Alize & Poyraz Bölüm 9

14K 1K 14
                                    

2008- Mayıs



Alize, Atatürk Hava Limanı Dış hatlar Terminalinin kapısından çıktığında bile kendisini evine gelmiş gibi hissetmişti. Ailesinin kışlık evi Caddebostan’daydı. Taksiye bindiğinde yıllardır kullanmadığı ama unutmasının mümkün olmadığı adresi söyledi. Hep yazın geliyor ve Aslı ile buluşup, doğrudan Çeşme’ye gidiyordu. Uzun zaman sonra ilk kez evine doğru yol alırken, şehre geri dönmüş olmanın huzuru içine doluyordu. İngiltere çok pahalı olmasına rağmen, orada çalışarak geçirdiği yıllarda para biriktirmiş, yeni iş bulana kadar rahatça geçineceği birikimi ile geri dönmüştü. Taksi köprüyü geçerken, her bir semti dalgın gözlerle izliyordu. Mayıs ayının en güzel görüntüsü, boğazdaki yeşilliklerin arasında kendisini belli eden erguvanlardı. Yurt dışında olduğu sürede nelerin değiştiğini anlamaya çalışıyor, geçmişten anılarla yeni görüntüleri örtüştürmek istiyordu. Kendi kendine karar verdi, Anadolu yakası daha şanslıydı. Doğanın güzelliğine sahip Anadolu yakası, izlemenin keyfine sahip Avrupa yakası, dedi kendi kendine. Karşıdan bakanların göz zevkiydi sahil kesimi. En kısa sürede her semtini gezmek isteğini yerine getirecekti.


Temelli geri dönüş kararını verdiğinde birkaç firma ile yazışmalara başlamıştı. İnternet üzerinden yapılan başvurularına olumlu yanıt aldıkları da vardı. Birkaç gün içinde onlarla görüşecek, prensip anlaşmalarını belki de resmiye çevirecekti. Asıl istediği serbest çalışmaktı ama bunun için önünde daha uzun yıllar vardı. Önce Türkiye’de tanınması gerekiyordu. İngiltere’de görev aldığı firma çok tanınmış bir danışmanlık firmasıydı. Bu nedenle de adı, kısa sürede bilinir olmuştu ama aynı etkiyi Türkiye’de kısa sürede sağlayamazdı. “Çok çalışmam lazım, çokkk,” diyerek yıllar öncesinden aklında kalmış bir reklâm repliğini yüksek sesle söyledi. O ana kadar mucizevî şekilde susmuş olan taksi şoförü, bunu fırsat bilmiş ve konuşmaya başlamıştı.


Alize, içinden ‘geveze şoförlerimizi bile özlemişim’ diye geçiriyor, diğer yandan da sorularına kısa yanıtlar veriyordu. Bir süre sonra sorular Alize’den şoföre gelmeyi başlamıştı. İstanbul’u, en iyi taksicilerden öğreneceğini bilerek, değişimleri sorgulamaya başladı.


“Bu aralar Üsküdar tarafına geçme abla, şu tüp geçit yolları mahvetti. O tarafa yolcu çıkmasın diye dua eder olduk.” sonrası ise her semtle ilgili ufak tefek bilgiler içeren sıcak bir muhabbete döndü. Metrodan yeni şehir hatları vapurlarına kadar her konuda fikri vardı şoförün.



*** 



Alize, evin önünde taksiden indiğinde, ailesinin, kendisi bebekken aldıkları, üç katlı bahçe içindeki evlerinin beyaz güllerinin kokusunu içine çekti. Taksi şoförünün yardımı ile dört büyük çekçekli valizi kapının içine sessizce soktu. Küçük valizi de içeri alıp dış kapıyı kapattıktan sonra kimseye görünmeden evin kapısına kadar ulaşmayı diledi. Ama önce kapının üstündeki pembe sarmaşık gülleri kıskandıran kendisi ile yaşıt beyaz güle doğru ister istemez hamle yaptı. Doya doya içine çektiği kokuyla yetinemeyince henüz açmamış bir goncayı dikenlerine dikkat ederek kopartmaya uğraştı. Elbette yılların uzaklığı gül kopartmayı da unutturduğu için eline batan dikene söylenmeye başladı. Önce parmağındaki kanı emip, sonra sessiz olmaya çalışarak bahçe malzemelerinin olduğu küçük barakaya doğru yürüdü. Asla yerleri değişmeyen aletlerin arasından gül makasını alıp geri döndüğünde, yan apartmanın bahçesinde oynayan bir erkek çocuğunun kendisine şaşkınlıkla baktığını gördü. Sonra da canhıraş bir sesle “ Suzan Teyze, güllerini çalıyorlarrrrrr” diye avazı çıktığı kadar bağırmaya başlayınca Alize ne olduğunu şaşırdı. Annesi kısa süre sonra bahçeye ya da cama çıkacak ve kendisini görecekti… Valizleri olduğu gibi bırakıp evin kapısına koştu. Yanılmamıştı annesi kapıyı açmış ve kızı ile burun buruna geldiğinde çığlıklarla kucaklamıştı.
“Ah be kızım bir kerede haber versen! Ne oldu bu yaz neden erken izin aldın. Yoksa bizimle gelmeyecek misin Çeşme’ye? Aslı’nın düğününü kaçırmazsın değil mi?”
“Anne Allah aşkına bir sus. Hangisinden başlayacağımı şaşırdım.” Bunları söylerken bir yandan da annesine sarılmış öpüp duruyordu. Annesi her zamanki gibi şıktı. Evde bile olsa ne zaman kapısının çalınacağını bilemediği için günlük işlerini yapıp üstünü değiştirir, babası gelene kadar da mutlaka şıklığını korurdu. Zaten kilo almayan bünyesi ile hep zayıf gözüktüğü için, giydiğini de yakıştırırdı. Yine üzerinde bahara uygun bir keten pantolon ile uyumlu çok şık sütlü kahve tonlarında kısa kollu gömleği vardı. Sarısı biraz daha bol olan gözlerin kehribar görüntüsünü daha da belirginleştiren bu tonları severdi annesi. Krem ve kızıl kahveler en sevdiği renklerdi. Tüm sarılma boyunca kapının ağzında olan iki kadın, ispiyoncu veledin “Suzan Teyze kim bu?” diye sorması ile ayrıldılar.
“Ah Burak ah sen ne zaman kibar olacaksın? Gel bakalım bahçeye, tanıştırayım gül hırsızı ile seni.”
“Suzan Teyze, gül hırsızı değilmiş o kadarını anladım da kim olduğunu anlamadım.”
Burak, yüzünde sokağın kiri ile yanlarına yaklaştı. Cin gibi bakan gözleri ile Alize’ye kendi çocukluğunda sokaklarda oynadıkları zamanları anımsatan on yaşlarındaki çocuğa dikkatlice baktı. Az önce fark etmediği, yan komşularının evinin yerinde artık bir apartman olduğu ve o apartmanın bahçesinde bir oyun alanı bulunduğuydu. Bu cin gibi bakan küçük çocuk da tüm yaşıtlarına inat sokakta oynuyordu. Burak yaklaşıp, tozlu elini önce silkeleyip, sonra üstüne sildikten sonra tokalaşmak için uzattı. Onun doğallıyı Alize’nin çok hoşuna gitmiş, önce kibarca elini sıkmış, sonra da kaçmasına meydan vermeden sarılmıştı. Bu arada annesi ikisini tanıştırmış böylece sahne tamamlanmıştı. Burak, kendisine sarılan bu uzun boylu ve çok güzel kızın gözlerine bakmış, “Suzan Teyze’nin gözlerinden başka olmaz sanıyordum. Senin gözlerinde çok güzel” demişti. Sonra da utanarak “Ben artık gidebilir miyim?” dediğinde Suzan Hanım, biraz bekletmiş, içeriden, kurabiye ve portakal suyu getirmişti. Annesi tezgâhtan tamamen kalkana kadar portakal almaya devam eder ve daima her sabah sıkardı.
“Artık, Ercan’lar gönderiyor portakalımı. Bu damat çok iyi çıktı.”
“Aman anne daha içeri girmedim imalara başlama.”
“Ne ima edeceğim, direkt söylüyorum. Sen daha armudun sapı, üzümün çöpü demeye devam et. Bak 25 yaşına geldin. Hala bir şey yok ortada.”
“Daha gencim. Aslı, hayatının aşkını on beş yaşında buldu diye benim de öyle olmam gerekmez. Hem ben otuzumdan önce evlenmeyi düşünmüyorum.”
“Neeee?”
“Aman anne, bu işler kısmet işi demez misin? Bak işte benim kısmetim daha karşıma çıkmadı, çıkınca yaşa başa bakmam evlenirim.”
“Sen benim yüreğime indirmeden, alalım şu valizleri içeri girelim.”
“Alize abla, seni kimse almazsa ben alırım. Ama biraz beklemen lazım!”
“Bana bak, sen kızıma göz mü koydun?”
“Suzan Teyze, şaka yapıyorum ya… İnandın mı yoksa?”
“Ben de şaka yapıyorum, sen mi inandın yoksa?”
Burak, uzun yıllar komşuları olan Zuhal hanımın torunuydu. Zuhal Hanım vefat ettikten sonra aile evin arazisine apartman yapılmasına karar vermiş, üç kardeş aynı apartmanda yaşamaya başlamışlardı. Annesi onlardan bahsederken, Alize de valizlerini alt kattaki odasına taşımaya başlamıştı. 
“Neden bu kadar çok valizin var? Yoksa yine dünya hediye mi getirdin?”
“Yok ya bu kez biraz kendime taşıdım. Her sene birkaç kıyafetle gelip sonra hep aynı şeylerle geziyorum diye kendime kızmaktansa biraz eşyayla geleyim nasılsa uçak taşıyor dedim.”
“İyi de kızım şu habersiz gelme işinden vazgeçsen! Biz gelir alırdık seni. Taksilerle uğraşmazdın!”
“Anne, haber versem uçak inene kadar deliye dönerdin. Ayrıca siz gelseydiniz valizleri koyacak yer kalmaz yine taksi tutardım. Böylesi çok daha güzel oluyor ayrıca. Özlediğinizi anlıyorum.”
“Sen hiç büyümeyeceksin. Elbette özlüyoruz.”
Alize, temelli döndüğünü söylememek için kendisini zor tutuyordu. Babası eve gelince ikisine birden açıklayacaktı. Aslı ise en son öğreneceği için kendisine kızacaktı ama artık ayrılmayacakları için çabuk affeder diye düşünüyordu.
“Babam nerede? Yine arkadaşları ile balığa mı çıktı?”
“Kızım bilmezmiş gibi sorma. Her gün balık peşine düşmeden yapamıyor. En sonunda karar verdim, buldu bir denizkızı beni aldatıyor!”
“Tabii, senden güzeli ancak denizkızı olur.”
“Şaklaban… Ayyy kuzum ne kadar özlemişim seni.”
“Kuzum mu? Anne, ben yokken sen kimlerle yakınlaştın? Sen bana hiç ‘kuzum’ demezdin!”
“Haklısın ama nereden duyduysam dilime fena doladım. Tüm çocukları kuzum diye sever oldum.”
Alize, kendisi uzaktayken, annesinin özlemini yatıştırmak için başkalarının çocuklarına daha da düşkün olduğunu babasından öğrenmişti. Altı yıldır yurt dışında olunca annesinin bazı değişen hareketlerini görüp yadırgamaması gerektiğini anladı. Gerçi o hareketlerle neşeleneceği belliydi.
“Babanı arayalım mı?”
“Gerek yok, o gelince bize konuşma fırsatı kalmaz. Nasılsa birkaç saate kalmaz gelir.”
“Doğru diyorsun. Aç mısın? Hemen bir şeyler hazırlayayım mı?”
“Aç değilim ama deminden beri Burak’ın yediği kurabiyelerden olsa da yesem diyordum. Var mı?”
“Olmaz mı? Ama bak açsan yemek de var.”
“Anne, kurabiyeni özledim. Bir de portakal sularını. Hani şu iyi damadın portakallarından olanlarını!”
Alize, o gün babası gelene kadar annesi ile muhabbet etti. Ne geri dönüşü ne iş araması gerektiğini hiç dile getirmedi. Annesinin sorularına sanki geri dönecekmiş gibi yanıtlar verdi. Babası kapıyı çaldığında koşarak gitti kapıya. Güngör Bey, kızını gördüğü an kova ile oltayı attı elinden. Balık kokmasına aldırmadan sarıldı kızına.
“Neden çağırmadınız beni?” diye sitem ettiğinde Alize, ‘annemle seni çekiştirebilmek için’ diye yanıt vermiş, babasının gülen gözlerine yine gülerek bakmıştı.
Yarım saat sonra yenilenmiş mutfakta akşam yemeği için masa kurulmuştu. Alize, resimlerini gördüğü mutfağın aslının çok daha güzel olduğunu söylemiş, Suzan sultan döktürüyordur bu mutfakta, diye aklından geçirmişti.
Annesi, her zaman ki gibi bol salata yapmış, babasının tuttuğu lüferlerden de ızgaraya atmıştı. Masada roka tere maydanoz ve naneden oluşan yeşillik tabağı göz alıyordu. Yemeğin sonunda limonlu helvadan atıştırırken söze başladı. Biraz sonra kıyametin kopacağını tahmin ediyordu.
“Size bir şey söylemek istiyorum.”
“Alize? Kötü bir şey yok değil mi?”
“Hayır yok. Aksine sanırım iyi bir şey! Ben… Ben temelli döndüm.”
“Neeee”
“Bunu neden daha önce söylemedin?”
Bu ilk sorulardan sonra devamı da geldi. Bir şey mi olmuştu? Aslında çok sevinmişlerdi ama kötü bir şeyler yoktu değil mi? Patronları mı asılmıştı yoksa?
Alize, yazılan senaryolara gülerek yanıt veriyor, ikisinin de sakinleşmesini bekliyordu. Anne babası susunca, “Beni özlemediğinizi, burada istemediğinizi düşünmeye başlamadan önce bu kararı sizi ve Aslı’yı çok özlediğim için verdiğimi açıklayayım.”
“O nasıl söz, seni ne kadar özlediğimizi biliyorsun ama hiç haber vermeden böyle bir karar açıklayınca şaşırdık kızım. Ama o kadar mutluyum ki anlatamam.”
O gece, saat dokuz olduğunda Aslı’yı aradı. Evin telefonundan aradığı için Aslı, “Nasılsın Suzan teyze?” diyerek açmıştı cep telefonunu.
“Ben iyiyim evladım sen nasılsın?” sesini yaşlı kadınlar gibi yapmış, dalgasını geçiyordu.
“Alize? Sen misin? Neredesin? Evdesin! Allah'ım inanmıyorum ne zaman geldin?”
“Kızım annemden betersin. Sus da motoru dinlendir.”
“Başlatma motorundan. Neden haber vermedin?”
“Sürpriz diye bir şey var değil mi? Aslında yarın kapına gelecektim ama Ercan var diye arayayım dedim. Utanmanı istemem.”
“Senden utanacağımı mı sanıyorsun? Ama yarın mutlaka geliyorsun ve üçümüz kahvaltıya gidiyoruz.”
“Ne o yumurta kıramıyor musun? Dışarıya gidecekmişiz? Sen hazırlarsan gelirim.”
“Parmağını yiyeceksin kızım. Neler yapacağım sana.”
Annesi kahvaltıya gidecek olmasına bozulsa da artık her sabah beraber olacakları için pek ses etmedi. Aslı, babasının arabasını almak yerine taksi ile gitmeye karar verdi. Göztepe’de oturan Aslı ile Ercan’ın evine ulaştığında saat daha dokuzdu. Kapıyı Ercan’dan önce gelmek için ayağını duvara vuran, buna da galiz küfürlerle isyan eden Aslı açtı. Saçı başı dağılmış, beline önlük niyetine taktığı kurulama bezinin üstünde bir miktar yumurta sarısı olan genç kız sarılmak üzere kendisine doğru yürürken elini kaldırıp ciddi bir sesle “DUR” diye bağırdı. Ne olduğunu anlamayan Aslı, bir an şaşkınlıkla durdu. O anı yakalayan Alize, belinden kirlenmiş bezi alıp arkadaşına sımsıkı sarıldı. Ercan, kendisine daha bir süre sıra gelmeyeceği için, Alize’nin elinden bezi almış, mutfağa doğru gidiyor bir yandan da, “İçeriye girin, apartmana lezbiyen âşıklar diye dedikodu malzemesi vermeyin. Ben yumurtalı ekmeklere bakıyorum. Nasılsa siz onların yanık kokusu evi sarmadan gelmezsiniz içeriye!” diyordu. Ve çok haklıydı kendisini duyan yoktu. Çocukluklarının en güzel anılarını paylaşmış, son altı yılın bir kısmını beraber geçirseler de genelde internet üzerinden görüşmek zorunda kalmış iki arkadaş birbirlerini öpüp duruyor, yeniden sımsıkı sarılıyorlardı.

“Kahvaltı yapacak mıyız? Yoksa ben senin parmaklarından başlayayım mı?”

“Yapacağız tabii. Tüm marifetlerimi döktürdüm senin için.” Ercan mutfaktan seslenip ikisini birden yanıtladı.

“Ben olmasam o marifetleri çöpe atıp gerçekten parmaklarını yedirmek zorunda kalacaktın.”


Bir saat kadar sonra karınları doymuş, ilk heyecan yatışmış, daha sakin konulara dönülmüştü. Alize, kısa süre sonra iş araması gerektiğini söylemiş ama çok da saatlerim günlerim kısıtlı olsun istemiyorum, demişti. Ercan, “Kendi işini kur” dediğinde, “Niyetim var ama hemen olmaz. Birkaç yıl geçmeden müşteri bulamam. Sokağa da para atamam. Önce kendimi göstereyim sonra o işi yapacağım.” Dediğinde Aslı, kulağını kaşımaya başlamıştı.
“Acele etme canım. Bir hafta hiçbir şey yapma. Ay yok yap yap… Benim için gelinlik modellerine bak. Saçıma başıma fikirler üret. Sen bir hafta bu işlerle uğraş. Şurada düğüne ne kaldı. Ay ne kadar sevindim temelli gelmiş olmana. Hep son dakikada gelemezsen yetişemezsen diye korkuyordum. Şimdi ise her aşamada yanımda olacaksın.”
“Alize, Aslı’yı iyi tanıyorsun ama bu sözlerinin tüm angaryaları sana yıkacağı anlamını taşıdığını biliyor musun?”
“Bilmez miyim? Ama razıyım. Arkadaşımı bu kadar mutlu görmüşüm, her istediğini yaparım.”
“Yandın kızım. Her istediğimi yapacaksın!”
Ercan ile Aslı, aradaki ufak öpücüklerini çalarken de, koltukta el ele otururken de Alize’den sakınmıyorlardı. Zaten en başından beri aralarında oluşan elektriği bilen Alize, onları yıllar sonra bile böyle mutlu gördüğü için çok keyifliydi. Aşk onlara çok yakışıyordu. Böyle zamanlarda, kendi hayatındaki boşluk daha da büyükmüş gibi geliyor, gerçekten seveceği bir erkek bulabileceğine olan inancı köreliyordu. Şimdiye kadar birkaç küçük flörtten öteye gitmemişti. Hayatına girmek isteyenleri uzak tutmak kolay gelmişti. Ama Ercan’ın Aslı’ya olan düşkünlüğünü gördükçe, kendi hayatında da böyle bir erkek istediğini anlıyordu. Sevmek ve sevilmek istiyordu. İyi de bu istemekle olmuyordu. Seveceği erkeği bulmak lazımdı. Kaşlarını çatmış bunları düşünürken, odadaki sessizliğin farkına vardı. Kafasını çevirdiğinde ikisinin de kendisini izlediğini gördü.
“Hayırdır? Yüzümde çikolata falan mı kalmış?”
“Yo, ama kaşlarını çatmış bir şeyler düşünüyorsun? Bak konu iş bulmaksa takma kafana. Benim aklımda bir şeyler var ama bugün açıklayamam.”
“Ne demek bugün açıklayamam.”
“Şu demek, önce birileri ile görüşmem lazım. Sana en yakın Çarşamba günü söyleyeceğim bir şeyi şimdiden sorma.”
“Aman sır küpü, sormam.”
“Ercan, bak bu tavrı şu anlama geliyor, ‘sen bana ne olduğunu söyleyene kadar sana küsüm’ ama ben ne yapıyorum, ‘küsersen küs, sonra nasılsa barışırsın’ diyorum ve susuyorum.”
“Valla kızlar sizin aranıza ölsem girmem. Bir gün sevgilimi kız arkadaşından kıskanacağımı hiç düşünmemiştim ama inanın ilk günden beri sizin bu yakınlığınızı kıskanıyorum. Ayrıca, Alize, iyi ki döndün. Beni delirtiyordu. Sanki bunca yıldır birlikte yaşayan biz değiliz. Düğün için heyecanı anlatılır gibi değil. Desteği yanında artık!”
“Evet, aşkım rahat edebilirsin. Tüm heyecanımı canı gönülden paylaşacak biri var yanımda. Senin gibi öf pöf demeyecek biri hem de.”
Tatlı atışmalarla birkaç saat geçiren üçlü artık hep bir arada olmanın keyifli düşüncesi ile ayrıldı. Alize eve geldiğinde bir önceki günün yol yorgunluğuna, çene yorgunluğu da eklendiği için kendisini doğru yatağa attı. İki saat kadar sonra kalktığında nerede olduğunu anımsayamamış, önce rüya gördüğünü düşünmüş ama sonra ilk genç kızlık yıllarından beri kullandığı odasını tanımıştı. Rüyada değildi, gerçekten evinde ve kendi yatağındaydı.

Alize & PoyrazOpowieści tętniące życiem. Odkryj je teraz