MELÂL

Oleh snmnurgyk

2.9M 130K 110K

Kanla kazıdığın kelebek dövmesinin üzerini çizdir. Noktalı virgülle değiştir. Bu, devam edecek gibi değil ama... Lebih Banyak

《TANITIM》
《1》'KARA GÖZ'
《2》'ŞİZOFREN'
《3》'BELİRSİZ SURET'
《4》'KARANLIK KUTU'
《5》'ZARFDAKİ GİZEM'
《6》'CÜRETKAR HADSİZ'
《7》'RUHSUZ BEDEN'
《8》'UÇURUMDA HAYALLER'
《9》'KATİL'
《10》'ACININ GEÇMİŞİ'
《11》'BEDENSİZ RUH'
《12》'PAÇAVRA'
《13》'DARAĞACI'
《14》'RUH SANCISI'
《15》'FERYAD-I İNTİHAR'
《16》'SON ÖLÜM'
《18》'VİCDAN MEZARLIĞI'
《19》'ELFİDA'
《20》'GERÇEK SANRI'
《21》'RUHSAL ŞEYTANLAR'
《22》'ARAF ÇIKMAZI'
《23》'ÖLÜM MAKAMI'
《24》'KÜL BEBEK'
《25》'RUH İZİ'
《26》'GERÇEK ÖLÜLER'
《27》'ÖLÜLER PUSULASI'
《28》'ÖLÜM ÇANLARI'
《29》'KALBE NEFRET RUHA YAS'
《30》'BUGÜN ÖLÜ, YARIN GÖMÜLÜ
《31》'ORTADA OLAN CANINSA'
《32》'MİNERVA'
《33》'KOR GERÇEK'
《34》'DÜŞÜNMEDEN'
《35》'KANDAN CANA'
《36》'ÖLÜMLE OYUN'
《37》'İRTİHAL
《38》'KAR KÜRESİ'
《39》'KAMELYA'
《40》'YİNE BANA GEL'
《41》'YARIMSIN'
《42》'DUY İSTEDİM'
《43》'ENSENDEYİM'
《44》'HARABE'

《17》'EHVENİŞER'

67.9K 2.4K 2.6K
Oleh snmnurgyk

OY VE YORUMLARINIZI BEKLİYORUM.

SİZLERİ SEVİYORUM♡

KEYİFLİ OKUMALAR
SNMNURGYK

En karanlık gecenin ayazında karışıyor kurdun kan kokan nefesi kimsesizliğe. Okşanmayan başın vahşiliği dahil oluyor merhametsizliğe. Çatışmanın ortasında kalmış ruhlar,patlamaların dehşetini geleceğe adar. Öyle ki sevgi vermeyen elin parmakları çekiyor tetiği. Namludan çıkan merminin saplandığı kalp kuzguni. Kalbe karaları bağlatan katledenin ta kendisi, yaşanan yıkımın zelzelesi ruhani. Ateşlerin uzuvları küle emanet ettiği günahlara çekilir beşer. Dünya alevlerin can çekiştiği cehennemden miras kalan EHVENİŞER.

Soğuk bedeni titretse bile ruhu dinç tutar. Ruhum dinç olmaya hasret, dinç kalmaya muhtaç. Gözlerim siyah camın gölgelediği görüntülerle bütünleşiyor. Çam ağaçlarının huzur veren varlığını sindiriyorum. Karanlığın hükmettiği gecede dolunayın asaleti zedeliyor siyahı. Ağaçların arasından sızan varlığı pencereme çalınıyor. Şöminede kül olmak üzere olan odunların son kıvılcımları etrafa saçılıyor, sesin yankısı ruhumu okşuyor. Dumanı üzerinde tüten kahvemin hissiyatları kalbime dokunuyor. Kızılın esareti altına giren közlerin cılız şavkı gölgemle buluşuyor.

Benliğimi yalnız olduğuma inandıran Nefes'in gölge misali bir köşeye sinmiş olmasıydı. Sabahın erken saatlerinde gelmiştim buraya. Sonrasında onu aramış, isteklerimi sunmuştum. Konuşmamızın üzerinden bir saat geçmesine müsaade etmeyen Nefes bekletmeden gelmişti. Kapıyı açtığımda gözleri sevgiyle harmanlanan merhametle bakıyordu bana. Halimin görüntüsü gözlerinde can bulduğunda bedenime sardığı kolları ruhuma dokunmuştu. Temiz kıyafetler geldiğinde temizlenme isteğiyle banyoya girmiştim ki peşimden gelmiş, kendim halledeceğimi dillendirdiğim halde sıcak suyla yıkamıştı ayaklarımı küvetin içerisinde. Taşların hırpaladığı ayaklarım sıcak suyla sızı içinde kalsa bile hissetmeme imkan yoktu. Yanan şömine etrafı ısıttığında Nefes L koltuğun kenarına oturmamı sağlamıştı. Eline aldığı havluyla yer yer kanayan yaraların olduğu ayaklarımı kuruttuktan sonra Ferhat amcanın getirdiği kremi sürmüştü. O an ona sahip olduğum için Yüce Hakk'a şükrettim.

Bu halde olmanın varlığımı kahrettiğini bildiğinden doğrulduğunda yanağımdan bir makas almış, 'Koca bir bebeğim var.' diyerek kahkaha atmıştı. Balkondan çevrilmiş odayı andıran kısımdan çıktığında içeriye açılan kapının yan tarafına eğilerek temiz kıyafetleri oturduğum koltuğa doğru fırlatmıştı. Bakışlarımı ona kaldırdığımda hafif olan gülümsemesini büyüterek konuşmuştu. 'Popişini de pudralayamam değil mi Mira?' Gülüşlerimin gözlerime ulaşmayacağını biliyordum ama dudaklarımda tebessüm olmayı reddedecek kadar benden gittiğini bilmiyordum. Bu durum gözlerimi doldurduğunda yaşlanan gözlerimle ona bakmıştım. Yüzümde ufak bir tebessüm olmak için zorlanarak çabalamıştı. Gözlerimdeki ifadeyle karşılaştığı an da sarsılan duygularını hissetmiştim. Bu durum kalbimi ağrıtmıştı fazlaca. Ellerini duyguları savuşturmak istercesine sallayarak gözlerini benden uzaklaştırmıştı o vakit. 'Ayy. Hayal ettim bir an.' Sesi titremişti. Gözlerini bana dokundurmamak için büyük uğraş vermişti kendi içinde. 'Of hadi hadi. Giyin çabuk uyuşuk.' demiş ve hızlıca kapatmıştı kapıyı. Hissettiği duygunun ağırlığını bırakmak istercesine, kahredercesine.

Üzerimi dolan gözlerimi silerek değiştirmiştim. Büyük siyah camların kapladığı duvarın önüne koyulmuş masanın etrafındaki sandalyelerden birine oturmuştum. Hava kararıyordu. Zaman akıp gidiyordu. Bir müddet yanıma uğramamıştı Nefes, uğrayamamıştı. Saniyeler son nefeslerini dakika olabilmek için feda ederken can veren saniylerle geçmişti zaman. Sessizce olduğum bölüme gelen Nefes, dedemin nostaljik kişiliğini yansıttığı köşesinin altına bırakılan minderlere yerleşmişti. Konuşmak istediğini, deli gibi soru sormak istediğini biliyordum. İncinen ruhumu inceldiği yerden koparmak istemediğini de.

Zaman geçmişti. Saatler... Arkamda batan güneşe nispeten yükselmişti dolunay, çam ağaçlarının gölgesini üzerinde hissederek. Sessizlik benliğimi olduğum yerden alıp götürmüştü. Kaybolmuştum zamanın himayesinde. Kendime gelmeme sebep olan masaya bırakılan bardağın çıkardığı tıkırtı olmuştu. Burnumdan içeri sızan ve duyu almaçlarımda can bulan kahvenin huzur verici kokusunu hissettim. Nefes kendi için de bir tane hazırlamış, kalktığı yere oturmuştu. Hareketsizdik, sessizdik, kimsesizliğin içinde birbirimizdeydik.

Geçen süre boyunca benim için uğraşmıştı Nefes. Bana iyi gelebilmek için çabalamıştı. Şu an ise yudumladığımız kahvelerimizle aynı sessizlikte zaman öldürüyorduk. Yanımda kalmayı deli gibi istediğini bildiğim gibi gideceğini de biliyordum. Bunu kahve kupasını avuçları arasından sıyırıp yere bırakmasından anlamıştım. Normalde yüksek sıcaklıkta parmak uçları acıdan uyuşsa dahi bırakmazdı o bardağı. O acının kendisine güç verdiğine inanırdı. Gitmek istemiyordu. Birbirine sürttüğü parmaklarının hafif sesinin kulaklarıma çalınması bunun en büyük kanıtıydı. Ne zaman istemediği, kendisini bolca düşündürecek bir eylem yapsa, yapmak için hazırlansa bunu yapıyordu.

Yerleştiği minderden kalktığında eğilerek yere bıraktığı kupayı avuçları arasına aldı. Bana doğru gelmeye başladığında boş kupama uzanacakken ondan önce davranarak gözlerine baktım. "Gitmen gerekiyor galiba Nefes. Bunaltma kendini. Aklın bende kalmasın. Benim tercihimdi burada kalmak." Dudakları aralanıp aslında gitmek istemediğini kanıtlar nitelikte cümleler kuracaktı ki konuşmasına müsaade etmeden oturduğum yerden kalktım. "Biliyorum. Gitmek istemediğini, yanımda olmak istediğini biliyorum. Yalnız kalsam çok daha iyi olur." Cümlemi bitirdiğimde boynuma dolanan kollarıyla bana sarılırken sızlanıyordu. Tüm bu olanlar için fazla sessiz kaldığını, fazla dayandığını biliyordum. Ağlamak istiyordu. Hissediyordum. Bir iç çekiş kulağıma ulaştığında sırtımdaki ellerinden biri çekildi. Dolan gözlerini siliyor olmalıydı. Benden ayrıldığında kocaman gülümseyerek ışıl ışıl gözlerle baktı bana. Dağılamıyordu.

"Bir şey olursa hemen ara beni. Bebeğimi özlerim. Bilirsin."
Gözlerimi kapatıp, kafamı sallayarak onayladım onu. "Tamam o zaman ben şu bardakları götüreyim mutfağa. Sonra da çıkayım." Bardaklara uzanmak için hamle yaptığında onu engelledim. İçtiğim kahvenin bardağını da götüreyim artık. Benim için oldukça uğraş verdi. "Uğraşma artık Nefes. Ben hallederim. Geç kalma. Abin yine iş başında anlaşılan." Bu durumdan oldukça rahatsız olduğunu belli eden bir yüz ifadesine bürünmüştü anında. "Ya hiç sorma. Başlamayayım şimdi yoksa susamam saatlerce." Sitem dolu cümleleri sıralarken bir yandan da yan taraftaki sandalyenin üzerine bıraktığı kabanına ve çantasına uzandı. Giymek yerine koluna bırakarak kapıya doğru ilerlemeye başladı. Ben ise peşinden ilerliyordum. Adımını atıp dışarı çıktığında ayakkabılarını ayağına geçirmişti bile.

"Her zaman bir telefon uzağındayım. Sen önemli bir şey olduğunda çığlık at ben yine duyarım senin sesini. Üzülme. Geçecek. İnan buna. Hisset. Tamam mı?" Yalan vaatler vermek istemediğimden yine gözlerimi yumarak onayladım Nefes'i. Yanağımdan büyük bir öpücük alıp çekildiğinde çantasını omzuna yerleştirdi." Her şey için çok teşekkür ederim Nefes. İyi ki hayatımdasın." Ona minnetle baktığımda yüzüne yerleştirdiği yalancı dehşetle karşılık verdi. "Teşekkür neymiş kız? Kamu spotu gibi konuşma benimle. Ay dondu kıçım Mira ya! Hadi gir içeri. Dinlen. Şömineye de bir iki odun at. Üşüme koca bebeğim. Gidiyorum ben." Arkasını dönerek parça parça biriken yağmur sularının üstünden atlayarak arabasına doğru ilerledi. Arkasından " Dikkatli ol. " diye bağırdım. O sırada ayağı kayıp çamura yapışacakken son anda dış kapıya tutunmuştu. Keskin çığlığı kulağıma ulaştığında kopacak olan kıyamete hazırlıyordum kendimi. "Ya of. Şu yola bir araba çakıl döktüremediniz. Hadi, tamam anladım. Zengin insansınız. Çakıl istemiyorsunuz. Ulan bari beton falan atın. Yemin ederim ben alacağım çimentosunu. Ya tamam ya. Ben yapacağım harcını, her şeyini. Gitti ya botlarım. Sen de gülmeden kapının önünde dikilme Mira. Geç içeri yoksa geliyor çamurlu botlarım kafana."

Yüzümü buruşturarak içeri geçmek için hazırlandım. O botları kafama atıp yalın ayak giderdi o deli. Arabasına çamur bulaşacak diye ne kadar kahroluyordu kim bilir? Bir müddet çamurlarına bakıp göz yaşı dökeceğinden de emindim. Yarım bıraktığım kapıyla arabasının motor sesini duymayı bekledim. Dolunayın ışığına destek olan farları etrafı ışıttığında sesi gibi sitamkar bir dönüşle yoluna koyuldu. Hafifçe bastığı kornanın sesi kulaklarıma çalındığında tam anlamıyla içeri geçebilirdim artık. Saat 22.00 olmak üzereydi. Şömineye odun atmak gibi bir niyetim kesinlikle yoktu. Önünde bulunduğum kapının anahtarını çevirerek kilitlenmesini sağladım. Denizin kenarında bir evde yalnızdım. Kimsesizdim. Güçlüydüm.

Bir iki adım ilerleyip masanın yanından geçmeden önce üzerinde duran iki bardağı kulplarından tutarak aldım. Nefes buradayken yalnızca tavana sabitli spot ışıkları yanıyordu fersizce. Spotları kapatıp normal ışığı açacaktım. Karanlıktan korkmuyordum. Baktığımda etrafımdakileri görememekten korkuyordum. Erken kalktığım ve yaşadığım onca travma için bedenim oldukça yorulmuştu. Dinlenmeye ihtiyacım vardı. Dinleniyor muydum? Şüpheli. Yatacağım odaya gitmeden önce bardakları mutfağa bıraktım. Ferhat amca şömineyi yaktıktan sonra temiz çarşaf ve yastık kılıfı getirmişti.

Bu gece uyuyamayacaktım. Yastığımı arayacaktım. Kendi yastığım olmadan uyuyamıyordum. Gece zor geçecekti. Mutfaktan çıktım ve bugün kar küresini bulduğum odaya doğru adımladım. İçeri girmeden önce küçük arada bulunan lambayı yakarak odaya ışık yansımasını sağladım. Yapacağım yalnızca bir şey kalmıştı. Çarşafları değiştirecektim. Odanın kapısını araladım. Az önce yaktığım lamba odayı yeteri kadar aydınlattığından buranınkini yakmaya ihtiyaç duymadım. Yatağa doğru ilerlediğim vakit karşılaştığım manzarayla yüzümde hüzünlü bir tebessüm oluştu. Nefes.

Yatağı benim için hazırlamıştı.

İçimdeki minnet duygusuyla yorganı kaldırdığımda sessizce yatağın içine girdim. Kar küresinin hemen yanında duran telefonuma uzandım. Sırtımı yatağın başlığına dayamış vaziyette telefonun ekranını açarken mailime dönüş almış olabilme ihtimaliyle bir hayli heyecanlanlıydım. E-postaya giriş yapıyordum şimdi. İçimdeki heyecan büyüyordu her geçen dakika. Karşıma çıkan boş ekranı birkaç sefer yenilediğimde yine aynı manzarayla karşılaşmak hayal kırıklığına uğratmıştı beni. Neden bir türlü ulaşmıyordu bu mesaj ilgili yere? Sinirle telefonu komdinin üzerine bıraktığımda varlığına lanet ettiğim adamın başucuma bıraktığı kar küresiyle bakıştım. Çatılan kaşlarımla küreyi izliyordum. İlk gördüğüm an incelememiştim. Okuduğum not sonrası hırsla odayı terk etmiştim. Özel tasarımdı. İsteğe bağlı olarak, ince detaylarla işlenmişti. Oldukça büyüktü. Fazla büyük... Parmaklarım kavramak için usulca uzanırken bir an da ellerimin arasında buldum kar küresini.

Nasıl ipuçları gizlemişti içine, nasıl şeytani düşüncelerle göndermişti buraya kim bilir? Pillerin gizli olduğu alt tabanından tuttuğum küreyi incelemeye başladım. Taban kısmının az tutulmasına karşın cam kısmı oldukça büyüktü. Ortadan ayrılmadığı bariz belli olan siyah ve ovel bir lamel vardı içerisinde. Ardının boşluk olduğunu tahmin etmesi pek zor değildi. Lamele kadar ulaşan zemin, satranç tahtasının modeliyle kaplıydı. Tüm asaletiyle lamelin hemen önünde bulunan şahın etrafını piyonlar çevrelemişti. Satranç oynamayı bilmekle beraber belirli bir seviyeye de gelmiştim. İncelediğim pozisyonun tek açıklaması 'şahı mat edecek olan oyuncuların yalnızca piyonlardan oluştuğuydu.' Şahın her pozisyonunun sonu piyona mat olmaya çıkıyordu. Yere saçılmış olan kar küresi efektini veren objeler beyaz olması gerekirken siyahtı. Gözlerim satranç tahtasının bittiği yerden yukarı tırmandığında siyahı zedeleyerek kan efekti veren lekelerle karşılaştım. Karşılıklı iki yandan verilmiş bu efektin manasını anlamak için yukarı tırmandığımda lamelin tam ortasına sabitlenmiş guguklu bir saate rastlamıştım. Lamelin orada bulunma nedeni daha çok oturmuştu aklımda. Kan efektlerinin mantığını anlamak için iki yana göz gezdirdiğimde gözlerimin dehşetle açılmasına, tüylerimin diken diken olmasına mani olamadım. Bu görüntü Remzi Altan'ın katil olduğunu öğrendiğim odanın kapısına saplanan bıçağın görüntüsüyle aynıydı. Saatin iki yanına saplanmış kanlı bıçaklar...
Zaman katlediliyor.

Bedenimi hakimiyeti altına alan soğuk ürpeti nabzımı arttırırken altta bulunan düğmeyi kaydırdığım an beyaz ışık kürenin içinde hakim olmuş,siyah ara lamelde kanlı el izlerinin görünmesine sebep olmuştu. Bu kadar detaya, bu kadar bağlantıya ve bu nefrete tahammül edemiyordum artık. Işığını kapattığım küreyi hışımla yan tarafta bulunan komidinin üzerine bıraktım. O dehşet küresiydi. Kar küresi olmayı hak etmiyordu. Onun elinden çıkan hiçbir şey benim sevdiğim değerlere yakışmıyordu. Tüylerimi şahlandıran soğuk ürperti bedenimi terk etmemişken bedenimden adrenalin ile yayılan sıcak dalgaların merhametine sığınarak yorganın altına kapattım kendimi. Varlığımda karşılık bulmuş varlığını yok saymaya çalışarak uyumayı denedim. Uykudan huzuru diledim.

                               《☆》

Burnumdan içeri süzülen yoğun pas kokusu genzime hapsoluyordu. Sanki dilimin üzerinde paslı bıçağı gezdiriyor, demirin oksitlenmiş tadını hissediyordum. Kasvetli ışıkla aydınlanan izbe yerde olanlardan habersizce bulunuyordum. Yolumu bulmaya ihtiyacım vardı. Bu istekle ileri doğru adımlamaya başladım. Puslu ortam netliği yok ederken az ilerde karşılaştığım canlı, beyaz ışıklı bölmeye doğru ilerledim bu kez. Siyahı sonlandıran beyaza koştum. Kapı mayetinde kullanılan fakat bir çerçevesi dahi olmayan dikdörtgen bölmenin önünde durdum. Ayaklarımdan kaldırdığım başımla içeriyi incelediğimde karşılatığım manzara hayrete düşmeme sebep oldu.

Karşımda kocaman simsiyah bir duvar ve tam ortasına sabitlenmiş guguklu bir saat vardı. Merakla saati incelerken ince işçilikle oyulmuş ahşabını seyrettim. Yerde gözüme ilişen büyük cisimler dikkatimi çektiğinde oraya odaklandım. Zemini, siyah duvara kadar ulaşan satranç tahtasının deseni oluşturuyordu. Üzerinde belirli konumlara bırakılmış taşlar, bir şeyler anlatmak ister gibiydi. Zeminde hiçbir destek almadan ilerleyen piyonları fark ettiğimde bunun nasıl olduğuna dair zihnimde fikirler yürütüyordum. Uzaktan kumanda ediliyor veyahut kuvvetli mıknatıslarla ilerletiliyorlardı. Şaşkın izleyişim devam ederken karşımdaki duvara hışımla saplanan bıçağın dehşetiyle irkildim. Ne olduğunu anlamaya çalışır bir vaziyette etrafımda dönerken bir tane daha saplandı. Saati iki yandan kuşatan bıçakların üzerinde duran kan, vaheşeti simgeliyordu. Öyle ki varlığından sıyrılan kanı duvarla paylaşıyordu. Kan damlaları siyah duvarı usulca zedeleyerek ilerlerken içimde sinsice ilerleyen korkunun ürpertisiyle etrafıma bakınmaya devam ediyordum. Gözlerim irileşiyordu. Arkamda gezinen gözlerimi önümde sabitlediğim vakit dehşetim katlandı. Şah ve piyonun yerine geçen benlikler şaşkınlığımı arttırmaya devam ediyordu. Varlığımdan bihaber oldukları belliyken burada ne işim olduğunu kavrayamıyordum.

Şahın asaletini üzerine kuşanmış olan Turan Soykan karşısında dikilen katil Remzi Altan'a tanıdık gözlerdeki ifadesiyle bakıyordu. Duvara saplanmış olan bıçaklardaki kanın miktarı artıyor, duvardan süzülerek yer ile buluşuyordu. Gözlerim oradayken kulaklarımı dolduran silah sesiyle tiz çığlığı bilinmezliğin ortasına bıraktım. Gözlerimin buluştuğu manzarayla tutulmuştu nutkum. Nazbım yükselirken kalbimin çarpıntısı şiddetleniyordu. Turan Soykan'ın kafasından akan kan zemini kırmızıya boyuyordu. Bu görüntüyle bir çığlığı daha serbest kıldığımda benimle birlikte yükselen kurdun ulu sesi feryadıma karıştı. Dudaklarım kapandığı an büyük guguklu saatin kapakları ayrıldı iki yana. İçinden çıkan devasa yaratık nefesini üzerime üflediğinde etraf alevlerin kırmızılığını kuşandı. Gözlerimin önünde uçuşmaya başlayan siyah karlar algılarımla oynarken etrafın kırmızılığı ruhumu kasvete davet ediyordu. Yükselen sancılı bir ses etrafı dolduruyor, siyah duvar üzerime doğru yıkılıyordu. Ellerim kendimi korumak için öne doğru uzanırken gözlerim karanlığa hapsoldu.

Bedenimi hakimiyeti altına alan uyuşukluk hayat çemberimi daraltıyordu. Boynumda hissettiğim hasır ipin dokusu hissiyatlarıma yayılıyordu. Gözlerim karanlığın esareti altında. Göz kapaklarım görüntünün üzerine serilmiş. Etrafımda yükselen siren sesi dirayetime kanlı kancaları sapladı. Yüreğimde hükmeden gaybın dehşetiyle aniden açtım gözlerimi. Olanlara anlam veremiyorumdum. İrileşen gözlerim mantıklı bir sonuç için etrafta gezinirken karşımda bulduğum yansımamla vahşet içerisinde yutkundum. Mantıklı bir açıklaması olmayan manzara karşısında bedenim titremeye başlamıştı.

Karşımdaki aynada bulunan suretim dehşet vericiydi. Büyük camdan bir fanusun içerisinde hapistim. Kırmızı ışıkla doldurulmuştu içi. Ayaklarımın altında bir tabure bulunuyordu. Su damlası şeklinde olan cam fanusun içerisinde damlanın sirvi kısmına sabitlenmiş halatın boynuma geçirilmiş varlığıyla hapistim. Bakışlarımla karşımdaki aynadan gözlerime sıçrayan görüntüler ruhumu sıkıştırıyordu. Aceleyle boynumdaki ipi savuşturmak için atıldım. Yansımamla göz gözeyken halatı boynumdan sıyıracaktım ki gözlerimin önünde olan aynayı parçalara ayıran kör bir kurşun saplandı. Etrafa serilen patlamayla irkildiğimde manasız bir savaşın içerisinde can bulmuştum. Aynanın son parçası da zeminle bulunduğu vakit ayaklarımın bulunduğu taburenin altındaki zemin çekildi. Oluşan boşluğa tabure kendini bıraktığında acı dolu bir feryat dilimden dökülmüş, halatın kalın varlığı boynuma saplanmıştı. Açılan boşluktan yükselen alevler bedenimi sarmalıyordu şimdi. Su damlasını alev topuna çeviren kısır döngüde can verirken bedenimde hakim olan ölüm soğuğunun dehşetiyle ruhumu bedenimden ayrı kılmak adına yumdum gözlerimi.

Nefes nefese doğrulduğum yatakta oturur pozisyona geçtim. Alnımda biriken terlere bulanan saçlarım yüzüme yapışmıştı. Derin soluklarım ciğerime saplanıyordu. Bu gecenin zor geçeceğini biliyordum. Fakat bu kadar etkileneceğim korkunç bir kabusla boğuşacağımı tahmin etmemiştim. Sağ elim dehşetle çırpınan kalbimin üzerinde almıştı yerini. Göz kapaklarım dahi titreşiyordu. Dışarı verdiğim nefeslerimin buharı sarsılıyordu. Kuruyan boğazımı sertçe yutkunarak rahatlatmayı denemiştim.
Tenimde gezinen korkunç ürperti diken üzerinde olmama sebebiyet veriyordu. Kalp atışlarımın düzene girmesini bekliyordum. Yanımda olmasını istediğim bir bardak suyun muhtaçlığını duyuyordum.

Uyuyamazdım bu saatten sonra. Gerilen bedenim uykuya müsaade etmeyecekti. Yatmadan önce incelediğim dehşet küresi hasar verici bir kabusta başrol olarak çıkmıştı karşıma. Ayaklarımı aşağı sarkıtarak yatağın kenarında oturur poziyona geçtim. Gözlerim titreyen dizlerime kaymıştı. Korkunun üzerime sinen ağırlığı arttırıyordu şiddetini. Gözümü rahatsız eden ışığın kaynağını bulmak için başımı yana çevirmiş, yanan kar küresinin beyaz ışığıyla karşılaşmıştım. Yanan kar küresinin beyaz ışığı, iyi de bu nasıl oluyor? Işığını söndürdüğüm küreyi hışımla komidinin üzerine bırakmıştım.

Endişenin esir aldığı bedenimle yataktan kalktığımda zihnimde ihtimaller üretiyordum. Sertçe komidine bıraktığım vakit sürünerek açılma ihtimalini düşünüyordum fakat uyumadan önce gözlerimi rahatsız eden bir ışıkla, bir durumla karşılaşmamıştım. Etrafımda rakseden paranormal olayların sayısı artıyordu. En kötü ve korkunç olanı ise bu duruma alışıyordum. Yaşattığı travmalara karşı bağışıklık üretiyordum. Ellerim saçlarımı kavradı isyanla. Hafif çekiştirdiğim dipleriyle kendime gelmeyi denedim. Beynimde dolanan tek kelimelik sorunun cevabı yoktu, olmuyordu. NEDEN?

Nasıl oluyor da yanıyor kürenin ışığı?

Dayanamıyordum. Bu durum algılarıma öyle büyük geliyordu ki tahammül edemiyordum artık. Saçlarımdan kayan parmaklarım sinirle küreye uzandı. Nasıl? Nasıl? Nasıl olabilir? Elimdeki küreyi hırsla sağa sola savuşturtuğum vakit içerisinde meydana gelen değişim hayrete düşmeme sebebiyet verdi. Ortadan ayrılmadığını belli olan ara lamel öne doğru düştüğü an da ışığın da rengi değişmiş, kürenin içindeki görüntü farklı bir hal almıştı. Artık siyah yanan ışık gözlerimin kocaman olmasına sebep olmuştu. Karanlık kürenin içinde belli olan tek şey kırmızı bir su damlasıydı. Beynimde tekrar eden olaylarla yaşadığım rüyada buldum kendimi. Gerçekliğini sorgularcasına kafamı iki yana sallıyorum. Kırmızı su damlasına daha dikkatli baktığımda darağacında sallanan bir bendenle karşılaştım. Belli belirsiz. Hayal meyal. Netlikten uzak. Dehşet verici. Hayrete meyilli.

Allah seni kahretsin SOYKAN!

Şahlanmış olan tüylerim hissiyatlarımı zedeliyordu. Bu kadar detayın içinde boğuluyordum artık. YETER! Duygularımı parçalamak için bile bu denli uğraşmamalı. Canımı bu kadar yakmamalı. Yetmiyor mu? Yeterli değil mi tüm bunlar? Nefes alamıyorum, ölümün eşiğindeki ruhumun sesi duyulmuyor mu? Bitmedi mi? İstediğini almadı mı? Yaşatabileceği en büyük travmayı yaratmadı mı? Eziliyorum, dağılıyorum, kahroluyorum. Görsün artık. GÖRSÜN.

Elimdeki küreyi öfkeyle yatağın üzerine fırlatarak çıktım odadan. Etkisi altına girmiş olduğum ürperti özgür bırakmamıştı bedenimi. Tüylerimin diplerini doldurmuş olan bilinmezlik, korku olarak yayılıyordu benliğimde. Balkonken camlarla odaya çevrilmiş olan geniş bölüme geçtim. Saatler önce kalktığım sandalyeye tekrar yerleştim. Dolunay etrafı aydınlatmaya devam ediyordu fakat konumu değişmişti. Çam ağaçlarının yaprakları usulca sallanıyordu. Siyah camlar görüntümü bir nebze daha karartıyordu. Doğanın birbiriyle oluşturduğu ahenk kusursuzdu. Huzurluydu.

Gözlerimde rakseden huzurun aksine içimde büyüyen koca kasvet huzursuzluğu fısıldıyordu ruhuma. Parmaklardan dirseklere süzülen kana bulanan ellerin baskısı artıyordu boğazımda. Tenimi okşayan ürperti boğazıma yumru olarak oturdu o an. Gözlerim gördüklerini anlamlı hale getirdiğinde beynim dehşetle sarsıldı. Haddinden fazla irileşen gözlerim şaşkınlığın esiri olarak yaşlandırdı harelerimi. Dolunayın ağaçların dalları arasından sızan ışığı bir yüzde can buluyordu. Bahçede bulunan sayısız ağacın birinde, çam ağacının tırtıklı gövdesinde...

Yanılmıyordum öyle değil mi?

Şaşkınlıktan kocaman olan gözlerimi kırpıştırdım. Karşımdakinin gerçekliğini sorguladım. Oradaydı. Oradaydı işte. Panikle saçlarımı bulan ellerim, diplerine işkence ediyorken orada olmasının gerçekliğiyle etrafıma bakındım. Tekrar oraya değen gözlerim, yine aynı manzara ile karşılaştı. Ne yapacağımı sorgulamaya vaktim yoktu, korkmaya hiç. Aniden koşar adım yürümeye başladım. Kilidini çevirerek açtığım kapıyı savurduğumda peşimden gelen çarpma sesiyle ilerledim. Ayağıma ayakkabı giymeye gerek duymadan...
Hiçbir hareket yok. Hiçbir tepki yok. Hiçbir mimik yok. Arkasındaki ağaç gövdesinden farksızca bulunuyordu karşımda. Adımlarım önünde son buldu. Sinirden gerilen yüz hatlarımın beraberinde tenim seğiriyordu. Çenemin titremesine mani olmayı deniyordum. Tüylerim şahlanıyor, bedenim ürperiyor, ten rengim değişiyordu. Tek bir varlık yüzünden.

SOYKAN yüzünden...

Gözlerinin iletişim halinde olduğu tek yer gözlerimdi. Karanlığın sesi olan hışırtılar yüreğimdeydi. İfadesiz yüzü zihnimdeydi, hep öyleydi. Konuşmuyor. Yine. Dili lâl, kulakları sağır, gözleri bir kör kadar şuursuz.
Gerçekten karşımda mı? Görüyorum. Öyleyse burada değil mi? Karşımda, yanımda, yakınımda. İki adım uzağımda. Hissiyatlarımda. Ruhumun çukurlarında.

"Burada mısın?"

Cevap yok.

"Karşımda mısın?"

Cevap yok.

"İki adım uzağımda mısın?"

Cevap yok.

Alamadığım cevaplar öfkenin esiri altına aldı benliğimi. Çıldırmış gibiydim. Varlığının karşımda olup olmadığını ayırt edememek önüne geçemediğim bir öfkenin kölesi ediyordu beni. Hırsla iki elimi kaldırdım ve gerçekliğini sorguladım dokunarak. Parmaklarım kollarına temas ediyordu, varlığını hissediyordum. Buradaydı işte. Fakat yüzünde tek bir ifade yoktu. Teması algılamanın verdiği bir tepki yoktu. Belki de o yoktu. Yok muydu? Olmak zorunda. "Burada olmak zorundasın."

"Seni görüyorum. Burada olman gerekiyor. Burada olmak zorundasın."

Cümlelerimin hırsını kuşanan ellerim hırsla kollarına sert darbeler indiriyordu. Beni durdurmuyordu. Beni engellemiyordu. Bir milim hareket etmiyor, temaslarımla ilgilenmiyordu. Yalnızca gözlerimin içine bakıyor. Lacivert halkaların çevrelediği kahverenginin en koyu tonundaki gözleriyle, kapkara hareleriyle. Tepki vermesi gerekiyor. Beni engellemesi, tehdit etmesi, yaşattıklarından keyif alması...

"Tepki ver. Tepki vermek zorundasın. Tepki ver artık."

"Neden buraya geldin? Neden buradasın?"

Cevap yok.

Konuşmasını istiyorum. Çatallı diliyle beni zehirlemesi gerekiyor. Konuşmalı. Neden böyle yapıyor, neden? Darbelerim sertliğini arttırdığında göz yaşlarımı tutamıyordum artık. Ben akıl sağlığımı yitiriyordum. Yitirmemem gerekiyor. Normal haldeyken onunla baş edemiyorum. Kontrolü tamamen yitirdiğimde nasıl baş edebilirim? "Konuşsana. Konuş. Konuş."
Ellerim göğüsünde hareketsiz kaldığında ellerime yasladığım başım eşliğinde fısıldadım. "Burada mısın değil misin bilmiyorum ama."

"Karaltısını varlığıma düşürmeyen ruhunun gölgesi dahi canımı yakıyor."

Pes eden göz yaşlarımın yanına eklenen direncim dizlerimin bağını çözdüğünde kendimi yerde buldum. Onun ağzından çıkacak olan tek bir kelime ile parçalanacağımı bildiğim halde ondan kelime dilenmiştim. Konuşmuyordu. Yine de beni zehirliyordu. Varlığıyla, yokluğuyla...
Ağzımın içinde mırıldandığım o cümle bir kez daha canımı acıttı.
"Varlığından şüphe ettiğim düşlerin en acımasızısın." Hıçkırıklarım gözyaşlarıma eşlik ederken ellerimle yerden destek alarak sarsılan bedenim eşliğinde ağlıyordum. Yaşlı gözlerim görüş alanımı bulanıklaştırdığı vakit az ilerimde bulmayı umduğum ayakkabılara bakındım. Önümde bulunan ve gözlerime çalınan görüntü umduğumdan çok daha farklıydı. Yalnızca bir kara parçasıydı. Kafamı kaldırdığımda yükselen bakışlarımla onu görmeyi diledim fakat yoktu. Orada yoktu. Belki de hiç olmamıştı. Varlığını hissettiğim avuçlarımı yağmur sebebiyle yumuşayan toprağa hızla geçirdim. Burada değildi işte. Üzerinde durduğum dizlerim acıyla isyan etmeye başladı.

Hissizleşen bedenimi hareket ettirerek sırtımı az önce önünde olduğunu varsaydığım ağacın gövdesine yasladım. Dolunayın emanetçisi olan ayaz tenimde raksediyordu. Gözümle görmediğim birçok hayvanın uğultusu talan ediyordu kulaklarımı. Gecenin bir yarısı ne hissedeceğimi şaşırmış bir vaziyette dolunaydan medet umuyordum. Yolum olmasını diliyordum. Yoluma ışık olsun istiyordum. Sonunun nereye çıktığını bilmediğim bu yolda gözlerim kör, etrafımı çevrelemiş olan kirli kalp sahiplerinin saldırgan seslerine kulaklarım sağır, yardıma muhtaç birinin dahi bana ihtiyaç duymayacağı kadar savunmasız, yararsızdım. Kendimi kapattığım bu dünyada cehennem benim için yanıyor, odunlarımı ise ben taşıyordum. Taşıttırılıyordum.
Zamanın seri ilerleyişinden, akrep ve yelkovanın gayretinden uzakta yanıyor, kül oluyordum.

Yine zaman kavramını sıyırıp atmıştım ömrümden. Düşüncelerim, hislerim birbirine karışmış, su misali akıp yok olmuştu zaman. Saniyeler, dakikalar, benim kırık kanatlarımla yer edinemediğim gökyüzünde uçan kuşlar... Bilinmezliğe odaklanmıştım. İhtimalsizliğe. Ağlayışlarım varlığını iç çekişlere bırakıp gitmişti. Şişen gözlerim gerçekliğini sorguladığım olayların himayesinde sızlıyordu. Burnumun ucu kızarmıştı. Dermansız kollarıma zimmetli avuçlarımdan biri toprağı hissediyor, bir diğeri ise metanetsizce karnımın üzerinde duruyordu. Konumu geçen zamanla değişen dolunayın, yaşlı dedeyi andıran hüzünlü yüzüyle harmanlanıyordu gözlerim. Nefes'in getirdiği siyah taytla sarmaladığım bacaklarım çamur içerisinde. Soluklarım kesik kesik.
Kulaklarım uğultu içinde. Zihnimde kopan feryadın şiddetiyle boğuşuyorum.

Kendi keskin çığlıklarımın ürpertisine alışık olan ruhum benim aksine bir başkasının haykırışını sindirdiğinde endişe bedenime yayılmaya başlamıştı. Benim kendimden başkasına duyulmayan haykırışlarıma karşın kulağıma çalınan enkaza gebe bir çığlık. Yardıma muhtaç biri, yakınlardan gelen korku dolu bir ses. Aniden oturduğum yerden kalktım. Zihnim dumanlı, bedenim uyuşuktu. Birkaç adımda ulaştığım kapının yan tarafında bulunan ayakkabılıktan bir tane terlik alarak ayaklarımın çıplaklığını gizledim. Endişenin boğazdan çıkmasına sebep olduğu ses, korku eşliğinde yaklaşıyordu. Birinin bana ihtiyacı vardı. Birinin canı yanıyordu. Koşarak dış kapıya ulaştım. Üzerimdeki siyah sweatin sallanan ipleri savruluyordu saçlarımla birlikte. Önünde durduğum kapıyı açtım. Bahçeyi çevreleyen çitlerin hemen üzerinde bulunan sokak lambası etrafı aydınlatıyordu. Bahçeden çıkarak arabamın arka kısmına geçtim.

Benim çığlıklarım duyulmamıştı ama bir kadının çığlığı bana ulaşmıştı.

Yanan bir canın dehşeti yüreğime kazınmıştı.

Birinin yardıma ihtiyacı vardı ve ben o yardım olacaktım.

Karanlığı inleten çığlık yankılanarak tekrar tekrar çalınıyordu kulaklarıma. Bulunduğum konumdan yolu rahatça görebiliyordum. Tekrarlanan ses üzerine tekrar koşmaya başladım. Geçtiğim yollar karşılıklı koyulmuş lambalarla aydınlanıyordu. Hızlandıkça gerimde kalan kumlu yol, izimi toz olarak bırakıyordu. Hızım gittikçe artarken az ilerde gördüğüm suretle adımlarımı durdurdum. Gördüğüm yansımasının netliğe kavuşmasını bekliyordum. Bana doğru koşan bir genç kız vardı önümde. Çığlık atıyor, arkasına baka baka hızla koşuyordu. Beni fark etmesi için bir sokak lambasının altında durdum. Telaşı gözlerini öyle kör etmişti ki hâlâ beni fark edememişti. Zaman kaybetmemek adına tekrar koşmaya başladım ona doğru. Çok korkmuştu, çok telaşlanmıştı. Öyle belli oluyordu ki onu o korkunun içinden çekip almak istiyordum.

Nihayet beni görebilmişti. O an duraksayan adımları tereddütte kaldığını o kadar belli ediyordu ki ne yapacağımı bilememiştim. Hemen karşısında ben de sonlandırdım ilerleyişimi. Karanlığın üzerini örttüğü günahlarla kahrolmuş genç bir kadın. Korkmasın.

"Korkma benden. Sana zarar vermem. Senin için buradayım."

Korkudan titreyen çenesini, ışığın altında ay gibi parlayan beyaz teni sayesinde fark edebilmiştim. Koyu saçları birbirine karışmış, gecenin rengine uyum saplayan koyu gözleri dehşetle harmalanmıştı. Kararsız hali bariz bir şekilde belli oluyorken tedirgin tarafı tekrar arkasını dönmesine sebep oldu. Her an ensende bir yabancının nefesini hissetmek...
Gözlerine güveni aşalamayı temenni ediyordum. Gözlerimden güveni almasını, içine düştüğü korkudan kurtulmasını istiyordum. Gözlerimiz birleşti. Hissettiğim duyguları kaldırmama müsaade etmeyen kolları etrafıma dolanmıştı. Hızlı atan kalbini göğsümün üzerinde hissedebiliyordum. Korkuyordu. Titreyen bedeninin etrafına doladım ben de kollarımı. Dilinden kaçan hıçkırık ikimizin adına döküldü geceye. Sakinleşmesi için saçlarını okşamak istiyordum ama nasıl yapacağımı da bilmiyordum. Bir insanı sarmalamayı bilmiyordum.

Aradan geçen birkaç saniyenin ardından benden ayrıldığında usulca fısıldadı. "Buradan gidebilir miyiz?"
Naif sesi kulağıma çalındığında onu sorgulamadan önüme kattım ve ilerlemeye başladık. Hızlı adımları arkasına baktığı için birbirine dolanıyordu. "Her an geri gelebilir. Burada görmesin beni. Hızlı olalım lütfen." Kimin geleceğini, kimden kaçtığını sorgulamadım. Sorgulanmanın ıstırabını tatmıştım. Arkasından ilerlediğim için uzattığım elimle omzuna güven verici bir şekilde dokunmuştum ki irkilmesi ve kısık bir nida çıkarması aynı an da oldu." Korkma. Ben yanındayım. Eve gideceğiz ve bizi fark etmeyecek. Tamam mı?" Sözlerim üzerine kafasını usulca sallamıştı fakat kendini arkaya bakmaktan hâlâ daha geri alamamıştı.

Kolundan yavaşça kavrayıp adımlarımı hızlandırdım. Bir an önce eve gitmemiz gerekiyordu. Arabam az ilerde görüş alanıma girdiğinde içini rahatlatmak adına konuştum. "Az bir yolumuz kaldı. Şu ileride gördüğün araç benim. O yazlığa gidiyoruz." Yine sessizce kafasını sallamıştı. Sessiz ilerleyişimiz nihayet dış kapının önünde son bulduğunda kapıyı açtım ve geçmesini bekledim. Çekindiği çok belli oluyordu. Aynı şekilde tereddüt ettiği de. Rahatlatmak istiyordum. Ona karşı kendimi sorumlu hissediyordum. "Geç lütfen. Güvendesin." Adım atmadan öylece durmaya devam ettiğinde gözlerimin içine derince baktı. "Buraya gelmiş olabilir mi? Ya buradaysa. Ben gideyim en iyisi. Gelmiş olabilir." Cümlelerini sıralarken bir yandan da geri doğru gitmeye çalışıyordu. Onu sakinleştirmek için iki elimi omuzlarına koydum.

"Bak canım, burada olması imkansız. Burada tek olduğum için ailem yan komşumuza her an beni kontrol ettiriyor. İnan bu saatte bile." Böyle bir şey kesinlikle yoktu. "Ayrıca telefonum cebimde ve buraya biri gelmiş olsaydı beni mutlaka ararlardı. İyi miyim diye sorarlardı." Telefonum en son komidinin üzerindeydi. Nasıl da yalan konuşuyordum ama onu tehlikeye atamazdım. "Telefonum çaldı mı? Duydun mu sesini?" İstesen de duyamazdın ki kuzum. Kafasını bir kez daha tedirginlikle sallamıştı. "O zaman sorun yok. Hadi geçelim. Bu saatte, bu havada üşümüşsündür."

Tamam diye nırıldanmasının ardından içeri geçtiğinde kısa bir süre sonra evin içine girebilmiştik. En son açık olan kapı sanırım rüzgar sayesinde kapanmıştı. Üzerimize sinen ayaz, soğuğun kokusunu etrafa yaymıştı. Elimle ilerdeki L koltuğu işaret ettim oturması için. Şöminenin başına geldiğimde kenarında duran çıralar ve jel sayesinde kolayca tekrar yakmıştım. "Normalde buranın ışığı yanıyor ama için rahat etsin diye kapatacağım. Bize şöminenin yaydığı ışık yeter. Camlar bir tık yukarda olduğu için şöminenin ateşi dışarıdan görünmüyor. Bu saatte gören kişi de ışık yansıması sanabilir. Sabaha az kaldı zaten. Ben uyumayacağım. Sen ister burada ister içerde uyuyabilirsin. Tamam mı?"
Minnet dolu gözleri beni bulduğunda bakışları altında ezilmiştim. Mahçup oluyordu. Çamur içerisindeki halimi gördüğü için tedirgin de olmuş olabilirdi.

"Çok teşekkür ederim. Size de rahatsızlık veriyorum. Uyuyabileceğimi pek zannetmiyorum. Burada birlikte olsak çok iyi olur."
Yalnız kalmak istemiyordu. Benim için hiç sorun yoktu. Ben de uyuyamayacaktım zaten. Dünya ne garip. Saatler önce yaşadığım psikolojik dehşetin yanında bir kadın daha korkunun esiri edilmişti. Herkes bir kurtarana, yardım eli olacak insana rastlayamıyordu. Kim bilir şu an ülkede kaç kadın madur ediliyordu. Veya kaç kişi yardım eli olmaya korkuyordu. Korkutuluyordu.

"Benim için hiçbir problem yok. Sen gelene kadar bahçede çamurun içinde oturuyordum. Dolunaya zaafım var da. Üzerim epeyce pislendi. Halledip geliyorum." Yanına gelirken koştuğum için üzerimin pislendiğini düşünmesini ve kendini kötü hissetmesini istemiyordum. Aynı şekilde çamur içindeki halimin onu daha çok tedirgin etmesini istemiyordum. Hafif tebessümle şekillenen yüzü kapıya döndüğünde tekrar durgunlaşmıştı. Hâlâ daha rahatlamadığını anlayabiliyordum. Usulca kapıya yaklaştım ve kilidi çevirdim. Kapıyı kilitlediğime göre içeri geçebilirdim. Üzerimi değiştirmeden önce mutfakta ısınması için suyu ayarladım. O ısınana kadar üzerimi değiştirebilirdim. Çamurlanan kıyafetleri üzerimden sıyırdıktan sonra Nefes'in dolaba yerleştirdiği kıyafetlere uzandım.

Görüş alanıma giren siyah eşofman takımını aldım ve banyoya doğru adımlamak için hazırlandım. Çamur içindeki ayaklarımı yıkamam gerekiyordu. Dolabın önünden ayrılmadan önce yara içindeki ayaklarımı kapatmak için bir adet çorap almayı da ihmal etmedim. Banyoya ulaştığımda aynadaki yansımama değmemeye özen göstererek ayaklarımı çamurundan arındırdım. Odadan çıkarken yanıma aldığım kirli kıyafetleri kirliliğe atmadan önce sweatle ayaklarımı kurulamıştım. Paçaları lastikli eşofmanı bacaklarından geçirdikten sonra bir tık kısa olan sweati giydim. Ellerimi sabunla yıkadım ve avucuma doldurduğum soğuk suyu suratıma çarptım. Yandaki peçeteden bir miktar alarak yüzümü kuruladıktan sonra bileğimdeki lastikle saçlarımı gevşek bir topuz yaptım.

Banyodan çıktıktan sonra daha fazla oyalanmak istemiyordum. Hızlıca mutfağa geçtim. Kaynayan suyu fark ettiğimde altını kapattım ve paketlerinden kupalara boşalttığım kahvelerin üzerine suyu ekledim. Nefes gelirken bir miktar getirmiş, ev uzun süredir kullanılmadığı için kupalardan bazılarını yıkayarak kenara bırakmıştı. Hazırladığım kahveleri bulduğum tepsiye yerleştirdim ve genç kızın yanına doğru adımladım. Açtığım kapıyla dışarı çıktığımda az önce bıraktığım halinden hiçbir değişiklik olmayan kıza yaklaştım. Eğilerek kahveyi uzattığımda çekingen hali ile kupayı aldı. "Çok teşekkür ederim." diyerek mırıldandı. Bu haline hafifçe gülümsedim. Kendi kahvemi masanın önüne bıraktıktan sonra şömineye doğru ilerledim ve yanan odunların üzerine yenilerini ekledim. Artık oturabilirdim.

Kapının hemen önünde olan ve yönü genç kıza bakan sandalyeye oturdum.
Konuşmayacaktım. Onu sorularımla boğmayacaktım. O da sessizliğini sürdürüyordu. Kupaya sardığı parmaklarıyla kahveyi dudaklarıyla buluşturdu. İzleyerek onu germek istemiyordum. Parmaklarımın temas halinde olduğu kupa ile bakışıyordum. Sessizlik aramızda boylu boyunca uzanıyordu.

"Erkek Arkadaşım."

Hiç beklemediğim an da gelen cümlesiyle bakıştığım kahvemden gözlerimi ayırdım. Devam etmesini istercesine ona baktığımda derin bir nefes alarak konuşmaya başladı tekrar. "Biz hemen hemen sekiz aydır beraberiz. Ben buralı değilim. Okumak için geldim. Altı ay önce okuldan gelirken birden karşıma çıktı. Hava karanlık, fakülte ıssız bir yerde. Endişelendim haliyle ve konuşmak istemedim." Konuşurken tuttuğu kupanın kulpunu tırnaklıyor, ara sırada iç çekiyordu. Ben ise dikkatle onu dinliyordum. "Okul bahçesine doğru yürümeye başladım. Kapıda güvenlik vardı sonuçta ve bana yardım edebilirdi. Tek sorun kampüsün arka tarafta kalan duvarının olduğu yerden caddeye bağlanıyor olmasıydı. O tenha yeri döndüğüm an birileri beni fark edebilecekti. Ama olmadı. Arkadamdan gelip sanki arkadaşıymışım gibi koluma girerek duvarın arka kısmına çekiştirdi. Korkuyordum. Bağırıyordum ama berbat kampüs düzenlemesi sesimi duyurmuyordu. "

Anlatırken olayları tekrar yaşamak canını yakıyor olacak ki derince yutkunuyordu belirli aralıklarla.
"Adımları son bulduğunda gitmek için hamle yapmıştım ama bu bana pahalıya patlamıştı. Duvarla onun arasında hapis kalmıştım. Bağırıyordum. Bağırışlarımdan o da rahatsız oluyordu. Bir şeyler anlatmak istiyordu. Ama dinleyecek durumda değildim. Korkuyordum, başıma gelebilecek olanları biliyordum. Aniden bağırdığında bir erkeğin öfkesine bu kadar yakından şahit olduğum için susmuştum. Şaşırmıştım. Para isteyecek dilencilere, tinercilere de benzemiyordu üstelik. Oldukça iyi giyinimli ve yakışıklıydı. İşte o bağırınca ben susmuştum. Beyaz tenli, hani küçükken saçları sarı olur çocuklarında büyüğünce koyulaşır ya işte o sarıldığın parlaklığını taşıyan kahverenginin güzel bir tonunda saçları vardı. Bal rengi gözlerinin siyah kısmı daha büyüktü. Etkileyici ve korkunçtu. Karanlıkta bile parlayarak dikkatimi çeken gözleri gözlerime sabitlendiği için de susmuş sayılabilirdim. Bakışlarının yoğunluğuna dayanamamıştım o an. İndirmiştim bakışlarımı ama o ısrarla bakmak istiyordu. Çenemden kaldırarak başımı sabitlemeye çalışıyordu, ben indirdikçe sert davranarak kaldırıyordu. "

Anlattıkları benzer gelince bir müddet yutkunamamıştım. Ya aynı şeyleri yaşadıysak? Kendime veremediğim teselliyi ona nasıl verebilirdim? Fakat o 'erkek arkadaşım' demişti. Elimdeki kupayı masaya bıraktım ve artan merakımla duraksayan genç kıza samimi bakışlarımı gönderdim. "Korkma demişti ilk olarak. Ses tonu bir arkadaş grubunda ne hoş sesi var bu çocuğun diye bir hafta konu olabilecek cinstendi. Dikkatim dağılıyordu. Zihnimi başka şeylere bağlayıp travmalarımı azaltmaya çalışıyordum çünkü ilk defa böyle bir olayla karşılaşıyordum. Dalga geçer gibi korkma demesine sinirlenmiştim üstelik. Ağzımı açıp bağırıp çağıracakken beni susuturmuştu bir kez daha. Uzun parmağı dudağımın üzerine konumlanmıştı. Sonrasında konuşmaya başlamıştı. Açık konuşacağım dedi gayet rahat bir tavırla. Ben her zaman bir gölge gibi arkandayım. Gölgen benken kimseden korkmana gerek yok. Birkaç kez seni arkana bakarak yürürken gördüm. Dünyadaki ışıklar yok olana denk gölgen seni asla bırakmaz. Korkma demişti. Anlamamıştım tabiki. Cümleleri açıktı ama mantıklı değildi. Cümlede geçen özneler, kişiler, yaşanan olaylar benimle bağdaşmıyordu. Ne demek istiyorsun sen diye sormuştum o zaman. Ne demek tüm bunlar diye yinelemiştim."

Altından çıkacak hikayeyi merakla bekliyordum. Saplantılı bir psikopattı ve kıza eziyet mi ediyordu yoksa?
"Cevapsız bırakmamıştı sorularımı. En ufak detaya kadar anlatmış, en küçük soru işaretimi dahi ortadan kaldırmıştı. Duvarla arasında olan bedenime daha çok yaklaşmıştı. Çenemdeki parmakları çekilmiş, havaya kaldırdığı ellerinin parmakları bana dokunmaya çekinmişti. İki yıl oldu dedi. İki yıldır hep yanındaydım diye de devam etti. İki yıl. Koskoca iki yıl yanımda olan birinin varlığını hissedememişim.
Sözlerine devam ediyordu. İki yıldır tek bir zarar bile vermedim sana. En büyük zararım kendime oldu hep. Peşini bırakmayan gölgen bendim. Korktuğun zamanlarda arkanı dönüp kontrol ettiğin yabancı bendim. Sanma ki karşına çıktım diye sana zarar vereceğim. Benimsin triplerine girip seni dağa kaldıracağım. Sana asla zarar vermem. Benim tek derdim korkan ruhunu dinginleştirmek. Aynen bu cümleleri kurmuştu. Hissettiği duyguların gerçekliğine inanamıştım önce. Oyun veya bir şaka zannetmiştim. Biri benimle makara geçiyor varsaymıştım. Ama gözleri öyle bir bakıyordu ki ruhuma dokunuyordu kirpikleri."

Birkaç saniye sessiz kalıp kahvesini yudumladı. Zihnindeki karmaşayla oyalandı. "Beni gördüğü an benden çok etkilenmiş, uzun süre bana ulaşmayı denemiş. Okulu kazandığımı öğrendiği zaman benim için şehir değiştirmiş. Neden tüm bunları gizlice yapmış, hâlâ öğrenemedim. O gün bana uzun uzun cümleler kurmuştu. Arkadaşlarınla eğlendikten sonra tek başına eve dönerken yanında ben vardım. Çıkıp ağladığın apartman terasının hemen komşu binasında seni izlerken içi parçalanan bir ben vardım. Tek başına oturduğun çimin üzerinden kopardığın papatyanın yapraklarını çekiştirirken mırıldandığın kelimeleri yalnızca ben duydum. Şehrinden, evinden, ailenden koptun ama yeni başladığın hayatında bak, yine ben varım. Hep olacağım demişti. Şans istemişti benden. Bunca ay uzak kalmışken bu sefer de yanımda olmak istemiş ve bir ihtimalin peşinden gitmişti. Elime tutuşturduğu kağıda yazdığı numaraya karşı ezberinde olan numaramı bana okumuştu. Tüm her şey bittiğinde yine ben önden gölgem ise arkamdan gelmiş ve bizim hikayemizin boş yapraklarına mürekkep o zaman sıçramıştı."

Gözlerini kaldırıp gözlerimin içine baktığında orada aradığı bir şeyler olduğundan emin olmuştum. "Böyle anlattığımda ne kadar etkileyici değil mi? İncitmekten korkan, sevgisini içinde yaşarken benimle paylaşan, ince ruhlu bir adam. Anlattığım herkesin bir müddet ağzı açık kalmış, sonrasında ise 'yaa çok tatlı' demişlerdi. Her gün gördüğüm, her an hissettiğim bir adama karşı koymamıştım bende. Bir erkeğin sevgisini hisseden kalbim yerinde duramamıştı. Güzel seviyordu, çok güzel seviyordu. Çok seviyordu o zamanlar. Sanırım hâlâ ama... Karşına çıktım diye sana zarar vereceğimi sanma demişti, tek derdim korkan ruhunu dinginleştirmek demişti. Dediklerinin hepsini yapmıştı. Daha fazlasını da. Her şey çok güzel ilerliyordu. Fakat onda farklı durumlar sezmeye başladım. Sanki benden bunca zaman uzak durmasının sebebi olan durumlar. Fazla bağlandı bana. Aşırı korumacı, baskıcı, otoriter. Kendimi sürekli bir şeyleri anlatmak zorunda bırakılmış ve anlatırken buluyordum. Çünkü onda paranoid kişilik bozukluğu vardı. O hastaydı. O tek başına bir ruh değildi. Kafasının içinde onlarca ses vardı. Bana inanmıyordu. Çoğu kez kafasında olaylar kurup bana saldırıyordu. Zamanı gelmediği için gerçekleşmeyen birçok şeyi başka bir nedene bağlıyordu. Tedavi olmayı çok istedi. Tedavi olmasını çok istedim. Ama tek korkusu tedavi olduğunda bana olan bağlılığının yok olmasıydı ve benim onun tedavi olmasını istememdeki sebep ondan kurtulmak istiyor olmamdı. Erkek Arkadaşım diyorum ama neyim olduğunu ben de bilmiyorum. Tedavi olmasını deli gibi istiyorum. Beni sağlıklı sevmesini ama ona iyi gelen tek şeyin ben olduğumu savunuyor. Tedavi olarak benden kopamayacağını savunuyor. "

Bu kişilik bozukluğunu biliyordum. Hatta bir arkadaşımın annesi yeterince sevilmediğini, herkesin ondan iğrendiğini kafasında kurarak kendini asmıştı. Çok zor ve dayanılmaz bir ruh haliydi.
"Benim ruhumdaki korkuları dindirmek isteyen adam ruhumdaki korku olmuştu. Ruhundaki kargaşalara son veremez olmuştu. Ben şu an olduğumuz yeri hiç bilmiyorum. Ben Samsun İlkadım'da oturuyorum. Uzun bir süre görüşmek istemediğimi söylemiştim ona. Ayrılmak istediğimi söylediğim bir gün araç kullanırken krize girmişti. Benim yüzümden ölecekti. Bu sorumlulukla yaşayamazdım."

Gözlerini sıkıca yumarak bir müddet sankinleşmeye çalıştı. Canı yanıyordu. "Alkol aldığında beyninde olan evrenin sesi daha çok çıkıyor. Çıldırıyor. Bırakması için çok yalvardım ama bırakamadı. Bu akşam gece on civarı kapımın önüne geldi. Birkaç kez sessizce adresimi kaybettirmeyi denemiştim ama gölgen daima peşinden gelir diyerek bulmuştu beni. Bu yüzden son adresimde kalmıştım ve o da yerimi biliyordu. Beni aşağı çağırdığında gitmek istemedim ama gitmesem rezillik çıkaracağını da biliyordum. Böyle olduğunda herkes ondan nefret ediyordu. Halbuki o benim sevdiğim adamdı. Sırf herkes gibi hasta olması sebebiyle ondan uzaklaştığım için kendimden nefret etmeme neden olan adamdı. Biz onunla altı ay boyunca çok güzel şeyler yaşadık. Son iki aydır bu hastalığın getirdikleriyle yoğun bir şekilde boğuşuyoruz. "

Gözünden süzülen yaşı hızlıca sildi. Artan iç çekişleri devam etmesine engel oluyordu. Onu seviyordu galiba. Peki böyle bir adam sevilir miydi? Onların hikayesi aşkla başlamıştı. Yaşadıkları, aşkın üzerini örtemiyor olsa gerek. Hissettikleri, hiç kolay şeyler olmasa gerek. Sevgiyi tattığı adamdan korkuyu da tatmış. Yargılamak istemiyorum.

"Aşağı indiğimde bana sarılmak istedi fakat onu reddettim. Bu zihnindeki seslerin coşması için geçerli bir sebepti. Sahile gidip biraz hava almak istemişti. Benimle vakit geçirmek istemişti. Bana yöneteceği ithamlardan korkuyordum fakat bu zamana kadar bana tek bir fiske vurmamıştı. Şiddet uygularsa diye bir korkum olmuyordu hiç. Kendi bedenini parçalıyor yine de benim bedenime zarar vermiyordu. Ruhumu parçalıyordu ama. İsteğini kabul edip bindim arabaya. Her zaman olduğu gibi sahile gideceksek biralarını hazır getirirdi. Araba ilerledikçe cam şişelerin birbirine çarptığında çıkardığı ses arabanın içine karışıyordu. Her zaman gittiğimiz sahilin aksine başka bir yere gidiyor olmamız beni endişelendirse de bana daha önce söylediği cümlenin varlığına sığınarak susmuştum. Seninle bu şehrin tüm kıyılarını keşfetmek istiyorum demişti bana. Yol uzuyordu. Kısa mesafe yerine uzun yol seçmesi beni ürkütüyordu fakat beynindeki canavarları nasıl yöneteceğimi bilmek bir parça da olsa bana umut veriyordu. Nihayet geldik işte buraya. Karadeniz gecenin koynunda daha kara, gökteki dolunayın yansıması denizin üzerine serilmiş muhteşem bir görüntü. Ben denizin dalgalarını izliyordum, o ise beni. Buraya gelene kadar üç şişe birayı midesine göndermişti. Yeni açtığını ise bana derin derin bakarak yudumluyordu."

Parmaklarında oyalanan gözlerini tekrar bana kaldırdığında onay ister bir hal vardı bakışlarında. "Neden buraya geldiğimizi sormak benim hakkım değil mi?" diye sordu isyanla. Neredeyse dakikalardır konuşuyordu. Ben de dinliyordum. Tüm bu anlatılanlara karşı ilk defa konuşacaktım. "Kesinlikle." dedim onu onaylayarak. Yüzündeki ifade aydınlandığında gözleri doldu tekrar.
"Ona göre değil. Sorduğum her soru da başka bir mana arıyor. Beynindeki sesler aratıyor. Her şeyi planlayarak yapıyorum ona göre. Halbuki tek niyetim neler olduğunu öğrenmek."

"Bu sorumu yanıtsız bırakmıştı. Zihninde dönüp duran seslere rağmen sessiz kalmıştı. Koltukta bana doğru dönerek kafasını koltuğa yasladı. Kısılan gözleri eşliğinde bana bakarken görüntüsü dışarıdaki manzarayla yarışırdı. İlgiyi, sevgiyi bulduğum adamdı o. Bana sürekli kendimi sorgulatıyordu. Bakışlarına onun kadar yoğun olmasa da nezaketen karşılık veriyordum. Birbirimize bakıyorduk, bana yaklaşıyordu. İfadesi başka bir hale büründüğünde dudaklarıma uzanacakken ondan kaçmıştım. Kolumdan yakalayarak eski halime getirmişti beni. Sadece öpmek istediğini söylüyordu ama sağlıklı düşünmüyordu. Tekrar itiraz ettiğimde ne olduğunu anlamadan üzerimde buldum onu."

Bu cümleleri kurarken olanları tekrar yaşamış olacak ki nefesleri sıklaştı. İç çekişleri tekrar duyulur hale geldi. Ona baktığımda çenesinin titrediğini fark ettim. Beyaz teni koyu saç rengiyle uyum içindeydi. Saçları dağılmış, dudakları koyulaşmıştı. Küçük bir burnu vardı ve ucu kızarmıştı. Hafif çekik gözleri doluyordu. Kendini berbat hissediyor olmalı. Bunları anlatmak hiç kolay olmamalı. "Kendini iyi hissetmiyorsan zorlama canım. Sonra anlatırsın. Ben seni hep dinlerim." Sözlerim üzerine kafasını itiraz edercesine iki yana salladı. Burnunu çekti ve dolan gözlerini zarif parmaklarıyla kuruladı. "Hayır. Konuşmaya cesaret etmişken susmayacağım. İçimdekileri birine anlatmaya ihtiyacım var. Daha fazla tutamıyorum." Ona ne olduğunu işte bu yüzden sormamıştım. Baskı altında anlatmayacağını biliyordum. Rahat hissederse içini dökeceğini de. Yavaşça tekrar hareketlendi dudakları.

"Üzerime çıktığında çok korkmuştum. Beraberken hiç bu tarz yakınlaşmalar yaşamıyorduk. Alışık değildim. Hazır değildim. Korkuyordum ama beynindeki şeytanlara bu kozu verdiğimde daha beter saplanıyordum bataklığa. Çenemden tutup gözlerimin içine bakmıştı. Neden bir öpücüğünü dahi istemediğimi sormuştu. Benim tek amacım onu kendimle sınayarak tedaviye ikna etmekti. O ısrarla bunu görmüyordu. Sürekli neden onu istemediğimi, bir öpücüğü bile çok gördüğümü soruyordu. Üzerimde kalkması için çaba sarf etmedim. Böyle olduğunda daha hırçınlaşacağını biliyordum. Gözlerinin içine bakarak 'hasta bir adamla birlikte olmak istemiyorum' demiştim. Bu onu çıldırttı. Sıktığı çenemi iterek bıraktı. Arkamdaki koltuğa yumruğunu geçirdi. Konuşacaktı. Beni parçalayacaktı ama sessizce kendi koltuğuna geçti. Beynindeki sesleri susturmadığın sürece senin yanında olmayacağım, seninle konuşmayacağım diyerek onu biraz daha kışkırtmıştım. Ellerinden birinin avcunu şakağına bastırırken diğeri direksiyonu sıkıyordu ama biraz daha sıkarsa elinde kalacak gibi duruyordu o an ki görüntüsüyle. Kendine hakim olmak istiyordu, sesleri susuturmayı deniyordu ama benim kelimelerim onu delirtiyordu. Kan çanağına dönen gözlerini bana çevirdiğinde gözlerimin içine baka baka 'bedenini bana sunmamanın tek nedeni başka birine ait olman değil mi? Kim bilir kaç kişiyle kirlettin kendini.' aynen bu cümleleri kurmuştu. İthamlarda bulunacağını biliyordum ama böyle bir şeyi beklemiyordum. Ağzımı açıp konuşacakken üzerime uzanarak kapımı açtı. Açtığı kapıyı gösterdiğinde yerimden sıçramama sebep olacak şekilde in, diye bağırdı."

Böyle bir son bekkemiyordum. Ona baktığımda gözleri beni buldu. Göz bebeklerine kazınmış olan hayal kırıklığını hissettim. Sevdiği adam kaç ruha sahipti? Gözlerimin içine bakarak mırıldandı genç kız. " İn dedi bana. Karanlıkta hiç bilmediğim bir yerde tek başıma kalmam pahasına in dedi. O an ona kırıldığımı hissetmesini istediğim bir bakış attım. Gözlerimiz buluştuğunda canım öyle yandı ki. Açtığı kapıdan arkama bakmadan indim. Ben indikten sonra kapıya tekrar uzandı, kapattı ve gitti. Beni orada bıraktı ve gitti. Alkollüydü. Kriz geçirebilirdi. Bana söylediklerini sabah unutacaktı. Belki de sabahı bulmayacaktı. Zihnindeki yılanların onu zehirlediği ölçüde zehirliyordu beni. Paramparça ediyordu ve sonra unutuyordu."

Tekrar sessizliğe gömüldü genç kız. Acı çekiyordu. Gözlerindeki yaşlar akıyordu artık. Sesi titriyordu. "O unutuyor ama ben hatırlıyorum. Ben her şeyi hatırlıyorum. Benim parçalanan kalbimin suçu ne?"
Elleriyle yüzünü kapatarak ağlamaya başladı bu kez. Kalkıp sarılmak istiyordum ama sarılmak insana çoğu kez iyi gelmiyordu. Daha çok parçalanmasına sebep oluyordu. İkilemde kaldığım o an ne yapacağımı şaşırmışken kelimeleri kulaklarıma ulaştı. "Ben ne yapacağımı bilemedim orada. Bir süre sonra beni almaya gelebilirdi. Sessizce gitmesine sebep olan zihni onu büyük bir patlamayla geri getirebilirdi. Bundan korktum. Onunla yüz yüze gelmekten korktum. Bir müddet denizin kenarında oturdum. Gitmeyi düşünmediğim gibi nereye gideceğimi de bilmiyordum. Sadece öylece kalmak istedim. Birkaç saat kaldım da. Fakat bir süre sonra arabalar gelmeye başladı. Bazıları beni fark etmeden ilerlemeye devam etse de bazıları beni fark ederek laf atmaya başladı. Cümle kuramayacak kadar sarhoşlardı ama araba sürebiliyorlardı. Arabayı durdurduklarında aşağı indiler önce. Varlığımı unutmuşlardı. İnenlerden birkaçı kumda debelenmeye birkaçı denize atlamaya başladı. Ne yaptıklarının bilincinde değillerdi. Ama içlerinden biri beni fark etti. Adımları bana doğru yaklaştığında diğerleri de peşi sıra gelmeye başlamıştı. O an panikle ve korkuyla kaçtım işte. Kaçarken de arabasını gördüm onun. Gelebilme ihtimali ya da olay çıkma düşüncesiyle daha çok uzaklaştım. Sesimi duyurabilmek için çığlık ata ata koşuyordum ki sizinle karşılatım."

Nefeslerini kontrol altına almayı denedi. Sakinleşerek devam etmek istiyordu. Yaşadıklarını anlatabilmek kolay bir eylem değildi. "Bana yardım ediyorsunuz ama gelebilir. Ya size zarar verirse? O beni hiçbir zaman bırakmayacağını söylüyor, hep bulabileceğini. Gelirse ne yapacağız?"
Fazlaca tedirgindi. Kapımız kitliydi ve bir telefon uzağımızda bize yardım edecek emniyet güçleri vardı. Ona bunları anlatacaktım. Dudaklarımı aralayıp konuşacakken konuşmamın kesilmesine sebep olan bir olay gerçekleşti. Yanlış duyup duymadığımdan emin olmaya çalıştığım esnada genç kız hızla oturduğu yerden kalktı. Kapıya biri vuruyordu.

"Buldu işte. Buldu yerimi. Ya size zarar verirse?" Ellerimi ona doğru uzatıp sakinleştirmeye ve sessiz olmasını sağlamaya çalıştım.

"Ştt! Canım sessiz ol. Bizi bulması imkansız. Civarda bir sürü yazlık var. Bak ayakkabıların ayağında. Sana ait dışarda tek bir iz yok. Yansımalarımız dışardan dikkatli bakılmadığı sürece görünmüyor. Sarhoş biri net görebilir mi? O değil sakin ol lü-" O sırada tekrar çalınan kapı cümlemin yarıda kalmasına sebep oldu. Genç kız korkuyla yerinde duramazken sürekli aynı şeyi tekrar ediyordu.

"Buldu beni. Buldu işte. Gölgem asla peşimi bırakmaz. Yine bırakmadı. Geldi." Onu kendine getirmem gerekiyordu. İki omzuna koyduğum ellerimle onu sarsarken sinirli bir yüz ifadesiyle gözlerine baktım. "Korkma! Yalnız değilsin. Ben varım. Sana zarar veremez. Sen şimdi içeri geç. Ve beni bekle." Yönünü içeri çevirip ilerletirken aniden durdu ve gitmek istemediğine dair kafasını iki yana salladı. "Hadi!" diyerek adım atmasını sağladım. Kapının hemen yanında duran sopamı elime aldığımda kararlı adımlarla kapıya yaklaştım. Sopanın olduğu elim arkamda olacak şekilde kapıya asıldım ve açılmasını sağladım. O an karşılaştığım yüz ile oldukça şaşırmıştım. Karşımda bulmayı beklemediğim yüz rahatlamama sebep olmuştu. Murat.
Derin bir nefes vererek gözlerimi yumdum.

"Mira iyi geceler. Pek gece de kalmadı ama. Yarım saat önce kadar bir kadın çığlığı duydum. O andan itibaren de nereden geldiğini araştırıyorum ama bulamadım. Sana bir şey oldu diye de korkmadım değil. Rahatsız ettim ama gönlüm el vermedi yani. Şöminenin yandığını da gördüm bir sorun yok değ-" Yarım kalan cümlesiyle arkamda bir yere odaklandığında ben de arkamı döndüm. Genç kız korkmuş haliyle kapının girişinde dikiliyordu. Kapının önündeki terlikleri giyerek dışarı çıktım. Kapıyı ardımdan çekmeyi de ihmal etmemiştim. Kıstığım sesimle fısıldarken Murat'a yaklaşmak zorunda kaldım.

"Ben de o sesleri duydum ve bu genç kızla karşılaştım. Fazla korkmuş. Kapı da aniden çalınca daha da ürktü haliyle. Ben ilgileniyorum. Sağ ol buraya kadar geldiğin için. İçeri davet ederdim ama kız endişelenebilir." Tepkisini ölçmek için yeşil gözlerine baktığımda değişen yüz ifadesi ile karşılaştım. Alnına düşmüş olan sarı saç tutamlarını geriye itekledi. O sırada sitamkar sesi kulaklarıma ulaştı. "Aşk olsun Mira. Neden bana gelmedin? Senin başına da bir şey gelebilirdi. Birlikte arardık. Benim burada olduğumu biliyorsun üstelik."

"Uyumuyordum zaten Murat. Sesi duyunca da hemen çıktım. O panik halinde düşünemedim gerçekten. Teşekkür ederim beni, bizi düşündüğün için ama korkulacak bir durum yok." diyerek kendimi açıkladım. Biz birbirimize yetiyorduk, destek oluyorduk. "Tamam o halde sen geç içeri. Ben hava aydınlanana kadar buradayım." Beni geçiştirerek kurduğu cümle ilgi doluydu. Fakat buna hiç gerek yoktu ve hava çok soğuktu. İtiraz etmek için hazırlanıyordum ki beni susturarak biraz ilerimde yerini aldı. "Hadi geç içeri. Ben buralardayım." Gitmeyeceğini biliyordum ve kızı daha fazla yalnız bırakmak istemiyordum. Hızlı davranarak içeri girdim. Geldiğimde camın önüne bıraktığım arabanın anahtarını aldım. Dışarı çıkıp Murat'a verecektim. En azından arabanın içinde beklesin.

Yanına vardığım Murat'ın omzundan dürterek bana bakmasını sağladım. Ona doğru uzattığım anahtara bakarken durumu açıklamıştım.
"Bu soğukta beklemeyi kabul ediyorsun o halde arabanın içinde bekle, lütfen. Hava ciddi anlamda soğuk. Teşekkür ederim tekrar. İyi geceler." Ona hafifçe tebessüm ettikten sonra anahtarı avcuna bırakarak içeri girmek için hazırlandım. Arkamdan iyi geceler mırıltısını duyduğumda kapıyı kapatmıştım. Etrafta aradığım genç kız kapının ardından çıktığında hızlı adımlarla gelerek boynuma doladı kollarını. İç çekerek ağlıyordu. Gözyaşları saçlarıma karışırken kolları beni daha çok sarıyordu. Sanırım korkmaktan hiç hoşlanmıyor ve kendine yediremiyordu. Hafifçe çektiği burnundan sonra fısıltısının naif dokusu kulaklarıma ulaştı.

"Duru." dedi.

"Adım Duru."

                                《☆》

YAZARDAN;

"Emirlerime itaat etmemenin sana pahalıya patlayacağını biliyorsun değil mi Altan?"

Olgunluk sahibi adam duyduğu cümleler karşısında gerilse de yapmak zorundaydı. Geçmişin kirli elleri karasını yakalarına bırakmıştı. Kurtulamıyordu. Halbuki geçmişin ellerini kirleten ta kendisiydi. Geçmişe bulaşan pislikti. Başka biri olsa yapacakları hiç zor değildi ama bu kadarını nasıl yapacağını hiç bilmiyordu. Kaderinin kazalarla belirlendiği günlerde yaşananlar bileklerine kilidi kaybolmuş, kelepçeleri saplıyordu. Ve dahası kelepçeyi açan anahtar hiç üretilmemişti ki kaybolsun.

"Kapıma diktiğim korumalarda bile senin imzan var. Onlardan birine yaptırsana bu işi. Bana da günah değil mi? Bahsettiğin kişi kim farkındasın değil mi?"

Remzi yapmak istemediğini acı çektiğini savunuyordu fakat karşısındaki merhameti umacağı, dileneceği biri değildi.

"Günah mı? Sana günah olmaz. Seni günah yakmaz."

İtaat etmeyi öğrenecekti Remzi. Diz çökmeyi, aldığı canla birlikte kendi ruhununda ebediyette yer edindiğini hissedecekti. Yaşarken cehennemi hissedecekti.

"Beklemekten hiç hoşlanmam. Sabırlı bir adam olduğum doğrudur ama sabrımı adam olana kullanırım. Yapıyor musun diye sormuyorum. Yapacaksın."

Kabul edecekti Remzi. Başka bir yol yoktu. Kendi vicdanının kafasına sıkan adam bunları tek bir şey için yapmıştı. Söylediğini yapmadığı taktirde kanla inşa ettiği haksız yaşam ateşe verilecekti.

"Nasıl yapacağım?"

Kendine köpek ettiği adamın çaresizliğiyle keyiflenmişti karşı taraftaki. "Şimdi aşağı in ve benim adamlarımdan onu al. Sonrasında yapacağını anlatmıştım. Tekrarlamayacağım. En ufak hata istemiyorum."

Kapanan telefonun sinyali kulağına ulaşan Remzi bulunduğu kattan bahçeye indi. Telefonu cebine yerleştirdiğinde bahçe kapısının önünde dikilerek bahsedilen korumalardan birini yanına çağırdı. Saygıyla yanında biten koruma önünü ilikleyerek Remzi'ye yan bir konumda duruyordu. "Bahsedilen emanet sen de mi?" Koruma soru üzerine etrafına bakındı ve ince bir poşet içerisine koyulan emanet diye bahsedilen cismi ceketinin içine sakladığı yerden çıkararak Remzi'ye uzattı.

Remzi aldığı poşet eşliğinde yukarı çıkmak için yola koyuldu. Oda da olmadığını biliyordu. Duşa girmişti. Bir diğer engelin ise bir hayli meşgul olduğunu gözleri ile görmüştü. Yaptığı kalleşliği Hak'tan başkası görmeyecekti. Her zamanki gibi. Yukarı nihayet vardığında yine de etrafını kolaçan etmeden kendini alıkoyamadı. Kapısı aralık olan odanın önüne doğru adımladı. İçerde olma ihtimaline karşı tedbirli davranarak odaya giriş yaptı. Gözlerinin önüne serilen oda bomboştu. Hızlı hareket ederek odanın ortasına geldiğinde arkasındaki kapıyı aynı seviyede bırakmıştı. Seri hareletlerle açtı dolap kapaklarını. Kıyafetlerin düzenlice yerleştirildiği raflarda fazla oyalanmadan poşetten çıkardığı emaneti dolaba yerleştirdi.

Emanet, yanarken bedene giydirilmiş bir tişörttü.

SOYKAN'IN TİŞÖRTÜ...

Şeytanın kendi elleriyle azraile emanet ettiği kefendi.

Geçmişten akan zehri temizleyen ellere giyilmiş eldivendi.

Üzerine sinen günahlarla alev almış bir cehennemdi...

Kızın üzerinde duştan çıkardığı değildi. Aynıydı. Üzerindeki kokudan, üretildiği yere kadar aynısıydı. Duşta çıkarılacak olan adamlar tarafından yok edilecek, bu tişört ise yeni yerine yerleşecekti.
                                《☆》

Varlığının şüpheli fakat hissiyatının mutlak olduğu bir kokuydu deniz kokusu. Dalgaları kıyıya vuran, ruhu okşayan... Sert ve temiz. Hırçın ve günahkar. Karadeniz. Zulmetme.
Bağrından kopan karanlığı serme ruhuma. Huzuru dileniyorum varlığından. Kokunla hissetmek istiyorum yaşadığımı.

Özellikle ıssız bir kıyısına uğramaya cesaret edemez çoğu kez insanoğlu Karadeniz'in. Üzerinde bulunduğu kara parçasının da sonuna erişemediği gibi gözünün önünde rakseden dalgaların bittiği yeri de kestiremezdi. Gece daha da hırçındır. Öyle ki dalgaları belirli bir seviyenin üzerine geçer, kumları ıslatarak rengini koyuya çekerdi. Ayan günle beraber kıyısına vardığında bulutlu havayı da içine katan Karadeniz'in rengi ne mavidir ne turkuaz. Dibi siyah olan bir evren yansımasını grinin en koyu tonuyla gün yüzüne çıkarmış gibi karanlık ve gri. Hayatım gibi. Yaklaştığım kıyı sonuma adımlıyormuşum gibi bir hissiyat yaratsa da ruhum kokusunun huzuruyla okşanıyordu.

Kıyıya vuran dalgaların dahi rengi değişik, köpüklerinin beyazı kirlenmişti. Islak olmasına rağmen oturduğum kumların üzerinde dalgaların bana ne kadar yaklaşabileceğini düşünüyordum. Zihnimi serbest bırakmayan sorular, ruhumun boğazına çökmüş kasvet, uyurken bile huzur bulamadığım kabuslar... Lütfen burada bari beni terk etsin. Büyük bir alana hükmeden suyun tuzlu kokusunu hissedeyim, yaşattığı hissiyatlarla boğuşayım.
Zihnim kör olmuyordu ki iç sesim sağır olsun yaşadıklarıma. Körlüğün getirdiği sağırlığa, sessizliğe muhtaçtım. Zihnimde dönüp duran tiyatronun oyuncusuz kalmasına açtım. Düşünceler beynimde hükmederken kapadığım gözlerimle kıyıları döven dalgaları sürükleyen rüzgara tutundum. Varlığına dokundum.

"Sana da mı zulmetti Karadeniz?"

Duyduğum yaşlı ses gözlerimi açmama sebep olduğunda sesin geldiği yöne baktım. Ellilerin sonu altmışların başında olan yorgun bir yüz hemen çaprazıma oturmuş, gerimden denizi seyre dalmıştı. Ellerini sarmalamış olan yaşlanmış teni ile parmakları arasındaki sigarayı tutuyordu yaşlı adam. Sorusuna cevap vermem gerekiyor muydu, bilmiyordum. Sorunun cevabını da aynı şekilde. Bana baktığını fark ettiğim yaşlı adam ile kafamı hafifce iki yana salladım. Peki ya ona etmiş miydi? "Peki ya size?" diye mırıldandım. Dertli dudakları sigaranın filtresine uzandığında derince soludu zehri. Dumanını üflerken kafasını aşağı yukarı sallamıştı. "Etmez mi?"

"Bu kıyı hakkında bir söylem vardır bilir misin?" Bu konu hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Daha doğrusu hiç duymamıştım. Bu yüzden kafamı tekrar iki yana salladım. "Bilmek ister misin peki?" Fazlasıyla istiyordum. Yıllardır dedemin yaşam sürdüğü bu kıyılardaki söylentiyi fazlasıyla merak ediyordum. "Evet." dedim bu kez kafamı aşağı yukarı sallarken.

"Bundan yıllar yıllar önce bu kıyıda yaşamı başlatan bir er kişi varmış. Er kişi dediğime bakma, gerçek bir ermişmiş. Dini inançları kuvvetli, aklı fikri yerinde, Allah yolunda olan adam yalnızlığını olduğu yolu kuvvetlendirmek için kullanmış, kimsenin ayak basmadığı bu kıyıya bir ev inşa etmiş. Özünü, kalbini Allah'a adayan adam gece gündüz ibadet eder, kendini dünyadan daha da soyutlarmış. Evinin ışıklarını fark eden insanlar yanına uğrar, onunla sohbet edermiş. Adamla sohbet eden tek bir Allah'ın kulu bile pişman olmaz, içine Allah aşkı düşermiş. Yanına gelip gidenler hayatı tek yaşamamasını, bir kadınla öbür sürmesini ve hayatının daha da güzelleşmesini tavsiye etmiş. Gelenlerden gidenlerden birinin aracılığıyla helal süt emmiş, gönlü temiz bir kadınla hayatını birleştirmiş." Duraksayan yaşlı adam sigarasından son nefesini almış, biten izmariti de kumda söndürmüştü.

"Ömür birleştirmek güzel şey, kutlu şey. Hayatı daha da düzene giren orta yaşlarda olan adam hayatını güzelleştiren kadına daha da bağlanmış. Özünü Allah'a adayana vesvese veren çok olur derler. Başına musallat olanı fazla olur. Şeytanların günahı hep üzerine düşmek için hazır olur. Seneler geçerken bir kez bile denizin varlığını sindirmek istemeyen kadın, şuursuz bir istekle sürüklenmiş kumlara doğru. Tarifsiz bir iç güdüyle yaşamında ilk kez denizle aralarında olan kumdan tepeyi aşarak denizin güzelliğinde kaybolmuş. Senelerdir bu evde olsa da ilk defa bakmak istemiş mavinin büyüleyiciliğine ve büyülenmiş. Şeytan bu ya. Kadının kalbine düşürmüş vesveseyi. Dokunmak istemiş denize, hissetmek istemiş. Uzun bir mesafe olsa da kadın içindeki heyecanla ilerlemiş denize doğru. Yaklaştıkça burnuna dolan koku, yüreğine huzuru salmış. Bu akıl almaz duyguyu ilk defa yaşayan kadın, bu an bitmesin istemiş. Daha önce neden gitmedim ki diye düşünmüş olacak ki denizin yanına çabucak ulaşmış. Ellerini suya daldırmış, avuçlarına doldurduğu deniz suyunu koklamış. Öyle huzurla dolmuş ki suyun içine nasıl girdiğini bile anlamamış. Daha önce denizi görmeyen kadın yüzme bilir mi?
Girdiği su da normal bir deniz değil ki. Karadeniz. Anı anını tutmaz, dalgaları kıyıda kum bırakmaz. Altından kayan kumla ne yapacağını şaşıran kadın suyun içine gömülmüş. Çırpındıkça daha çok batmış. Kurtulmak istedikçe daha çok saplanmış ve sonunda Karadeniz onu yutmuş."

Yaşlı adam dertlenmiş olacak ki cebinden çıkardığı başka bir dalı tutuşturdu. Kısılan gözleri denizin içinde bir şeyler arıyor gibi her an tetikteydi. "Gönlü Allah'a açık olan adamın içine düşmez mi sevdiğinin acısı? Düşer ya. Düşer. Karısına seslenmiş, aramış, her yere bakmış ama bulamamış. Bakmadığı tek bir yer kalmış, asla ihtimal vermediği yer. Kumdan tepeyi aşmış hemen. Mevsim kış, Karadeniz hırçın ama kışın daha saldırgan. Yalancı bahara kanarsa kanıyor gündüzleri ama akşam üstü nefret dolu. Hava kararmak üzereyken aşmış olduğu engelden sonra hızla ilerlemiş. İçine düşen sıkıntıyla koşmaya başlamış. Çevresinde göremediği bedenin aksine ayaklarının dibinde bir yazmaya rastlamış. Karısının yazmasına. İçini saran acı tarifsiz, yaşadığı yıkımdan herkes habersiz. Aldığını geri vermez Karadeniz, bunun bilincinde. Günlerce beklemiş o kıyıda karısının cenazesini versin diye. Vermemiş. İçi iman dolu adama karısı için cenaze yaptırmamış kader. Bu durum daha da zoruna giden adam, bir şeyden emin olmuş. Ruhunu adadığı Hakk'ı kıskanan şeytanların onu lanetlediğine. Yaşamına gölge düşürdüklerine ve onu bir kehanete sürüklediklerine."

Bakışlarım yaşlı amcadan bir an bile ayrılmazken onun bakışları da beni buldu. Kafasını usulca aşağı yukarı salladığında tekrar araladı dudaklarını. "Ya. Kalbe o aşk düşmeye dursun. Yakar adamı. İster ermiş ister derviş. İlahi bilgisi fazla olan adam yaşayabileceklerinden haberdardı üstelik. Karısını defnedememek daha çok bataklığa çekiyordu kendisini. Yaşamının normal devam edemeyeceğini savunuyordu. İçindeki acıyı dışarı vurmak istedi adam. Sadece onu değil karısını da lanetlemişlerdi ve o, bu kıyıda yok olmuştu. Bu kıyı da lanetliydi artık. Kimsenin girmemesi gerekiyordu bu suya. Durmadan gece gündüz kazmış kumu. Denizden yüz metre kadar ileriden kazmış. Sular geceleri kesim kesim doldursa da çukurunu pes etmemiş. Günlerce, haftalarca, aylarca gözünün gördüğü yere kadar kazmış. Kimse fark etmesin burayı istemiş. Kimse görmesin, kimse girmesin, kimse lanetle can vermesin. Çünkü orası iyi kalpli insanları yutan lanetli bir girdapmış ona göre. Sayısız gece sabahlamış o çukurun başında. Sayısız gün. Ömrünü sadece karısının cenazesini bulmaya adamış. Yemeden, içmeden yalnızca bekleyerek. İnsanoğlu o da. Daha fazla dayanamamış ve ruhunu teslim etmiş ömrünü adadığı Hakk'a."

Anlatırken yudumlayamadığı sigarasını şimdi yudumlamaya başlamıştı. Çoğu kül olmuştu zaten konuşurken. Kalanını da derince çekişlerle bitirmişti. "Peki sonra ne olmuş?" Sorum üzerine gözlerini denizden çekerek bir kez daha baktı gözlerime. "Sonrası mı? Sonrası benim gibi Karadeniz'den ceset uman binlerce aile ile dolu." Yaşlı adam yerinden kalkarak ayakkabısının ucuyla sigarasını söndürdü ve arkasını dönerek yürümeye başladı. Onun peşinden ben de kalktığımda nereye gittiğini, onun başına neler geldiğini soracaktım ki biraz ilerimdeki denize baktım ve gördüğüm görüntüyle şoka girdim. Daha önce dikkat etmediğim fakat bariz bir şekilde denizin bütünlüğünü zedeleyen  renge sahip çizgiyle ağzım açık kalmıştı.

"Yazın bu kıyı diğer kıyılara göre neden daha az kişiyi ağırlıyor, şimdi anladın mı? O çizgiye bir de yazın bak. Sakın ha geçme. Geçirme!"

"Zulm görürsün."

Yaşlı adam benden olabildiğince uzaklaştığında gözlerim hâlâ o çizgideydi. Ve bu çizgi Ermiş adamın oluşturduğu derin çukurun simgesiydi.

Öğrendiğim şeylerin yaşattığı duygularla bu kıyı, havanın da etkisiyle daha korkunç gelmişti gözüme. Ayağı kalkmıştım zaten. Hızla arkama döndüm ve denizin kenarından uzaklaştım. Kendimi saatlerce geçmiş değeri olan bir filmi izlemiş ve deli gibi etkilenmiş hissediyordum. Bu etkiyle adımlarım koşar hale gelmişti. Yazlığa bağlanan ara yolu geçtim ve bahçeye adımımı attım. Duru'yu da uzun süre yalnız bırakmıştım. Hava aydınlanmaya başladığında onun gözü dalmış ben de etraf tamamen ışıklandığında denizin kenarına atmıştım kendimi. Yazlığın kapısının önüne geldiğimde aralık halde bırakmış olduğum kapıyı kapalı halde buldum. Sanırım Duru kapatmıştı. Açtığım kapıyla içeri girdiğimde etrafıma bakındım. Fakat Duru yoktu. Halbuki L koltuğun üzerinde uyuyordu. İçeri geçme ihtimaline karşı seslenmeye başladım.

"Duru."

Sesleniyordum fakat bir karşılık alamıyordum. İçeri açılan kapıdan da geçtim. Evin ortasında dikilirken bir kez daha seslenmiştim. Banyoya girmiş olabilme düşüncesiyle kapıyı tıklattım ama yine bir yanıt alamadım. Son olarak benim kaldığım odaya girdim. Oda en son ben çıkarken nasıl bıraktıysam öyleydi. Bir tek farkla. Yatağın üzerine fırlattığım kar küresi tekrar komidinin üzerindeki yerini almıştı. Oraya yaklaşıp dikkatli baktığımda kar küresinin altına sıkıştırılmış kağıt parçasıyla karşılaştım. Endişe, merak bir türlü bedenimi terk etmiyordu. Duru mu bırakmıştı ki? Elime aldığım kağıdı açtım ve yazanı okudum.

"Karaltısını varlığıma düşürmeyen ruhunun gölgesi dahi canımı yakıyor."

                                 《☆》

[BÖLÜM SONU]

MELÂL♡

9 Ocak 2021

Uzun bir ara oldu fakat değdi sanki.

Hadi buraya yazın. Bölüm nasıldı? 

Bölümde geçen kar küresi hiçbir yerden çalıntı değil tamamen benim kafamda hayal edip kitaba uyarladığım bir unsurdur.

Aynı şekilde bölümde geçen efsanevi söylenti tamamen benim hayal gücümden çıkmıştır ve hiçbir yerden alınmamıştır.

Kitabımızın psikolojik bir kitap olduğunu unutmayalım.

Hepimiz aynı saftayız. Aksi düşünülmesin lütfen.

Bölüm duyurularına ulaşmak için beni takip etmeyi unutmayın. Takip ederseniz birçok sorunuzun yanıtına ulaşabilirsiniz.

İnstagram=snmnurgyk
Twitter=snmnurgyk

Oy vermeyi unutmayın lütfen.

Kendinize çok iyi bakın

SEVGİLERİMLE
(SNG)

Lanjutkan Membaca

Kamu Akan Menyukai Ini

1.8M 52.1K 87
sse-sen uzak dur benden!! "Benden kaçışın yok" diyerek adamlarını üzerime saldı..
4.2M 14.1K 6
Merhaba kimsenin haberi olmadığı üyelerinin birer kimliksiz olduğu suç örgütüne Çöplüğe Hoş Geldiniz. Kimliksizler den biri ama aslında Kralın ( Çöpl...
56K 2.3K 25
"Yıldızları hatırlıyor musun?" Kafamı salladım. Her bir ayrıntısını, belki onların altında geçirdiğimiz sayısız geceleri ve her seferinde ilk kez g...
44.2K 1.5K 100
Geçmişte söylenen sözleri, şiirleri sizin için topladık.