2.Bölüm

587 80 166
                                    

Ağaç evinin derinliklerine doğru süründüm. Birkaç metre genişliğindeydi; Yeol bile burada ayakta duramazdı. Fakat burayı seviyordum. Sürünerek geçmek için bir girişi ve tam karşısında da ufak bir penceresi vardı. Eski bir tabureyi, mum konulacak bir masa işlevi görmesi için köşeye yerleştirmiştim ve serdiğim paspas da o kadar eskiydi ki üzerinde oturmanın yerde oturmaktan pek farkı yoktu. Fazla bir şey yoktu ama burası benim cennetimdi. Bizim cennetimizdi.

''Lütfen bana canım deme. Önce annem, sonra Dawon şimdi de sen. Artık sinirlerimi bozmaya başladı.'' Yoongi bana bu şekilde bakarken, 'ben güzel değilim' tezimi savunacak halim yoktu. Gülümsedi.

''Elimde değil. Sen gördüğüm en güzel şeysin. Söyleyebileceğim tek anda, bunu söylediğim için beni yargılayamazsın.'' Uzandı, yüzümü avuçlarına aldı ve ben de gözlerinin içine baktım.

Gerekli olan tek şey buydu. Dudakları benimkilerin üstündeydi ve artık hiçbir şey düşünemiyordum. Seçim yoktu, çaresiz ailem yoktu, Illea bile yoktu. Sadece Yoongi'in, beni kendine doğru çeken sırtımdaki elleri, Yoongi'in yanaklarımdaki nefesi vardı. Ellerim siyah saçlarına gitti, hala duştan kalma bir ıslaklığı vardı; daima geceleri duş alırdı ve saç telleri mükemmel, minik kıvrımlar halinde omuzlarına dökülürdü. Annesinin ev yapımı sabunu gibi kokuyordu. Bu kokuyu rüyalarımda duyardım. Ayrıldık ve gülümsemeden edemedim.

Bacakları ayrıktı, ben de aralarına geçip sanki beşikte sallanmak isteyen bir çocuk gibi kıvrılıp oturdum. ''Daha iyi bir ruh hali içinde olmadığım için üzgünüm, sadece... Postadan şu aptal duyuruyu aldık.''

''Ah, evet, mektup.'' Yoongi iç çekti. ''Biz iki tane aldık.''

Tabii ki. İkizler on altı yaşına yeni basmıştı. Yoongi'e mektup gelmemişti. Yirmi yaşından büyükler katılamıyordu.

Yoongi, ben konuşurken suratımı inceliyordu. Birlikteyken hep böyle yapardı, sanki yüzümü kafasına kazımaya çalışırdı. Aradan bir haftadan fazla geçmişti; ikimiz de eğer birkaç gün görüşmüyorsak tedirgin olurduk.

Ben de ona baktım. Hiçbir sınıf ayrımı gözetmeden, Yoongi, açık ara kasabadaki en çekici adamdı. Koyu renk saçları, kahverengi gözleri ve sanki sır saklıyormuş gibi düşünmenizi sağlayan bir gülüşü vardı. Zayıftı ama çok zayıf da değildi. Loş ışıkta, gözlerinin altında minik torbacıklar olduğunu gördüm; bu hafta geç saatlere kadar çalıştığına şüphe yoktu. Siyah tişörtünün birkaç yeri ipliklerine kadar sökülmüştü, aynı neredeyse her gün giydiği paspal kot pantolonu gibi.

Keşke oturup Yoongi için onları yamayabilseydim. Bu benim en büyük arzumdu. İllea'nın krali olmak değil. Yoongi'nin olmak istiyordum.

Ondan uzakta olmak bana acı veriyordu. Bazı günler ne yapıyor diye düşünmekten çılgına dönüyordum. Bununla başa çıkamadığım zamanlarda müzik alıştırmaları yapıyordum. Müzisyen olduğum için Yoongi'e gerçekten teşekkür etmeliyim. Dikkatimi başka yöne çekiyordu.

Ve bu kötü bir şeydi.

Yoongi Altıncı sınıftı. Altılar hizmetçidir, daha iyi öğrenmiş görmüş ve iç mekanlarda çalışmak için eğitilmiş oldukları için Yedilerden sadece bir adım yukarıdadırlar. Yoongi tanıdığım herkesten daha akıllı ve insanı mahvedecek kadar hoşgörülüydü ama birisinin kendisinden daha aşağıdaki sınıftan bir adamla evlenmesi tipik bir davranış değildi. Ve herhangi biri farklı sınıftan biriyle evlenmek istediğinde, evrak doldurmaları ve diğer resmi işlemlere başlamadan önce doksan gün kadar beklemeleri gerekirdi. Bunun, insanlara fikir değiştirmek için şans tanımak manasına geldiğini birden fazla kişiden duymuştum. Yani, bizim bu kadar samimi ve Illea'nın sokağa çıkma saati haricinde dışarıda olmamız... Başımızı çok ciddi bir şekilde belaya sokabilirdik. Annemden göreceğim cehennem azabını saymıyorum bile.

the selectionWhere stories live. Discover now