Bölüm 44: "Tarçınlı süt"

856 110 15
                                    

Not: "Ha-ha-hapşuuuu!" isimli bölümü okumuş muydunuz?


            Feza burnuna gelen tavuk çorbasının kokusuyla yavaşça gözlerini aralamaya çalıştı. Acıkmış mıydı? Karışan kirpikleri, birbirine yapışmış göz kapaklarına direnerek ayrıldı. Bulanık bakışları sehpanın üzerine oturan ve elinde pirinç bir tepsi tutan Ege'yi buldu. Adamın kaşları endişeyle çatılmış, keskin yeşil bakışları koyulaşmış ve silmekten burnunun ucu kızarmıştı. Adamın bakışlarının ağır ağır yüzünde dolandığını ve en sonunda gözlerini bulduğunu gördüğünde güçlükle yutkundu. Boğazı çok acıyordu. Ellerini koltuğa bastırıp doğrulmak için bütün gücüyle kendini ittirdi. Elleri koltuğa gömülmüş, sırtına keskin bir ağrı saplanmış, şu kadarcık çabası bile onu nefes nefes bırakmıştı. Başını hafifçe öne eğip birkaç saniye sırtındaki ağrının geçmesini bekledi. Ege tepsiyi sehpaya bırakıp ona doğru uzanmış ve kolundan destek olarak doğrulmasına yardım ettikten sonra yastığını sırtını dayaması için düzeltmişti.

-"Tamam," dedi sessizce. "Sanırım ciğerlerim yerine döndü." Emin miyiz? "Burnum da yerindeyse..." Nazikçe gülümsedi. "İyiyim demektir."

          Ege gülümsedi. Bakışları kadının burnuna oradan da dudaklarına kaydı. Eh, her şey yerli yerinde gibiydi. Kadının yüzüne dökülen kumral saçlarını kulağının arkasına sıkıştırıp yeniden sehpaya döndü. Onu korkutmamak için elinden geleni yapıyordu. Neden sonra tepsiyi kadının kucağına bırakıp "Sevgili kuzenin," diye konuşmaya başladı. "En sevdiğin çorbanın bu olduğunu söyledi." Feza yorgun bir şekilde başını belli belirsiz salladı. Kaşığı tutacak bile hali yoktu ama yine de çorbadan bir yudum almaya çalıştı. "Yasemin'e haber verdik bu arada." Akan burnunu silip ellerini sehpaya yasladı ve geriye doğru kaykıldı. "Acil bir durum olmadıkça seni aramayacak." Çorbasını içmeye çalışan kadının lokmaları boğazına dizmek istemediğinden bakışları evin içinde dolandı.

-"Onlar nerede peki? Hapşu! Dönmediler mi?"

-"Hayır."

            Bakışları uzak köşedeki bir resme takıldı. Bilge'nin sergisindeki eserlerden biriydi. Yapan kişiyi hatırlamıyordu ama bugün bile resme baktığında aynı heyecanı duyuyordu. Deniz'le uzun uzun önünde durup, alıp almamayı konuşmuşlardı. En sonunda da renkleri dışında birbirinin eşi olan iki tablodan biri Deniz'in, diğeri onun evine asılmıştı. Hangisinin kimin evine gideceğine yazı-turayla karar vermişlerdi. Çok uzun zamandır, hatta hangisi tablonun kime gideceğini umursamayacak kadar uzun zamandır arkadaştılar.

-"Neredeler peki?"

-"Hastanede." Bakışları çorbasından her aldığı kaşıkta bir süre dinlenen Feza'ya döndü. "Deniz'e serum takıldı." İyi mi? "İyi, iyi. Sete çıkmakta diretti."

-"Şaşırmadım." Kaşığını çorba kasesinin içine bırakırken göz ucuyla adama baktı. "Biz arkadaş olarak çok iyiyiz." Bakışlarını yakalanmaktan korkan birinin telaşıyla adamdan çekip çorba kasesine dikti. "Neden her şeyi karmaşık bir hale getirmek istiyorsun?"

            Adam saçlarını karıştırıp omuz silkti. Hiçbir şeyi karmaşık hale getirmiyordu. Böyle bir isteği de yoktu. Aksine, her şeyi netleştirmek istiyordu. Ve bunları kadın hastalıktan kalktığında konuşurlardı. "Buraya gelirken ne duydum biliyor musun?" Konuyu alelade bir şekilde değiştirdi. Feza'nın çatılan kaşlarından bu durumdan ne kadar nefret ettiğini anlamıştı ama umursamadı. "Melisa'nın, Kıvanç'tan ayrıldığını biliyor muydun?" diye sordu. Ege... "Eşyalarını pencereden atmış." Televizyonun kumandasını arayıp buldu ve televizyonu açıp sesini birkaç diş yükseltti. "Tesadüfe bak ki tam o anda magazin de oradaymış." Ne anlatıyorsun? "Son dedikoduları." Feza bir süre kanalları dolaşıp magazin programı arayan adamı izledi. Onun sorusuna cevap vermektense bütün magazini özetlemeyi tercih edeceğine nedense emindi. "Buldum sonunda! Bizim iki sarışın ballandıra ballandıra anlatıyor bak."

FreyaWhere stories live. Discover now