4.BÖLÜM

42.6K 1.9K 107
                                    




Herkese iyi bayramlar :) 🍬


Yağan yağmur şiddetini azaltmış, sakinleştirici etkisiyle gökyüzünden yere usulca düşüyordu. Sert bir rüzgâr esiyor ve yağmur damlalarını oradan oraya savuruyordu. Mutfaktaki oluşan ölüm sessizliği, dışarıdaki tüm sesleri kulağıma davet ediyordu. Terasın kenarından akan su aynı yere defalarca damlayıp orayı arşınlıyordu.

Kirpiklerim öyle ağırlaşmıştı ki göz kapaklarımı şaşkınlıkla kırpıştırmama bile izin vermiyordu...  Tencereden sızan buharın tiz sesi hariç mutfakta hiçbir ses yoktu. Kıpırdamadan olduğu yerde tüm mutfağı inceledi. Canı yanıyordu, ağrısı vardı belliydi fakat anlaşılan dirayetini sonuna kadar korumak istiyordu. Onu hep yatarken gördüğüm için şuan tam karşımda görmek iç dünyamda beklenmedik bir deprem etkisi yaratmıştı. Korkuyordum ve korkumu onunda gördüğünün farkındaydım. Ya avına saldırmak için doğru vakti kolluyordu ya da ona karşı direnmem için kanının son damlasına kadar savaşacaktı. Karar onun insafına kalmıştı.

Birbirimize olan bakışımız aynı Galata ve Kız Kulesi gibiydi. Birbirine çok uzak ama birbirlerinden başka bir yöne dönemeyen iki ebedi ruh gibi. Bakışlarındaki anlamı çözmem şuan biraz zordu. Giydiği siyah eşofman ona bol gelmiş, hırkasının fermuarını kapatamamıştı. Beyaz sargısını açıkta bırakacak şekilde göğsü açıktı çünkü tek eliyle fermuarını çekmesi pek mümkün değildi. Üzerimde hırkam olmamasına rağmen vücuduma değil sadece gözlerime bakıyordu. Babam, ''Gözlerin baktığın herkesi etkiliyor Ahu,'' derdi. ''Ben normal bakıyorum babacığım,'' deyip ne demek istediğini küçük aklımla anlamaya çalışırdım.

Üzerinden yıllar geçmişti ve ben bu sözü ancak şimdi idrak edebiliyordum. Karşımda duran bir çift göz sadece bana bakmıyor, sanki gözlerime değen gözleri beni bambaşka bir dünyaya götürüyordu.  Görmek başkaydı, bakmak başka. Yolculuğa çıkmak başkaydı, birinin gözlerinde başka diyarlara gitmek başka. Seni yaşatmakla görevli kalbin atması başka, kulakları sağır edecek gibi bir gürültüyle atan kalbimin sesinin tüm mutfağı doldurması başkaydı.

Zaman anlamını yitirmiş gibiydi susarak anlatmak istiyordum sanki. Bu duygu bana başkaydı, bu heyecan bana fazlaydı. Beynim fonksiyonlarını kaybetmeden masanın üzerine koyduğum hırkamı giyip fermuarını çektim. Ben ne kadar beklersem o da beni bir o kadar bekleyecek gibiydi. İhtimalleri kafasında kuran sadece ben olmalıydım. Kendi kendime çıkarımlar yapmak gergin bedenime iyi geliyor, köşeye sıkışan zihnime bir kaçış yolu açıyordu.

''Kalkmasaydın keşke seslensen gelirdim,'' dedim konuşamadığını unutarak. Sanırım geçen süre zarfında beynim fonksiyonlarını çoktan kaybetmişti bile. ''Pardon,'' diyerek ona bir adım daha atıp sıkı sıkı tuttuğu tepsiyi almak için uzandığımda parmaklarına değen parmaklarımdan geçen güçlü akımı o da hissetmişti sanki. Gözleri tekrar benimle buluştu. Keşfe çıkmış gibi bakan gözleri yüzümde oyalandıktan sonra başımdaki havluya kaydı. Omuzlarımı biraz geçen bukleli koyu kahve saçlarım havlunun altında kurumaya başlamıştı. Tepsiyi elinden hızla alıp mutfak tezgâhının üzerine koydum. Ona arkamı dönmüş olmamı fırsat bilip gözlerimi kapattım ve kalbimin normale dönmesini bekledim, belki o da geri gidip bu eve geldiğinden beri yaptığı şeyi yapardı. Getirdiği bulaşıkları dünden kalan bulaşıklarla birlikte makineye atıp kapıya döndüm. Gitmemiş öylece bekliyordu.

''Ellerini yıkamak istersen veya lavabo ihtiyacın varsa soldaki kapı banyo orada halledebilirsin,'' dedim ileriyi işaret edip hafif tebessüm ederek. Mutfaktan çıkmak için adım attıkça o da bir adım geriye gitmeye başladı. Adımları benimle eş zamanlıydı, yalnızca tek bir farkla. Bir saldırıya maruz kalan bedeni yürüyemeyecek kadar yorgundu. Ayaklarını birbirine dolanmaması için dikkatli atıyordu. Çıplak ayaklarının üzeri çiziklerle kaplıydı. İnce ince olan çizikler, kedilerin tırmalamasını andırıyor olsa da kaçarken bir kediyle karşılaşmadığı apaçık ortadaydı. Kapının önünden çekildikten sonra banyoya ilerleyip kapısını açtım. İlk yardım çantasının içinden çıkardığım merhemi ve yara bandını görebileceği şekilde aynanın altına koydum. Beynini düşüp kaldığı yerde kaybetmediyse bunları ne için çıkardığımı illaki anlardı. Umarım anlardı... Lavabonun altından çıkardığım havluyu da kremin yanına bırakıp dışarı çıktım. En son bıraktığım yerde duruyordu. Garip bir havası vardı. Acınası bir durumda gözükse de iri vücudu tam tersini söylüyordu. Ne düşüneceğini umursamadan çaktırmadan onu süzdüğüm de bu adamı tek başıma eve taşıyabildiğim için kendimi tebrik etme isteğiyle dolup taştım. İyi iş başarmıştım.

BEYOĞLUWhere stories live. Discover now