"Sen sanki bana çok sevgi sözcüğü söylüyorsun da..." Yüzünü buruşturdu. "Aramızda bir şeyler var. İkimiz de bunu kabul ettik. Sen ona rağmen bana karşı tek bir itirafta bulunmadın!"

"Yavrum diyorum ya?"

"Sen cidden ablanın dediği kadar odunsun! Dün de arkamdan kızıl civciv dediğini duydum! Başkası olsa biricik karım, sevgilim, hayatımın anlamı, tek yaşam kaynağım der senin ağzından lafı kerpetenle zor alıyoruz!"

Yüzüm nasıl bir şekil aldıysa, "Tamam, abarttım biraz," diyerek hızla konuştu. "Senden elbette hayatımın anlamı, yaşam kaynağım demeni beklemiyorum. Yine de diğerlerinin yanında biraz daha sevgi sözcükleri söyleyebilirsin. Kendim için istemiyorum! Evliliğin kâğıt üstünde olduğunu anlamasınlar diye!"

Kaşlarımı çattım. Evliliğin kâğıt üstünde olacağını mı sanıyordu?

"Anlaşılan seninle uzun bir konuşma yapmamız gerekiyor," dedim. "Şu binbaşının derdi neymiş öğreneyim. Sonrasında seninle ciddi bir konuşma yapacağım."

Yüzündeki ifade çiçek gibi soldu. "İleri mi gittim?" diye sordu. "Yanlış bir şey mi dedim? Neden kızdın?"

Elimi yanağıma yerleştirip hafifçe okşadım. "Ne kızması?" dedim. "Sana hiç kızabilir miyim? Kıyabilir miyim ben? Yalnızca kendime kızıyorum." Uzanıp dudaklarımı alnına bastırdım ve uzunca öptüm.

Geriye çekildiğimde tekrardan gülümsemeye başladı. Dolabın önüne geçip ona da kendime de ceket verdim. Gecenin bir köründeydik ve motorla gideceğimiz için üşüyebilirdi.

"Buradan sıkıldın mı?"

Soruşumla kaşlarını çatıp hızlıca, "Ne? Hayır!" dedi.

"Binbaşının yanına gideceğimizi söylediğimden beri yüzünde güller açıyor."

Bana doğru döndü. "Sadece onu çok özledim, insan biriyle yakın olunca daha çok özlüyormuş. Mesela dün seni çok görmedim. Hep dışarıdaydın, bir tek sabah kahvaltıda beraberdik. Tüm gün çocuklar gibi gelmeni bekledim."

"Belli oluyor beklediğin," dedim kinayeli bir sesle. "Geldiğimden beri hiç yüzüme bakmadın. Tam elini tuttuğumda da Osmanlı zamanı Kırım'dan getirilen cariye gibi davrandın."

Kirpiklerini kırptı. "Diğerlerinin yanında ayıp olmaz mı?"

"Niye ayıp olsun?" Kaşlarımı kaldırdım. "Yasak ilişki yaşıyoruz da benim mi haberim yok?"

"Yani ben Makedonya'da büyüdüm ama Umay abla bana Türk örf ve adetlerinden biraz bahsetti. Aslında Balkanlar da bu tarz geleneklere çok uzak sayılmaz ama dayım daha avrupai bir adamdı. Bizi de öyle yetişirdi. Geleneklere bağlı yaşamadık hiç."

Ablamın zaten ağzı dursa şaşardım. Olmayan gelenekler bile ortaya çıkartıp kızı doldurmuş olabilirdi.

"Bak sen..." dedim merakla. "Ablam sana ne anlattı peki?"

"Yani işte gelin olacağım için nasıl olmam gerekiyorsa onlardan bahsetti." Onu ilk defa konuşurken bu kadar çıkmazda görüyordum. Başka bir konu olsa ağzı hiç kapanmazdı fakat konuşmaya çekindiğini düşünmek üzereydim.

"Ablam sana sakın öptürme falan dedi mi?"

"Demiş olabilir..."

"Sakın!" dedim sertçe. "Sakın ablamın dediklerini kâle almıyorsun!"

"Sanki ben istesem sen çok öpüyorsun da aramızdaki tek engel ablan gibi konuşuyorsun."

Haklıydı. Benden bir adım bekliyordu. O sadece öylece öpüp geçebileceğim biri değildi. Günler, haftalar, aylar ve yıllardır ona doyasıya bakmanın hayalini bile kurmuştum. Hastane yatağında yatarken o ateş parçası dudaklarına dokunabilmeyi bile çok istemiştim. Şimdi hiç olmadığı kadar yakınımdaydı. Kıyamıyordum. Dokunmayı geç, bakmaya bile kıyamıyordum.

BİR KİBRİTLE 𝘠𝘖𝘒 OLMAKWhere stories live. Discover now