Episode 38: I Couldn't Hold Him

39 7 16
                                    

Artemis'in Doğum Gününden Dört Gün Sonra...

Star City, Glades Cemetery, 2019

Lena Luthor, bu sahneyi hatırlıyordu. O zamanlar on yedi ya da on sekiz yaşlarında olması gerekiyordu. Lex'in bağırarak ağlayışlarını ve altı ay boyunca neredeyse her gece mezarın başında uyuya kalışlarını net bir şekilde hatırlıyordu. Jasmine'nin alkol bağımlılığı ile mücadelesini ve her hafta ölümden dönmesini hatırlıyordu. 

Lillian Luthor'un bile ağladığını gördükten sonra, onların dağılışları bir süre sonra alışık olduğu bir duruma dönüştü. 

Francis Douglas Luthor, bu dünyaya veda ederken aslında ne kadar değiştirdiğinden bir haberdi. Cennet'te mutlu olduğunu umuyordu. 

Kız kardeşi Artemis ile ne kadar mutlulardır kim bilir.

Zatanna, sadece mezara bakabiliyordu. Yanında, elini tutan John ve diğer tarafındaki Barbara bile onun nefes seslerini hissedemiyordu. Varlığını dünyadan neredeyse tamamen koparmıştı. Acısı o kadar ağır geliyordu ki boğazındaki yumru nefes almasına bile izin vermiyordu. Ağlamak istiyordu. Gecelerce ve sabahlarca ağlamak istiyordu ama buna hakkı olduğunu bile düşünmedi.

Jasmine, yanında duran Lex'e geldiğinden beri hiçbir şey dememişti. Karşılarındaki iki mezar taşı da kadına acı veriyordu ama onun tek acısı bir tanesi içindi. Lex Luthor, yıllar önce kalbini buraya gömmüştü.

"Douglas'ı kaybettiğimde, öldüm." Dedi Lex bakışlarını mermerden çekmeden. "Onun yanına yakışacak kadar iyi biri asla olmadım ve olduğumu da ima etmedim. Mezar taşım bile çirkin olurdu. O benim kalbimdi. Benim oğlumdu ve öldü." Kadına döndü, gözleri buğuluydu. "Ne hissettiğini biliyorum. Kızını tanımadım ama bir evladı kaybetmenin nasıl hissettirdiğini biliyorum. Yine, yıllar önce olduğu gibi vazgeçmek istiyorsun ama bir kızın daha var. Pes edemezsin."

"Neden kaybeden tek kişi hep ben oluyorum?" Dedi ifadesizce. Ellerinin altındaki hâlâ nemli toprağı sıktı. "Douglas öldü. Lillian ve Lena senin daima yanında oldular. Benim sadece oğlum ölmemişti, babam da ölmüştü. Beni seven, koruyan, yanımda olan tek kişi de öldü." Dağılmış ifadesiyle adama baktı. Acılarını yarıştırmak istemiyordu ama insanlar onu anladıklarını söylediklerinde öfkesine hakim olmak güçtü. "Beni anladığını sanman aptalca. Beni kimse anlayamaz."

"Bloom," dedi nefesini vererek.

"Sen hiç iki kez bebeğini kaybettin mi?" Dedi bağırarak. Kimin onlara baktığı umurunda değildi. "Tüm dünya seni öldürmek isterken onları yaşatmanın ne demek olduğunu biliyor musun? Oğlumu kaybettiğimi ben çoktan kabullendim, Lex. Sizin anlamadığınız şey tam olarak bu." Belinden onu yakalayan kişiyi hissediyordu ama kim olduğunu anlayamadı. "Kızım öldü benim! Bunun nasıl hissettirdiğini biliyor musun? İkinci kez kaybetmek nasıl bir his biliyor musun sen?"

"Hayır." Kadının arkasındaki adama doğru başını hafifçe iki yana salladı. İçini tamemen dökmeliydi. Öfkesinin yanlış bir kişiye yönlendirmesindense kendisine yönlendirilmesini tercih ederdi.

"Ayaklarının bağı çözülüyor. Nefes alamıyorsun! Ölmek için yalvarmaya başlıyorsun."

Zatanna, gözlerini yumdu, titrekçe bir nefes çekti içine. Dört gündür kadının ne kadar sessiz olduğunu biliyordu. Tesellisi yoktu. Kendisinden belki de binlerce kat daha fazla acı çekiyordu. Bir yıla yakın bir süre kendilerine ait bir zamanları vardı. Aralarındaki bağ öz anne-kız ilişkisinden farklı değildi. Kendi annesini tanıyamamıştı ama tanısaydı, tıpkı Jasmine gibi olurdu.

Jasmine, anneleriydi. Ve bir evladını kaybetmişti.

Artemis'in öldüğüne hâlâ inanamıyordu. Nasıl mümkün olabilirdi ki? Ama gerçek oldukça netti.

Demir Yarasa GerçekliğiWhere stories live. Discover now