MELÂL

By snmnurgyk

3M 130K 110K

Kanla kazıdığın kelebek dövmesinin üzerini çizdir. Noktalı virgülle değiştir. Bu, devam edecek gibi değil ama... More

《TANITIM》
《1》'KARA GÖZ'
《2》'ŞİZOFREN'
《3》'BELİRSİZ SURET'
《4》'KARANLIK KUTU'
《5》'ZARFDAKİ GİZEM'
《6》'CÜRETKAR HADSİZ'
《7》'RUHSUZ BEDEN'
《8》'UÇURUMDA HAYALLER'
《9》'KATİL'
《10》'ACININ GEÇMİŞİ'
《11》'BEDENSİZ RUH'
《12》'PAÇAVRA'
《13》'DARAĞACI'
《14》'RUH SANCISI'
《16》'SON ÖLÜM'
《17》'EHVENİŞER'
《18》'VİCDAN MEZARLIĞI'
《19》'ELFİDA'
《20》'GERÇEK SANRI'
《21》'RUHSAL ŞEYTANLAR'
《22》'ARAF ÇIKMAZI'
《23》'ÖLÜM MAKAMI'
《24》'KÜL BEBEK'
《25》'RUH İZİ'
《26》'GERÇEK ÖLÜLER'
《27》'ÖLÜLER PUSULASI'
《28》'ÖLÜM ÇANLARI'
《29》'KALBE NEFRET RUHA YAS'
《30》'BUGÜN ÖLÜ, YARIN GÖMÜLÜ
《31》'ORTADA OLAN CANINSA'
《32》'MİNERVA'
《33》'KOR GERÇEK'
《34》'DÜŞÜNMEDEN'
《35》'KANDAN CANA'
《36》'ÖLÜMLE OYUN'
《37》'İRTİHAL
《38》'KAR KÜRESİ'
《39》'KAMELYA'
《40》'YİNE BANA GEL'
《41》'YARIMSIN'
《42》'DUY İSTEDİM'
《43》'ENSENDEYİM'
《44》'HARABE'

《15》'FERYAD-I İNTİHAR'

66.1K 2.8K 5.2K
By snmnurgyk

OY VE YORUMLARINIZI BEKLİYORUM.

SİZLERİ SEVİYORUM♡

KEYİFLİ OKUMALAR
SNMNURGYK

Kaderin kadehinde boğulmuş bir ruh. Yanılgısı zamandan, yazgısı hayattan. Meçhulün kaosu kırmızıdan, kandan. Soğuğun keskinleştirdiği kar tanesi dolaşıyor kan damarlarımda. Acının çiselediği kalp çığ altında. Buz tutmuş merhamet, ateş görmedikçe keskin bir sızı olarak dolduruyor zihnin kayboluşlarını. Kendine mahal ediyor güzelin yok oluşlarını ve MELÂL'in kalbin gölgesinde varoluşlarını. Kaderin keder içinde küle dönüşünü izleyen benliğim, külün karıştığı okyanustan bir yudum alıyor. İliklerde hissedilen hüznün kargaşası gözlerime yaş bırakıyor. Bu yüzden küllerden ölüm bekleyen alevlerin varlığı payidar. Acının avuçları arasında yaktığı ruhun vaveylaları tamahkâr, FERYAD-I İNTİHAR.

Boynuma dolanan intihar etmiş feryatlar yalnızca kendilerini değil beni de katlediyordu. Bir geceyi gün etmiş benliğim, bir günü gece etmek için arayış içinde. Tek bir an yummadım gözlerimi. Sesime yarık açacak şiddette olan çığlıklarım etrafımı kuşandığından beri getirildiğim yatağın üzerinde oturuyordum. Beynimde dönüp duran görüntüler, bir ruhun varlığıyla kör kuyularda son veriyordu hakimiyetine. Göz bebeklerimde taşıdığım sureti başka bir göze gölgesini dahi düşürmemişti. Nasıl? Fikrimde zikreden açık uçlu soruların ucu kırılıyor bir daha açılmamak üzere. Ucu içinde kalan soruların cevap anahtarı buluşturulmuş çöp ile, zihnin derinliklerinde. Beynimin duvarlarına çarparak şiddet kazanan bir ses. Bir kelime. Beş hece.

DELİRİYORSUN!

DELİRİYORSUN!

DELİRİYORSUN!

Çarpıntının durmasını, sonlanmasını isterken her defasında kafamı basınçla avuçlarımın arasına hapsettim. İçimden kendime verdiğim sözler, bana inanması için döktüğüm diller hiçbir istisnaya uğramadan her seferinde aynı kelimeyle parçalandı. Bu gerçeğe inanmak istemiyordum. Böyle bir durumla baş etmek istemiyordum. Ben ondan gelen hiçbir şeyi istemiyordum. Gerçeğiyle mahvolmuşken hayaliyle kahrolamam. Ölümü arzulayan ruhuma ölümü fısıldayarak yaşayamam. Göz kapaklarımda buluştuğum gözler uzun süredir mücadele verdiğim savaşın düşmanlarıydı. Bir mandalla tutturulan mutlulukların dağınıklığı er meydanı.

Dizlerimin etrafına sardığım kollarımla sallanan bedenim uyutmayı hedefliyor beşiğin içindeki yargıyı. Gerginleşen kaşlarım gözlerimin kapanmasına sebep olduğunda derin olmasına rağmen titremesine mani olamadığım soluğu genzimden aşağı yuvarlıyordu. Usulca araladığım gözlerimin bebekleri titreşirken odamın kapısı aralandı. Birilerini görmek istesem yanımda olmayı es geçiyorum yakınımda olmazlar. Eminim. Şu anki ısrarlı yakınlık isteksizliğimin mirası. Kapıdan içeri yavaşça sokulan kişi elinde tepsisiyle annemden başkası değildi. Gözlerindeki yorgun ifade benim gözlerimden mi yansıdı bilinmez. Bilinen ve aşikar olan kederin yorgunluk olarak sindiği yaşlı gözlerdi. Dün geceki olaydan sonra temkinli adımlarla yaklaşmaya başladı. Yatağın yanı başında durduğunda elindeki tepsiyi komidinin üzerine bırakarak saçlarıma uzandı. Özensizce omuzlarımdan dökülen koyu kumral saçlarım bir el tarafından okşanmayı reddedeli uzun zaman olmuştu.

Dün gece sarmaladığı bedenimi odaya kadar getirmişti annem ve bir müddet benimle ağladıktan sonra öfkenin damarlarımda kol gezdiği vakit odadan çıkmıştı. Uzun bir süre kapının önünden ağlayışıma eşlik etmiş, aydınlanan havayla birlikte sessizce gitmişti. Elinin saçlarıma dokunmasını engelleyerek uzaklaştım. Uzaklaşmamdaki sebebin altında yatanların sayısını kaçırmıştım, karıştırmıştım. Ne diyeceğini beklediğimi belli eden bir ifadeyle ona baktığımda acıyla buruşturdu yüzünü. Nasıl görünüyordum acaba? BERBAT.

Yatağın ucunda son buldu adımları. Bana temas etmemeye dikkat ederek oturdu. Gözlerimin içine şefkatle bakarken fısıldadı. "Yaran gönlün kadar büyük mü yavrum?" Yaram. Büyük mü?
Cesetlerin üzerinde bulunan yaraların acısı kalmış mıdır? Akbabaların parçaladığı leşlerin canı yanar mı? Canlı bedenimle eş değer gördüğüm varlığın bir ceset olmasının dahası yoktu. Sorusu dilinden döküldükten sonra hafifçe eğdi başını ellerine doğru.

"Acılarım yaşamım kadar gereksiz."

Sözlerim üzerine aniden kaldırdı başını. Gözlerimle buluşan gözler içine yaş alırken ela gözlere vuran denizin üzerindeki gemi su aldı. "Deme öyle kızım. Sen yaşamazsan ben de yaşayamam. Beni düşün kızım. Sen benim bir tanemsin. Anlat bana yaşadıklarını. Paylaş benimle acılarını." Duymayı istemediği cümleleri işiten kulaklarım dahasını duymak istemiyordu. Bacaklarımı sarmalayan kollarım işlevine devam ederken geçmişin kirini hapsettiğim kafamı baktığım gözlerden duvara doğru çevirdim. Hiçbir gözde kendime ait kırıntılara rastlamak istemiyordum artık. "Kaçırma güzel gözlerini benden Mira. Gözlerin gibi kararttığın hayatının altında yatan sebebi anlat bana kızım. Dokundu mu sana?"

Bir eylemin kelimeye dökülmüş halini zihnimde karşıladığım andan itibaren dolan gözlerimi sıkıca yumdum. Sakin olmam gerekiyordu. Bir kelimeyle direncimi parçalara ayırmayacaktım.
Yavaş sayılmayacak bir hareketle başımı tekrar annemin gözlerine çevirdim. Beklentiye bakan harelere ciddiyetle karşılık verirken dilim içinden geçenleri bıraktı dudaklarımdan dışarı.

"Dünyaya gelmeme sebep olan adamın yaşattıkları kadar DOKUNMADI."

Bu sefer gözlerini kaçıran annem olurken mahcubiyet ile ellerini ellerime uzattı fakat temas etmeden yaptığından vazgeçti. Hiçbir şeyden haberdar olmadığı o kadar belliydi ki. Dilimden dökülenlerin babama olan kırgınlığımdan, beni erkenden kurtarmadığı için kızgınlığımdan kaynaklandığını düşünüyordu. Eve getirildiğim andan beri annemle ilk yüzleşmemizdi bu. İlk karşılaşmamızdı. O gün düştüğüm yerden etrafımdakileri, hayatımdakileri silkeleyerek kalkmıştım. Annemin sarılışına son vermiş, kendimi banyoya atmıştım. Yanımda olduklarını göstermek için buradaydı. O adamın aksine masumca karşımdaydı. Günahların oluşturduğu geçmiş cehenneminden habersizce.

"Çok korktun, biliyorum. Çok yalnız hissettin. Korkma kızım. Ben varım. Biz yanındayız. Dün olanların tek sebebi dumandan fazla etkilenmiş olman. Zor günlerden geçiyor olman. Hepsi geçecek. Senin için psikolog arıyorum. Birlikte atlatacağız." Ne demek psikolog arıyorum? Ben aklımı kaybetmedim. Ben her şeyin farkındayım. Benim gideceğim akıl hastanesinden önce çoğu kişinin gitmesi gereken yerler kırmızı oklarla gösteriliyor. Bu durum sinirlerimi bozarken bacaklarımı serbest bıraktım ve boynumun iki yanını sarmalayan saçlarımı sinirle uzaklaştırdım.
"Ne psikolog araması? Benim kimseye ihtiyacım yok. Ben her şeyin farkındayım. Ben aklımı yitirmedim. Ben deli deği-"

"Mira bunlar ne?"

Hışımla dilimden dökülen cümleleri durduran annemin çatallaşan sesi oldu. Titreyen elleri boynuma uzanırken gözlerindeki inciler değerli sandıklarını terk etti. Gözlerindeki ifade kahrolmama sebep oluyordu. Ben acınması gereken bir varlık değildim. Beni düşürenler düştüğüm yerden kalkışımı izleyecek. Beni acıyarak izlemeyecek, izlememeli. Cevap vermeyerek oturduğum yatağın üzerinden kalktım. Koyu kahve saçlarına karışan beyazlar zamanın yaşını bırakarak gitmişti. Göz altlarına yerleşen torbalar acıların saklandığı gizli bölme olmuştu artık. Biçimli dudakları aklına düşen ihtimalle titreşirken ben zihnimi dağıtmak için çabalıyordum. "Nasıl oldu boynundakiler? Kızım."
Dudaklarından çıkan o son kelime içimi sızım sızım sızlatırken o dudaklardan da acıyla çıkmıştı. Kızım değilde sızım demişcesine, hissedercesine. Bir kelime hissiyatlarıyla birlikte etrafımı çevreliyordu. Tekrar gelecek olan bir sorunun sinyalini aldığımda konuşmak istemediğim bu konuyu kapatmak için ilk adımı attım.

"Ben babamın şerefini kaybettiği yerde namusumu kaybettim."

"Bu kadar dahası yok. İlerisi gerisi yok. Virgüllerine tahammül edemediğim hayatıma noktayı koydular. Hepsi bu. Şimdi yalnız kalmak istiyorum."

Ayakta dikildiğim yerden kapının önüne doğru ilerledim ve kapıyı araladım. Gitmesini istiyordum. Sadece gitmesini. Sadece gitmeyi...
Kenarında oturduğu yatağın üzerinden kalktı. Yüzünü ıslatarak parlamasına sebep olan yaşlarını gizlemeye çalışarak çıktı odadan. Başı önüne eğik. Kalbi paramparça. Ardından vakit kaybetmeden kapattım kapıyı. Kulpunun üzerinden çekemedim ellerimi. Başımı kapıya yasladım ve zamanın ömrümden çaldığı vakitlerini izledim. İçimdeki Mira'yı dinledim. Yaşanmışlıkların arttırdığı acı eşiğimle birlikte öğreniyordum içimde kopan kıyametlere rağmen acımı içime saklayabilmeyi. Yaramı herkese açık olmaktan kurtaracaktım. Tuza bandıkları parmaklarıyla koşar adım yarama koşanlara karşı duracaktım. Yapacaktım. Küllerinden doğan ankanın aksine küllerimden ölüm bekleyenlere inat yapacaktım.

Bir psikoloğa ihtiyaç duyduğumu düşünenlere gerçeği kanıtlayacaktım. Direnci telkin edici sözlerimden sağlayan ruhumun yanında bedenimin de dirence ihtiyacı vardı. Ölümü arzulayan tarafımı susturdum. Şimdilik. Komidinin üzerine bırakılan tepsiye doğru adımladım. Acıyan yer ayrı acıkan yer ayrı derlerdi. Acıkmayan bünyemin tek açıklaması acıyan yerlerimin fazlalığıydı. İki kaşımın ortasına bıraktığım parmaklarımı baskı uygulayarak gezdirdim. Derin bir nefes aldım. Gücün damarlarımdaki kana karışmasını sağlamak amacıyla tepsideki kahvaltılıklardan atıştırdım.

Çok iyi bile idare ettiğimi söyleyen içimdeki sesin haklılığıyla zorla da olsa yuttum son lokmamı. Odama kimsenin gelmesini istemediğimden de elime aldığım tepsiyi kapının önüne bıraktım. Aklıma koyduğumu yapacaktım. Kendime olan saygımı yüceltecek, adımlarımın geçtiği yere güven bırakacaktım. Yapacaklarını süzgeçten geçiren zihnimle odanın ortasında dikiliyordum. Hayatımı değiştirecek tek bir adıma ihtiyacım vardı. Kendime, içime umut olacak bir adıma. Tek bir adım. Atacaktım ve attım. Makyaj masasının üzerindeki çantamı elime aldım ve yatağıma ilerledim. Yastığımın üstüne bıraktığım bedenimle otururken komidinin üzerindeki telefona uzandım. Açılan kilitle birlikte ekranla bakışmaya başladım. Parmağım benden bağımsız uygulamaya bastığında okul dergisi için röportaj yaptığım mail adresinin üzerine tıkladım. Samsun/Çarşamba Emniyet Genel Müdürlüğü Başkanı. Muhattabım belliydi. Parmaklarım klavyede gezindiğinde içimdekilerin yazılı hali karşımda belirdi.

"Turan Soykan cinayetiyle ilgili önemli bilgilere sahibim. Remzi Altan cinayetin işlendiği gün bizzat oradadır ve cinayeti işlemiştir. Maktulün oğlu Baran SOYKAN birçok bilgiye ve delile sahiptir. Mailimin ihbar olarak kabul edilmesini temenni eder, gerekenin yapılmasını arz ederim. "

*Gönderen=Mira Altan*
Yazdıklarımın yanına o gün, o evden çıkarılırken ayağımın dibinde gördüğüm ve yanıma aldığım fotoğrafı çekerek ekledim. Eve geldiğimde direkt banyoya gitmiş avucumda sıkıştırıp küçülttüğüm bu fotoğrafı lavabonun üzerine iliştirmiştim. Duştan çıktıktan sonra yine avucuma hapsetmiş odaya girdiğimde hemen çantamın dibine yerleştirmiştim. Buruşmaktan bir hayli yıpranan bu fotoğrafta ışıkları yanan kulübenin basamaklarında bulunan kişi yüzündeki ifadesiyle Remzi Altan'dı. Her şey tamamlandıktan sonra yapmam gereken tek şey bir simgeye dokunmaktı. Maili göndermem üzerine derin bir nefesle kapattım gözlerimi. Omuzlarımdan bir yük kalkarken gerginlik okları bedenime saplanıyordu. Soykan'la iletişime geçmeleri halinde kırmızı okların gösterdiği hedefe doğru adım adım yaklaşacaklardı. Bunu yapacak olan da bendim. Güne dönen gecenin ayazında, adrenalinin açtığı çakralarımla düşünmüştüm. Çok düşünmüştüm. Bana zehir edilen hayatı onlara şölen alanı yaparak gitmeyecektim bu dünyadan.

Ciğerlerim ile buluşturduğum oksijenin yükünü dahi yüklediğim yüklü omuzlarım, ağırlığından ruhunu ezerken huzur benimle birlikte herkesten gitmeliydi.
Mailime dönüş bekliyor olmanın heyecanı içimde kol gezerken rahatlamamı sağlayacak şey sıcak bir duştan başkası değildi. Kararlılığımın saman alevi gibi sönmemesini, ruhumun eziyetlerle arttırdığı sancısının gözüme perde indirmemesini dileyerek banyoya doğru adımladım.

                                 《☆》

Yazardan;

Kışın sessizliğiyle bezenen kalpler bir meleğin nefesiyleyle buz tutmuş. Kar toplayan bulutlar yüzlerdeki nefreti içlerine katmış olmalı ki pamuk rengi grinin en koyu tonuna bulanmış. Aceleci arabalar tozu dumana katarak ilerlerken ansızın çıkardığı gürültü yüreklerde iz bırakmış, hayatın gidişatına yön veren sirenler hissiyatlara kancasını atmış.

Kalplerinin karasında kendi yansımalarıyla boğuşan kötü ruhlar kehaneti yaşatmak için bekliyor.
Bir engereğin çatallı dili iyi olanı kötüye boyuyor ölümcül zehriyle. Geçmişin can verdiği yıkımda hayat bulan intikam, acının en çetrefillisine gebe kılıyor bir imtihanı. Nefrete tamahkar, kine payidar, yıkıma talepkâr mazinin emanetleri ruhun çatlaklarında boylu boyunca uzanıyor. Sirenlerin gökyüzüne yuva yaptığı şehirde acının feryadı çınlıyor.

Kalbindeki onca kırılmışlıklara rağmen yanındakileri kırmamaya çalışarak inmişti genç kız arabadan. Arabanın içindekilerinin haline içi ezilse de inmiş, ardlarından bakakalmıştı. Dumanın tüttüğü isli zihniyle dış kapıya doğru adımlamıştı içeri girebilmek adına. Kapıyı açtığı anda karşısında bulduğu adamla bakışırken asi tavırları başını döndürmüş, düşmek için kendini hazırlamıştı. İçinde yanındaki adamın onu tutacağına dair en ufak bir düşünce yokken sarmalanan bedeniyle gerginlik harbinde bulmuştu benliğini. Doğrulduğu gibi ondan uzaklaşırken uzakta patlayan flaşlardan habersizdi. Siyahlar içindeki şahıs gözlerine de güneş gözlüklerini geçirmiş, ifşa olmamak için yeterince önlemini almıştı. Az ilerisindeki ikili onu kesinlikle görmezken çektiği fotoğraflar emrini yerine getirmesini sağlamıştı. Emir büyük yerdendi. Çekilen fotoğrafın gideceği adresler belliydi. Oyunun kuralları her geçen gün değişebilir, başka biri tarafından yazılabilir ya da yazıldığı sanabilirdi.

İşini tamamlayarak aracına yönelen şahıs direksiyonun başında önceliği olan fotoğraflarla ilgilendi. Telefonuna aktardığı fotoğrafları emir sahibine ulaştırdı. İşini bitirmenin vermiş olduğu öz güvenle tekerlerine gereken havayı katmış, oradan hızla uzaklaşmıştı. O sıralarda mutfakta odasının hazırlığını bekleyen genç kız, başı içinde bir ağrı kesici içmişti.
Emrine itaat edildiğini gösteren fotoğraflara memnuniyetle bakan şahıs işlediği planı uygulamak için işe koyuldu. Mira merdivenlerinin basamaklarını çıkarken zamanda olan olayların gölgesinde yolunu alıyordu. Elindeki telefonla amacını kovalayan şahıs hedefine varmak üzereydi. Belirlediği kişilere fotoğrafı gönderirken yapması gereken tek şey altlarına ekleyeceği küçük notlardı. Sonrası ise ortalığın karışışını izlemek. Mesaj bildirimi aynı anda iki mesaj kutusuna giderken muhatapların bir tanesi olan Mira uyumak için hazırlık içindeyken günlerdir çantasında olan telefonun titreşmesiyle şaşkınlığının yanındaki merakla atıldı. Telefon baş ucuna bırakılmıştı. Sesi yakındı. Gözleriyle buluşturduğu fotoğrafa kilitlendiğinde merakının yanını büyük bir kaos kaplamış, endişesine engel olamamıştı. Gözlerine sunduğu fotoğrafın çevirisi zihninde yapılırken aşağılara bakmaktan kendini geri koyamadı.

Altı dolduran nota ilişen bakışlarıyla yazılanı okudu. "Soykan'ın oyuncağını başkaları elinden almak üzere. Soykan görmesin. Pahası artan kişi Soykan'ın gizli hazinesi. Gönderene gelecek olursak görmedim, duymadım, bilmiyorum."

*Bilinmeyen numara*

Genç kız büyük bilinmezlikle karşılaşırken neye anlam vereceğini şaşırmış, öylece ekrana bakakalmıştı. Düşüncelerinden alamadığı yanıtları toprağa gömüp ruhunun dinlenmesi için gözlerini uykuya kapamıştı. Peki muhatapların bir diğeri kimdi?
Mesaj kutusuna düşen bildirimle kristal bardağındaki sıvıyı oradan almış, midesine taşımıştı. Seri hareketlerle arkasına dönmüş siyahın keskinliğiyle buluşan masanın üzerine bardağını bırakmıştı. Uzun parmaklara sahip kemikli elleri, sıfır merakla telefonu kavradığında biçimli parmaklar ekran kilidinin üzerinde hareket ediyordu.

Dokunduğu bildirimle gözlerinin önüne serilen görüntüye yalnızca baktı. Şahısları ele veren manzaranın buğusunda dolanırken tek kaşı itinayla yukarı kalktı. İki parmağı fotoğrafı yakınlaştırdığında kollar arasında sarmalanan kızı gördü. Yana dökülen saçlarına nispeten yukarı sıvanan şortun gözler önüne serdiği bacaklarda oyalanan gözleri tek bir yerde kilitli kaldı. Pürüzden uzakta olan uzun boynun etrafını sarmalayan morluklarda gezindi kara gözler. Oraya odakladığı fotoğrafla bir parmağı boynundaki izlere uzandığında dudaklarında can bulan hadsiz fakat bir o kadar da güzel olan gülüşü bahşetti karanlığa. Kendine ait olan izlerle başkalarının kolları arasında bulunan kızla dolu olan görüntüye kuzguni gözlerin serinliğinde yalnızca gülümsedi. Gülümsedi Baran SOYKAN. Muhatapların düşmanlığı kayda değerken oynanan oyunun basitliği bir o kadar değersizdi. Gönderenin barizliği ve notun saçmalığı ihtimalini güçlendirirken zihni notun satırlarında geziniyordu.

"Soykan'ın açtığı yaralara bant olmak isteyenlerin varlığı ortada. Baran SOYKAN sahip olduklarını başkalarıyla paylaşmaya başlamış. Değerline paha biçiliyor Soykan görebiliyor musun?"

                            《☆》

Olgunluğunu yeni kazanmaya başlayan ruhumun meskeninde dolaşan kalbim hayranlıkla atıyordu içerlerimde. Küçüktüm. İçimdeki duygulardan uzaktım. Uzaktaydım. Kişilik arayışı içindeki ergen halim yaşadığı duygu kargaşısını atlatamıyordu. Heyecanlıydım. İçimde derin çığlıklar atmamı isteyen kalbim duygu karmaşasıyla titreşiyordu. Gördüğüm anda artan kan basıncım içimi geçiriyordu. İçim gidiyordu.

Hayrandım. Televizyonun karşısında görebilmek için saatlerce bekleyecek kadar. Hakkındaki her bilgiye hakim olmuştum zamanla. Bir amaç uğruna acıyor gibi gösterdiği canına ben saatlerce ağlayabiliyordum. Gülünce yanağında oluşan iki çukur ard arda birbirini takip ediyordu. Birleşik kulak memeleri ona bağlılığımı andırıyordu adeta. Elmacık kemiklerinin sonunda bulunan büyük ben bağırırken oynaşan kemiklerinin hareket noktasıydı sanki. Kahverenginin en can alıcısıyla parlayan gözleri saçtığı ışıkların yangınını kalbime çatıyordu. Koyu kırmızı dudakları yapıştığı boyundan çaldığı kanı etrafına bulaştırmış bir hissiyat versede görüntüsü muhazzamdı, görüntüsü kusursuzdu.

BARAN. Yüce olan, ulu olan, er kişi. İsminin anlamıyla buluşturduğu özü sanki onun için vâr edilmişti. Keskin çene hatlarıyla kestirip atmıştı kusurları. Koyu saçları beyaz tenine düştüğünde iç titretiyordu. Hayrandım bu adama. Aşıktım imkansız oluşuna. Ona ulaşamadıkça kendime hedefler koyardım. Küçükken. Daha on dördünde bir kız çocuğuyken. Bir adamı hayatıma rol model seçmiştim. Yaşantımda istemiştim. Ona sevgi beslemiştim. Yaşım büyüdükçe çocukluğumdan miras kalan dileğimi gerçekleştirmek istemiştim hep. Bir gün bir oğlum olursa adını Baran koyacaktım. İsmiyle yaşasın diye. İsmiyle yaşatsın diye. İsminin hakkını versin, kişiliğini oturtsun diye. İsmin analizinde güç ve sabır vardı. İrade gücünü, azmi ve kararlılığı temsil ederdi. Bu karakterde iyiye yaraşır bir oğlum olsun istemiştim.

Bir düşman istememiştim kaderden. Hayallerimi bu kadar yıksın istememiştim. Gönlümde yeşerttiğim sevginin köklerini acımasızca kötünün koynunda kırsın istememiştim. Bu isim dudaklarımdan geçerken kalbim titreşirdi hep. Küçük yaşta hayranlık duyduğum bir karaktere adadığım hayallerimi getirirdi zihnime. Kalbim bu gerçekle bir kez daha ezilirken duştan çıkmamın üzerinden saatler geçmiş olsa bile bedenime ürperti salan serinliğiyle yatağa girdim. Nemlice yastığıma yayılmış salık saçlarım burnumdan içeri kokusunu bıraktığında güzeli hissediyordum. Bir günü gece etmiştim bir kez daha. Gelecek mailin heyecanıyla sayısız kez kontrol etmiş fakat bir dönüş alamamıştım. Yorganı üzerime çekerken kalbimde büyüttüğüm ismin kimsesizliğini geceye armağan ettim. Ve o an ant içtim bir daha ağzıma Baran ismini almayacağıma.

Serin havanın kasveti geceyi hükmettirirken uykuda huzuru tatmak için yummayı denedim gözlerimi. Ruhumun hakimiyetini ötelediğim saniyelerden dermanı aradım. Acıların sesi zihnimde silikleşmeye başladığında medcezirlerine başladı ruhum. Karanlık beni içine çekmek üzereydi. Karanlık bana hükmetmek üzereydi. Bilincim karanlığa teslim etmek için kendini bir tüyün üstünde uçurumdan bırakıyordu. Geçmiş yangınının alevlerini ruhumdan uzaklaştırmama çok az kalmıştı. Saçlarımdan sıyrılan bir telin yüzümde oluşturduğu hissiyatı karşıladı bilincim son kez. Uykuma huzursuzluk çökmüştü sanki. Bir telin baskısı bu kadar artabilir miydi? Hissettiğim gerçekten bir saç teli miydi? Yanağımda ilerleyen tenin ürpertisi sinyallerini beynime yolladığında aniden açtım gözlerimi.

Açtım. Açtım ve gözlerimde bulduğum suretiyle varlığını karşıladım. Biraz kısılan gözlerim gerçekliğini ispatladığında derin bir çığlık atarak yattığım yerden doğrulmaya çalıştım. Anında ağzımı bulan kemikli elleri dudaklarımın üzerini kapattı.
Tam olarak yatak başlığına yaslanmayan sırtım yarım halde kalsa da üzerime eğilen bedenle geriye doğru kaçmayı denedim. Eli dudaklarımın üzerindeyken ondan uzaklaşmaya çalışıyordum. Giderek yaklaşan kafası telaşımı arttırıyordu.

"Şttt. Sakin ol."

Kulaklarımda yankılanan sesi ayakta zor tuttuğum direncimi parçaladığında her şey çığrından çıkmıştı. Yeni yeni hafızamdan silinen sesini tekrar işitmek çıkmaz sokaklara atmıştı beni. Dudaklarım üzerindeki elinden kurtulmak istiyordum. Bu yüzden kafamı sağa sola sallıyor, avazım çıktığı kadar bağrıyordum. Ellerinin arasına hapsolan çığlıklarım yine de ortama ses olurken tam anlamıyla kurtulmayı başaramamıştım. Bana dokunmasını istemiyordum. Bu düşünceler beynime sirayet ettiğinde çığlıklarım ve hareketlerim daha da şiddetleniyordu. Baskısını arttıran eli kafamı sabitlerken alnını eline yasladı ve fısıldadı.

"Bu yaptığın küçük kardeşini uyandırmaktan öteye gitmez."

Saçları gözlerimin önünde dalgalanırken burnumdan içeri dolan koku kafamı çevirmek için içimdeki öfkeyi arttırdı. Ama sonuç başarısız. Kuvvetli tutuşu hareket etmemi engellemişti. Yatağın kenarına oturuyor oluşu bacaklarımı hareket ettirmeme engel değildi ama ona zorluk çıkartabilirdi. Ondan kurtulmak istemem sebebiyle ayaklarımı sertçe hareket ettirmeye başladım. Söylediği cümleye de bir mana yükleyememiştim. Herkes evdeydi. Dudaklarımı serbest bıraktığı an herkesi buraya toplayacak bir çığlık atacaktım. Nasıl sadece küçük kardeşini uyandırır diyebiliyordu? Ağzıma kapattığı kolunun dirseğini kasıklarıma bastırdığında acıyla gözlerimi yumdum. Ne zamandır ağrısını çektiğim acı kendini belli etmişti. Hareketlerime son vermem için yapmıştı bunu. Acıyla kesilmişti dermanım. Simsiyaha buladığı bedeniyle karabasan gibi çökmüştü üzerime. Dolan gözlerimi açtığımda kaldırdığı kafasının bana sunduğu manzarayla boğuşuyordum. Kapkara gözlerle. Gözlerimin içine bakarken çenesini eline, aralık parmaklarının hissettirdiği kadarıyla da çeneme sürtüyordu.

"Evde sadece sen, ben ve küçük kardeşin var. Tehlikenin farkındasın değil mi?"

Gözlerimin içine baka baka sarf ettiği cümlelerle içimdeki feryatlara engel olamıyordum. Evdekiler nereye gitti, anlayamıyordum. Ben neden onun kolları arasındayım, bilmiyordum. Ağlamak istemiyordum. Ama teması çok fazla. Ben daha yeni sildim tenimden emarelerini. Dolan gözlerim taşmasın diye dua ediyordum artık. Gözlerinin içine nefretle bakarken başımı yana çekmek için kuvvet uyguladım. Ellerini çekmesi için uyarı göndermiştim bir nevi. Tehlikenin bataklığına saplanmak istemiyordum.

"Elimi çekeceğim ama bağırarak başımı ağrıtmayacaksın. Sesini kimse duymayacak çünkü. Beni anlıyorsun değil mi?"

Sesimi kimse duymadı ki bu zamana kadar. Şimdi duymazsa yeni bir yıkım eklenir hayatıma. Onlar evde değilse bile korkuluk gibi dikilen korumalar nerede? Neden böyle olmak zorunda? Ölümü andıran buz kütlesi bedeni aklıma ölümü düşürüyor bir kez daha. Ölüm kadar soğuk. Ölüm kadar acımasız ve ölüm kadar mutlak.
Teması sonlansın diye gözlerimi yumarak verdim cevabımı. Yabani gözleri ışıldayarak gözlerimi talan ederken çenesini daha sert bastırdı eline.

"Dışarıda dikilen piçlere güvenme sakın."

Peşimi bırakmayacaktı. Özgür kılmayacaktı ruhumu. Köklerime inen zehrin ta kendisiydi. O zehirdi. O ölümdü. O Baran SOYKAN'dı. Dediğini yapmam için ısrarla yineliyordu emrini. Onu hafife almayayım diye hükmünü sunuyordu geceye. Gözlerimi sıkıca yumup aşağı yukarı başımı salladım. En baştan beri beklediği hareket buydu işte. Elini dudaklarımdan çektiğinde kolumun iç kısmını ağzıma kapattım ve hızlıca oranın üzerinde sürttüm. Gözlerine nefretle bakmaya devam ederken dudaklarım benden bağımsız hareket etmişti.

"Bu evde yaşayan herkes buradaydı. Nereye gittiler? Ne demek evde sadece sen, ben ve kardeşin var? Nasıl olur?"

Başında da şiddetle başlayan sesim sonlara doğru daha da yükselmişti. Balkon camından bahçeye bakmak için öne doğru eğilmiştim. Dibimde duran başı bu hareketimle boynuma gömüldüğünde derin bir nefes aldığını işittim. Dudaklarından dökülen mırıltının yanına bahçede göremediğim arabanın hayal kırıklığı eklendiğinde ikisi birden yere düşüp parçalandı. Balkon camına yansıyan görüntüde arabada olmak zorundaydı, olmalıydı. Boynumda hissettiğim nefesi hareket etmemi engellediğinde fısıltısı kulağıma ilişti.

"Kardeşini alıp geleyim buraya istersen. Otursun bizi izlesin. Yaşı yetmez ama elimden bir şey gelmiyor. Sana bağırma demedim mi ben?"

Boynumdan uzaklaştırdığı başı direkt yüzüme hizalanırken gözlerimiz çakıştı bir kez daha büyük bir gürültüyle. Boğuk sesinin yanındaki esrarlı gözleri kararlıydı. Yerinden kalkacağını ve sözlerini gerçekleştireceğini belli eden ifadeyle harekete geçtiğinde koluna uzandı elim. "Ona sakın dokunma! " Yerinden kalkar pozisyona geçtiği için önüne çevirmiş olduğu kafasını tekrar bana çevirdiğinde tüm ciddiyetiyle talan etti yüzümü.

"Kime dokunayım?"

Sorusuyla yüzümü buruşturup tek elimin parmaklarıyla şakaklarıma baskı uyguladım. Yetmedi yaptıkları, yetmeyecek. Sahi ben neden hâlâ ona tahammül ediyorum? Sırtım olayların akabinde başlığa tam anlamıyla yaslanmışken koluna dokunduğum elimi pisliğe bulaştığım gerçeğiyle yüzleşerek geri çektim.

"Sen buraya nasıl geldin? Hemen def olup git buradan. Senin sesine dahi tahammül edemiyorum. Sen nasıl bir insansın ya?"

Siyah pantolonunun üzerine giydiği siyah boğazlı kazak bedenine kalıp gibi oturmuştu. Kazağın üzerine geçirdiği siyah deri ceket dışarda çakan şimşeklerin hatırası olan damlaları üzerinde taşırken ayağındaki siyah spor ayakkabılar yere imzasını atıyordu. Sesli feryadım kulaklarını doldurduğunda yukarı kalkan tek kaşıyla birlikte yüzündeki ifade kan donduran bir hale büründü. Eli yüzüme uzandığında iterek uzaklaştırdım. Bana dokunmasını istemiyordum. Burada durmasına tahammül edemiyordum.

"Hemen def olup git, dedim sana. Sen ne kadar adi bir adamsın? Sen ne kadar şerefsiz, ne kadar pislik bir insansın? Nasıl çıkabiliyorsun karşıma? Doymadın mı daha acılarıma? Daha ne kadar kanamam gerekiyor, daha ne kadar yanmam gerekiyor? Hemen çık git buradan yoksa avazım çıktığı kadar bağırırım."

Oturduğum yerden ellerimi kapıyı gösterecek şekilde sallayıp kinimi kusuyordum. Oturduğu yerden milim oynamazken yüzündeki ifade gözlerinde kazılı olan öfkeyle baş başa bıraktı beni. Sanki bu anı beklemiş gibi rahatlığından ödün vermiyordu. Bağrışlarım ona ulaştığında koyu kırmızı dolgun dudakları aralandı.

"Bağır. İstediğin kadar bağır. Bağırıyorsun zaten. Odaya gelebilecek olanın cesaretini sikerim. Sonra da birlikte katili oluruz."

Söyledikleriyle gözlerim fal taşı gibi açılırken ona inanamayan gözlerle baktım. Enkaza gebe bir kulübenin çatırtılarının gözlerime yansıyan sancılarıyla baktım ona. Katil olmak mı? Bu, bu tahammülümün ötesinde artık. Pişkince karşımda oturuşuna tahammül edemiyordum. Bu adam bana kafayı yedirtecekti. Bu kadar sakin olmasına sebep olan neydi acaba?

"Sen bana kafayı yedirteceksin. Amacın bu değil mi? Bana kafayı yedirmek. Sen çıldırmışsın. Sen kafayı yemişsin. Aynısını bana da yapmak istiyorsun. Ruh hastası. Beni de kendine benzetmeye çalı-"

Cümlemin çığlıkla sonuçlanmasına sebep olan bedenimin tamamen başlığa yaslanmasına sebep olan Soykan'dı. Cümlelerimi sıralarken içimdeki öfkeyle yerime sığamamış, ayağı kalkmaya yeltenmiştim ki belimden baskı uyguladığı koluyla beni arkamdaki başlığa yasladı. Başı boynumun arkasından dökülen saçlarımın arasına karıştığında kötü hatıralar zihnimin köşelerinde küllerinden doğdu. Solukları boynuma çarparken kulağıma ilişen derin soluk her şeyi çıkmaza sürüklüyordu.

"Bu koku soluğuma her karıştığında gözlerimi yumup orada saatlerimi geçirmek istiyorum."

İğrenç sözleri bedenim üzerinden raksetmeye başladığında kafamı başının olduğu tarafa yatırarak uzaklaştırmaya çalıştım. Ölüm soğuğunu kuşanan sesine istinaden sıcak nefesi boynuma çarptığında kesilsin istiyordum solukları.

"Uzak dur benden! Senden nefret ediyorum. Bu hiç değişmeyecek. Bırak beni."

Başımı eğmem üzerine kafası oraya daha çok baskı uygulamıştı.
Bir şeyler mırıldanıyor oluşundan kaynaklanan sıcak dalgalar değen dudaklarıyla soğuk ürpertiye bırakıyordu kendini.

"Benim istediğim de bu. Nefrette boğulmanı, nefretin gebe kıldığı duyguların içinde savaşmanı istiyorum. Doğru yolu bulamamanı ve her seferinde bende son bulmanı..."

Yaşattığı hissiyatlar ruhumun boynuna darağacının hasır ipini geçirdiğinde omuzlarından iterek uzaklaştırmayı denedim. Kalıplı bedeni yerinden milim kımıldamazken asi tutamları yanağımda karıncalanmalara sebep oluyordu.

"Yeter artık. Bırak beni, bırak. Yetmedi mi yaptıkların, yeterli değil mi yaşattıkların? Sen benden daha ne istiyorsun? Neyim kaldı? Neyim?"

Titreyen sesime hakim olamadım. Cümlelerimi sıralarken ard arda omuzlarına vurmuştum ama bundan zerre etkilenmemişti. Üzerimden uzaklaşması için ellerimi hırsla kullanıyordum. Ani hareketlerimle kasıklarıma giren yeni bir ağrı dudağımdan dökülen acı dolu nidaya sebep oldu.

"Seni istiyorum. Senden seni istiyorum. Verebilecek misin?"

Boğuk sesi kulaklarıma çalındığında şok dalgası bedenimi hakimiyeti altına aldı. Boynumdaki kafasını uzaklaştırdı. Burun buruna bir jhaldeydik. Gözlerimin içine net bir ifadeyle bakarken aynı şekilde karşılık veriyordum.

"Benim sana vereceğim hiçbir şeyim yok. Benden sana gelebilecek hiçbir şey yok. Olanı da vermeyince sen aldın zaten. Zorla aldın her şeyimi elimden. Neden burdasın sen? Neden? Yine hangi oyununa beni kurban seçtin?"

Canımı yakan cümleler acısını bana bıraktığında onun da canı yansın istedim. Varlığının mutlaklığı altında eziliyordu bedenim bulunduğum yerde. Bedenini az önce kalktığı köşeye bırakırken benden tam anlamıyla uzaklaşmıştı, gözleri de dışarı dokunmuştu kısa süreliğine. Uzaklaşmasını fırsat bilim oturduğum yerde dikleştim. Uzun kollu pijama takımımın kollarını avucuma alıp nefesini hissettiğim boynumu sildim. Nefesinden bile tiksindiğimi göstermek istedim.

"Beni çok özlemişsin. Her yerde beni görüyormuşsun. Gözlerin benden başka herkese kör olmuş. Hasret giderelim dedim. Kötü mü yapmışım?"

Dudaklarımı titreten acı tüm bedenime yayılıyordu artık. Hasret giderelim mi? Titreyen dudaklarıma kayan bakışlarıyla ellerinden biri yüzüme uzandığında yine itecektim ki engel oldu. Yüzümü yana yatırsam da dokunmasına engel olamamıştım. Hızlı hızlı alıp verdiğim nefesler dudaklarımın arasına karışan saçımı uçuruyordu. Yanağımı kaplayan elinin baş parmağı dudağıma dokunurken işaret parmağı kaşımdaki yaranın kabuğunda oyalanıyordu.

"Niye dolduruyorsun gözlerini, özlemedin mi beni?"

Özlemedin mi derken dudağıma uyguladığı baskı artmıştı. Sarf ettiği cümleler canımı ölesiye yakarken "Sus!" diyebildim sadece. Dudağımdaki parmağının varlığı çekildiğinde eli saçlarıma uzanarak geriye attı. Açığa çıkan boynumda dolanan gözleriyle elini uzatacaktı ki hızla uzaklaştırıp başlığa daha da sindim. Sakin kalmaya çalıştıkça her şey daha kötü oluyordu. Krizlerim tetikleniyordu.

"Ama beni görüyormuşsun."

"Bunun sebebi sensin." diye bağırdım kendime hakim olamayarak. Hakim olmak zorunda da değildim. Alkol aldığını yalnızca kokudan anlayabiliyordum. Kokuyu almayan ona sarhoş demezdi. Belki de sarhoş değildi. Ayakta duramayacak kadar sarhoş olduğunu görmemiştim. Sözcükler dudaklarından çıkarken sesi bile kaymıyordu ama gözleri bugün daha kırmızıydı.

Kinim içimdeki öfkeye tutunduğunda şiddetli bir bağrış olarak terk etti dudaklarımı. Gözlerimi gözlerine çıkarmayı başardığım an bu sefer kıvılcımlar saçan, paylaşan ben oldum. Fazla gelen yangınlarımın küllerini genzine ben savurdum.

"Sen kimsin? Sen kendini ne zannediyorsun? Güçlüsün diye sahibim değilsin. Elimi kolumu bağlayarak bana hükmetme sürekli. SEN BENİM HİÇBİR ŞEYİM DEĞİLSİN!"

Sinirden kızaran gözlerimle kendinden bu canavarın çıkmasını sağlayan maddenin tesiri altında olan gözlerine baktım, öfkenin nefreti kucakladığı o anda. Varlığının gölgesi bile odayı dolduruyordu. Benden fiziki olarak üstündü ama boyun eğmeyecektim. Gerginleşen kaşlarının yanında dudaklarında oluşan tebessümle baktı suretime.

"Ben kimim. Ben kimim öyle mi? Ben sana kim olduğumu hatırlatayım. Silinen varlığımın altını çizeyim. Ne dersin?"

Korkuyla irileşen gözlerim ne yapacağını şaşırarak adrenalin salgılayan kalbimle mücadele verirken yapacaklarından, yapabileceklerinden deli gibi korkuyordum. Sesimi çıkarıyordum ama kuvvetli bedenine gücümü gösteremiyordum. Sözlerinden sonra elinin birini yatağa bastırmış, birini arkamdaki başlığa uzatmıştı. Gözlerimin içine öfkeyle bakarken aynı şekilde karşılık verdim bir kez daha.

"Ben elinizde olan her şeyin sahibiyim." dedi gür bir sesle. Ardından oturduğu yerden hızla kalkıp odanın ortasında durmaya başladığında yatakta en köşeye çekildim ve bulacağım en ufak boşlukta kaçmayı hedefledim. Sözleri çok acımasızdı. Ben böyle olmasını istemezdim.

Çalışma masamın sandalyesine tekme atıp sesli bir şekilde devrilmesine sebep olduğunda sandalye parçalanarak en ücra köşeye savruldu. Gözleri şuursuz bir maddenin tesiri altındayken kontrolünü kaybetmesini istemezdim. Tıpkı burada olmasını istemediğim gibi. Def olup gitmesini istiyordum sadece.

"Benim kim olduğumu öğrenemedin mi hâlâ?" Sorusunu sorarken kullandığı ses dahi o kadar yüksekti ki bir cümlemle bu kadar delirmesini mantıksızdı.

"Bir cümlemin bu kadar etkili olduğunu bilmiyordum. Gitmeni istiyorum. Git buradan." En az onun kadar yüksek çıkan sesimle bulunduğum konumda kafamı dikleştirerek konuştum. Yerine sığmayan haliyle gözlerini gözlerime sabitleyip fevri hareketlerini durdurdu.

"Gitmezsem." dedi soru sorar bir halde. Sesi netti.

"Ben giderim." Cevabım belliydi. "Senin yerinde olsam istemediğim yerde hiç beklemezdim." İyi mi yapıyordum, kestiremiyordum ama algısı dağılıyordu. Oturduğum yerden kalkmak için hazırlanırken son sözlerim onu yine alevlendirecek gibiydi. Kaçmaya çalışacağımı anlamış bir ifadeyle bana doğru adımlarken çalan telefonu adımlarını durdurdu. Cebinden çıkardığı telefonun ekranında gözleri oyalanırken onun gibi biri, böyle bir anda telefonla ilgilenmezdi. Adımlarını durduran önemli bir meseleydi. Cevaplamadan cebine koyduğunda adımlarım tam tepemde sabitlendi.

Dirseğinden kırdığı kolunu başlığa koyup üzerime eğildiğinde gözlerine bakmamak adına kafamı çevirdim. Dışardan bakan biri beni öptüğünü düşünebilirdi.

"Sahip olduklarım benim için hep değerlidir. Ben sahip olduklarımı kimseyle paylaşmam."

Sarf ettiği cümleler can yakmaktan, gurur kırmaktan başka bir şey yapmıyordu. Değersizleştiriyor, acizleştiriyordu. Dizini de kırıp üzerime daha çok yaklaştığında bir eli çeneme uzanıp kaldırmak istedi. Gözlerine bakmamı istedi ama ben istemedim. Engel olarak elini ittim. Az önce karşımda canavarlaşan gözleri görmek istemedim. "Ben sana ait bir mal değilim." diyebildim sadece.
Çığlıklarım kulağına ulaştığında zihninde nasıl bir dilde çevriliyordu, bilmem. Beni anlamadığı kesin. Anlamayacağı da.

"Bana ait bir mal değilsin ama."

"Sana benden başka yol yok."

"Sana benden başka son yok."

"Geçen gün kollarında olduğun bir piç vardı ya?" Soruların en tehlikesini sorduğunu belli eden tınısı korkumu arttırırken evet demeye gönlüm el vermedi. Başımı usulca salladığımda istediği cevabı almış olmanın güveniyle araladı dudaklarını.

"ARTIK YOK!"

Söyledikleriyle dik tutmaya çalıştığım çenem düşerken söylediklerini algılamış olmanın verdiği ağırlıkla beynimde dönüp duran telaş çanları kalbime yükünü bıraktı. Ne demek artık yok? Nasıl yani? Kafamı kaldırıp ona baktığımda gözlerimin içine son kez bakıp göz kırparak odadan çıkmıştı. Şokun üzerimden atılmasına fırsat tanımadan odadan çıkıp gitmişti. Kendi evi gibi. Odadan çıktı ve gitti. İçimde tuttuğum derin çığlığı daha fazla tutamadım ve avazım çıktığı kadar bağırdım. Artık yok dediği canı almış mıydı? Bir hayatı karartmış mıydı? Benim yüzümden birini öldürmüş müydü? Sırf düşerken beni tuttu diye. Nasıl haberi oldu? Çığlık boğazımı yaktığında bir yenisini ekledim ve öfkeyle ayağa kalktım. Üzerinden kalktığım yatağın çarşaflarını etrafa saçarken dilimde tek bir sözcük tekrar ediyordu.

"NEDEN?"

Hırsını alamayan benliğim önce makyaj masasının üzerindeki ojeleri devirmiş daha sonra uzun süredir koleksiyonunu yaptığım kar kürelerini yerle bir etmişti. Gözlerim dışarı kaydığında balkonumun önünde sesleri duyarak bana bakan pislikle karşılaştım. Gözlerimden yeterli ifadeyi almış olacak ki arkasını döndü ve gitti. Bana görünen bu adam korumalara görünmüyor mu, neden bir şey yapmıyorlar? İçlerinde biri koşarak yanına gitti ve çıkması için kapısını açtı. Diğerleriyse kafalarıyla selamlarını yolladı. Delireceğim. Bunlar Remzi Altan'ın adamları değil mi, neden ona selam veriyor? Güvende sanıyorum kendimi aptal gibi. En büyük düşmanım bu evde. Zoruma giden bu durumla ucundan asıldığım perdeyle birlikte yere çöktüm. Kornişinden kopan perde yanıma düştüğünde ellerimi yere vura vura ağlamaya başladım. Ben bunları hak edecek ne yaptım?

Gözyaşlarımla yanağıma yapışan saçlarımı kenara iteklerken yan dönen başım çaprazımdaki aynaya düşürdü görüntümü. Orada gördüğüm kız ben olmamalıydım. Bu acizlik omuzlarıma fazla geldiğinde ayağımın ucunda duran kar küresini aynaya fırlattım. Parçalara ayrılan ayna etrafa saçılırken boşalan sinirlerimle sesli sesli ağlamaya başladım. İçimdeki yarayı söküp atmak istercesine ağladım. Zamanın varlığını gölgede bırakacak kadar ağladım. Saatleri gerimde bırakacak kadar ağladım.

Ne kadar süredir bu halde olduğum gerçeği silikleşmişti zihnimden. Islak kirpiklerim gözlerimi açıp kapatmamda zorluk çıkaracak raddeye gelmişti. Bu saatten sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Her şey bitti. Ruhunun esaretinden kurtulmuş bedenle bir gün geçirmiştim karanlık mecrada. Onun katili ben değildim. Ama onun dahi özgür ruhunu omuzlarıma yük saymışken benim yüzümden solan bir canın vebaliyle baş edebilecek kadar büyümedim. Zihnimde dolanan tek bir cümleye ayak uyduracaktım.

"Her şey bitti."

Saatler önce oturduğum yerden kalktım. Odamdan dışarı çıktığımda eve birilerinin geldiğine dair sesler ulaşmamıştı kulaklarıma. Gideceğim adres belliydi. Son kez öpmek istedim. Son kez görmek, veda etmek...
Araladığım kapıyla içeri adımladığımda odayı hakimiyeti altına alan kokusunu içime çektim. Olan onca olaydan habersizce uyuyordu. Meleğim. Miran'ım.
Bunu ona yapmak istemezdim ama izin vermediler. Çok gördüler yaşamı. Yatağının yanına geldiğimde terden anlına yapışan saçlarını geriye ittim. Ortaya çıkan anlına dudaklarımı bastırdığımda onu ne kadar çok özlediğimi fark ettim. Ondan da ayırmışlardı beni. Kalbinde yara olacaktım, biliyordum. Ama başka yol yok, başka son yok.

Öpüşümü hissetmiş olacakki yattığı yerde kımıldamaya başladı. Gözlerimin önüne serilen boynuna öpücüklerimi bıraktım. Kokusunu ciğerlerimle buluşturdum. Derin nefesler aldığı dudaklarının yanına dudaklarımı bastırdım. Gitmem lazım artık. Gitmeliyim. Nasıl çıktığımı bilmediğim bir anda kendimi dışarda buldum. Şimdi gitmem gereken bir yer vardı. Son yer. Seri adımlarım oraya yöneldi. Beni bu gece, bu evde yalnız bırakan anne ve babamın odasına adımladım. İçeri girdiğimde dağınık yatak beni karşıladı. Odada bir müddet bulunduklarını gösteriyordu bu. Sonrasında nereye gittiler, bilmiyordum. Bundan sonra da hiç bilemeyecektim. Büyük kıyafet dolabının önüne geçtiğimde gizli bölmeyi araladım.

Karşıma çıkan çelik kasa şifresini girmem için bana bakıyordu. Parmaklarım tuşların üzerinde dolaşırken şifreyi girdim.
15.02. Annemin doğum günü. İlk seferde bulmuştum. Onun için varsa yoksa annemdi zaten. Açılan kasayla vakit kaybetmeden içindeki silahı aldım ve kendimi artık bulunmak istemediğim bu odadan, bu evden dışarı attım. Arka bahçede bulunan garaja vardığımda anahtarı üzerinde duran arabamın kapısını açtım. Sürücü koltuğuna yerleştiğimde elimdeki silahı yan taraftaki koltuğun üzerine bıraktım.

Çevirdiğim anahtarla çalışan araba ilerlemeye başladı. Arka bahçede bulunan çıkış kapısının önüne geldiğimde açılmasını bekledim. Otomatik açılan kapıyla evin sınırlarından çıktığımda kafesinin demirlerinde kanadının kopmasına sebep olarak kaçan bir kuş gibi hissettim kendimi. Yaralı. Yol altımdan akmaya devam ediyordu. Saat tahminen gece 04.30 - 05.00. Hava karanlık. Çiseleyen yağmur arabanın camlarına konarken hızımı arttırdım. Ömrüm gibi gerimde bıraktığım yolları bir daha göremeyecektim. Gözyaşlarım akmaya başladığında içimdeki acının şiddeti kadar hızlandım. Yanından geçtiğim hiçbir şeyi seçemeyeceğim raddedeydim. Arabanın içinde çınlayan hıçkırıklarım canımı daha çok yaktı.

Her şey bitecek. Çok az kaldı. Yüksek hızım geçen süreyi azalttığında trafiğe karışmadan taşlı yola saptım. Artan ağaçlar ortamı daha fazla karartıyordu. Arabanın farları etrafı aydınlatıyor, ayda bu mücadeleye destek çıkıyordu. Sona yaklaşıyordum. Soğuyan bedenimin kalplere müjde verecek olduğu gerçeği aklıma düştüğünde göz yaşlarım hızlandı, elimin birini seri hareketlerle direksiyona vuruyordum şimdi. Gözyaşlarım görüşümü zorlaştırırken ani bir frenle durdurdum arabayı. Lastiklerin çığlığı toprağı zedelediğinde iki elimi de direksiyona vurarak hırsımı almaya çalıştım. Akan burnumu çekiyor, hıçkırıklarla ağlıyordum. İki elimle sıkıca kavradığım direksiyon hareketlerimi kestiğinde başımı ellerime yaslayarak iç çekişlerime devam ettim.

Ağlayışlarım faydasızdı, bunun bilincindeydim. Aniden kaldırdığım başımla araba farlarının aydınlattığı uçuruma giden yola baktım. Korktuğum yükseklikten kuş olup uçacaktım. Gözyaşlarımla yüzüme yapışan saçları ellerimle uzaklaştırdığımda titreyen elim yan taraftaki silaha uzandı. Kavradığım silahla arabadan indiğim zaman kapıyı kapatma zahmetine bile girmemiştim. Anlam veremediğim şekilde akan gözyaşlarım içimi derin bir acıyla sızlatıyordu. Bu kadar çok mu seviyordum bu hayatı? Ayakkabı giyme zahmetinde bulunmadığım ayaklarımla taşlı yolda ilerlemeye başladım. Normalde canımın yanması gerekiyordu değil mi? Ama yanmadı. Çünkü yangınların alevleri birbirine karıştı.

Farlarla aydınlanan yolda ilerledim. Adımlarım uçurumun yanı başında durduğunda esen rüzgar şortlu pijama takımımla bedenime tam oturdu. Ayağımı boşluğa getirecek son üç adım kala durarak silahın emniyet kilidini açtım. Gözlerimi sıkıca yumduğumda peş peşe damlalar terk etti göz bebeklerimi. Titreyen dudaklarımla rüzgara meydan okurken içimden son kez dua ettim mülk sahibine. Beni affetmesini istedim. Canımı ben almadım. Giden bedenimin peşinden uğurlayacağım ruhumu. Katilim onlar. Affet beni. Affet.

Tetiğe uzanan parmağımla birlikte havaya kalkan elim şakaklarıma hizalamıştı silahı. Yerde boylu boyunca uzanan gölgem katili gösteriyordu. Son kez çektim ciğerlerime havayı. Geri vermeden ölecektim zaten. Parmağım geriye doğru baskı uygulayacakken işittiğim ses yerimde sıçrayarak arkamı dönmeme sebep oldu. Sesin tanıdıklığı anılarıma yer ederken burada neden olduğunu sorguladım.

"ALTAN!!"

Karşılaştığım yüz saatler önceden hafızama kazınmıştı. Şu an neden burada olduğuna bir anlam yükleyememiştim. Ölmeme bile izin vermeyecek galiba. Bana ondan başka sonum olmadığından bahsetmişti. O zaman bende onun gözlerinin içine baka baka gösterirdim sonumu. Bu düşünce hoşuma gittiğinde yaşların akmaya devam ettiği yüzümde bir tebessüm belirdi. Keyifli çıkan sesimle ona hitaben konuştum.

"Soykan?"

Bakışları direkt gözlerimdeydi. Kırmızılığın saatler öncesinden silindiği gözleri dikkatle beni inceliyordu. Dudaklarımdaki tebessüm silinmezken onun dudaklarından çıkmayan cümleleri ben devraldım. Sayılı zamanlarımın kaldığı dünyada içimde bir şey bırakmadan ölmek istedim.

"Sen de mi buradaydın? Hoş geldin. Çok oldu görüşmeyeli."

Tebessümüm daha da büyük bir hal aldığında kurduğum cümlelere sinirlerim bozulmuştu. Her an yanınızda olacak kadar düşünceli bir cellat. Canımı kendi alamayacağı için sinirlenmiş olacak ki tek kaşı her zamanki gibi sekteye uğramadan itinayla havalandı. Arabanın farlarından yayılan ışık gölgelerimizi yerde devleştirdiğinde gözlerimiz birbiriyle boğuşuyordu.

"Ne yapıyorsun?"

Sorunun saçmalığı sinirlerimi daha çok bozduğunda kafamdan uzaklaşırdığım silahı ona doğru kaldırdım. Silahı görmesini isteyerek sallarken konuştum.
"Nasıl çalışıyor merak ettim de bir bakayım dedim." Tebessümüm dişlerimi gösterecek kadar büyüdüğünde gözleri tepkilerimi ölçerek bakıyordu.

"Bu mu? Sen bu kadar mısın?"

Bana hitaben sarf ettiği cümle dudaklarımdan gülümsemeyi silmişti. Ben bu kadar değildim. Çok daha fazlasıydım ama beni onlar tüketti.
Elimdeki silahı tekrar ona göstediğimde dudaklarım aralandı. "Ben. Ben bu kadarım. Bu silahtan çıkan bir mermi kadarım."
Bir mermi beni hayatımdan etmemiş miydi? Bir mermi hayatımı içine hapsedip infilak etmemiş miydi?

"Bu silah kimin biliyor musun SOYKAN?"

Gözlerinin içine bakmaya devam ediyordum, gözlerimin içine bakmaya devam ediyordu. Elleri ceplerinde rahat tavrından ödün vermeden öylece beni izliyordu.

"Bu silah Remzi Altan'ın. Babanı öldüren kurşun bu silahtan çıktı."

Gözü seğirmeye başladığında sıktığı dişleri çene kemiğini derisinde çıkıntı yaptı. Siyahlığından hiçbir şey kaybetmemiş üstü başı tehlikeyi üzerine kuşanmıştı.

"Bu silahla başladı benim geçmişe esaretim. Sen başlattın."

Acı kendini öfkeye teslim etti. Saatler önce kapanmayan dudaklar şu an açılmıyordu. Beni anlamasını istedim. Bir kez. Bir kere. Beni anlasın. Beni anlasın ki acımı fark etsin. Acıyorum bilsin. Bunun hiçbir zaman olmayacağının gerçeği suratıma çarptığında hırsla araladığım dudaklarım bir tebessümü daha karşıladı.

"Esaretim bu silahla son bulacak."

"Ben sona erdireceğim. Ben yapacağım."

Ölümün cesaret olarak sindiği varlığımla nefretimi kusuyordum peş peşe. Kabzasından tuttuğum silahın ucuyla kendimi gösterirken ne gözümden akan yaşa mani olabiliyordum ne de dudaklarımda dalgalanan gülümsemeye.

"Kendi sonumu ben getireceğim. Ben. Ben!"

Bu ihtimal içimi doldurduğunda onların gölgesinin düşmediği bir ölümle sonlanacaktı yaşantım, ben yapacaktım. Sevincim ölümü kendim inşa etmemden kaynaklanıyordu. Yüzümdeki tebessüm solmamışken silahımın ucuyla bu sefer onu gösterdim. Titreyen ellerim sarsıntısına mani olamıyordu.

"Sen değil. Yolum sen değilsin. Sonum sen değilsin."

Uzun kollu pijamama burnumu sildiğimde silahın olduğu elimle de gözlerimden akan yaşları sildim. Namlusu yukarı bakan silahın içindeki merminin çekirdeği biraz sonra beynime saplanacaktı. Muhteşem bir olay. Harika bir düşünce. Gözlerimi sıkıca yumup açtığımda parlayan gözlerle devam ettim bakışmaya.

"Şimdi iyi bak. İyi bak SOYKAN. Ben senin kirinden kurtularak bu dünyadan gideceğim ama sen. Sen içini çürüten kininle bu dünyada sürünmeye devam edeceksin."

Silahı kafama tekrar doğrulttuğumda gözlerinin içinde ifade bulma arayaşına girdim. Orada hiçbir pişmanlık zerresine rastlamamak bu dünyadan gitmenin en doğru karar olduğunu ispatladı bana. Ölüyordum kılı kıpırdamıyor. Tetiği çekmek için çok bile beklediğimi fark ettiğimde parmağım yerini aldı. Ölümün sarhoşluğu tenime düştüğünde gözlerimi kapatacaktım ki sesini işittim.

"Öyle mi?"

Havalanan kaşı cevap ister eda da karşılık beklerken attığı bir adım endişelenmeme sebep oldu. Ne yapıyor bu? Attığı adıma bir yenisini daha eklediğinde aramızdaki mesafeyi azaltmaya başlamıştı. Bir adım daha atacakken kafamdan çektiğim silahı ona doğrulttum. Kaldırdığı ayağını geri indirmeyip adımını tamamladığında tehditimi çaldım tenine.

"Bir adım daha atarsan çekerim tetiği. Benim kaybedecek hiçbir şeyim yok. Önce seni öldürür sonra kendi kafama sıkarım."

İfadesiz çehresi hiçbir duygu hissiyatını yüzüne işlememişti. Tehtidimden hiç etkilenmediğini belli eden asi hareketleri dilimden dökülenleri yapmak için zorluyordu beni.

"Bana uyar. Kabirde azabım olursun."

Cümlesini kurduktan sonra kendinden emin hareketleri son bulmamıştı. Beni ciddiye almayan ifadesi üzerinde hâlâ daha asılı dururken bir adım atmak için hareketlendi. Bir uyarı daha yoktu. Acıma hiç. Dediğimi yapacaktım. Tamamladığı adımla aramızdaki mesafeyi üç adıma indirdi. Bir adıma daha müsaade yoktu. Ona doğrulttuğum silaha sıkı sıkıya asılırken tetiği çektim. Sıkıca yumduğum gözlerim karşılaşacağım manzaraya hazır değildi. Kulaklarımı doldurmayan patlama sesiyle gözlerimi açtığımda karşımda kendinden emin ifadesiyle dikilmeye devam ediyordu. Tutukluluk yaptığını var sayarak bir kez daha bastım tetiğe, bir kez daha ve bir kez daha. Hiçbirinde işitemediğim yüksek sesin yerine kulaklarımı onun sesi doldurdu.

"Senin yaşadığın evde dolu bir silah bırakılacağına inandın mı gerçekten?"

Ciddiyetle sorulan soru sinirlerime baskı uyguladığında ölmeme bile izin vermiyor oluşuyla karşı karşıya kaldım. Bu içimdeki öfkenin filizlenmesine sebep olduğunda sinirle elimdeki silahı fırlattım. Taşlarda sürünerek uzaklaşan silahla birlikte aklımda tek bir eylem vardı. Ben bu gece öleceğim. Birkaç adımlık mesafede olduğum uçuruma yüzümü döndüğümde adımlayacaktım ki belime dolanan kollar buna müsaade etmedi. Sert göğsüne bastırdığı sırtımla bedenim anında gerildi. Ondan gelecek hiçbir teması istemiyordum. Ölmek istiyordum.

"Bırak beni. Öldüreceğim kendimi. Bırak!"

Tutuşu daha da sertleşirken bulunduğumuz konumdan uzaklaştırdığı bedenlerimizi kendi arabasına yaklaştırdı. Göğsünden sıyırdığı sırtımı arabasına yasladığında kollarıyla iki yanımı kafesledi. Ellerimle kurtulmak için mücadele veriyordum. Burnumdan içeri dolan koku duygularımı arttırırken kurtulmama olanak tanımıyordu.

"Ölmeyeceksin. Yaşayacaksın."

Kara gözlerini gözlerime yakınlaştırırken söylediği sözleri sabrımın sınırlarında dolaşmaya başladı ve sinirle sordum.

"NEDEN?"

Yüksek sesle ifade ettiğim bir kelimeyle ondan bir yanıt bekledim. Gözlerine öfkenin parlattığı gözlerimle cevap bekleyerek bakıyordum. Yüzüme eğdiği yüzüyle yanıtını vermek için hazırlandı.

"Acıyla vâr olan varlığınla var olacağım."

Geçmişin emarelerini kattığı cümlesinde acının geçmişinin hatıraları vardı. Ruhun medcezirleri azrailin keyfine amedeyken takındığı ifade bundan farksızdı.

"Senin varlığın zaten bana acı."

Külü kalmış yangınları tozutan hafif rüzgar meyetindeki sesimle karşılık verdim. Pamuğa yayılan kanın yerleştiği çatlaklarda, kandan okyanuslarda can çekiştiğimi göstermek istedim.

"Ne güzel, seni acıyla vâr eden benim. Yok eden de ben olacağım."

Bu ruhum üzerine ettiği bir yemindi. Öyle bir kumar oynanmıştı ki üzerimden kapanın elinde kalıyordu ruhum. Son kapandı ruhuma paslanmış kiliti vuran, anahtarını dipsiz kuyuya atan. Ya ruhum sonsuza dek onun yanında acıyla vâr olacaktı ya da huzurla yok.

                                《☆》

MELÂL♡

[BÖLÜM SONU]

5 KASIM 2020 PERŞEMBE

2020/21.50

Bol olaylı bölümler istiyordunuz arkadaşlar, nasıl beğendiniz mi?

İnstagram=snmnurgyk
Twitter =snmnurgyk

☆'a dokunalım.

Sizi seviyorum

       SEVGİLERİMLE
       (SNG)

Continue Reading

You'll Also Like

729K 22.5K 24
Sevgiden nefrete dönüşen imkansız bir aşkın hikayesi. "Onlar cehennemi yaşayacak, Aşk cennetin dilinden onlara kalan tek an olarak kalacak, bu aşkın...
4.5M 382K 94
1 KIZ, 6 ERKEK, ÖLÜMCÜL BİR EV. Afra'nın diğer tutsaklardan dört farkı vardı: Birincisi, bir kız olmasıydı. İkincisi, tutsak alınan son kişi olmasıyd...
44.2K 1.5K 100
Geçmişte söylenen sözleri, şiirleri sizin için topladık.
122K 3.5K 13
Belis 24 yaşında evli, mutlu ve çocuklu bir kadın. Birden çıkan ailesi ile anlaşabilecek mi? Gelin hep beraber öğrenelim... 24 mü yazmışım? Ah! Bir y...