OKULDA SAPIK VAR (Serisi)

By Atikesungunapsa

265K 42.9K 70.8K

17 sene öncesinde bu proje hazırlanmıştı. Proje hayata geçerken kime vuracağı belli değildi. Ezgi'ye dokund... More

Tanıtım
Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bölüm 7
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bölüm 13
Bölüm 14
Bölüm 15
Bölüm 16
Bölüm 17
Bölüm 18
Bölüm 19
Bölüm 20
Bölüm 21
Bölüm 22
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Bölüm 26
Bölüm 27
Bölüm 28
Bölüm 29
Bölüm 30
Bölüm 31
Bölüm 32
Bölüm 33
Bölüm 34
Bölüm 35
Bölüm 36
Bölüm 37
Bölüm 38
Bölüm 39
Bölüm 40
Bölüm 41
Bölüm 42
Bölüm 43
Bölüm 44
Bölüm 45
Bölüm 46
Bölüm 47
Bölüm 48
Bölüm 49
Bölüm 50
Bölüm 51
Bölüm 52
Bölüm 53
Bölüm 54
Bölüm 55
Bölüm 56
Bölüm 57
Bölüm 58
Bölüm 59
Bölüm 60
Bölüm 61
Bölüm 62
Bölüm 63
Bölüm 64
Bölüm 65
Bölüm 66
Bölüm 67
Bölüm 68
Bölüm 69
Bölüm 70
Bölüm 71
Bölüm 72
Bölüm 73
Bölüm 74
Bölüm 75
Bölüm 76
Bölüm 77
Bölüm 78
Bölüm 79
Bölüm 80
Bölüm 81
Bölüm 83
Bölüm 84
Bölüm 85
Bölüm 86
Bölüm 87
Bölüm 88 (Final)
Bölüm 89 (Ö.B)
Bölüm 90 (Ö.B)
Bölüm 91 (Ö.B)

Bölüm 82

2.4K 405 1.1K
By Atikesungunapsa

Aylar, haftalar, günler, saatler, dakikalar işledikçe, hayatımızdan bir an daha yaşamış oluyoruz, hayatımızın kader çizgisinden bir an daha geçmiş oluyoruz. En kötüsü de ne biliyor musunuz? Biz yaşadığımız an için, 'Evet, bu anı da yaşadım,' diye sevinirken aslında ömrümüzden bir an daha azaldığının farkında olmuyoruz. Zaman geçiyor, zaman. Zaman geçtikçe biz değişmediğimizi sanıyor, hevesle bir ileriye daha adım atıyoruz ama yanılıyoruz. Biz değişiyoruz, adımlarımız değişiyor, duygularımız değişiyor. Tek değişmeyen şey, değişim oluyor. Çünkü değişiyoruz. Çok değil, sadece Ekim ayına geri döndüğüm zaman Kutay reise kıl olduğumu hatırlıyorum, gülüyorum. Şimdi baktığım zaman yanımdaki adam için düşünmeden, geriye kalan tüm nefeslerimi ona verip, onun yaşamasını isterim. Aynı şekilde, onun da bana vereceğini biliyorum. Söyler, hissettirir, bakar, susar ve ben anlarım. Onun beni anladığı gibi.

"Karşılaşmak için emin misin Ezgi?" diye sordu arabadan inmek üzereyken, "Olay daha çok yeni ve Ayşenur henüz iyileşmedi..."

"İyileşmemiş olması daha iyi bence, çünkü iyileştikten sonra zaten hatasının farkında olacak ki, şu anda da zaten hatasının farkında." Onu beklemeden arabadan inip hastane kapısına doğru baktım. Anlamış olacak ki, hemen arkamdan inip elimi tuttuğu gibi içeriye girdik. Tedirgin miydim? Korkuyor muydum? Kızgın mıydım? Tereddütüm var mıydı? Hiçbirisi yoktu. Sadece ona biraz olsun kırgındım, karşimlik hakkıyla. Bile isteye yapmış olmamasına rağmen içimde ufacık bir yerde kırgınlık yatıyordu. Sızlatmıyordu bile, o kadar küçük bir kırgınlık.

"Gelebilir miyim?" diye sordum kapıyı tıklatıp araladıktan sonra. Ozan kapıya doğru geldiğinde tamamen açıp içeriye davet etti. Kutay'la beraber girdik. İkimizinde yüz ifadesi dümdüzdü. Ne gülümsemek, ne öfke, ne kırgınlık, hiçbir ifadeyi barındırmıyorduk. Özellikle Kutay, onun ne kadar güzel bir kalbi olduğunu bilsem bile Ayşenur'a benim olmadığım kadar kızgındı. Sadece anlamaya çalışıyordu.

"Hoşgeldiniz..." dedi Ozan gözlerim Ayşenur'a bakarken. Sol elinin üzerinde damar yolu açıktı, gözlerinin altı çok az morarmıştı, saçını tepeye gelişigüzel toplamış, utançla yüzüme bakmaya çalışıyor ama bakışlarını kaçırıyordu.

"Hoşgeldiniz," dedi kısık bir sesle. Odanın içinde gezen yeşilleri bana saniyelik çarpıyor, anında geri çekiyordu. "Geçmiş olsun..." Kutay konuşunca ona doğru 3 saniye bakıp bakışlarını kaçırdı. "Nasılsın Ayşenur?"

"İyiyim," dedi sessizce. Bakışları yerde, bakışları camda, bakışları duvarlarda, bakışları pişmanlıktaydı. "Bizi yalnız bırakır mısınız?" diye sordum gözlerimi bir an olsun Ayşenur'un gözlerinden ayırmadan.

"Ezgi," dedi Kutay bir adım arkamdan. Ezgi değildi demek istediği, hayır demekti ama duymamazlığa geldim. Bizi bizden başka kimse anlayamazdı. İçimizi girmek isteyen, giren insanlar bile anlayamazdı.

Ayşenur'un bakışları ilk kez gözlerime baktığı zaman diğerlerinin yavaşça dışarıya çıkmasını bekledim. Kapının kapanma sesini duyduğumda bir adım attım yatağa doğru. İrkildi. Bir adım daha attım, arkasına doğru yaslandı. Bir adım daha atıp ayak ucuna oturduğum zaman dizlerini dikip kollarını sardı. Hâlâ gözlerime bakmıyordu, hâlâ pişmanlıkları odada geziyordu.

Buraya haklılık savunmaya gelmedim ama kimin doğru, kimin yanlış yaptığını anlatmaya geldim. Ben ölmedim, ama Ayşenur her saniye ölüyordu. Bu pişmanlık onu ölüme bile götürecek kadar kötü bir histi, farkındaydım.

"Nasılsın?" diye sorduğumda eğik başını kaldırmadan bakışlarını dizlerinden gözlerime çıkarttı. "İyiyim, iyi olmak istiyorum." Sesindeki çaresizlik boğazıma aldığım en ağır yumruk hissi yaratırken elimi uzatıp elini tutmamak, hıçkıra hıçkıra ağlamamak için zor tuttum kendimi.

"İyi olacaksın."

Bir an geçti aramızdan. Sadece 2 saniye. O 2 saniye içerisinde bana sanki 105 gün yaşadığı o hayatta, hayat denirse, nasıl bir ruh hali içine girdiğini anlattı.

Sevmek demek üzmek değildi. Yeri geldiği zaman sevdiğimizden vazgeçebilecek kadar cesur olmalıydık. Sevmeye devam ederdik. Ama onun iyiliği ve mutluluğu için insan bir dakika bile düşünmez, canını ortaya koyardı. Sadece, insanın kanında şerefsizlik kol gezmemeliydi. Bunu yapabilmek için büyük bir fedakarlık gerekirdi. Kutay'la ayrılacak mıydık? Ayrılmak mı istiyordu? Eğer benimle mutlu değilse ayrılırdım. Mutluluk dilerdim ona. Ömrünün sonuna kadar dibine düştüğüm gülüşü başkasının görmesine müsade ederdim. Çünkü neden etmeyeyim? Benim yanımda yüzü asık, beş karış ve mutsuz olacağına, başkasıyla mutlu olmasını isterdim. Hem de çok isterdim. Bizi bu duruma düşüren Nuri şerefsizi kendi emeli ve arzuları için sevdiği kızı getirdiği bu halde, senelerce kurduğu plan ve üzerine işlediği kusursuzluğu 2 kızın daha canına mâl oluyordu. Belki de onları orada öldürecekti. Belki onlar acılarından öleceklerdi, gerçekten intihar edeceklerdi. Kendimizi sevdiğimiz insanla yaşamaya zorlamak yerine keşke, onun mutluluğu için zorlayan insanlar olsaydık, olmalıydık. Dahası olmamalıydı. İnsan mutlu olduğu şehirde yaşamalıydı, mutlu olduğu evde oturmalıydı, mutlu olduğu insanların yanında olmalıydı, mutlu olduğu işi yapmalıydı. Bunları yaparken karşısındaki insanları da düşünerek yapmalıydı. İstenmediği yerde durmak yerine, hiçbir yerde istenmiyorsa bile en azından kendine yeni bir hayat kurup, gerekirse yalnız başına mutlu olmaya çalışmalıydı. Bizim yaşamamız gereken hayat bu değildi. Bize bu hayat reva görülmemeliydi. Mutluluğumuz için bir çok şeyi yapıp, hala mutsuz olmaya devam etmemeliydik.

"Özür dilerim..." dedi başını eğerek.

"Ayşenur," dedim sert bir sesle, "Kaldır şu başını." Kaldırdı. "Bana bak, özür dilemenle benim yaşadığım acı geçmedi. Hatta bana o an öyle bir acı verdin ki, ömür boyu unutmam. Karnımda 5 cm uzunluğu olan o izle bir ömür yaşayacağım." Sesimin çok çıktığını fark edip daha sessiz bir şekilde devam ettim. "Ama eğer, benden özür dileyip, bana teşekkür etmek istiyorsan bir an önce bu hastaneden çık. Kaçma, insanlara iyi olduğunu inandırmaya çalışma çünkü biz senin iyi olmadığının farkındaydık. Sadece biz iyileştirmek istedik seni. Keşke en başında bencillik yapmayıp seni buraya biz getirseydik ama böyle bir şey yapacağın hiçbirimizin aklına gelmedi. Evet keşke yapmasaydın. Sana kızgın mıyım? Evet. Sana kırgın mıyım? Evet. Seni affediyor muyum? Evet. Ama ne var biliyor musun? Seni o kadar çok seviyoruz ki, beni öldürmüş dahi olsaydın seni affederdim. Çünkü gerçek sevgi bu. Sevgi dediğimiz şey, o şerefsizin size anlatıp da, sizin beyninizi yıkadığı o saçmalık değil. Sen, Ozan seninle mutlu olmasa onu bir yere kapatır mısın? Kapatamazsın." Ağlamaya başladı. "Çünkü sevdiğin adam nerede mutluysa oraya gitsin dersin. Ben de. Ben de öyle derim çünkü bencillik yapamam. Eğer gitmek istiyorsa gider. Nerede mutlu olmak isterse oraya gider. Elimden geleni yaparım. Gitmesin diye kendimi yırtarım. Belki o an bir öfkeyle söylemiştir diye düşünür her şeyi yaparım ama onu bağlayamam. Bağlayamazsın. Sırf benimle olması için, bana mecbur kalması için kendi namusuma söz getiremem. Bu bencilliği ikimize de yapamam. Sen de yapamazsın. Sana bir soru soracağım ve bana net bir cevap vereceksin?" Başını salladı. "Sevgi ne demek Ayşenur?" diye sordum ama sanki yalvardım.

Başını kaldırıp derin bir nefes alırken gözlerini ve yanaklarını sildi. Bakışlarını pencereye çevirip dudaklarını ıslattı, bana döndüğünde buraya geldiğim zaman gördüğüm Ayşenur yoktu. Eski Ayşenur vardı. Karşimliğin anasını ağlatan Ayşenur.

"Gitmek mi istiyor? Sevmediğini mi söylüyor? Söylesin amk. Gitme derim, çok sevdiğimi söylerim. Bunu ona gösteririm. Yalvarmam ama sevdiğimi bir şekilde ona ispatlarım. Gönlünü almak işin uğraşırım. Baktım olmuyor mu? Gönlü başkasına mı kaymış?" Sesi titredi. "Lan gerekirse gider o kızı ona ayarlarım. Şerefsiz yeter ki mutlu olsun. Benimle olmuyorsa sevdiği insanla mutlu olsun. Beni sevmiyorsa gidip onu sevsin ama mutlu olsun. Ben de seni mutlu etmek istedim ama senin acı çekeceğini fark edemedim Ezgi. Yemin ederim normal bir kafayla yapmadım onu. Bize orada işkence etmedi ama sevdiği kızı elde etmek için yaptıklarını anlattı. Sevmek demek ona göre, ömür boyu yanından ayırmamak demekmiş. Gerekirse ikimizi de öldürürüm ama onu başkasına yar edemem, ben onu sevgimle mutlu ederim, zamanla alışır, beni unutmasına, benden nefret etmesine izin vermem, derdi. Bize anlatmadığı şey kalmadı Ezgi. Bizi çok sevdiği için oraya kapattı bu adam. İnanmadım, bağırdım çağırdım ama zamanla ne halim kaldı, ne durumum. Her gün bize bunları anlattı. Kızını, kız kulesine kapatan adamı anlattı. İnandık. Allah kahretmesin inandık. Verdiği ilaçlar yüzünden her dediğine inandık. Onu sevdiğimizi söyledik. Ona güvendiğimizi söyledik. Bize zarar vermiyor sandık ama öyle değilmiş. Bizim aklımızı yememizi bekliyormuş şerefsiz."

Sinirlerim bozuk plağa döndü. O anlattıkça bir yandan ağladı, bir yandan kendini hırpaladı. Biraz daha konuşmasına müsaade edersem yaşadığı günleri tekrar yaşıyormuş gibi hissedeceği için susmasını istedim. Sustu. Karnımı açıp yaranın olduğu yeri gösterdim, etkilenmesini bekliyordum, öyle de oldu. Biraz daha ağladı, ben de onunla beraber ağladım. Sonra ikimizde susup birbirimize sarıldık. Artık ağlamak istemiyordum, artık gerçekten ağlamak istemiyordum. Gülmek ve eğlenmek istiyordum. Hayatın tadını çıkartmak, bokunu çıkartana kadar eğlenmek istiyordum.

Hastaneden çıkıp arabaya bindiğimiz zaman Kutay annesinin yanına gitmeyi teklif etti, kabul ettim. Her gün aradılar ama bir hafta boyunca ilk kez evden çıkmıştım. Hava almak iyi geldi, yalan değil.

"E ressamlık kızı," dedi yolda ilerlerken, "Ne konuştun karşinle?" Ona bakıp saçma bir tebessüm ettikten sonra anlattım.

"Bazen çok sinir oluyorum varya sana, söz dinlemiyorsun ya, ayarım kaçıyor, şartellerim atıyor resmen." Daha çok güldüm. "Ne oldu elektrik direği kılıklı, kaçak elektrik mi var yoksa?" Anlık yüzüme ters bir bakış gönderip yola döndü. "Evet, kaçak elektrik var. Hayırdır, kaçağı mı kontrol edeceksin?"

"Bana ne amk?" dedim rahat rahat, "Varsa var. Elektrik erkeği olan sensin, kendini tamir et."

"Bak bak. Biz bir hafta boyunca kızın her ihtiyacını giderelim, kendi sızıntımızı kendimiz kontrol edelim. İyi böyle be."

"Başıma kakacaksan yapmasaydın. Seni eve kilitlemedim. Evimin anahtarını cebinde taşıyorsun."

"Neremde taşıyayım? Başka nereme koyabilirim mesela?" diye sordu imalı bir şekilde gülerek.

"Pislik," dedim yüzümü buruşturarak, "Sapık reis."

"Aklı fesat olan sensin ressamlık güzeli. Neremde taşıyayım diye sordum, pislik gene ben oldum. Sahi, nereme koyayım başka?"

"Nerende taşırsan taşı be. Pisliğe bak. Bir de bana bok atıyor. İmalı imalı gülen sensin ama, ben mi güldüm?"

Keyfine diyecek yoktu. "Söz dinle biraz söz. Ayşenur'un hatırına susuyorum." Diyecek bir şeyim kalmadı demiyor da, hah kavak suratlı.

Sunay teyze, Mercan hala, Mine ve Aras dörtlüsü takılmaca takılırken bir yandan yemek hazırladık, bir yandan ika lafın belini kırdık. Evin reisi ekmek almaya gittiğinde Sunay teyze kenara beni kenara çekti.

"Kızım," hala zor konuşuyordu, "Kutay çocukluğundan beri zor bir hayat geçirdi. Ani iniş çıkışları olur, ona aldırış etme olur mu?"

Benden daha çok zaman geçirdin oğlunla Sunay teyze ama bunları aşalı çok oldu. Onun ne tip bir erkek olduğunu az çok çözdüm, o yüzden zaten takılmıyorum. "Alıştım Sunay teyze, hem zaten eskisi gibi öfkesini kontrol edemeyen bir erkek de değil zaten, daha dikkatli. Bunca yaşadığımız şeyden sonra birbirimize böyle destek oluyoruz..." Gözleri doldu, gözleri yine saçlarıma kayarken eliyle sevmeye başladı. Bu kadının bu saç muhabbeti baya üzüyor beni be. Valla bak.

"Sen gene de dikkat et kendine, ona da. Ufak bir tartışmada ayrılalım deme, o seninle çok mutlu. Ben görüyorum..."

"Biliyorum Sunay teyze. Teşekkür ederim." Hakikaten ayrılalım falan desem, yada ayrılsak ne yaparız acaba? Çok merak ediyorum açıkcası. Birbirimize o kadar çok alıştık ki, acaba ayrılsak birbirimiz olmadan ne kadar dayanabiliriz? Konuşmadan ne kadar durabiliriz? Kaos olmadan yaşayabilir miyiz acaba?

Bunları düşünürken isteğim üzerine yemekten sonra evden çıkıp alışveriş merkezindeki çocuk oyun alanına geldik. Önce çocukların zevkle oynadıkları ama bizim ilk kez oynayacağımız saçma salan bütün oyunlara bindik. Küçük, boyu 160 olan atlı karıncanın atının üzerinde dönerken Kutay araba hakkında birisiyle telefonda görüşüyordu. Tam onun yanından geçerken yakasından çekip oyuncağa bindirdim. Zaten hepi topu üç tane at vardı. İkisinde biz otururken 5 yaşlarında bir çocuk beleş tribüne geldi oturdu.

"Anne," dedi annesine bakarak, bir taraftan dönüyorduk, "Neden bu kocaman insanlar binmiş bu oyuncağa? Söyle insinler." Bak bak bak, ip yumağına bak sen. Hem gel benim kartımla çalışan oyuncağa bin, hem beni kov.

"Sen kimi kovuyorsun portakal tipli?" diye sordum çok bilmiş portakal ağacına, "Benim kartımla çalıştı bir kere bu oyuncak. Sesimi çıkartmadım ama sen de sus bakayım."

Annesine baktı. "Anne bu kız beni kovuyor!" Ben de annesine baktığımda genç bir kadın olduğunu gördüm. "Hem çocukların oyuncaklarına biniyorsunuz, hem çocuğu mu kovuyorsunuz?" şeklinde bir soru aldığım zaman gözlerimi kısıp çocuğa döndüm. "Kaç yaşındasın sen?" Elleriyle 5 yaptı. "Ben kaç yaşındayım biliyor musun?"

"Bilmiyorum!" dedi ters bir sesle, hala dönüyorduk. "17 yaşındayım. Aramızda 12 yaş var. İstersen sana sen olmadan geçen 12 senemi anlatayım, koşarak kaçarsın buradan." Annesi, "Ne alaka?" diye sordu. "Çok alaka. Belki çocuk ruhu hala içimde. Sana mı soracağım hangi oyuncağa bineceğimi? Beleş tribüne oturt çocuğu, benim kartımla bedava oyuncağa binsin, sonra ben kovulayım. Yok ya. İşini bak bacım," dediğimde oyuncak durdu. Kadına bakmaya devam edip, "Çalıştır bakalım oyuncağı, beleş sırası bende." dedim ciddi ciddi. Ruh hastası gözüyle baktı yüzüme, sonra oyuncağı çalıştırdı. Tekrar dönmeye başladığımızda çocuğa eğilip konuşmaya başladım. "Bak seni şimdilik affediyorum, dua et annen oyuncağı çalıştırdı. Yoksa varya üç kere ben çalıştırır, seni kustururdum burada." Kaşlarını çatıp çok ters bakmaya başladı, öyle böyle ters değildi. Elinden gelse beni dövecek, o derece ters. "Bakma öyle, valla kustururum seni."

"Anne, bu kız beni kusturacakmış," dediğinde annesi sinirli sinirli çocuğu oyuncaktan indirdi. Giderlerken arkalarından bakıp el salladım gülerek. Beleş diye buna derim. Ruhumuz çocuksa biz ne yapalım yani? Belki çocukluk yaşamadık, nereden biliyorlar?

"Ezgi sen ne yapıyorsun Allah aşkına?" diyen Kutay oyuncaktan inip kolumdan çekti ama inmedim. Bedavanın tadını çıkartmaya devam ettim. "Bir şey yapmıyorum, benim çalıştırdığım oyuncaktan beni kovdu, kızmasa mıydım?"

"Değişiksin, yürü hadi gidelim."

"Gitmem. Daha oyuncaklar var bineceğimiz."

"Ezgi yaş sınırı var bunlarda, binmen zaten yasak." dediğinde bir görevli gelip oyuncaktan inmemi istedi. Etrafıma bakındım, az önceki çocuk ve annesini beni şikayet ederlerken gördüm. Atlı karıncadan inip çarpışan arabalara yürüdüğüm zaman Kutay engelledi.

"Gel ben seni eğleneceğimiz başka bir yere götüreyim. Senin sinirlerin bozuk anlaşılan..." Kolumdan sürükleye sürükleye atış poligonlarının olduğu yere geldiğimizde kolumu bıraktı. Adam elimize tüfek verdi, karşımızda 10 tane oyuncak vardı ve hangisini düşürürsek o oyuncağı alacaktık.

İlk atışım başarısızdı. "İzle beni, öğren," dedi Kutay tüfeği elimden alırken. Gayet başarılı bir atış yaptı ama düşüremedi. "Şimdi sen beni izle bakalım," dediğimde tüfeği elime alıp hedefe odaklandım. Bu sefer oyuncağı düşürdüm. Ama istediğim oyuncak düşmedi.

Ben Batman'ı düşürmek istemiştim, tüfek gitti Pepe'yi vurdu. Ne alaka amk? Pepe sağ üst çaprazda duruyordu. Batman'ı hedef alıp onu nasıl düşürdüm, hala anlamış değilim.

"Ressamlık kızı," dedi sondaki ı'yı uzatarak, "Nasıl da düşürdün Pepe'yi ama. İnsan Batman'ı vururdu." Gül cemalinde güller açıyordu, çünkü ilk seferde de Batman'ı hedef almıştım. Biliyordu onu istediğimi.

Pepe'yi elime alıp reis efendiye cevap vermeden atışların olduğu yerden çıktım. Tam karşıda bovling alanı vardı. Hiç beklemeden oraya yürüyüp adamla konuştuğum zaman Kutay arkamdan geldi.

"Sen emin misin o topu kaldıracağına?" diye sordu kaşlarını çatarak. "Herhalde oğlum, ne sandın?" dedim artist bir şekilde. "E hadi başla o zaman."

Topu almak için arkama döndüm, parmak boşluklarına parmaklarımı geçirdim, top gayet iyi görünüyordu. "Bacına, yoluna, oyununa!" diye başlayan bir küfür çıktı ağzımdan. Top ağırdı. Bayağı bir ağırdı. Artistlik yaparken iyiydi ama zor kaldırdım. Kutay'ın yüzüne bakmamak için çaba sarf etsem de dişlerimi sıkıyordum ve beynim zonkluyordu. Normalde kaldırırdım bu topu, şimdi canım acıdı resmen.

Tam eğilmek için topun altındaki diğer elimi çekiyordum ki, Kutay gelip arkamdan karnımı tuttu. "Ağır kaldırmak yasak sana. Eğer illa oynayacaksan ben de yardımcı olayım." Sen böyle arkama geçip sarılırken ben nasıl konsantre olacağım acaba?

Burnuma kokusu gelirken ikimizde öne doğru 45 derece açıyla eğildik, dizlerimizi de hafifçe kırdık ki daha kolay atalım diye ama nafile. Odak sıfır. Resmen yüzü yüzümün yanında duruyordu ve biz öyle top atmaya çalışıyoruz. O top başka bir yere girmesin diyene kadar topu gelişigüzel fırlatıverdim. Allah biliyor nereye gidecek? Hayır niye hala aynı pozisyonda duruyoruz onu da bilmiyorum ama neyse. Eray olsa geçtim öpüşmeyi, o aşamayı çoktan aştığımızı düşünürdü.

"Ne?" diye bir erkek çığlığı duyduğumuzda eğildiğimiz şeklimizi bozduk ama Kutay arkamdan sarılmaya devam ediyordu. Sesin yönüne bir baktık, iti andığımı ve çomağı hazırladığımı gördüm. Çünkü Eray ve Çiğdem sarmaş dolaş bize doğru geliyorlardı.

"Bu anı nasıl kaçırırım? Siz beni öldürmek mi istiyorsunuz? Reis," Kutay'a baktı, "Yenge?" Bana baktı, "Neden bu anı son dakika yakalıyorum ben? Ben ki aylardır sizin öpüşmenizi bekliyorum. Sabır da bir yere kadar." Çok sinirliydi ve deli gibi bağırıyordu. "Sizin yüzünüzden Çiğdem çiçeğimi öpemiyorum." Yalvarmaya başladı. "Hadi ne olur bir kere öpün birbirinizi. Ne olur reis... Lütfen yenge, bir kerecik." Kutay ellerini üzerimden çekip Eray'ın ensesine elini koyarak, yanımızdan uzaklaşmaya başladılar.

"İyisin Ezgi?" diye sordu Çiğdem gülerek. Bugün neler yaptığımızı anlattım. Sinirlerim bozuk plak olduğu için, sürekli aynı yeri çalıyordu, plağa baktırmaya geldiğimizi söyledim.

"İyi yapmışsınız karşim be. Biz de okuldan çıktıktan sonra öyle dolaşmaya çıkmıştık. Bir şeyler yedik, Eray sinemaya girelim demişti, sinemaya geldik." Eray'ın neden sinemaya gitmek istediğini çok iyi anlıyorum. Karanlıkta en arka sıraya geçecek, romantik komedi filminde Çiğdem'i götürecek. Var arkadaş. Lükse bak lükse. Biz yağmur altında gözümüzden burnumuzdan sular akarken öpüşelim, adamlar sinemada klişe klişe öpüşsün.

"Hayatım," dedi Kutay. İlk kez başkasının yanında hayatım dedi. "Sinemaya girelim mi biz de, ister misin?"

"Hangi film?" diye sordum Çiğdem'e. Romantik komediymiş. Vaktimiz olduğu için, "Girelim," dedim, "Bayağıdır film izlememiştim." Deprem olmuştu çünkü hayatımızda. Deprem durdu ama artçıları devam ediyordu. Hayat yaşayamadık hayat. 105 gün canımız gitti, hala gidiyor.

Eray tam onların ön koltuğuna iki bilet aldı bizim için. Saat geldiği zaman içeriye girdik. Gayet filme odaklanmış, arada gülüp arada romantizm yaşarken Kutay böm böm bakıyordu. Ya bir şey anlamıyordu, yada filmi beğenmemişti. "Beğenmedin mi?" diye sordum yaklaşarak. Eray arkadan, "Şimdi sırası, hadi Çiğdem sen de bana dön," dediğinde Kutay filmin saçmalığından, klasik bir film olduğundan, hiçte komik olmadığından, aksine mal mal konuştuklarından bahsetti. Eray'ın hayalleri bir kez daha suya düşmüştü. Çünkü ben filmi beğendiğim için Kutay'ın omzuma yatıp uyumasına izin verip filmi izledim. Film bittiğinde Kutay'ı uyandırdım. Eray arkamızdan isyan ede ede salondan çıktı.

"Hep sizin yüzünüzden," dedi sinirli ve morali bozuk haldeyken, "Sinemada bari öpüşseydiniz."

"Sen malsan insanlar ne yapsın Eray?" diye sordu Çiğdem, "Sana şart sundum, sen de resmen gidip ona uyuyorsun. Bu kadar takılmasaydın emin ol çoktan beni öpmüştün." Eray'ın gözleri büyüdü ki, gerizekalı ne yaptığını anladı. Sinemaya boşuna gitmediler, ama Eray mal. Sorun bizde değil yani.

Eve geldikten sonra Kutay'ı evine yollayıp kapılarımı kilitledim. Sessiz sakin evimde duşa girip saçlarımı kuruttuktan sonra derin bir uyku çektim. Gerçi bir ara rüya görüp uyandım ama olsun. Neticede bir hafta sonra okuluma gitmek için hazırlanıp evden çıkmıştım. Kutay'la beraber okuldan girene kadar gören görmeyen herkes geçmiş olsun dileklerinde bulundular. Derslerde hocalar aynı şekilde sürekli halimi hatırımı soruyordu. Ve bir an geldi ki, dejavu oldum o an.

"Dikkat dikkat," dedi müdür Rahmi bey, "Tüm öğrenciler üst bahçeye. Tekrar ediyorum, tüm öğrenciler üst bahçeye. Duyuru yapılacaktır." Bunu daha önce Nuri şerefsizinin yaptıklarını anlattığımız zaman söylemişti Rahmi bey. Şimdi yine ne olmuştu, bilmiyorum. Tedirgin adımlar atarken birbirimize bakıyorduk. Ne olacaktı bu halimiz?

Bahçeye toplandıktan sonra herkes kendi sınıfının hizasına dizilirken her ağızdan farklı bir ses çıkıyordu. "Amk yoksa Nuri kaçtı mı? Ezgi Başkan bilgin var mı? Gene ne oluyor amk? Müdür alışkanlık yaptı. Her gün duyuru bahanesiyle ders kaynasa keşke, bilmem ne."

"Sessiz olun," diye seslendi Rahmi bey, "Çocuklar bir kere anlatacağım ve bir daha konuşmayacağım bu konu hakkında."

"Anlatın, dinleyelim," dedi bir öğrenci.

"Susun, anlatayım." deyip anlatmaya başladı. "Biliyorsunuz geçen hafta bir deprem oldu." Ne söyleyecek acaba? "Ve bildiğiniz gibi okulumuz çok eski tarihlere dayanan bir okul. Bu yüzden okulumuzda çok fazla eski bina mevcut. Depremden sonra gelen bazı bilirkişiler binaların sağlamlığını kontrol etti. Ne yazık ki, özellikle eğitim binamız, ki eğitim binası en fazla öğrenciyi barındıran bina, olası bir depremde, şiddeti 5 ve üzeri olduğu zaman yıkılma riski taşıyor."

"Lafı dolandırmayın hocam," diye seslendim, "Sonuç olarak?"

"Sonuç belli çocuklar. Eğitim binası geçen sefer ki depremde bazı bölgelerinden çatladığı için kesin yıkımına, makina, metal, ressamlık ve büyük kantinin bulunduğu bina tadilata girmesi kararı alındı. Bir süre okul eğitim veremeyecektir. Bu yüzden hepinizi yerleştirmek üzere ev adreslerinize bakarak en yakın okulları seçtik, hepinizin kaydını oralara aldıracağız."

Yine bir facia. Yine bir kaos. Görüşmek üzere. Şimdiden sonra ne olacak tahmini olan.

Continue Reading

You'll Also Like

24.3K 666 23
Tolkien'in Orta Dünyası hakkında yazılmış bir hayran hikayesi. Film ve kitaplarda anlatılmayan konulara değinmektedir. :) Site ve forumumuza bekleriz...
1.4M 51.9K 54
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Defne çocuk ruhlu biridir. Bir akşam canının sıkıntısı ile anonim bir uygul...
9.9M 536K 78
On sekizinci yaş gününde tanımadığı numaradan gelen mesaja cevap veren bir garip genç kızın hikayesi. Mesajı atanın kim olduğunu ve neler yaşanacağın...
1.4K 145 11
Geçmişim sandığım hayatlar geleceğimdi. Hakkımda anlatılan efsanelerin ilk çıkış noktası aslında binlerce yıl öncesine gitmiş bendim. Kendi efsanemi...