıyordum. Yandığında güzel bir koku yayan soğuk kış günlerindeki cılız mumlar gibi sıcaklığını hatırlıyordum. Erimiş çikolatanın ağza yayılması gibi derin ve tatlı dokunuşları...

Arkamdaki insanların beni hareket etmem için uyarması ile canlandım. Sokakta bile yürürken insanlara yük olmam hoşuma gitmemiş ve kendimi bir çöpten farksız hissettirmişti. Hiç kimsenin sevgisini hatırlayamıyor ve kendimi gittikçe değersiz hissediyordum. Değer verdiğim insanlardan ya uzakta ya da ulaşılamaz derece duruyor ve onlardan iyice soyutlanıyordum. Ben tek değildim. Tek olan bir insan böyle olmazdı. Tek olan bir insan ayakta durduğunu bile unutacak kadar dalamazdı uzaklara denizin alabildiği kadar. Tek olan bir insan onu bırakanların peşinden koşmaz, onlara kendini affettirmeye çalışmazdı. Tek olan bir insan burada durup yalnızlığını düşünmezdi.

Ayvalık (İzmir #2)Место, где живут истории. Откройте их для себя