10.Bölüm

1.5K 55 3
                                    

"Ne varmış?" dedim. Rüzgar bana sinirle bakıp "Ben sana 'SEX' yazmanı istemiştim 'GÖT' değil," dedi.

Rüzgar'ın kasıklarına baktım. Kocaman  bir şekilde siyah harflerle 'GÖT' yazıyordu ve komik duruyordu. O an gülme isteğimi bastıramadım ve koca bir kahkaha patlattım. Rüzgar sanki annesini öldürmüşüm gibi sinirle bana bakıyordu. Bakışlarından korkmuştum. Hemen kapıya doğru koşmaya başladım. Fakat Rüzgar ne yapacağımı anlayarak benden daha hızlı davranıp  kapıya ulaştı ve kapının önünde gidemeyeyim diye dikildi. Rüzgar bu sinirle şüphesiz hiç düşünmeden bana işkence çektirerek öldürürdü.

Ben ne yapacağımı düşünürken Rüzgar  belimden tuttu ve kendisine çekti. Ben ise Rüzgar'ın elinden kurtulmaya çalışıyordum. O kadar uğraşmamın sonunda başarılı oldum ve Rüzgar'ın elinden kurtularak geriye doğru koşmaya başladım. Rüzgar'da arkamdan koşuyordu. Koşarken omzumun üstünden ona baktım. Rüzgar koşarken ayağı kaydı ve düşmekten son anda kurtuldu. Bu manzara gözüme komik geldiği için kahkaha atmaya başladım. Hem kahkaha atıyor hem de koşuyordum. O an ben de bir şeye takıldım ama Rüzgar'ın aksine düşmekten kurtulamamıştım. Rüzgar arkamdan kahkahalar atıp gelirken bende gülmeye devam ettim. İkimizde hiç durmadan gülüyorduk.

Gülmekten karnım ağırmıştı ve gözümden yaşlar geliyordu. Aynı şekilde Rüzgar'da benim durumumdaydı. Gülmeyi kestiğimizde Rüzgar artık sinirli durmuyordu. Biraz yumuşamış gibiydi. Ya da lafımı geri alıyorum. Yumuşamamıştı, aksine daha da sinirli bir yüz ifadesi takınmıştı. Hemen konuşmaya başladım;

"Sildirirsin Rüzgar bu kadar dert etme," dedim gözlerimi devirerek. Cidden bu kadar sorun etmesine gerek yoktu.

Rüzgar bana cevap vermeden tişörtünü giydi ve dışarıya çıktı. Akşam olmuştu ve benim de eve gitmem gerektiği için ben de Rüzgar'ın arkasından çıktım ve dükkanı kilitledim. Rüzgar arabasının yanında dikiliyordu. Ona bakmadan evime doğru yürüyecektim ki Rüzgar'ın "Gel seni evine bırakayım Turuncu Kafa," demesini duydum.

Etrafa baktığımda sokak lambaları olmadığı için her yer zifiri karanlıktı ve tehlikeli gözüküyordu. Sanki bir yerden içmekten nefesi leş kokmuş, üstü yırtık pırtık olan bir ayyaş fırlayacakmış gibiydi.

Böyle şeylerle karşılaşmak istemediğim için Rüzgar'ın arabasına doğru yürüdüm ve Rüzgar'a bakmadan arabanın kapısını açıp bindim. Benim bindiğimi görünce Rüzgar'da bindi ve arabayı çalıştırdı.

Rüzgar bilmediğim ama gördüğüm yollardan gidiyordu. Geçtiğimiz yerler tanıdık geliyordu fakat çıkaramıyordum. Rüzgar'a dönerek "Nereye gidiyoruz?" diye sordum ama cevap vermemişti. "Nereye gidiyoruz?" diyerek sorumu yineledim. Fakat Rüzgar tekrar cevap vermedi. Ben de önüme dönerek yolu izlemeye başladım.

Bu yollar sanki ileride ezberleyeceğim, hep gelmek isteyeceğim, büyüsünde kaybolacağım ama bir o kadar da tehlikeli yollardı. Öyle hissediyordum ve bu düşünceyi ne ben ne de bir başkasının değiştirmesini istiyordum.

Ben geçtiğimiz yolları izlerken elime dokunan elle irkildim. Ne olduğuna baktığımda Rüzgar'ın elimi tuttuğunu ve nazik bir şekilde okşadığını gördüm. Heyecanlanmıştım ve Rüzgar'ın fark edemeyeceği bir şekilde sırıtıyordum. Ama bu Dolunay'ın aptal sırıtmalarındandı. Doruk'u gördüğünde, Doruk'un sesini duyduğunda ve saçma bir el tutma olayı sonrasındaki sırıtmalardan.

Rüzgar elimi okşamaya devam ediyordu. O anı dondurup ihtiyacım olduğunda kullanmak için bir yerlerde saklamak istiyordum.

Rüzgar'ın uzun ve ince olan parmaklarında ellerim kayboluyordu. Zaman sanki durmuştu ve ben hiçbir şeyin anlamını çözemiyordum. Rüzgar'ın bunu neden yaptığını, hala neden devam ettiğini, neden benimle ilgilendiğini çözemiyordum. Ama şu an bunlar umurumda değildi ve bu anı bozmamak için düşünmeyecektim. Şu an umurumda olan tek bir şey vardı: 'Rüzgar'

TURUNCU KAFA Kde žijí příběhy. Začni objevovat