Bora hızla bana döndü ve sertçe, "Buna asla izin vermem Nazlı!" dedi. Bakışları katran karasıydı. "Mezar taşında, ne senin ne de kızımızın adı yazabilir!"

Ayağa kalktım ve bir kez daha, "Sevgilim..." dedim.

"Sakın!" dedi, ikaz dolu bir tavırla. "Cümleye bu şekilde başlama... Ne söyleyeceğini biliyorum. Ama duymak bile istemiyorum. Lütfen."

"Gerçek olmayan şeylere, sence de biraz fazla anlam yüklemiyor musun?" diye sordum.

"Bazı şeylerin, gerçek ya da değil, dile getirilmesine dahi katlanmam mümkün değil Nazlı!" dedi sertçe. Kaşları havalanmıştı. "Senin için normal olabilir ama benim için değil! Senin sağın solun belli olmaz, sen inandırıcı olsun diye kendini vurdurtmaya bile kalkabilirsin! O yüzden beni anlamaktan çok uzak olabilirsin şu anda! Ama kusura bakma, ben oyun bile olsa, senin öldü gösterilme fikrine sıcak bakamayacağım!"

"Gerizekalı mıyım ben Bora?!" diye sordum, şaşkınlıkla. "Abartıyorsun!"

"Abartıyorum, öyle mi?!" dedi gülerek. Alt dudağını dişledi. "Fikre adapte olma süren üç saniyeydi, üç!"

"Fikri mantıklı bulmuş olamaz mıyım?"

"Rica ederim, bu fikir ile mantığı aynı cümlede bile kullanma Nazlı!" dedi, dediğim dedik bir tavırla. "Şimdiden söylüyorum. Böyle bir şey olmayacak!"

"Gerçekten, şimdi, bunu mu tartışalım?" diye sordum hayretle. "Bir davet verdiğimizin farkında mısın?"

"Farkındayım ama o davet, biz inene kadar başlamayacak... Ve biz Nazlı... Bu konuyu çözmeden, bu odadan çıkmayacağız!" dedi.

"Sen konuyu çözmek değil, senin dediğine ikna olmamı istiyorsun... Sen kal istersen sevgilim ama ben aşağı inmek ve izninle evlilik yıldönümümüzü kutlamak istiyorum..." Derin bir nefes verdim. "İnan bana mezar taşında ne yazdığının hiçbir önemi yok benim için. İstersen, seni öldü gösterebiliriz, fark etmez. Ama eğer bunu yaparsak, düşmanların benim ve kızımızın peşine düşeceklerdir illaki. Yani bizi rahat bırakmazlar! Bunu göze alabiliyorsan, sen bilirsin."

"Nasıl bu kadar rahat olabiliyorsun ya?!" diye bağırdı.

"Neden olmayayım?!" diye bağırdım, ben de. "Ne var ya bunda?!" Gözlerimin içine, sanki ona intihar edeceğimi söylemişim gibi bakıyordu. "Sen bana bu teklifi yapmadın mı zaten ve ben de kabul etmedim mi?!"

"Ohoo!" dedi Bora, sitemkâr bir tonlamayla. "Milattan önceye döneceksek... Biz bu işin içinden zaten çıkamayız ki!" Bakışları da sitemle doluydu ama gölgelerinde alaycılık barındırıyordu. "Orada mıyız biz Nazlı? O günde miyiz? Gerçekten mi?!"

"Tabii ki de değiliz," dedim ciddiyetle. "Fakat o günle bugün arasındaki tek fark, birbirimizi seviyor oluşumuz..." Bir şey söyleyecekti ama ben hızla devam edince, konuşmasına engel olmuştum. "Bora... Benim karşıma geçip, bana ölmeyeceğimi ama öldü gösterileceğimi söylediğinde, bana bir seçenek sunmadan, bu fikri dayatmıştın... Senin evine geldiğim ilk gün... 8 Mart'ta... Şaşırmıştım. Ama sen, ölmeyi kabul ettiğim için, herkesin beni öldü zannettiği bir evrende bile olsa hayatta kalmanın, yurt dışında yaşayacak olmanın, çok mantıklı olduğuna inanıyordun." Kapkara gözleri kısılırken, zorlukla yutkundu. "Kimseyle görüşmeyecektim. Sevdiğim herkes benim öldüğümü düşünecekti. Üstelik o zaman, hayatım şimdikinden çok ama çok daha kalabalıktı. Anıl vardı çünkü." Yaşların gözlerimde birikmemesi için derin bir nefes alıp, gülümsemeye çalıştım. "Biz, bu senaryoyu neden yaşamadık? Sen bana aşık oldun diye... Doğru, değil mi?"

Maça Kızı 8Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin