ARMANDO BEHEMOTH

By meryemc

44.6K 5.9K 4.8K

•Baş Şeytan serisinin ikinci hikayesidir. •Yetişkin okurlar içindir. Armando Behemoth'un ölümü talihsizlik do... More

Giz: bir
Giz: iki
Giz: üç
Giz: dört
Giz: beş
Giz: altı
Giz: sekiz
Giz: dokuz
Giz: on
Giz: on bir
Giz: on iki
Giz: on üç
Giz: on dört
Giz: on beş
Abis: on altı
Abis: on yedi
Abis: on sekiz
Abis: on dokuz
Abis: yirmi
Abis: yirmi bir
Abis: yirmi iki
Abis: yirmi üç
Abis: yirmi dört
Abis: yirmi beş
Abis: yirmi altı
Abis: yirmi yedi
Abis: yirmi sekiz
Abis: yirmi dokuz
Abis: otuz
Abis: otuz bir
Abis: otuz iki
Abis: otuz üç
Abis: otuz dört
Abis: son

Giz: yedi

1.4K 201 71
By meryemc

Imagine Dragons, Enemy

12 Ocak, 2022

꧁꧂

Bizim dünyamızda zaman kavramı yoktur; gece de sizi boğabilir gündüz de. Parlayanlar da deli olabilir, karanlığa karışanlar da. Yağmur bir farklı yağar, kar ise düzensiz serilir yeryüzüne. Kavramlar çarpılaşır, zaferler kanla alınır; kanın alevi söndürdüğünü duymuşluğum vardır. İhanet de öyle güzel bir yemektir ki canı çekmeyen yabancı sayılır.

Sevgiyle büyümeyenlerin dünyayı daha iyi tanıdığına şahit oldum. Sevginin her şeyi güzelleştirdiğini duydum ve ondan nefret ettim çünkü çirkinliğe kör olmak, savunmasızlık demekti. Arkanızı kollayacak biri olmadığında sırtınızdan bıçak çıkarmayı öğrenirdiniz; böylece kime size sessizce yaklaşamazdı. Belki de dün, bıçaklarımdan birini atmayı denemiştim. Baş şeytan dönmem gerektiğini belirtmesine rağmen gitmedim. Azar işiteceğimi biliyordum ama Gaviel'in cennetinde işler yoğundu.

Odamda arkama yaslanmış, oluşturduğum küçük portaldan olanları izliyordum. Büyük salonda hazırlık vardı, masalar kışkırtıcı yiyeceklerle süslenmiş; duvarlardaki tablolar boşaltılmıştı. Salonda Gaviel ile Abel dışında kimse kalmadı. Kısa bir bekleyişin ardından Gaviel ile Abel ayağa kalktı. Konularını karşılayan misafirperver ev sahipleri gibi bir havaya büründüler. Gaviel elini yavaşça kaldırdı, sol parmakları öne uzandı; yavaşça yumruk haline getirdi. Kapalı kapının önündeki zemin dalgalandı. Bunu daha önce yaptığını görmüştüm. Portal açmak gibi yeteneği olduğundan ya da güçleri sayesinde yapabildiği bir şey değildi. Baş melek oluşundan kaynaklanıyordu; sarayının belirli kısımlarına yaratıkları alabiliyor ve gönderebiliyordu. Bu özellik, Behemoth'un zindanlarına kolayca ulaşmasın sağlayan ayrıcalıkla aynıydı.

İlk çıtırtılar geldi; yerden yükselen dört uzun beden vardı. Sivri kulaklar açıkça seçilebildiğinde gözlerim büyüdü. Prenses Lorainne'i ayırt etmemek imkansızdı. Uzun boyu, buz mavisi saçları, süt beyazı teni, kıvrık burnu ve ince ama şekilli dudaklarıyla çoğu varlığa iç çektirmemesi mümkün değildi. Açık uzun saçları, sivri kulaklarının arkasına sıkıştırılmış ve mücevherlerle süslenmişti. Üzerinde ince bir tülden, davetkar ama savaş durumlarına uygun sıkılıkta ve rahatlıkta elbise vardı. Ayakları çıplaktı. Kardeşi Prens Kreshaun da ona uygun giyinmişti. Onun da saçları uzun ve açıktı; yosun rengindeydi. İki kardeşin gözleri pırıl pırıl mavilikteydi. Arkasındaki iki muhafız ise daha sadeydi. Daha önce yakalayarak müşterilerime teslim ettiğim iki Selenophile gibilerdi.

"Bu ne güzel hazırlık. İzninizle..." diyen Prens masaya ilerleyerek kıpkırmızı, şekere bulanmış elmalardan birini alarak ısırdı. O kadar rahattı ki ilk gelişi olmadığı her halinden belliydi. "Çok faydalanamayacak olmamız büyük ukde kalacak."

Prenses Lorainne ise yalnızca masaya oturdu, hiçbir şeye dokunmadı. Memnuniyetsizdi ama ilginç bir şekilde, bu tavrı ona yakışıyordu. "Bizi ayağınıza çağırdınız. Daha iyi bir karşılama beklerdim."

"İlişkimiz gizli, Prenses. Bir şölen beklememeniz gerekir." dedi Abel. "Üstelik bizden biri kendini feda etmişken eğlenmek türümüze aykırıdır."

"Türünüze aykırı birçok şey yaptığınızı gördüm."

"Atışacak zamanımız yok. Daha sonraya saklayalım lütfen." Gaviel, otoriter havasıyla araya girdi. Hem sakin hem de sabırsızdı. "İşler bir süre bu şekilde yürüyecek. Yazılı belgeyle ya da ulaklarlarla riske atamayız. Ayrıca eğer davet ederseniz biz de sizin sarayınıza geliriz."

Prenses, bir süre kardeşinin yemeği rahatça yemesini izledi. Bilerek konuşacakları arasına zaman koyuyordu. Böylece üstün olanların melekler olmadığını, muhtaç konumuda olduklarını belirtiyordu belki de. "Söylediğin gibi, direkt kabul edilmedik. Behemoth, elimizdeki meleği gösterdiğimize bizimle konuşmaya razı oldu. Elbette güvenmedi ama içeri alınmak da bir başlangıç oldu."

"Oldukça aşağılayıcı bir deneyimdi." dedi Prens. "Söylediğin gibi davrandı. Aşağı varlıklarmışız gibi."

"Bu çok da yabancı bir tavır değil." Prenses'e gülesim geldi, düşündüğüm kadar zıt olmayabilirdik. Ki eğer benziyorsak bu onu çok daha tehlikeli yapardı. "Neyse. Meleği nerede bulduğumuzu sordu. Biz de Drayadlardla aynı ormanda ama onların ulaşamadığı yerlerde yaşadığımızı söyledik. Böylece melekleri gördüğümüzü, fark ettirmeden yakalayabilmek için beklediğimizi, en sonunda da başardığımızı anlattık."

Gaviel başını hafifçe eğdi. "Kendi türü fedakarlıktan bir haber olduğu için aramızdaki ilişkiyi çözemeyecektir."

"Bana söylediğin gibi güçsüz görünmedi." Prenses, gözlerini direk olarak baş meleğe dikti. "Şu sırrını yanlış hatırlıyor olabilir misin?"

Gaviel yavaşça gülümsedi. "En büyük kozumu paylaşmayacağım, Lorainne. Bana güvenmeniz gerekecek. Kimsenin önüne geçemeyeceği bir şey olduğunu bilmeni yeterli."

"Ne büyük kayıp."

Onlara o kadar çok odalanmıştım ki Abel'in etrafta dolaştığını görmemiştim. Açtığım portalık o kadar yakınındaydı ki aldığım nefesi bile duyabilirdi. Bu yüzden panik yapmadan yavaşça geçidi kapadım. Bir süre sessizlikle bekledim, ardından da uzunca iç çektim.

Sağlıkçı meleklerden birini vermeleri büyük eksiklik olacaktı. Zaten iki tanelerdi ve Harudha'yla zar zor başa çıkabiliyorlardı; eğer ki fiziksel savaş olursa gerekenden fazla melek ölebilirdi. Bir yandan da Behehmoth'a yanaşabilmek için iyi bir yöntemdi; Gaiviel'in kellesini getirmedikleri sürece yapılabilecek başarılı ilk izlenimlerden biriydi.

Ani bir kararla ayağa kalktım ve klasik melek kokusundan arınma eylemlerin uygulayarak baş şeytanın sarayına gittim. Karanlık koridorları yürürken yeni bir şey fark ettim; o da hayatımda gördüğüm herkesten daha mutlu olan çocuk ruhlardı. Onları hep sessiz veya korkutucu bulmuştum ama bazıları kümelenmiş oyun oynuyordu. Onları ruhlarının yaşadığı bu kasvetli yerde güldürebilenin ne olduğunu merak ettim.

Baş şeytanın salonuna gireceğim sırada onu, Sabazios'la birlikte salonundan çıkarken yakaladım. Sabazios heyecandan kıpır kıpırdı- her zamankinden daha fazla. Kan vardı üzerinde, gözleri mide bulandırıcı şekildeydi. Gözden ziyade bir hayvanın ağzındaki dişler gibiydi; sanki farlı bir sülüğün ağız yapısı gözlerine yansımıştı. Gözleri binlece dişi barındırıyormuş gibi duruyordu.

Behemoth beni görmüş olmalıydı ama bunu belli etmedi; azar işitmekten daha iyi oluğunu düşündüm. Ardından Sabazios neredeyse zıplayarak bana ulaştı, selamladı ve kanlı elleriyle kolumdan tutup çekti.

"Sen de gel, sevgili yardımcı! Uzun zaman sonraki tedavimi görmen gerek! Mümkünse bir ordu çağır, herkes şahit olsun paslanmadığıma!"

O kadar neşeliydi ki sevdiğim kazaklarımdan birine kan bulaştırmasına ses etmedim. Sabazios'un elinden kurtuluğumda onları iki adım geriden izledim. Kolumdai kana elimi değdirdim, ardından elimdeki kanı kokladım ve dokusunu inceledim. Tanıdık geliyordu, daha önce benzerini gördüğüm bir varlığa aitti.

O varlığa ulaşmadan birkaç adım önce anladım ki bu bir meleğe aitti. Soylu meleklerin kanlarının rengi farklı olurdu; bu ise onlara kıyasla sıradan sayılan meleğindi. Sabazios neşeyle, içi dışına çıkmış varlığın etrafında dans ederken nefesim kesildi. Bulunduğumuz yer sıradan dört duvardı ama ortada yatan şey iğrençti. Meleğin beni görmesinden çekinmeme gerek yoktu çünkü gözleri yerlerinde değildi. Yerde garip bir açıyla bükülmüş yatıyordu. Kafatasının üst kısmı ustaca kesilmiş ve beyni açılmıştı; sülükler her yerindeydi. Karnından ise bağırsakları dışarı akmış; meleğin hala nefes aldığını belli edercesine hafifçe havaya yükselip aşağı iniyorlardı.

Ne yapmam gerektiğini bilemedim. Etrafında neşeyle dönen soylu şeytanı sarsıp eserine tekrar tekrar bakıp farına varmasını istedim. Ama neyin? Bu manyak herif bir bokun farkına varamazdı; yaptığıyla övünüyordu çatlak piç. Ya ben? İğrenmedim, kızmadım ya da dehşete düşmedim. Öylece baktım ve içimden kopan her şeyin farkına vardım.

Bende pek bir şey kalmamıştı. Öfke ve nefret dışında.

Çık çık çık. İn in in. Sağ. Sol.

Gözlerimi kırpıştırdım. Midem bulandı. Yeniden doğduğumdan beri -ki bu iki yıl önce ediyordu- duyduğum sesler bir yıl önce kesilmişti halbuki. Leserian eğitimi almamla birlikte suskunlaşmıştık zihnim ve ben. Yeniden duymaya başlamam neyin tetiklenmesiyle olmuştu bilmiyordum. Belki de gelip geçiciydi.

"E?" dedi baş şeytan. Ayakları yerdeki kanlara denk gelmeden durdu.

Doğru kararı mı verdin?

Alnımı ovuşturarak ezelden beri tanıyormuş gibi gelen sesi başımdan savmak istedim.

Sabazios durdu. "Bir şey öğrenemedim henüz ama gördüğün gibi üzerinde çalışıyorum."

Baş şeytan bir süre sessiz kaldı. "Sabazios, sen gerçekten ölümüne mi susadın? Bunu görmek için mi buraya geldim? Yoksa aynısını sana yapmamı mı arzuluyorsun?"

Soylu meleğin omuzları çöktü. "Meleklerin zihinlerinin ne kadar uğraş verici olduğunu biliyor olmalısın."

Behemoth kollarını göğsünde birleştirdi. "Beş dakikan var. Bir şey bulmak için."

Sabazios panikledi, bir şey söylemek istedi ama vazgeçti. Gözleri hızla sağa sola kaydığında sülüklerin hızla kıpırdandığını gördüm. Meleğin başı benden yana düştü, böylece yüzünü görebildim. Gözlerimi kırpıştırarak bir adım daha yaklaştım.

Bu melek, sağlıkçılardan biri değildi. Sıradan bir muhafız melekti. Tabii bunu teyit etmeleri imkansızdı; Gaviel de bunu bildiği için elflerin şeytanlara sıradan bir melek vermesini büyük bir eksiklik gibi görmemişti. Prens ve Prenses de bunu bilmiyor olmalılardı; böylece meleklerin blöfleri yalanı algılayabilen Behemoth tarafından fark edilemezdi. Tabii belki Sabazios daha fazla uğraşırsa öğrenirdi ama meleklerin zihinleri gerçekten de iyi kitlenmişti. Bulması asırlar sürebilirdi.

"Dört dakikan kaldı. Ardından salona gelip canını kurtar."

Behemoth keskin bir dille yaydığı tehditi bırakıp uzaklaştı. Orda mıyım, geliyor muyum hiç umursamadan bir hışımla geri döndü.

Sabazios'un uğraşını donuk bir ifadeyle izledim. Burnundan katran karası kan geldiğinde adeta hırlayarak durdu. Saniyelerin aklında dönüp durduğunu görebiliyordum. Neden bilmem, bir halt yedim. "O sağlıkçı değil."

Sabazios burnunu silerken yere çöktü, deliliği biraz durulmuştu. "Ne?"

"Sıradan bir melek."

"Nereden... Biliyorsun?"

"Ben bir Leserian'ım. Siktir et nereden bildiğimi. Bu bilgi canını kurtarır, kullan işte." diye homurdandım. Bu kadar atılgan davranmak hiç yapmadığım bir şeydi. Ellerimi yumruk haline getirip açtım bir kaç kere. Ardından arkamı dönerek Behemoth'un salonuna ilerlemeye başladım.

Her bir adımın aşağı çekiliyor gibi hissettim. Daha önce hissetmediğim, farklı bir şey (ya da biri) idi bu. Zihnimde duyduğum, tanıdık ses küçük bir kız ait olmuştu hep. Bu çağrı yapan ise tamamen şeytani ama daha sakin, meraklı bir varlıktı. Zihnimdeki küçük kız beni parçalamak ister gibiydi hep.

Çağrıya cevap vermeyi reddettim. Düşünüyordum da galiba bu, Behemoth'un verdiği suyla alakalıydı. Bir şeyleri uyandırmıştı. Biraz daha içsem netleşirdi belki.

Kendimle ilgi yalnız kaldığım o kadar çok şey vardı ki uzatılan dal zehirli de olsa tutardım.

Behemoth'un salonuna Sabazios ile birlikte girdik. Baş şeytan, Sabazios'un gelmesine şaşırmış gibi ilgiyle baktı. Büyüyen göz bebekleri ve gergin surat hatları her nasılsa ona etkileyici bir hava katmıştı. İlgiyle bakarak beklediği şeye değer verdiğini, böyle bir duyguyu onda görmek beklenmedikti. Buna dikkat kesilmem de benim için garipti.

"O bir şifacı değil." dedi Sabazios. Oluşan sessizlikte ben de kıpırtısız bekledim. Bu durumda önemli iki şey vardı. İlki, Sabazios'un bunu nasıl bulduğuna Behemoth'un takılmamasını dilememdi. İkincisi de Sabazios'un bana güvenip güvenmediğini test etmemdi. Çünkü eğer söylediğine inanmıyorsa, Behemoth algısı sayesinde yalan olduğunu anlardı. Eğer ki ağzından çıkana inanıyorsa, diğer bir deyişle hayatı pahasına bana güvenmişse, sağ kalırdı. Yazık sana Sab. "Parmaklarında şifa vermekle ilgili tek bir özellik bile yok. Zihnindeyse kırıntı dahi bulamadım. Sıradan bir melek o."

Sabazios bana inanmakla kalmamış, yalanı dallanıp budaklandırmıştı. Bana kısa bir bakış attı, ifadesi ciddiydi ama hisleri saklıydı. İçinden bana küfür mü ediyor, teşekkür mü ediyor yoksa inancı onu nereye götürecek merak mı ediyordu, bilemedim.

"Şaşırdım doğrusu." dedi, baş şeytan. "Başaracağını düşünmüyordum. Özellikle de stres altındayken."

"Öldürecek miydin beni sahi-"

"Sıkıldım." Birden gözlerim ardına kadar açıldı. Bunu ben mi söylemiştim? Daha aklımdan bile geçirmeden- düşünce aklımdan geçerken konuşmuştum. "Öldürecek miydin beniiiii?" Sanki içimden cümle çeşmesi açılmış gibi devam ettim. İlk onca Sabazios'un sesini taklit ettim sonra da büyükçe ofladım. "Dram dolu ses tonu. Şimdilik ölmeyeceksin, rahatla. Ama sadece bir şeyler bulup duruyorsunuz. Hareket yok. Bir şeylerin ölmesi gerek ki herkes konumunu bilsin. Eylem lazım eylem."

Bir şeylerin ölmesi mi gerek? Sakinliğim ve uyumluluğum gibi mi? Ne oluyor be böyle?

Belki de yarısını vermemliydim. Belki de beni kandırdı.

Neredeyse tıslar gibi bir sesle yüzümü buruşturdum, kafamı aşağı eğerek geriye bir adım attım.

"Şuna bak. Bizim sessiz yardımcı aslında deliymiş. Kulübümün başkan yardımcısı olabilirsin istersen." Sabazios'un birden eski haline dönmüş sesiyle kafamı kaldırdım. İkisi de bana bakıyordu. Sabazios neşelenmişti.

"Sabazios, dışarı."

Sabazios hiçbir şey demedi ama sırtı Behemoth'a dönük ilerlerken bana sırıttı. Ben de geri adımladım yavaşça, hani olur da fırlayıp kaçabilirim diye.

"Dur sen dur." dedi, baş şeytan.

"Kötü bir niyetim yok." dedim, kadere teslim olmuş bıkkın bir sesle. Ardından bana yabancı gelen cümleyi ekledim: "Aklımdan geçeni söyleyiverdim sadece."

"Yapmanı istediğim bir şey var." İki azar hakkı olmasına rağmen ikisini de kullanmayan baş şeytan beni şaşırttı. "Bir Selenophile yakalamak istiyorum. Daha önce yapmış mıydın?"

"Evet. Varlıkları tekrar gün yüzüne çıkmak üzereyken iki tanesini yakalamıştım. Biri koleksiyoncu içindi." Koleksiyoncunun şeytan da melek de istediğini eklemedim çünkü baya tuzlu bir ödemesi olsa da o işi kabul etmemiştim. "O zamanlar varlıklarının açıkta olduğunu tam bilmiyorlardı. Özgüvenleri sayesinde kolay işti. Şimdi değişmiş olabilir."

"Başla o zaman." diyerek ayağa kalktı. Başımla onaylayarak ona sırtımı döndüm. Bu sefer gerekli değildi ama ilk önce cehennem kokusundan arınmanın ilk adımı için boş, arka sokaklardan birine açtım portalı. Hızla içine girerek portalı kapamıştım ki arkamdan keskin bir nefes alındığını duydum. Kapanmış portalın olduğu yere döndüğümde bir şey göremedim ama yere düşen et parçalarını görmüştüm. Birinin baş parmağın ucu ve işaret parmağın neredeyse yarısı yerde duruyordu.

Yaşadığım farkındalıkla "Siktir! Siktir! Siktir!" demeye başladım. Böyle bir şey daha önce hiç başıma gelmemişti. Aman ya! Siktiiiiiiiir!

Parmak parçalarını aldığım gibi Behemoth'un salona portal açtım. İçeri atlayıp portalı kapattım. Behemoth, gitmek için portal açtığım yerde durmuş; kesilmiş parmaklarını yüzüne doğru kaldırarak bakakalmıştı. Ona doğru koştum ve onun şarıl şarıl akan, rengi turuncuya çalan kanını engelleyecek hiçbir şey yapmadığını görünce bol kazağımı göbek kısmından kaldırarak sol elimle kesiğe bastırdım. "Pardon. Çok pardon. Hem böyle bir şey yapılabildiğini bilmiyordum hem de tek başıma gideceğimi sandım."

Behemoth yaşananların farkına yeni varmış gibi gözlerini kırpıştırarak sağ elime, tuttuğum parçalara baktı. Ardından sol elime, kana bulanmış kazağıma baktı. Ne alakadır bilmem, kaldırdığım kazağın altından görünen tenimde hepsinden daha fazla kaldı bakışları. Şokta olduğunu düşündüm ama aksine, sakin bir sesle konuştu: "Güzel bir özellik."

Rahatlar gibi oldum. Bunca duyguyu bu kadar kısa sürede yaşamak vücudumda gergin bir etki bıraksa da. "Sadece gezip durabilmektense bir şeyin yarısı portalın içindeyken kapatınca ikiye falan bölünmesi kullanışlı." diye onu onayladım.

"Karın kasların belirginliğinden bahsediyordum. Seksi." Bedenim başka bir duyguyu daha kaldıramadığı için öylece bakıverdim. Bir şey demeden aniden duran kandan kazağımı ve kendimi çektim. Kesilen yer yavaş yavaş turuncu kandan pembe deriye dönmeye başlarken Behemoth elini bana uzattı. "Parmaklarımı yerine koy, lütfen."

Bir elimde işaret, diğeriyle baş parmağını aldım ve kaşlarımı kaldırarak sordum: "Lütfen?"

Tıçh gibi bir ses çıktı dudaklarından. "Eski bir alışkanlık. Bıraktım sanıyordum."

Bıraktığına yemin edebilirdim. Ona uymayacağını düşündüğüm ama dudak ısırtacak derecede yakışan bir kelimeydi. Ve ben kendime hayret ediyordum böyle şeyler düşündüğüm için. Bir rahibe değildim elbette de biri a deyince seks diye anlayacak tip de değildim yani. Gerçi baş şeytanla seks hiç düşünmemiştim. Ama şu an aklıma geldiği için belki de düşün- hop. Kendi kendime saçmalamayı acilen kesmem lazımdı.

Deriler birbirine sarılarak hareketlenince dağılan dikkatim toparlandı. Baş şeytanın parmakları muhtemelen tekrar büyürdü ama kesilen parçaları bulup birleştirince iyileşme daha hızlı yaşanıyordu demekki. "Salak da değilim ama görevleri açıklayıcı söylerseniz daha iyi olur. Geleceğinizi anlamamıştım."

Baş şeytan deneme amaçlı parmaklarını oynatırken bana baktı. "Karnını gördüm. Senin açından bana 'sen' diye hitap edebileceğin kadar samimileşmiş olmalıyız. Yetmediyse ben de göstereyim?"

"Ne alaka?"

"Bence de." Kafası karışmış gibi duruyordu. İkimiz de bir anlam arar gibi etrafa bakındık. En sonunda "Bilmem." diyerek omuzlarını kaldırıp indirdi. "Aslında bilirim de neyse, şimdiden korkma."

Neyden korkacaktım?

Derin bir nefes aldım. Sanki bunu her yapışımda bir şeyleri arkamda bırakıyormuş gibi kendimle psikolojik oyunlar oynuyordum ama cidden de devam edebilmemi sağlıyordu.

Portal açtım. Elimi uzatarak işaret ettim. "Önden gidin."

Boş sokağa adımımızı attığımızda açıklamaya başladım. "Normalde her mekanın kendine ait kokusu vardır. O yüzden bir yerden farklı olan yere giderken kokuyu atmak için yıkanırım. Gözlem için yapılması gereken bir şeydir ama bu seferlik sorun olacağını sanmıyorum. Çünkü kar, yoğun kokusuyla bir şekilde diğer her şeyi gizler." Üstelik onu depoma götürmek istemiyordum. Orada görmemesi gereken eşyalarım veya meleklere ait izlerim olabilirdi.

Kol kaslarını gevşetirken o kadar rahattı ki ister istemez ben de az önceki gerginliğimi atmıştım. "Ben de bir yere gidip geldikten sonra çoğunlukla niye ıslak saçla dönüyor demiştim. İşine ek, fahişelik yaptığını düşünmüştüm."

Ciddi olup olmadığını tartarcasına ona baktım. Ellerim saçlarıma gitti. Şu anda kurulardı. Belki de benimle alay ediyordu. "Sadece seks yapınca yıkanılmaz, Sayın Taş Devri Mağara Adamı Efendim."

"İnanılmaz. Bu resmiyetle zamanımı harcıyorsun."

Yaaani, direkt ayı desem beş saniye kazanmıştık. "Konuşmak zaten bize baya vakit kaybettiriyor."

Peki, sıradaki der gibi bir ifade takındı. Böylece, kayda değer derecede iyi olduğum işi yapmaya koyuldum. Yarı elf varlıkların yerleşim yerlerine en yakın ama fark edilmeyecek noktayı seçtim. Gerçi bu eskiden öyleydi, şimdi değişmiş olabilirdi. Bu yüzden ilk önce küçük bir portal açarak etrafı inceledim. Değişen şey kar yoğunluğuydu sadece; şans benden yanaydı.

Portalı büyüterek her ihtimale karşı ilk kendim içinden geçtim. Etrafta engelleyen bir kıpırtı dahi duyamayınca Behemoth'a doğru başımla onay verdim. Sesimi alçak tutmaya özen gösterdim. "Şu anda ormanın en uç kısmındayız. Nehrin değmediği kısım burası, Drayadlar da yok. Bu yüzden toprak da verimsiz; kimse olmaz yani. Bu özelliğe sahip sadece iki bölge var. Yerleşim yerleri buradan yaklaşık yüz kilometre uzaktaydı. İnceleye inceleye, yavaşça gitmemiz lazım."

"Bu kadar titiz olmak zorunda mıyız? Çekelim birini ensesinden, oldu bitti."

"Amacımızın fark ettirmeden kaçırmak gibi bir şey olduğunu düşünmüştüm."

"O kadar ayrıntılı düşünmedim."

Bak bu ilginçti işte. Normalde en ufak kısmına kadar düşünen baş şeytan, baştan savma mı davranmıştı? Bunun birden gündeme getirdiğim 'eylem lazım' konulu mitingimle alakalı olup olmadığını merak ettim. "Hesap verme korkusu olmayınca insan böyle rahat oluyor herhalde." diye mırıldandım.

"Bilmem ki, ben insan değilim."

Homurdandım. "Ha ha."

Gözleri ağzıma kaydı, ardından da "Hım," gibi kaba bir ses çıkardı ve dizinin bir karış altına gelen karları aşarak ilerlemeye başladı. Havalı bir yanlış öne gidiyorsun diyesim gelmişti ama her nasılsa doğru yöndeydi.

Sessizce ilerledik bir süre. Kar hala el değmemiş, orman ise cansızdı. "Sizce Selenophile ve Drayadlar iş birliği yapıyor olabilir mi? Onların yaşadıkları yerde de ağaçlar acayip güzeldi, Drayad eli değmeden olamaz gibiydi sanki. Bir yandan da kesinkes bölgelerin ayrıldığı söyleniyordu."

"Her şey olabilir. Selenophilelar ve melekler bile işbirliği yapıyor olabilir."

Dudaklarım gurur duyarmışçasına büküldü ve başımı salladım. Neyseki arkasındaydım, yüz ifademdeki tebriği okuyamadı. Tehlikeli adamdı şu baş şeytan. Aklında çok fazla ihtimal vardı ve hepsi doğruydu. Etkileyici.

Daha çok yolumuz olduğunu düşünerek yeni keşfettiğim özelliğimi denemeye karar verdim. Behemoth ilerlerken ben durdum ve başımı kaldırarak ilerideki kuru ağaç dalına baktım. Portalı dalın ucundan açtım. Ardından da portalı ilerleterek dalın yaklaşık on santiminin geçitten geçmesini sağladım. Portalı aniden kapattığımda sanki kesmişim gibi kırıldı dal. Düşen dalı izlerken ne ara o kadar yürüdüğünü anlamadığım baş şeytanı fark ettim. Kopan dal başına düşmeden önce elinin üstüyle vurdu ve kenara attı. Behemoth dönüp bana baktı. Ya bu işte bir bokluk vardı gerçekten. Şu adamla tanıştığımdan beri aptal aptal hareketler yapar olmuştum.

Omuzlarımı ne yapayım diye kendimi savunurcasına kaldırdım. "Tek çalışmaya alışkınım."

"Varlığım bu kadar unutulabilir olmamalıydı. Heybetli biriyim."

Bu konusa ne kadar haklı olduğunu düşündüğümü tahmin bile edemezdi. Boyu ve iriliğiyle bir aileye plaj şemsiyesi olabilirdi.

"Yok ne haddi-"

Sözüm yarıda kesildi çünkü birinin varlığını belli belirsiz hissettim. Etrafa bakındım ve gizlenecek bir kaya ya da kalın ağaç aradım. Behemoth kendini, bedenini kapatmayan bir ağacın arkasına aldı ve beni de kendi arkasına çekti. Ona çatık kaşlarla bakarken "Hani yüz kilometreydi?"

"Ne yapayım gelmediğim zamanlarda çiftleşip çoğalmışlarsa yani?" diye karşı çıktım.

İkimiz de rahatça görünüyorduk. Beni bedeniyle gizleyip kahramanlık yapmaya çalışıyorsa bu komik olurdu. Ama şu an yaşanan durum komik olmaktan ziyade inanılmazdı. Behemoth'un bedeni bulandı. Sırtı aynı kaldı ama on kısmı bir illüzyon yarattı, yakından bakılmadığı sürece neredeyse kamuflaj olmuş gibiydi. Bedeninin on kısmı karın beyazlığını ve havanın şeffaflığını taklit etmişti. Adamların onu görebileceği kısımda doğanın bir parçasıymış gibi duruyordu. İllüzyonunun arkasında kaldığım için ben de belli olmuyordum ama eğer arkamızdan biri gelirse görünürdük.

Neyseki henüz yirmisine ulaştığını düşünmediğim bir erkek yarı elf tehlikelere tecrübesiz, muhtemelen buralarda olduğundan kimsenin haberi yoktu, adımlarla uzaklaştı.

Fark edilme tehlikesi geçtiğinde Behemoth normal haline döndü.

Sesimi kısık tuttum. "Şekil değiştirebildiğinizi biliyordum ama sadece metal görünümünüz ve insansı olanla sınırlı kaldığını sanmıştım."

"Bu özellik sayılabilecek bir şey değil zaten. Tüm bedenimi içermiyor ve canlı varlıklar için geçerli değil. Acemi bir seviyede."

"Gelişebilir ama, değil mi?"

Durdu bir süre. "Hayır." Emin ifadesi, bana bakınca değişti. "Keşfettiğimde geliştirecek gücüm de zamanım da olmadı. Belki güç birleşimini kullanarak deneyebilirim."

Zamanının olmaması fark ettiğinden kısa bir süre sonra öldüğünü anlatıyor olabilirdi ama gücünün olmaması sormam gereken farklı bir meseleymiş gibi geldi. Tam ağzımı açmıştım ki tehlike çanları çalmaya başladı. Ne olur ne olmaz diye hep kulağımın dibinde tuttuğum minik portal depoma açılırdı. Depomda da Gaviel'in sarayındaki odama ait minik geçit vardı. Kokular karışmadan kapı tıklatıldığında fark etmem için kurduğum bir sistemdi.

Ve şu an, meleklerin sarayındaki odamın kapısı çalınıyordu. Zamanında açmazsam kırılırdı kapı ve henüz bahanemi bulamamıştım. Gitmem lazımdı. Bir yandan da şu yarı elfi yakalamalıydım ama zamanım yoktu.

"Benim gitmem gerekiyor. Elfi beş dakika takip ettikten sonra hiçbir tehlike sezinlemezseniz onu bayıltıp götürebilirsiniz. Şu an durduğumuz yerde geldiğimiz yere ait, ben buradan gittikten sonra on dakikalığına açık tutabileceğim bir portal bırakacağım. Oradan da cehenneminizin yolunu bulursunuz."

Sert bir şekilde "Alay mı ediyorsun benimle, Leserian?" diye sordu.

"Bu işi kabul ederken aniden gitmem gereken zamanlar olabileceğini söylemiştim." Hala red dolu ifadesini koruyordu. Yine tahmin edebileceğimden iyi tepki vermişti gerçi. "Borcum olsun?"

"Bana borçlu olman, gitmemenden daha kötü bir seçim olur."

"Kabul ediyorum." dedim, sabırsızca. Kapının tıklanma sıklığı artmıştı. Rüzgar bana vurduğunda saç diplerim sızladı. "Abartmayın da."

Bana arkasını dönerek başını sağa sola yatırarak çatlattı. Kendi kendine konuştuğunu duydum. "En azından ikna etmeme gerek kalmadı."

"Anlamadım?"

Omzunun üstünden bana baktığında onca soğuk beyazlığın arasında cehennem turuncularını görmek tüylerimi ürpertti. Baş şeytan az sonra ateşe atacağı bir kütüğe bakar gibiydi. Konuştuğunda sesi birden lapa lapa yağmaya başlayan karı bastırdı ve kulaklarımı tedirginlikle ısıttı.  "Hiç. Borcunu nasıl ödeyeceğine karar verdim sadece."

Continue Reading

You'll Also Like

3.6M 298K 82
Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediği bacaklarım hiç durmadan hareket ediyor...
10.8M 325K 55
(+18 | Yetişkin içeriklidir.) Parmak uçlarım geniş omuzlarına dokunduğunda aniden gözlerime baktı. "Artık ben senin kadar kötüyüm, sende benim kadar...
194K 12.6K 61
Kitap en baştan düzenleniyordur bu yüzden bölümlerde karışıklık olabilir. Dünya baştan koymuştu kuralı. Vampirle Elf yan yana bile gelemezdi. Olmazdı...
9.3M 141K 26
O sırtımı dayadığım bir ağaç değildi sadece. Güven veren bakışları benim yarınlarımdı. Sıcacık eli hayatımdaki en güzel şeydi. Ve varlığı...ruhuma gü...