19. Bölüm

1.3K 179 11
                                    

Can yine abur cuburların esiri olduğu bir araba yolculuğundaydı. Filibe'yi geride bırakmış, Pazarcık diye bir yere gelmişti. Hayatında ilk kez Bulgaristan'da araba kullanıyordu. Hayatında ilk kez İstanbul'dan Belgrad'a araba kullanarak gidiyordu.

Bu deliliği yapmasındaki tek sebep aynı şekilde geri dönerken Başak'ı da yanına katabilme aşkıydı. Eğer ki Başak ona inanırsa ve aralarındaki her şey netleşirse, onu Belgrad'dan sevgilisi olarak alabilecekti. Ondan sonra da nereye gitmek isterlerse oraya gidebilirlerdi!

Sınırlarda ya da yollarda sorun yaşamadığı müddetçe yolculuğu on iki-on üç saat sürecek gibi görünüyordu. Şu an biraz kar atıştırıyordu ama bu önemli değildi. Buna da hazırlıklıydı Can. Kar lastikleri takılıydı ve gerekirse zincir takmasını da biliyordu. Şu an gerekirse Ferhat gibi dağları delecek, Mecnun gibi çölleri aşacak motivasyonu vardı. Ya da modern çağda bu işler nasıl oluyorsa o yolla yapacaktı!

Kafasında sürekli Başak'a sürpriz yaptığı o anı hayal ediyordu. Onu karşısında görünce çok şaşıracaktı. Sevineceğine de emindi. Belki arkadaş grubuyla olduğu için biraz zorlanabilirdi ama bunu göze almıştı Can. Üstelik Başak'ın arkadaşlarından bazılarını tanıyordu da. Onlara durumu anlatıp izin isteyerek Başak'ı kaçırabilirdi. Eğer çocuklar halden anlayan insanlarsa laf etmezlerdi.

Spotify'dan en güzel aşk şarkıları listelerini açmış, kendini gazlıyordu da gazlıyordu. Uyanık kalması gereken bir durum olmasına rağmen hep slow şarkılar dinliyordu çünkü bunlarla daha güzel hayal kuruluyordu. Barbra Streisand'ın sesi ile aşka düşmek çok daha güzeldi. Zaten sürekli gözünün önüne Kaş'taki romantik geceleri geldiği için ayık kalmak için ekstra bir şey yapmasına çok da gerek kalmıyordu.

Sofya'da kısa bir yemek ve ihtiyaç molası verdikten sonra Kalotina sınırından nihayet Sırbistan'a girmeyi başardı. İngiliz pasaportu sahibi olmak böyle anlarda hayatını çok kolaylaştırıyordu. Sınırlarda neredeyse hiç vakit kaybetmemişti. Birkaç saatin sonunda da Belgrad'a yaklaştığında artık gün doğmak üzereydi. Tüm gecedir uyumadığı için uyku da bastırmıştı. Ama hayali sevdiği kadının kollarında güzel bir uyku uyumak olduğu için kendini dinç tutuyordu.

Rotasını Başak'ın kaldığını bildiği otele çizdi. Belgrad'a daha önce gelmişti ama arabayla hiç gezmediği için yolları bu şekilde bilmiyordu. Fakat otelin ana meydanlardan birinde olduğunu haritadan anlamıştı.

"En azından levhalar Latin alfabesiyle. Gözünü sevdiğimin Latin alfabesi ya... Bir kez daha teşekkürler Atam!" demekten kendini alamadı otelin olduğu caddeye dönerken. Rusya'da araba kullanmaktan nefret ediyordu. Bazı alıştığı şeyleri ezberlemişti ama levha okuyamamak deyim yerindeyse Can'ı çıldırtıyordu. Burada en azından anlamasa da harfleri okuyabiliyordu. Gerekirse telefonuna çat çat yazabiliyordu.

"Neyse! Artık sevgilim bana yardım eder. Onun telefonunda Kiril klavyesi de var. O bulur yollarımızı!" diye mırıldanarak gülümsedi. Sonra radyosuna bakarak "Değil mi Whitney abla! Söyle de coşalım! There can be miracleees when you believeeeee!" diye bağırarak When You Believe şarkısının nakaratına eşlik etti. Gerçekten mucizelerin gerçek olacağına inanıyordu. Misal birazdan olacaktı. Yani inşallah olacaktı.

Otelin önünde aracı durdurduğunda doğruluğunu kontrol etmek için birkaç kez baktı. Otel merkezi bir konumda olmasına rağmen standartlara göre biraz ortalama bir oteldi. Muhtemelen beraber geldiği arkadaşlarının durumu Başak'ınki kadar iyi olmadığı için bu oteli seçmişlerdi.

Vale yoktu ama otelin otoparkı olduğuna inandığı bir yere girerek aracını kendini bıraktı. Sonra daha sabahın kör saatleri olduğu için bomboş olan lobiye geldi. Tek bir genç adam oturuyordu resepsiyonda.

GGK: 2 - Gerçek Aşklar KulübüWhere stories live. Discover now