Dümdüz karşıya bakmaya başladığında yan profilinden onu incelemeye koyuldum. "Makedoncan daha iyi," dedi nereden başlayacağını bilmeyerek. "Az önce Türkçe konuştun ve ben bununla yetinmeyeceğim. İfade konusunda ikimiz de en iyi bildiğimiz dillerde daha iyiyiz." Hafifçe bana döndü ve gözlerimin içine baktı. "Türkçe konuşacağım. Türkçe konuşmasan da beni dinle."

Sakin kalmaya çalışıp, "Dinliyorum," dedim. Bedenimin titremesine engel olamıyordum. Her an ağlayacak gibiydim. Kolay değildi. Birçok anlam yüklediğim kişiyi öldü sanıyordum ve o şimdi karşımdaydı hem de bu kişi çocukluk aşkımdı...

"Seninle sınırdaki hastanede karşılaştığımda ilk başta kim olduğunu bilmiyordum," dedi. Gözleri dalıp gitmişti. Bedeni az öncekinden daha çok kasılıyordu. O yaralı hali aklına geldiği için rahatsız olmuştu.

Nasıl dayanmıştı?

Ne dilini bilen vardı; ne derdini anlatabileceği biri.

Üstelik kimliğini de gizlemek zorundaydı.

"Beni nasıl tanıdın?" diye sordum saf bir merakla. Hangi an tanımış, hangi konuşmamız da ben olduğumu çıkartmıştı. Ben onu tanıyamamıştım. Bundan daha ötesi var mıydı?

Direkt olarak gözlerimin içine baktı. Toprak rengi gözleri ışıl ışıldı. "Seni tanımamak mümkün mü? Seni nasıl tanımayacaktım ki?" Bakışları dudaklarıma doğru kaydı. Kalbimin hızı arttı. Bir süre dudaklarıma bakıp öylece durdu. "Çenen seni ele veriyor."

Bunu söylemesini beklemediğim için kolumla koluna vurdum. Gözlerinin kenarı kırıştığında güldüğünü anlamıştım. "Birçok şekilde tanıdım..." dedi bakışlarını benden kaçırarak. "Gülümseyişin, heyecanlı heyecanlı konuşman, sürekli olarak şarkı söylemelerin... Saçların..."

Kalbim ısınsa da sesimi soğuk tutmaya özen gösterdim. "Bunlar herkeste olabilecek özellikler," dedim. Hemen gardımı düşürmeyecektim. Sonuç olarak bir süredir benden bu gerçeği gizlemişti.

"Doktor Alaz dediler." dedi dalgın dalgın. "Hep bir içimde acaba mı vardı. Sonra kolundaki doğum lekeni de gördüm. Küçükken şarkı söyleyerek ortalıkta dolaşan, başıma bela olan, futbol maçlarıma engel olan o kızsın. Bunların hiçbiri olmasa bile sen o kızsın. Tanınmayacak gibi değilsin, Balkan Kızı."

"Ağır yaralıydın," dedim onun gerileceğini bile bile. "Uzun bir süre sadece kirpiklerini oynattın. Ama bana Ulu olabileceğini söyleseydin her şey daha farklı olabilirdi. Söylemeye niyetlensen bile ben anlardım. Sen hep isimsiz olarak kaldın." Yüreğimde adı bile olmayan biri vardı. Çok yaralıydı, yarasına merhem olmak istemiştim.

"Ben hayalet bir askerim, öleceğimi bilsem de kimliğimi ifşa etmem. Karşımdaki annem de olsa, ağzımı bıçak açmaz benim."

"Peki iyileştikten sonra beni neden hiç aramadın?" diye sordum. "Benim kim olduğumu da biliyordun. Sana salça olan o küçük bir kız da değildim. Üstelik ettiğin o laflardan sonra..."

"Aramadığımı kim söyledi?" dedi. Bakışlarımız kesiştiği an, bütün bedenimi ürperti kapladı. Gözlerinde beliren ifade kalbimin teklemesine neden oldu.

Ulu beni aramış mıydı? Bu operasyondan daha önce, beni görmek istemiş miydi?

Ben bunları nasıl bilmezdim? Nasıl onu çok görmek isterken, onun beni aradığından habersizdim?

"Ben gördüğüm her kızıl saçlı kadında seni aradım," diye eklediğinde kalbimin duracağını sandım. "Her kızıl saçlı kadında seni aramanın ne demek olduğunu hiçbir zaman bilemeyeceksin, Balkan Kızı."

BİR KİBRİTLE 𝘠𝘖𝘒 OLMAKWhere stories live. Discover now