"Ne?" Dedim şaşkınca. "Sen ciddi misin?"

"Hmmm.." diyerek alt dudağımı dudaklarına arasına alıp çok masum bir şeyden bahsediyormuş gibi sakince emdi. "Seninle ilgili ne fanteziler kurduğumu bir bilsen, muhtemelen arkana bile bakmadan kaçarsın."

"Sapık tavşan." Diyerek omzuna vurdum yalandan kaşlarımı çatıp.

"Ne var?" Diye savunmaya geçti hemen büzdüğü dudaklarıyla. "Sen hiç aynaya bakıyor musun? Tanrı da seni bu kadar kusursuz yaratmasaymış o zaman."

"Dün gece bana istediğini yapabilirdin." Diyerek homurdandım ve huysuz bir bakış attım ona. "Hatırlarsan altında çırılçıplak ve savunmasızdım."

"Haklısın." Dedi gözlerini devirip. "Ama kabahat bende. Seni şöyle evire çevire bir becer- ah! Aman iyi be, bir şey demiyorum. Vurup durma katil civciv."

"Ben gidiyorum." Dedim arka koltuktaki çantama uzanıp. Sonra ona dönerek itiraz istemeyen bir tonda konuştum.

"Sen de eve gidiyorsun ve ilk teneffüste beni görüntülü arıyorsun. Burda saatlerce arabanın içinde oturmayacaksın Jungkook. Yoksa tüm gün beni öpmene izin vermem ona göre."

"Bu çok acımasızca ama!" Dedi isyan eder gibi.

Öyleydi ve bu aslında benim için de büyük bir ceza olurdu ama onu başka türlü ikna edemezdim. Çünkü ciddi ciddi tüm günü burda, arabanın içinde geçirirdi bu deli.

Dudaklarına yaklaşıp parmaklarımı saçlarından geçirdiğimde, sıcak nefeslerimi de onu öpecekmiş gibi dudaklarına üfledim.

"Seni öpmemi istiyor musun?" Diye sordum fısıltıyla ve dudaklarımı öldürücü bir yavaşlıkla dudaklarına sürttüm. Elleri saniyesinde belimi bulup beni kendine çekmeye çalıştığında "evet.." dedi hemen boğuk boğuk.

Onu bu kadar kolay etkileyebilmekten ölesiye keyif alıyordum.

Ona doğru uzanarak dudaklarımı yalnızca bir saniyeliğine sertçe dudaklarına bastırıp geri çekildiğim an, elleri boşta kalmış, kapattığı gözlerini açarak şaşkınca bana bakmıştı.

Eh, onu yükselttiğim için çok daha ateşli bir öpücük beklediği belliydi. Ama o öpücüğü ancak akşam alabilirdi.

"O zaman sözümü dinle ve eve git sevgilim. Söz veriyorum çıkışta seni istediğin kadar öpeceğim." Deyip onun bir şey söylemesine müsaade etmeden kendimi dışarıya attığımda "dikkatli sür." Diye bağırmış, kapıyı kapatıp hızla okul binasına yürümüştüm. Biraz daha yanında dursaydım, okulu siktir edip tüm günümü onunla geçirmek isteyecektim çünkü.

İçeri girdiğimde hüzünlü bir nefes verdim omuzlarımı düşürüp. Saatlerce onsuz olacaktım ve şimdiden özlemiştim bile. Zaman nasıl geçecekti, nasıl akşam olacaktı hiç bilmiyordum.

Beni izleyen gözleri takmadan sınıfıma doğru ilerlerken "günaydın Jiminie." Diyen Hoseok hyungun sesiyle bakışlarımı onun sabah sabah bile parıldayan yüzüne çevirdim.

Bu adam bu hayatta gördüğüm en pozitif insandı sanırım. Her zaman böyle enerjikti ve sabahın bu vaktinde bile sıcacık gülümsemesiyle insanın içini bir güneş gibi ısıtıyordu.

"Günaydın hyung." Dedim onun neşesi bana da bulaşıp tebessüm etmemi sağlarken. "Nasılsın?"

"Ben iyiyim. İyiyim de sen nasılsın asıl? Bir hafta boyunca Jungkooksuz olacaksın." Diye dudaklarını büzdüğünde, yine aynı hüzün çökmüştü üzerime.

"Tek isteğim şu bir haftanın hızlıca geçmesi. Taehyung da yok. Kendimi üç çocukla ortada kalmış gibi hissediyorum." Dedim isyan eder gibi.

Hoseok hyung söylediklerime kahkaha atıp "deme öyle." Dedi omzumu patlatlayarak. "Hem yalnız değilsin bak ben varım. Yugyeom var, Jae var. Seni yalnız bırakmayız merak etme." diyerek gülüşünü genişletti.

My Youth Is Yours | JikookWhere stories live. Discover now