3- SIR

20.4K 1.3K 568
                                    

Bileğimi bir kez daha oynattığımda bir acı saplandı tekrardan. Dünden beri o kadar çok debelenip kurtulmaya çalışmıştım ki, artık kanayacak dereceye gelmişti derim.

Perişan bir vaziyette kafamı yana çevirip yeniden ağlamaya başladım. Burada öleceğimi hissediyordum. Burada böylece öleceğimi düşünüyordum ve bu durum dehşete sokuyordu beni.

Ağzımdaki bez parçasını arkadan bağladığı için ağzımdan bile atamamıştım. Çenem ağrımaya başlamıştı artık.

Tam üç saattir böylece duruyordum. Dışarı çıkacağını, daha doğru bizim eve gideceğini belirttikten beridir sadece ağlayıp, kurtulmaya çabalıyordum. Ama hiçbir yol katedememiştim.

Kapının açılma sesini duyduğumda ağlamamı kesip gözlerimi sonuna kadar açarak kapıya baktım. Korkuyordum, iliklerime kadar korkuyu hissediyordum.

Yeniden kapı kapanırken bir ıslık sesi yükseldi, onun melodisiydi. Bir ıslık melodisi bu kadar ürkütücü olabilir miydi? Sanki ölümün ninnisi gibiydi.

İçeriden tıkırtılar geliyordu. Daha sonra tıkırtıları bir reklam müziği keserken televizyonu açtığını anlamıştım.

Adım sesleri bu odaya yaklaşırken olduğum yerde kasıldım. Kapıyı açıp gömleği ve pantolonu ile bir süre beni süzdü ve dudaklarında sinsi bir gülümseme ile bana yaklaştı.

"Bıraktığım yerdesin, en azından bir çapraz falan duracak kadar çabalasaydın..." dedi yanıma yaklaşırken.

Tam önümde durup elini kafamın arkasına attı ve ağzıma bağladığı bezi çözdü.

"Yoksa sevdin mi bu durumu?" dedi alayla.

Bez ağzımdan çekilince, rahatlamıştım. Bu seferde cebinden küçük bir anahtar çıkarıp bir bileğimi çözdü. Ardından da ayağımı.

"Hadi kalk bakalım." dedi kıpkırmızı olmuş bileğimden tutup umursamadan bedenimi havaya dikerken.

"Beni bırakıyor musun?" dediğimde sırıtıp kelepçeden tuttu.

"Saf mısın biraz sen?" diye sordu yüzüme bakmazken. Ardından beni birden çekti.

O yürümeye başlamışken ben dengemi kaybedip yere düşünce o kelepçeden tutup beni çekmeye devam ediyordu.

"Acıyor.." dedim ağlayarak. Bileğime daha fazla batmasın diye ayağa kalkmaya çalıştım ama olmayınca arkasında emekleyerek yürümeye, daha doğrusu sürüklenmeye başladım.

Umursamaz bir şekilde sanki bir köpeği tasmasından tutup gezdirirmiş gibi salondaki masaya doğru sürükledi. Sandalyeyi çekip bana doğru eğildi.

Kolumdan tutup sertçe ayağa kaldırırken ne olduğunu anlamadan sanldayeye oturttu ve saniyesinde kelepçeyi sandalyenin ayağına bağladı. Şimdi hafifçe eğik bir şekilde masada oturuyordum.

"Acıktın mı? Bir şeyler aldım. Aslında çok iyi yemek yaparım ama biliyorsun bugün dışarı çıktım o yüzden yapamadım..." dedi mutfağa giderken.

Mutfak ve salonu sadece bel hizasındaki duvar ayırıyordu. Bir de ince bir kolon vardı arada. Etrafıma bakındığımda mutfağı geçtikten sonra dış kapının olduğunu gördüm.

Sağ tarafımda kalıyordu. Sol tarafımda ise koltuklar ve televizyon vardı. Koltuklar krem rengiydi, televizyon ise fazla gelişmiş bir televizyon değildi. Bu eve uygundu.

"Umarım vejetaryen falan değilsindir. Etli yemek aldım. Ben eti severim." mutfakta hâlâ onu görüyordum. Poşetleri açıp bir şey yapıyordu.

"Dün akşam sularında İstanbul'da yaşayan polis memuru Mehmet Yamaç'ın oğlu Ozan Yamaç kimliği belirsiz kişi tarafından kaçırıldı..."

Televizyonda adımı duyduğum anda bakışlarımı çevirdim. Kadın bir sunucu ciddi bir ifade ile haberi sunduktan sonra saniyeler sonra ekranda babam ve annemi gördüm. Perişan bir vaziyetteydiler. Annem'in yanında iki teyzem vardı, babam ise üniforması ile duruyordu.

Babam aşırı ciddi bir şekilde duruyordu, her zaman olduğu gibi. Ama sinirini ekran karşısından bile hissedebiliyordum. Ekranda kendi fotoğrafım gözükünce mutfaktan onun sesi alay dolu sesi geldi.

"Ünlü oldun..." dedi gülerek televizyona bakarken, ardından tezgahtan bir şey alıp hızlı hızlı yanıma geldi.

"Ozan bey, lütfen bir imza alabilir miyim?" elinde bir defter ile büyük bir alayla yanıma gelince irkilerek ona baktım.

Ardından gözüm deftere kaydığında nefesim hızlanmıştı. Bu benim defretimdi. Gözlerimi sonuna kadar açıp oturduğum yerde yükseldim ve boşta kalan elimi deftere uzattım.

"Ver onu bana!" diye haykırdım korkuyla. O ayağa kalktığım için kaşlarını kaldırıp bana baktı ve eliyle omzuma bastırdı.

"Otur." dedi sert sesiyle. Beni bastırıp yeniden oturturken ben içimdeki korkuyu atamadan bir deftere, bir de yüzüne bakıyordum.

"Neyse ki babanın yanında olmak için evinize gittiğimde, daha tam olarak odan atamamıştı. Belki de ayrıntılı aramadılar..." dedi defterin içini açarken. Kalbim hızlı hızlı atıyordu. "Çok iyi saklamışsın, ama benden kaçmaz tâbi ki."

Defterin içine bakarken alayla konuşuyordu, nefesim hızlanmış bir şekilde yüzüne bakarken o saniyeler sonra kafasını kaldırıp gülerek gözlerimin içine baktı. Defteri yavaşça kapattı.

"Demek bir eşcinselsin?"

Kalbim hızlı hızlı atarken gözlerim doldu. Yıllardır köşe bucak sakladığım bu sırrımı birinin ağzından duymak, korkutucu hissettirmişti.

"Normalde olsa ee bunda ne var diyebilirdim. Ha yine de bu eşcinsellerden nefret etmediğim anlamına gelmez ama..." dedi sonunda ek bilgi verirken, son kelimeyi uzatıp muzipçe gülümsedi.

"Babanın bunu öğrenmesi, senin için ölümden bile korkutucuymuş..."

Burnumu çekerken kafamı eğdim. Babam... Eğer bana homofobikin tanımını sorsalardı sadece babamın adını verirdim.

Katillere, hayvanlara eziyet edenlere, tacizcilere bile polislik yaparken çok fazla işkence etmez, ufakta olsa bir merhamet duygusu hissederken. Bir eşcinsel eğer suçlu olarak gelirse ona hiç acımaz, öldürene kadar döverdi.

Polis merkezinde kimse buna itiraz etmezken, ben sadece birkaç kez denk gelmiştim. O bu konuda çok... korkutucuydu. Ve bende hemcinsimden hoşlanıyordum..

"Benden bile bu kadar çok korkmuyorsundur..." dedi alayla. Dudağım bükülmüştü.

"Bu defteri babanın görebileceği bir yere koyup öğrenmesini sağlayabilirim...Öğrendikten sonra da onları öldürürüm." dediğinde kafamı kaldırıp ona baktım. Elindeki defteri tutmuş beni izliyordu. Korkuyla yüzüne baktım. "Ama yapmayacağım..'

Son sözünden sonra kaşlarım havalanırken, anlamayan bir ifade ile yüzüne baktım. Gülümsedi, sinsice.

"Eğer ne istersem yaparsan, bu sırrını baban öğrenmeyecek ve onlar ölmeyecek." dediğinde yüzümü buruşturdum.

"Ne olur... öldür beni." pes etmiş bir şekilde konuştum. Korkuyordum. Onları kaybetmekten, bu sırrı öğrenmelerinden. Ama ölünce babamı göremezdim öyle değil mi?

"Onu sonra düşünürüz, ölüm yok sana şimdilik." dedi yeniden ve biraz durdu. Kafasını eğip yüzüme baktı.

"Kabul mü?"

Bir süre durdum. O hâlâ yüzüme bakıyordu. Boğazını temizledi.

"Kâbul mü diyorum?" dedi yeniden. Usulca kafamı salladım.

"Kâbul."

O kıkırdayıp sırtını dikleştirirken elindeki defter ile mutfağa doğru ilerledi. Yeniden kendimi tutamayıp ağlamaya başlamıştım.

ŞEYTAN RUHLU ADAM Where stories live. Discover now