17.Bölüm

283 62 111
                                    

Neredeyse hiç uyumadım. Gece geç yattığımdan ve heyecanlı olduğumdan dolayı, uyumak imkânsızdı. Dawon'a iyice sokuldum, sıcaklığı beni rahatlatıyordu. Gider gitmez onu çok özleyecektim ama en azından, ileride benimle birlikte burada yaşayabileceğine dair umudum vardı.

Bugün kim elenecek diye merak ediyordum. Sormam yersiz olurdu, bu nedenle sormamıştım ama üzerinde durursam, Sulli olacağını tahmin edebiliyordum. Marlee ve Jungkook, halk arasında popülerdi -benden daha popüler- ve Seokjin ile Baekhyun'un bağlantıları vardı. Bense Taehyung'un kalbine sahiptim, yani bu durumda Sulli'nin tutunacağı pek bir şey kalmamıştı.

Kendimi kötü hissettim, çünkü Sulli'ye karşı gerçekten olumsuz bir şey düşünmüyordum. Keşke Seokjin gidecek olsaydı. Belki Taehyung, onu hiç sevmediğimi bildiğinden evine gönderirdi; burada rahat etmemi istediğini söylemişti.

İç çektim, dün gece söylediği her şeyi düşünüyordum. Bunun mümkün olabileceğini hayal bile etmemiştim. Ben, Jung Hoseok -bir Beş, bir hiç- Kim Taehyung'a, bir bire, nasıl sahip olabilirdim ki? Son iki senemi, kendimi ilerideki Altı hayatıma hazırlayarak geçirdikten sonra bu nasıl olmuştu?

Kalbimin küçücük bir parçası sızladı. Bunu Yoongi'e nasıl açıklayacaktım? Nasıl Taehyung'un beni seçtiğini ve benim de onunla birlikte olmak istediğimi ona söyleyecektim? Benden nefret edecek miydi? Bu düşünce, ağlamak istememe neden oldu. Ne olursa olsun, Yoongi'in arkadaşlığını kaybetmeyecektim. Kaybedemezdim.

***

Hizmetçilerim içeri girdiklerinde kapıyı çalmadılar ki bu her zamanki halleriydi. Daima dinlenebileceğim kadar dinlenmeme izin verirlerdi ve partiden sonra, gerçekten dinlenmeye ihtiyacım vardı. Fakat bir şeyler hazırlamak yerine, Mary nazikçe Dawon'un omzunu sıvazlayarak, uyandırmaya çalıştı.

Döndüğümde, Anne ve Lucy'nin ellerinde bir çanta taşıdıklarını gördüm. Yeni bir elbise miydi?

Mary, "Dawon Hanım," diye fısıldadı. "Uyanma vakti."

Dawon, yavaşça kalktı. "Biraz daha uyuyamaz mıyım?"

Mary, üzülerek "Hayır," dedi. "Bu sabah, önemli işlerimiz var. Derhal annen ile babanın yanına gitmelisin."

"Önemli işler mi?" diye sordum. "Neler oluyor?"

Mary, Anne'e baktı ve ben de gözlerini takip ettim. Anne kafasını sağa sola salladı ve bu da konuşmayı sona erdirdi.

Kafam karışmıştı ama umutluydum, yataktan çıkarken Dawon'u da kaldırmaya çalışıyordum. Annemizle babamızın kaldığı odaya gitmeden önce, Dawon'a sıkıca sarıldım.

Dawon gider gitmez, hizmetçilerime döndüm. Anne'e "Gittiğine göre artık açıklayabilir misiniz?" diye sordum. Kafasını sağa sola salladı. Sinirlenerek oflayıp pufladım. "Size anlatmanız için emir versem, faydası olur mu?"

Bana baktı, ciddi bir ifadesi vardı. "Emir daha yüksek yerden geldi. Beklemeniz gerekecek."

Banyomun kapısında dikildim ve onları izledim. Lucy'nin elleri, küvete avuç dolusu gül yaprağı serperken titriyordu ve Mary, kaşlarını çatmıştı. Lucy, bazen ortada sebep yokken titrerdi ve Mary
dikkatini toplamaya çalışırken kaşlarını çatardı. Beni korkutan Anne'in ifadesiydi.

Daima, en korkunç ve güç durumlarda bile sakindi ama bugün, tüm vücudu endişeyle dolup taşıyordu. Sanki elleriyle suratındaki endişeyi silip atabilecekmiş gibi sürekli duraksayıp alnını ovuyordu.

Çantadan takım elbisemi çıkartırken, ben de izlemeye devam ediyordum. Çok basitti, sadeydi... Ve kömür karasıydı. Takım elbiseye baktım ve aklıma tek bir anlamı olabileceği geldi. Kimin yasını tuttuğumu bile anlayamadan ağlamaya başladım.

the selectionWhere stories live. Discover now