Freya

Par CansuUredi

82.4K 9.2K 2.3K

Bir kez ayrılınca ilişki bitmiş sayılır mı, yoksa emin olmak için birkaç kez daha mı ayrılmak gerekir? Ayrılm... Plus

Bölüm 1: "İyi geceler, Deniz!"
Bölüm 3: "Böyle aşkın ızdırabını!"
Bölüm 4: "Uyuyan Prens"
Bölüm 5: "Belgesel Tanrısı"
Bölüm 6: "Çatlak"
Bölüm 7: "Kakaolu Süt"
Bölüm 8: "Lüle teşkilatı"
Bölüm 9: "Servet düşmanları"
Bölüm 10: "Alay edilen aşıklar"
Bölüm 11: "Kötü kalpli cadı"
Bölüm 12: "Gülümsüyorsun"
Bölüm 13: "Ben biraz saf mıyım?"
Bölüm 14: "Midilli'nin işgali"
Bölüm 15: "#denizertem"
Bölüm 16: "Üşümesinler"
Bölüm 17: "Nikomou"
Bölüm 18: "Igeia mas"
Bölüm 19: "Aduket"
Bölüm 20: "Gribim, anlasana!"
Bölüm 21: "Bir 'güzelim' meselesi"
Bölüm 22: "Hangi Deniz?"
Bölüm 23: "Seviyor musun beni?"
Bölüm 24: "Tarlakuşu'ydu Moeder!"
Bölüm 25: "Babacığım"
Bölüm 26: "Anne terliği"
Bölüm 27: "Kayıp çil"
Bölüm 28: "Özgür Ispanak"
Bölüm 29: "Servet Düşmanları Vol.2"
Bölüm 30: "Holly Golightly"
Bölüm 31: "Çok ciddi"
Bölüm 32: "Yadsı adını"
Bölüm 33: "Baştan çıkarma"
Bölüm 34: "Ejderha"
Bölüm 35: "Gün ışığı"
Bölüm 36: "Zeytin ağaçları"
Bölüm 37: "Yüce Odin!"
Bölüm 38: "Part 2"
Bölüm 39: "POV"
Bölüm 40: "Mavikuş"
Bölüm 41: "Team Deniz"
Bölüm 42: "Güçlüler"
Bölüm 43: "Ha-ha-hapşuuuu"
Bölüm 44: "Tarçınlı süt"
Bölüm 45: "Tarla kuşuydu Juliet"
Bölüm 46: "Odin aşkına git!"
Bölüm 47: "Beni görünce gülümser"
Bölüm 48: "Birden bire"
Bölüm 49: "Göze göz"
Bölüm 50: "Rahat dur Muggle!"
Bölüm 51: "John Doe"
Bölüm 52: "Azılı Suçlular"
Bölüm 53: "Kayıp Karakollar"
Bölüm 54: "Utanmaz Medusa"
Bölüm 55: "Varolmayan Ev"
Bölüm 56: "Schrödinger'in Kalbi"
Bölüm 57: "Al sana bombe"
Bölüm 58: "Tarlası yanmış köylü"
Bölüm 59: "Bulaşıcı Delilik Hali"
Bölüm 60: "Asma yaprağı"
Bölüm 61: "Servet Düşmanları Vol.3"
Bölüm 62: "Vol.4"
Bölüm 63: "Önemsiz saçmalıklar"
Bölüm 64: "Bana hiçbir şey olmaz"
Bölüm 65: "Ex?"
Bölüm 66: "KKÖ"
Bölüm 67: "Antika Pazarı"
Bölüm 68: "Atak"
Bölüm 69: "Büyük Angelopulos Buluşması"
Bölüm 70: "B.A.B. Ragnarok"
Bölüm 71: "Gün doğumu"
Bölüm 72: "Üç kişilik dans"
Bölüm 73: Tarçınlı Kurabiyeler, Düğünler ve Yaşlı Amca
Bölüm 74: Vaktidir

Bölüm 2: "Kürdandan çocuklar"

2.7K 219 36
Par CansuUredi

"İnan bana..." Annesinin lafını kesip söylenmesini bezgin bir surat ifadesiyle dinledi. Biraz daha söylenme. Maaş ilgili söylenme. Çeviri parasıyla ilgili söylenme. KYK borcuyla ilgili biraz daha söylenme. "Hadi ya? Ben mi alamıyormuşum?" Maaşı, borcu, bitiremediği çevirileri, olmayan kocası, evinin kadını çocuklarının anası... "Anne bu konuşma nereye gidiyor?" Annesi bir anda cırlayınca gözlüğünü çıkarıp alnını ovuşturdu. "Daha geçen ay teslim ettim çeviriyi." Onun yaşıtlarının boyunca çocuğu vardı. "Çeviri parasından konuşuyorduk annecim. Kitap yayınlanmadan alamıyorum, sen de biliyorsun. Anlattım sana bunları..." Patik örmeye başladım ben de. "Ne patiği?" Kızına. "Ne kızı?" Gözlerini devirdi. Şu anda aranılan anneye ulaşılamıyordu, belki de daha sonra denemeliydi. "Çayı ocakta unuttum!" Beceriksiz miydi biraz? Galiba. Ama çay da sevmezdi. Bu anda en azından annesinin onunla ilgili bu kadar küçük bir şeyi hatırlayabilmesini isterdi. "Beni de almasınlar anne ya... Valla bak!" Bir kez daha şansını denedi. "Çok üzüldüm şu an. Acımı içimde yaşayacağım." Anneyle dalga mı geçiyorsun sen? "Sen de benimle geçiyorsun." Büyük anne olmak istiyorum ben Freya! "Anne..." Sen ilerde kaynanana da böyle yaparsan... "Ya ne kaynanası şu anda?" Çemkirme anneye! "Annecim çemkirmiyorum ama bir kez olsun ben ne diyorum diye beni de bir dinlesen mi?" Millet internetten koca buluyor, sen daha bir sevgili bile yapamıyorsun. "Anne sen ne diyorsun Allah aşkına?" Boy boy çocuklar... Seven sevdiğine kavuşurken neden Deniz ile ayrıldınlar... Can'ı da mı elinden kaçırdınlar... "Anne sen benim adımı Freya koyan kadındın. İçine şeytan mı kaçtı senin?" Anneye şeytan denmez! "Peki, özür dilerim." Hep babanın suçu bunlar. "Evet, biliyorum. İsmimi de o koydu, beni de o zehirledi de gittim dilbilim okudum. Öpüyorum annecim. Ocaktaki çay malum... Öpüyorum. Kendine iyi bak. İlaçlarını iç. Görüşürüz annecim. Tamam. Tamam. Terliklerimi çıkarmam. Tamam. Öpüyorum. Görüşürüz. Aaa... Öyle miymiş? Hoşça kal... Tamam." Telaşla derin bir nefes alıp kelimeleri peş peşe sıraladı ve son anda da ekledi: "Görüşürüz!!!"

Annesinin uzun azarları başını ağrıtmıştı. Her gün annesi günün bu saatlerinde bir bahane bulup arar, sonra da söylenirdi. Bilgisayarının yanında duran boş kahve kupasına bakıp acıyla başını iki yana salladı. Doğalgazı açmak için son ana kadar beklediğinden ev buzdolabı gibiydi. Kazak üzerine kazak giyip üstüne de Deniz domuzunun kazağını geçirmişti. Deniz'den ona kalan tek hayırlı şey bu yumuşacık kazaktı. İçi üşüdü. Sürekli evden çalışmadığı için evin ne kadar soğuk olduğunu fark etmemişti. Gidip Starbucks'a falan mı çökseydi? Bu düşünceyi kafasında tarttı, sonra üşenip ayaklandı ve ayaklarını sürüye sürüye mutfağa geçip kombiyi bir kez daha kontrol etti. 55 dereceydi. Kombisi bunu neden gelip peteklerine anlatmıyordu mesela? Eminim anlarlardı. Kolundaki saati kontrol etti. Şimdi hazırlanıp çıksa Starbucks'a 15 dakikada varırdı. Başını cama doğru uzatıp kardan tıkanan yollara, kartopu oynayan çocuklara keyifsizce baktı. Evin bir an önce ısınması için dua etti, yoksa donarak ölmesi işten bile değildi.

30 gram kahveyi öğütücüye doldurduğu sırada çalan kapıya elindeki öğütücüyle birlikte gitti. Gelen Kuryeydi. Beklediği yeni çeviriler gelmişti. Freya kitapları eline aldığı her seferinde aynı şekilde seviniyor, aylarca emek verdiği kitap 100-150 tane sattığındaysa üzülüyordu. Kapıdan uzaklaşamadan zil tekrar çaldığında söylenerek kapıyı araladı. Koca bir buket ile üzerine iliştirilen notu gördüğünde az önceki sevinci hızlıca karardı. Adamın çiçeği eline tutuşturmasına fırsat vermeden notu aceleyle okudu. Can'dandı. Daha da tadı kaçtı. Teşekkür edip çiçeği aldı ve bir elinde çiçek diğerinde öğütücüyle mutfağa geçti. Çiçekleri bir vazoya yerleştirip Can'a teşekkür mesajı attı. Annesi, bu mesaj olayını öğrense hiç susmadan söylenirdi.

Gözlerini devirip yarım litre suyu kahve makinesine boca etti.  Kalçasını tezgaha dayayıp kahvenin demlenmesini beklerken de Twitter'a girdi. Kahvenin buharlaşan suyundan yükselen sesi duyabiliyordu. Mutfağa kahve kokusu dağılırken gülümsedi. Bu koku her şeye bedeldi. Twitter'da herkesin birilerine sallamasını, arkadaşlarından birinin diğerini, diğerinin de başkasını lümpenlikle, burjuvalıkla, para sevicilikle suçlamasını okurken Denizle ilgili bir twite denk geldiğinde canı sıkıldı. Adamla karşılaşmalarının üzerinden üç gün geçmişti. Adamın yeni dizisinin tanıtımından paylaşılan üstsüz fotoğrafının altında yüzden fazla yorum vardı. Göz ucuyla biraz bakayım derken elli tanesini okudu. Yorumlar adamın ne kadar tatlı, düşünceli, kibar ve merhametli olduğuyla ilgiliydi. Onun Deniz'i, düzeltti, o domuz Deniz insanlıktan, tatlılıktan, merhametten nasibini almamıştı. Gözü yeniden adamın fotoğrafına kaydı. Ama yukarıda Allah vardı; baklavaları büyümüş, omuzları otobana dönmüştü. Allah beyninden kıstığını sanırım kaslarına veriyordu. Twitter'ı kapatıp Instagram'a daldı. Herkes kar fotoğrafı yüklemişti. Bir bacaklarındaki dizi çıkmış tayta, ayaklarındaki Noel babalı çoraplarına baktı, bir de makyajlarını yapıp, en güzel kıyafetlerini giyip soğukta salınan arkadaşlarına. İkisinden birinde yanlış bir şey olduğunun farkındaydı. Ama bir bölüm Türk dizisi kaç sayfaydı onlar biliyor muydu? Freya öğrenmişti. Yaz, yaz bitiremediği bölüme bir de sürekli revizyon geliyordu. Sevgilisiyle camın önüne dev bir yılbaşı ağacı kurup şarabını yudumlayan arkadaşını gördüğünde gözlerini devirip telefonun ekranını kararttı ve elinde kocaman kahve kupasıyla bilgisayarın başına dönüp çalışmaya başladı.

Evi bir oda, bir salondu ve salonunun iki duvarı boylu boyunca kitaplıktan oluşuyordu. Buna rağmen yerde zamanla sehpa olarak kullanılmaya başlanmış kitap kuleleri vardı. Dünyanın en lüks, en güzel evi sayılmasa da evi de Freya gibi sıra dışı bir güzelliğe sahipti. Bütün gününü geçirdiği çalışma masasını bir antikacıdan almıştı, oturduğu sandalyeyi de bir başkasından. Biri üçlü diğeri ikili iki koltuğu da farklı iki ikinci el mağazasından almıştı. Biri yetmişlerin başından, diğeri ise seksenlerin sonundan kalmaydı. Dokuları, renkleri, kumaşları... Her şeyleri farklıydı ama bir şekilde uyumlu görünmeyi başarıyorlardı. Tekli koltuğunu sokaktaki demir atölyesinde kestirmiş, kumaşını mahalledeki kumaşçıdan seçip kendisi dikmişti. Zayıf iskeleti yüzünden oldukça dayanıksız görünse de Deniz ayısını bile taşımıştı. Her şeyi adama bağladığını fark ettiğinde suratını buruşturup gözlerini ovuşturdu.

"Barışacakmışız..." Homurtuyla boş boş ekrana baktı. "Öyle düşünüyormuş... Hadi ya? Sordun mu bana ben ne düşünüyormuşum?" Adamın kömür karası gözlerini ve sıcacık gülümsemesini hatırladığında ekranı kapatıp "Çalışmak da sarhoş ediyor insanı," diye mırıldandı. "Adım atacakmışmış... Atacağım deyince atmış sayılıyor sanki." Koltuğa uzanıp televizyonu açtı. Rastgele bir magazin kanalında durdu. "Bir ay olmuş. Kilise kilise gezip bana dön diye mum mu yakacaktım? Onu mu bekliyordun acaba?" Kahvesinden -ki bugünkü dördüncü falan olmalıydı bu- büyükçe bir yudum aldı. "Ya da türbe türbe seni dileyip çaput mu bağlayacaktım?" Elbisesi pot durduğu konuşulan eski mankeni görmeyen gözlerle süzdü. "Çok sıkılmış... Ben çok eğleniyordum seninleyken, eğlenmekten ölüyordum zaten." Ankaralı bir türkücünün çıkardığı saçma sapan şarkıyı dinlerken "Her gece üçte çekimi biten oyuncular favorimdir," diye söylendi. "Ben manyağım ya..." Durdu. Giderek annesine benzediğini fark ettiği ilk anın dehşetine kapılarak önce ekrandaki türkücüye ardından elindeki kahve kupasına bakıp telaşla kanepeden doğruldu. "Bir temiz hava alayım."

Aceleyle odasına gidip altına bir kot geçirdi. Üzerindeki üç kat kazağı çıkarıp yalnızca Deniz'in kapüşonlusunu giydi. Montunun fermuarını çenesine kadar çekip başına kalın bir bere geçirdi. Ayağına iki kat çorap, üzerine de kar botlarını geçirince savaşa gidiyor gibi görünmesinin dışında sonunda ısındığını da hissetmişti. Sırt çantasına bilgisayarını ve şarj aletini sokup çantayı yüklendiği gibi evden çıktı. Evde çok uzun zaman kalmıştı, artık yazacak bir şey de bulamıyordu zaten. İnsan görmek iyi gelecekti. Asansörsüz apartmana söylene söylene üç kat aşağı indi ve başını hafifçe havaya kaldırıp gökyüzüne baktığında...

-"Kartopuuuuu..."

         Bam! Suratında patlayan karın acısıyla gözleri sulandı, burnu sızladı, ağlamamak için yanağını ısırdı. Eliyle yüzünün iki yanından karı süpürürken "Sizi bir elime geçirirsem," diye başladığı cümlesi yeni bir kartopuyla yarıda kaldı. Kartopu değil gülleydi mübarek. Hala sızlayan gözlerini ona kartopunu fırlatan ufaklığa çevirdi. "Yedim seni Eren!" Çocuk çığlık çığlığa sokağın başına doğru koşmaya başlarken avuçlarında sıkıştırdığı kartopunu çocuğa fırlattı ve aynı anda çocuğun ciyaklamasını duydu. "Bir daha bana kartopu atarken iki kez düşün!"

Homurdana homurdana, karda kaymamaya çalışarak Starbucks'a kadar yürüdü. Cebindeki son parasıyla orta boy bir kahve alıp cam kenarındaki deri koltuklara çöktü. Altı bölüm... Tek başına yazmasına gereken bu kadardı. Altı bölüm... Ortalama bir roman kalınlığında tutacaktı. Neyse ki dördü geride kalmış, ikisinin de yolunu açmıştı. Kartonu havada sallayıp boş olduğunu fark ettikten sonra tatsızca masaya bıraktı ve kapanmak üzere olan telefonunu şarja taktı. Yarım saat kadar ekranda yanıp sönen imleçi izledikten sonra bugün ne yaparsa yapsın bir kelime daha yazamayacağımı fark etti. O sırada cırtlak bir ses "Freya!" diye bağırınca içinden üç kez Beetlejuice! diye seslendi. Şu an Beterböcek'in gelmesine İdil'in gelmiş olmasından daha çok istiyordu. Yüzüne yarım ağız bir gülümseme asarken "İdiiiil," dedi son derece yapmacık bir sevinçle. "Ne güzel tesadüf!"

-"Sen olduğuna emindim, hayatım." Eğilip kadını şapur şupur öptü. Freya çaktırmadan yanaklarını kazağının kollarına kurularken İdil yanına çat! diye oturmuştu. Freya'nın yüzünden resmen memnuniyet akıyordu. "Nasılsın? Ay sen biraz kilo mu aldın yoksa bu üstündeki sana bir beden büyük mü?" Üç... Üç beden büyüktü de sorun bu değildi. "Daha bu sabah İsviçre'den döndük biz de Emirle..." Yine bir yurtdışı gezisi, bitmeyen anılar... Acaba telefonun kablosuyla kendini boğmaya çalışsa insanlar onu yadırgar mıydı? Çevresindekileri göz ucuyla süzdü. "... bacağını kırınca..."

-"Yalnız bırakmasaydın adamı, İdil'cim."

-"Ne adamı hayatım? Mine var ya, bizim sınıftan... Cuma günü o kırdı bacağını. Onlar geri döndü işte..." Çenen kırılsaydı, İdil. Bir beş ay konuşamasaydın da hepimiz nefes alsaydık. "Biz de kıza üzüldük, bugün geri döndük."

-"İdil bugün zaten Cuma değil mi?" Kadının yalancı kahkahasıyla istemsizce suratını buruşturdu. Boş kartonu alıp kahvesinin bittiğini yeni fark etmiş gibi ayaklandı. "Kahvem de bitmiş. En iyisi ben artık..." Koluma asılan kolun alçıya alınsaydı İdil de ben vicdan azabı duysaydım.

-"İki hafta öncesinden bahsediyorum tatlım." Tekrar anlatmaya koyuldu. Buna anlatmak denemezdi de işkence denirdi. Bunun bazı medeni ülkelerde cezası bile vardı. Bu adam kaçırma... Yok, yok o kadar da değil ama kesin alıkoymaydı. "Ben kendime kahve alacağım. Sana da alayım, biraz laflayalım. Çok özlemişim seni."

O ayaklanıp kahve almaya giderken Freya öfkeden telefonunu kemiriyordu. Ya beş dakika ya... Beş dakika önce kalksa ölür müydü? Sıradan ona el sallayan İdil'e yalancı bir sevimlilikle el salladı. Telefonun kablosu ince kalırdı ama bilgisayarınınki onu kesin taşırdı. Ciddi ciddi bilgisayarın kablosuna bakıp bunu kafasında tarttı. Bu kabloları bu kadar kısa yapacak ne vardı sanki? Kaderine razı gelen bir idam mahkumu gibi ekranı kapatıp şarjdaki telefonu hariç her şeyi sırt çantasına koydu. Gözleri kapıya kaydı. Yok muydu şöyle beyaz motorlu, beyaz arabalı bir prens? İdil'in üstüne atıp kaçardı. Yoktu. Alt dudağı inceden bir titredi. Kızın önüne bıraktığı kahveye ilave zehir koydurabiliyor muydu acaba? Şöyle acısız bir ölüm getireninden... Tarçın da hani zehirle yakışırdı. Biraz da tarçın eklerdi.

Gözlerine kapanmamaları için emir vererek İdil'e döndü. Kadın önce yarım saat boyunca havaalanında bir türlü istediği parfümü bulamayışını anlattı. Sonra bir yarım saat de Mine'nin nasıl düştüğünü. Sonraki yarım saatte de fotoğrafları gösterip videoları izletti. Freya içten içe ağlamaya ve kapıdan girecek herhangi bir beyazlı adamı beklemeye devam etti. Motoru değil, bisikleti olsa bile razıydı. Yeter ki İdil'i ezecek kadar iri yarı olsaydı. Gözlerinden biri kadının tulumuyla ilgili konuşmasının ortasında kapanmaya başlarken "İdilcim," dedi sessizce. "Saat beş olmuş. Emir merak etmesin seni?"

-"Ayyy... Olmuş mu o kadar hayatım?" Saatini kontrol edip telaşla toparlandı. "Sözde yiyecek bir şeyler alıp dönecektim." Şapur şupur bir öpücük daha... "Bunu tekrarlayalım. Seni çok özlemişim." Tam gidecek gibiyken dönüp "Bu arada oversize falan sana hiç yakışmıyor," diye mırıldandı. "Senin için söylüyorum."

Alaycı bir şekilde kaşlarını havalandırdı: "Gerçekten mi?"

-"Seni olduğundan daha kısa ve şişman göstermiş." Doğrulup kadına havadan bir öpücük attı. "Görüşürüüüüz!"

Eve dönüş  yolu boyunca İdil'e ve yokuşa söylenmiş, kalan zamanında da senaryodaki düğümü çözmek için bir şeyler düşünmeye çalışmıştı. Ama şu anda kafası boş bir kasa kadar kalın ve işlevsizdi. Haftalardır günde üç-dört saatlik uykuyla yetinmeye çalışıyordu. Tadı kaçtı. Para alabildiği de yoktu zaten. Her şey tamammış gibi bir de doktoraya başvurmuştu. Hayatının bir yerinde biri ona büyük bir eşek şakası yapıyor olmalıydı da kadın işte bir türlü o şakaya gülemiyordu. Gözlerini ovuşturup nefes almak için durduğu sırada Eren arpası fazla gelmiş gibi yokuştan kaya kaya ona doğru gelmeye başladı. Başına gelecek vardı, hissediyordu. Zaten ekmek almayı da unutmuştu. Yine makarna salataya talim olacaktı.

-"Freya abla! Freya abla!"

Çocuğu kolundan yakalayıp yoldan çekti. Kar yolları tıkadığı için bugün tatil edilmiş olabilirdi. Yine de bütün İstanbul akın akın bir yere gidiyor gibi her yerden aniden bir araba fırlıyordu. Çocuğun hizasına eğilip "Ne var Eren?" diye sordu. "Adımı mı ezberliyorsun?"

-"Senin şu yakışıklı çocuk gelmiş, Freya abla. Apartmanın önünde bekliyor."

-"Yakışıklı çocuk kim?"

-"Annemin dizisinde oynayan... Esmer, kıvırcık saçlı işte."

Deniz'i kastediyor olmalıydı. Sızlanarak gözlerini kapattı. Gün daha ne kadar kötüye gidebilirdi? Eren'in yalancı öksürüğüyle gözlerini aralayarak "Para kazanmak ister misin?" diye mırıldandı. Düşünmeden yaptığı bir hamleydi. Yine de o gecenin acısını çıkarma fikrine sıkıca sarıldı ve montunun ceplerini yokladı. Para çıkmayınca bir de sırt çantasının ceplerini yoklamıştı. Arka gözde on lira bulunca altın bulmuş gibi sevinip parayı iki yanından çekiştirdi. "Deniz'e on başarılı atış yap, on lirayı kap!"

-"On liraya beş atış yaparım."

-"Yedi olsun."

-"Beş atış ya da hiç."

-"Siz Kayseriliydiniz değil mi?" Bir çocuk bu kadar mı soya çekerdi? Bunu boşuna okutmasınlardı, bunda başarılı esnaf ışığı vardı. Eren'in bu sırada verdiği 'Ne sanmıştın!' cevabını duymazdan geldi. Bu canavar tek başına dükkanı şahlandırır, komşu dükkanları falan da satın alıp işleri büyütürdü. "Tamam." Pazarlıkla uğraşacak canı yoktu. Tek istediği ısınmış evine girip televizyonda su altı belgeseli izlemekti. "Beş atış, on lira..."

-"Anlaştık."

Çocukla el sıkışıp anlaştılar. Eren'in annesi, Freya'nın alt komşusuydu. Neşeli, güzel bir kadındı. Sık sık Freya'ya yemek gönderir, bazen de Eren'i ona emanet edip bir yarım saat işlerini halleder, dönerdi. Çocuğun babasını hiç görmemişti ama Eminönü'nde bir halı dükkanı olduğunu biliyordu. Eren'in başını eğip Deniz'i seyrettiğini fark ettiğinde sırıttı. Çocuk tedirgince kıpırdandı ve başını kaldırıp "Biz niye ona kartopu atıyoruz?" diye sordu. "Deniz abi kötü biri mi?"

-"Çok."

-"Thanos'tan daha mı kötü?"

-"Şeytan taşlıyoruz diyelim, Eren'cim."

-"Ş-şe-şeytan mı?"

Freya çocuğun korktuğunu fark edince sesine ürkütücü bir hava kattı: "Şeytan tabii..." Hafifçe çocuğa doğru eğilip devam etti: "İnsan formuna bürünmüş bu tip şeytanlar genelde yetişkinleri yiyip küçük çocukları da dişlerini temizlerken kürdan olarak kullanıyormuş."

-"Valla mı?"

Çocuğun alnına hafifçe vurup "Yürü len," diye homurdandı. "Bir de 'Kayseriliyim' diye hava atıyorsun." Başını sokağa doğru sarkıtıp hala aynı yerde bekleyen adama uzun uzun baktı. "Beş atış bak!"

-"Peşin çal..."

-"Ereeeen..."

-"Gittim!" 

Eğlenceyi kaçırmak istemediği için apartman boşluğuna doğru çekilip başını hafifçe uzattı. Yüzünde afacan bir gülümseme genişlerken Eren'in gazabının Deniz'in üzerinde olmasını diledi. İlk kar topu adamın ensesine isabet ettiğinde acısını hissederek suratını buruşturdu ama sonra anın tadını çıkardı. İkincisi karnına, üçüncüsü omzuna, dördüncüsü öfkeden kızarmış suratına ve sonuncusu da tam kazağının yakasıyla montu arasına isabet etmişti. Eren topukları yağlarken Freya kahkahalarını avuç içinde boğdu. Bütün havası bir anda kaybolmuş Deniz'e bakarken adamın Eren'in peşinden ona doğru koşmaya başlamasıyla dehşete kapıldı. Lanet olsun! Bunu hiç düşünmemişti. Eren'i iki-üç adımda omzuna atıp "Nerede o?" diye sorduğunda gözlerini kapatıp köşeye iyice sindi. Apartmandan birinin çıkma şansı var mıydı? İnşallah çıkardı. Çıkarsa ilk maaşıyla Eren'e, üç aydır anlata anlata bitiremediği o saçma sapan legoyu alacaktı. Adamın yaklaşan adımlarını ve söylenmelerini duyabiliyordu. Nefesini tuttu. Şu an bir deus ex machinaya ihtiyacı vardı. Deniz'in adımları artık çok yakındı. Eren'in çırpınıp adamın elinden kurtulduğunu ve ateşlenen bir mermi gibi fırlayıp sokakta kaybolduğunu gördü. Kaderden kaçmak diye bir şey yoktu. Olsaydı eğer beyaz atların sürdüğü altın arabasıyla yakışıklı bir Yunan Tanrısı onu alıp buradan çoktan kaçırmış olurdu.

-"Merhaba, Freya."

Ama kaçırmadı.

Sevgilerimle,
CansuU.

Continuer la Lecture

Vous Aimerez Aussi

İNCİR AĞACI Par ☀️🌙

Roman pour Adolescents

59.9K 249 13
(Not: gerçek hayat hikayesinden esinlenilmiştir.) 1996'da geçen, köyün genç delikanlısı ve deli dolu kızının arasında geçen çocukluktan beri var olan...
LİMONLU KEK Par Betül Eldoğan

Roman pour Adolescents

48.1K 6.3K 19
Çocukluğumun bir kokusu olsaydı eğer bu annemin fırında yaptığı ve tadı her zaman güzel olan üzümlü kekin kokusu olurdu. Küçük üzümleri ayırarak yedi...
12.9K 371 2
Beni kendine çekip başımın göğsünde yaslanmasına sebep oldu. Elleriyle saçlarımı okşarken ben ise hiçbir şey yapamıyordum. Ne sarılmasına karşılık ve...
280K 24.6K 49
Dört genç adam..."Yörünge" rock grubunun parlak çocukları...Ama hayat hikayeleri ve aşklarıyla,aynı zamanda bizden birileri onlar... Kerim ve Ela...