Bölüm 18: "Igeia mas"

1.3K 154 57
                                    

Not: "Nikomou" bölümünü okumuş muydunuz?


         Niko Bey, Freya ve yanındaki adamı kapıda dikilirken gördüğünde kaşlarını çatmış, bir kızına bir de yanındaki çocuğa hayretle bakmıştı. Kızını yarım saat evvel bu evden tek başına yollamıştı; emindi. Yolda bulduğu birini çevirip getirmediyse -ki yapmadığı şey değildi- geriye iki seçeneği kalıyor demekti. Bu Can mıydı, Deniz mi? Alnındaki gözlüğü burnuna indirip daha dikkatli baktı. Sanki bu çocuk ikisi de değildi. Ah, Anıl olsa nasıl da hemen tanırdı! Deniz denen çocuğun bütün dizilerini izliyordu sonuçta. Hatta Hawaii'deki halasına bile izletiyordu. Anıl'ı anmak yeniden kalbini kırdı. Bir kez bile aramamıştı, bir kez. Onu hiç mi merak etmiyordu acaba? Gözlüğünü tepesine ittirip derin bir nefes aldı. Ne vardı arasaydı? Özür dilemese bile arayıp 'gel' dese Niko Bey bir an beklemeden çantasını aldığı gibi Ayvalık'a geri dönerdi.

-"Freyamou," dedi sessizce. Başını iki yana sallayıp Anıl Hanım'ın hayaletini başından kovaladı. Yunanca "Thálassa?" diye sordu. (*Deniz mi?) Adamın ismini bilerek Türkçe söylememişti. Freya "Ochi,"*(Hayır) diye yanıtlayınca kapıdan çekildi. "Yeterince balık aldınız mı?"

-"Aldık, Nikomou, aldık."

        Niko Bey, Freya'ya doğru eğilip bu kez de "Can mı?" diye sordu. Freya bir kez daha "Ochi," deyince bir traktör gibi homur homur "Sokaktan bulduğun ilk adamı mı getirdin?" dedi. Ya, ya... Zaten Deniz'den zor kurtulmuştu. Bir de sokaktan bulduğu birini mi kolundan tutup getirecekti? Adamın tatlı bakışlarını, onu çağırması için küçük bir çocuk gibi sızlanıp durmasını, güzel gülümsemesini hatırladı. Dudaklarına farkında olmadığı, sersem bir gülümseme yayılmıştı. Öhö-öhöm! Bunu mu soruyordu babası? Resmen aklı fikri adamdaydı. Değildi. Adamda mıydı? Değildi.

-"Nasılsın Niko amca?"

        Babası Yunanca "Tanıyor muyum ben bunu?" diye sordu. Türkçe konuşmamaktaki bu ısrarı gülünçtü. Yıllarca her yaz evinde kaldı. Tanıyorsundur herhalde. "Evimde mi kaldı?" Evet. "Otelde de değil yani?" Bakışlarını kıstı. Tanıyor muydu bu çocuğu? Birine benzetiyordu, sanki gözü bir yerden ısırıyordu ama... Neydi ismi bu çocuğun? Genç adam ayakkabılarını çıkarırken Freya'nın elindeki fileyi aldı ve kısık sesle Yunanca devam etti: "Yemek yapabiliyor mu bu çocuk?" Kendisine sorsana baba. "Önce bir kim olduğunu anlayayım."

        Freya gözlerini devirip adama döndü ve Türkçe "Yemek yapabiliyor musun?" diye sordu. Bir tek tercümanlık yapmadığı kalmıştı, babası sağ olsun onu da yapıyordu. "Babam merak ediyor."

        Adam kapıyı kapatıp şaşkın bir çocuk gibi gözlerini Niko Bey'e dikti. "Kaç kez birlikte yemek yaptık ya Niko amca!" diye isyan etti. Adamın ona aksi davranmasına şaşırmıştı doğrusu. Oysaki ailenin en sıcakkanlısının o olduğunu sanırdı. Şüpheyle ela olduğunda her daim ısrarcı olduğu ama bayağı bayağı kahverengi olan gözlerini kıstı. "Sen beni tanıyamadın mı?" diye sordu. Bu soruyu sormak yeni aklına geliyordu. Adamın sessiz kalmasıyla durumu anlayıp "Aşk olsun!" diye seslendi. "Katar'a gittik diye hemen unutulduk mu ya?"

-"Harun?"

-"Evet!"

         Babası kollarını iki yana açıp "Desene be çocuk!" diye mırıldandı. Genç adama sarılıp ellerini babacan bir tavırla sırtına vurdu. "Yarım saattir düşünüyorum bu kim diye!" Harun, adamın onu tanıyamamasını uzakta geçen yıllara verdi ve adam kollarından tutup ona bir kez daha baktığında bütün samimiyetiyle gülümsedi. "Değişmişsin."

-"Kelleştim biraz."

-"Aman be deli oğlan! Onu mu diyorum?" Demiyor musun? "Kaç yıl oldu seni görmeyeli?" Üç. "Çok olmuş." Oldu tabii. "Hadi gel mutfağa da açığı kapatalım. Anlatacakların birikmiştir şimdi senin!"

FreyaWhere stories live. Discover now