OKULDA SAPIK VAR (Serisi)

By Atikesungunapsa

265K 42.9K 70.8K

17 sene öncesinde bu proje hazırlanmıştı. Proje hayata geçerken kime vuracağı belli değildi. Ezgi'ye dokund... More

Tanıtım
Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bölüm 7
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bölüm 13
Bölüm 14
Bölüm 15
Bölüm 16
Bölüm 17
Bölüm 18
Bölüm 19
Bölüm 20
Bölüm 21
Bölüm 22
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Bölüm 26
Bölüm 27
Bölüm 28
Bölüm 29
Bölüm 30
Bölüm 31
Bölüm 32
Bölüm 33
Bölüm 34
Bölüm 35
Bölüm 36
Bölüm 37
Bölüm 38
Bölüm 39
Bölüm 40
Bölüm 41
Bölüm 42
Bölüm 43
Bölüm 45
Bölüm 46
Bölüm 47
Bölüm 48
Bölüm 49
Bölüm 50
Bölüm 51
Bölüm 52
Bölüm 53
Bölüm 54
Bölüm 55
Bölüm 56
Bölüm 57
Bölüm 58
Bölüm 59
Bölüm 60
Bölüm 61
Bölüm 62
Bölüm 63
Bölüm 64
Bölüm 65
Bölüm 66
Bölüm 67
Bölüm 68
Bölüm 69
Bölüm 70
Bölüm 71
Bölüm 72
Bölüm 73
Bölüm 74
Bölüm 75
Bölüm 76
Bölüm 77
Bölüm 78
Bölüm 79
Bölüm 80
Bölüm 81
Bölüm 82
Bölüm 83
Bölüm 84
Bölüm 85
Bölüm 86
Bölüm 87
Bölüm 88 (Final)
Bölüm 89 (Ö.B)
Bölüm 90 (Ö.B)
Bölüm 91 (Ö.B)

Bölüm 44

2.5K 459 1K
By Atikesungunapsa


Ve yine Tuğrul gereksizini sizin hayal gücünüze bırakıyorum. Bulabilirsem ve aynı kareye sığarlarsa Gülcan'la ikisini bir araya atarım. Geç oldu bu karakter resimleri ama aramaya fırsatım yoktu maalesef. İyi seyirler. Bol beğeniler ve bol yorumlar bize gelsin. Görüşmek üzere.

Elfffff_-- ve elif_nur3838 hatırladığım Elif ler bu bölüm size ve ismi Elif olan tüm okurlarıma gelsin. Sebebini okuyunca anlarsınız.

"Ezgito," dedi babam içeriye girdiğimde. "Geldim babam..." Salon koltuğuna kavuşan Ercito her zamanki pozisyonunda uzanıyordu. Telefonunu kilitleyip kenara koyarak uzanışını düzeltti.

"Naber fıstık?"

"İyi baba, senden naber?" Yere oturduğumda, "Standart," dedi benim gibi, "Teker yuvar gidiyoruz işte. Dilara nasıl oldu?" Elimi aşağıya sakladım, şimdilik.

"Daha iyi. İyi olmak zorundayız baba. Başka bir seçenek aklıma gelmiyor."

"Ee, ressamlık kızı olmak kolay mı?" dedi gülümseyerek, "Şu camın önünde seninle az mı kavga izledik be kızım. Hatırlıyor musun? 8 sene önceydi galiba. Bir grup sizin gibi kız karşıda, Okçubaba'da erkek kavgasına karışmıştı. Ne heyecanla izlemiştik o kavgayı. Ben de böyle olacağım dediğinde annen kızıyordu, ben senin kulağına ol diyordum. Polisler gelmişti sonra ama düz liseliler az dayak yememişti o kızlardan."

"10 kişiye 50 kişi gelindiği nerede görülmüş baba? Kavga dediğin eşit olur." Unutmam o kavgaları.

"Valla doğru. O kızların yerinde bende olsaydım bende girerdim o kavgaya." Gülüşüyorduk iyi güzel de, içim almıyordu. Dünden beri gördüğüm görüntüler, yaşadıklarım, 50 gündür gördüğüm o saçma sapan rüyalar yüzünden bu işin sonunda hepimiz koşarak Bakırköy ruh ve sinir hastalıkları hastanesine gidecekmişiz gibi hissediyordum.

"Keşke derdimiz o kavga kadar eğlenceli olsaydı baba," dedim yüzüm düşerken.

"Olsun be kızım. Hayat nelere kadir. Bakarsın bir anda her şey bitmiş, herkes hak ettiğini bulmuş ve sizde çok mutlu olmuşsunuz. Olmaz? Bence olur."

Olur muydu? Dayanılmaz noktaya geldiğim zaman pes etmeyecektim, orası benim kaderimin değiştiği yer olacaktı. Ben 50 gündür dayanılmaz bir yerdeydim ama pes etmeme sebebim vardı. Sebeplerim. Kızlarla birlik oluşumuz kaçınılmazdı. Fatih abinin yardım çabaları göz ardı edilmezdi. Kutay'ın yanımda duruşu bile zaten +yanyatmışsekiz kadar ayakta kalma sebebimdi. Eksikliğim sadece Ayşenur'un olmayışıydı. Bazen ölmediğini bile düşünüyordum. Acaba diyordum, bir ihtimal yok mudur? Ama sanmıyorum. Biz onun üzerine ellerimiz titreye titreye toprak atmadan 13 dakika 39 saniye önce yüzünü evin önünde açmıştık. Sonra cenaze arabasına tabutu konmuştu. Sonra mezarlığa gelmişti. Sonra onu sonsuz yatağına yatırmıştık.

Kafayı yememe bir adım kala gökyüzüne baka baka uyumaya çalıştım. Babam elimi sorduğunda dikişten bahsetmedim bile. Küçük bir sıyrık dedim sadece. Benim saçımın teli kopsa canı acır bu adamın, parmağımda dikiş var diyemezdim ki.

Ayşenur'suz geçmeyen gecemde sabah erkenden kalkıp hazırlanmaya başlamıştım. Kutay geldiğini haber vermek için mesaj atmış. Mesajı okuyunca hareketlerimi hızlandırıp 3 dakika 12 saniye içinde evden çıktım. Babama da demedim he. Sonra diyecek, gelip istesinler. Olacak iş değil anam.

"Günaydın ressamlık güzeli," dedi arabaya bindiğimde.

"Günaydın elektrik erkeği..."

"Bende bekliyorum," dedi trip atarak, "Karizmatik elektrik erkeği falan dersin diye ama..."

Gülmeye başladım. "Elektrik direği demediğime şükür mü etsen acaba?"

"Yok ebesinin örekesi. İstersen elektrik teli de. Hani şu sayıkladığın egom uzuyor ya, elektrik telleri de uzun olur."

"Yanlış yerden girdin reis. Ben sana kavak ağacı da diyorum biliyorsun. Kavak ağacı gibi deseydin daha çok yakışırdı bu örneğe. Lastik uzar, ama elektrik teli uzamaz. Lastik uzar, kavak ağacı da uzar. Hem de bayağı bir."

Başını eğip, "De amk de," dedi pes eder gibi, "Elinin körü de. Başımın belası de. Allah'ın cezası de. Sakın Allah'ın bana bir lütfu deme." Sonra egosunu küçük görüyor.

"Bak şimdi kızıyorsun ama kabul ediyorsun. Ben böyleyim reislerin efendisi. Beni 1 sene önce gördüğünde de böyleydim, hala böyleyim."

"Ya Ezgi, hiç düşünmüyor musun, okulda senin yerinde olmak isteyen kaç kişi var diye?" Erkekleri es geçiyorum. Bir tane sapığımız mevcut zaten. Lütfen başımıza bir de gay çıkmasın.

Bayağı düşünür gibi yaptım ve cevapladım. "Şimdi şöyle oluyor reis bey, okulda 500 tane kız var. Bu kızlar arasından bizim kızlar artı sevgilisi olanlar toplamda 100 tane desek, geriye 400 tane kız kalır..." diye istatistiksel hesaplama yaparken sabırsızca susturdu it.

"Ezgi sus. Allah aşkına, tamam sormadım farz et. Sabah sabah bu kadar matematiği kafam kaldırmıyor." Utanmadı. Bağırdı.

Bağırır tabi salak Ezgi.

Sebo sende mi ama ya? Hani beraber sayıyorduk? Ben saymasam sen sayıyordun.

Nah sayıyordum. Olmayan beynimi yaktın. Azıcık romantik ol be. Cağnım reise diyorsun kavak ağacı diye, sen yontulmamış odunsun.

Akşama kadar seninle konuşmayacağım beyni alınmış Sebastian kerkenezi.

"Elin nasıl oldu?" diye bağırdı hala sinirliyken, "Acıyor mu? Ağrısı var mı? Elini suya soktun mu?"

Güle güle yüzüne bakıp, "Ağrısı acısı yok gibi reisim..." dedim masum ayaklarına yatıp. Hayatım boyunca göstermediğim kadar şirin bir gülümsemeyle devam ettim. "Ama sıcak suya mı, soğuk suya mı sokup sokmadığımı soruyorsun? Eğer sıcaksa, kaç derece? Eğer soğuksa, kaç derece soğuk mesela?"

"Allah'ım al canımı. Al kurtulayım. Daha yarım saat olmadı uyanalı. Uyumadım desem yeridir. Neden sabahın 9 buçuğunda beni böyle bir rakam yağmuruna tutuyorsun?" Allah'la kul arasına girilmez ama sakinleşmesi için girdim.

"Saat 9:38 Kutay." Sakinleşmedi. Daha çok delirdi hatta. Elini direksiyona vurup deli gibi bağırdı. "Of! Neden sabahın 9:38'inde beni böyle bir rakam yağmuruna tutuyorsun Allah'ım?"

"Tövbe de be reis... Yaratanla konuşurken böyle bağırılmaz, çok günah. Hem ona değil bana sorsana. Hemen bir istatistik kurayım."

"Ezgi!" diye bağırdı, "Eve kadar susma hakkını kullan. Eve kadar susma hakkını kullan. Eve kadar..." derken susturdum.

"Öyle bir hakkım var mıydı?" Ben şimdiden şehadet getireyim de, sonra geç kalmayayım.

"Ben verdim," dedi boğazını yırtarak. Şerefsiz sesine yazık be reis. "Ben verdim ve sus. Şu saniyeden itibaren sus."

Elimle dudaklarıma fermuar yapıp sustum. Sustum aga. Konuşmuyorum. O da kafayı dinlesin biraz. Nihayetinde sabahın bu saatinde bu kadar rakama tabi tutulmak adamı gerdi.

Eve geldik. Ama ben yine konuşma hakkımı kullanmadım, susmaya devam ettim. Kaşlarını bok gibi çatmıştı. İçeriye girdiğimizde yine konuşmadım. Annesini görene kadar konuşmadık hatta.

"Biz geldik anne," dedi gülümseyerek, "Bak sana kimi getirdim..."

Çikolata soslarına bakıp konuşmadan konuşma izni aldım. Maksat sinir olsun. Arada böyle yapınca stres atıyorum. Bence Kutay da güzel stres atıyor bağırınca. İçine atmasın öyle her şeyi. Ağaç gibi duruyor her durumda.

"Konuş," dedi sinirli bir şekilde.

"Nasılsın Sunay teyze?" Dizlerimin üstüne çöküp önünde oturdum. Halinde hiçbir değişiklik yoktu. Evlat kaybedilince gerçekten bu kadar kötü mü oluyordu insan? Bunun cevabını anne olup, evladımın kılına zarar geldiğinde anlayacağım sanırım. Tabi o günler gelmeden ben kafayı yemezsem.

Cevap beklemediğim için devam ettim. "Seni görmek istedim. Bu aralar çok sıkıntılı günler geçiriyoruz, seni görmek hem sana, hem bize iyi gelir diye düşünmüştüm. Bugün işe de gitmedim. Dün elim kesilmişti de..." Parmağımı gösterip boş yeşil bakışlarına baktığımda gözlerindeki kızarıklık yeşillerinden 3 kat fazla olduğunu gördüm. Salona birisi girince bakışlarımı kaçırdım.

"Oğlum," dedi bir kadın sesi. Muhtemelen halasıydı. "Bir gittin, bir geldin Kutay. Neredeydin?" diye sorarken yerde oturan beni gördü.

"Aa, misafirimiz mi var?" 40'lı yaşlarda, kahve saçlarının 100'de 40'ı beyazlamış, yüzünde çizgiler çıkmış, Kutay'ın gözleri gibi ama yorgun bakan bir kadındı.

"Misafir değil hala," dedi reislerin efendisi, "Ezgi..."

"Ah," dedi kadın gülümseyerek, "Ezgi sen miydin kızım? Kusura bakma, tanıyamadım..." Ayağa kalkıp kadınla selamlaşırken Kutay halasını tanıttı.

"Halam Mercan..." Ne güzel isim lan. Mercan.

"Memnun oldum Mercan hanım."

Kızar gibi bakıp, "Ne hanımı?" dedi hafifçe tebessüm ederek, "Hala diyeceksin."

Babam bir, Mercan hala iki. Ee Mercan hala, beni istemeye ne zaman geliyorsunuz? Düğün tarihine karar verdiniz mi?

"Peki, öyle derim," dedim gülümseyerek.

Hepimiz oturduktan sonra kahvaltı yapıp yapmadığımızı sordu. Yapmamıştık. Hızlıca mutfağa giderken peşinden gitmeye yeltendim ama Kutay reis izin vermedi.

"Sen annemin yanında dur, ben yardım ederim halama..." Ama lan. Karşısına geçip mutfaktaki hareketleri izlemelik adamsın be reis. Ama tamam, ben annenle dururum.

"Ama halana söyle, eli kesik falan de. Sonra demesin yardım etmedi bilmem ne diye, ayıp olur."

"Tamam lan uzatma," dedi mutfağa giderken gülerek, "Derim."

"Lan?" dedim ama cevap vermedi. Bende Sunay teyzenin yanına oturdum. Bu sefer çizgi film olarak Elif'in düşleri vardı. Neden bu kızların kafalarını kocaman yaparlar bilmem ki. Hadi Niloya koca kafalıydı, Elif neden öyleydi?

"Elif'tir benim adım. Birazcık meraklıyım. Hayal kurmayı seven, deli dolu bir kızım," deyip başladı.

Dedesinin manavına gidip koca kafalı saftirik kız meyvelerle konuşmaya başlayınca içimden besmele çektim. Kutay bana kızıyor ama benden daha delileri var. Bak kız meyveye, "Sen nereden geldin?" diye soruyor.

Şeftali de cevaplıyor. "Bursa'dan geldim." Tabi oğlum, ne sandın? Bursa'da cillop gibi şeftali yetişir.

"Ama ailemi çok özledim," dedi şeftali üzülerek.

"Beni ailenle tanıştırır mısın?" Tövbeler olsun. Biri ailemi özledim diyor, diğeri ailenle tanıştır diyor. Elif, gülüm sen hayırdır? Şeftaliye mi yazıyorsun yoksa?

"Şimdiiiiii.. Düş zamanı..." diye bağırdı kız. Hop şeftali bahçesine geldiler. Ver elini Bursa yani.

Şeftali, bahçeye neşeyle bakarken Elif kızcağız da onu dikkatlice dinlemeye başladı. Şeftali beyefendi kendi faydalarını anlatıyordu. Öv öv bitiremedi kendini. Bilmediğim bilgileri aklıma not edip yaz geldiğinde şeftaliyi daha çok tüketmeye karar verdim. O esnada Kutay gelip annesini kaldırdı. Beraber mutfağa gidip kahvaltı yapmaya başladığımızda halası surat asar gibiydi.

"Oğlumuz," dedi ağzının içinden. Kutay, Sunay teyzeyi doyuruyordu. "Kız bulmuş, getirmiş ama kız kalkıp yardım bile etmedi. Şimdikiler böyle zaten." Gözlerimi kocaman açıp şerefsiz reise baktım. Annesini doyurmaya devam ediyordu ama dudaklarını bastırıyordu. Adi herif.

"Ya Mercan hala kusura bakma, Kutay göndermedi. Dün elimi kesmiştim, dikiş falan atıldı..."

"Hep öyle olur zaten." Öldüreceğim seni Kutay.

"Olmadı bende masayı toplarım..." Mahcup bir şekilde çatalı masaya bırakırken Kutay herif gülmeye başladı.

"İyi rol yapıyorsun ama hala. Tuttum seni." Yok kesin öldüreceğim. Sırf beni sinir etmek için böyle dedirtti halasına.

"Aman be! Delinin zoruna bak. Kızı ne hale getirdin."

"O beni ne hallere getiriyor hala, bilmem haberin var mı?" dedi ciddi ciddi.

"Aşktır be halam." Kadın güldü, ben utandım.

"Bir o olsa iyi." Ben ortamdan soyutlanmış gibiydim. "Sabahın 9:38'inde beynimi rakamlarla doldurdu."

"O niye o?"

"Sayma takıntısı var arkadaşın da..."

"Matematiğin iyi mi Ezgi?"

Soru bana, cevap Kutay'a düştü. "Gereğinden fazla hem de."

"Saymayı seviyorum," dedim burada olduğumu hatırlayınca, "Adımları, saniyeleri, günleri sayarım. Çocukluktan gelen bir şey."

"Anlamadım ama neyse. Valla matematiğin iyiyse benim oğlanı da çalıştır be kızım. Koca kafalı anca oyun oynuyor. Ders çalış Aras, oyun bitsin anne. Ama o oyun hiç bitmiyor."

"Çalıştırırım tabi." Fırsat bulursam şayet.

"Aras salak hala. Çalışıp okumak istemiyor. Bana geçen gün gelmiş, 'Abi ben büyüyünce kendime oyun alacağım. Bütün paramı oyuna harcayacağım,' dedi. Hangi parayla diye sorunca da simit satacağını söyledi."

"Asalak çocuğum benim," dedi hala gülerek.

Kahvaltı bitince Kutay annesini içeriye götürdü. Bende masaya yardım edeyim dedim ama izin vermediler. Kutay'ı izledim. Sonra o yukarıya çıktı, hala ıspanakları alıp masaya oturdu. Annemi babamı sorunca Kutay'ın halaya bir şey anlatmadığını anladım. Babamın durumundan ve annemle neden boşandıklarından bahsettim. Bana üzülürken aklına Sunay teyze düştü.

"Yengem eskiden beri iyi değildi ama Erva'yı kaybedince kendini de kaybetti." Neden iyi değildi acaba?

"Bende de bir hayırsız koca. İçer, sıçar, eve bakmaz. 2 çocuğun ikisinde daha kuruşu yoktur. Yengem kötüleşince abim ona bakmamı istedi, temizliği bıraktım bende. Bari dükkanda çalışıyormuş gibi gösterip sigortamı ödüyor. O kadar en azından hayrı dokundu bana. Yengem artık iyice eridi, ona bir şey olsa emekli maaşımla geçindiririm evi."

Neden abisinin başka hayrı dokunmamış ki? Bu adam bana hayır işlediğini söyleyip babamı özel hastaneye götüren adam değil mi?

"Boşanmadınız mı Mercan hala? Neden bu adama katlanıyorsun?" Ispanakları bırakıp dikkatlice yüzüne baktı.

"Kutay zamanı gelince sana her şeyi anlatır ama ben sana şu kadar diyeyim kızım, bizde boşanma kabul sayılmaz. Yengem Rize'den abilerinin zoruyla geldi buraya. Bizde İznikliyiz. Bizlerde boşanma olmaz. Erkeğin kızlığı bozulmaz ama kadının bozulur. Erkeğe kimse dul demez ama kadını oradan oraya sürüklerler. Sonra diyorlar eşitlik. Hani nerede kadın erkek eşitliği? Benim Kutay'a güvenim sonsuzdur ama sen sen ol, tanımadığın, bilmediğin bir erkekle evlenme. Herkes bir olmaz. Armut dibine düşer derler ama öyle olmaz. Bazı erkek de yaşadığı kötü zamanlardan ders çıkarır. Kutay benim elimde büyüdü, benim çocuğumdan farksızdır..."

Gözleri kapıya dönünce sustu. "Ee okul nasıl gidiyor? Karne zamanı da yaklaştı..."

Geçiştirmeli cevaplar verip 12 dakika 25 saniye daha mutfakta oturduktan sonra salona geçtik. Kutay annesinin bir yanına, ben diğer yanına oturdum. İkimiz muhabbet ederken kadın bizi dinliyor gibi değildi.

"Haksız mıyım Sunay teyze?" diye sordum.

"Haklı değil de anne. Oğlum haklı de."

"Kadın dayanışması yapıyoruz lan, bir sus."

"Yok ya. Benim anam o," dediğinde benim yüzüm düşerken gülerek Mercan hala girdi salona.

"Delisiniz siz ayol. Tartıştıkları konuya bak. Ama Ezgi haklı halam."

"Değil," deyip laz damarını çıkarttı ortaya.

"Valla ben haklıyım. Sen söyle Mercan hala, kadınlar daha çok çalışmaz mı erkeğe göre?"

"Ama şike var bu oyunda."

"Şike falan yok oğlum. Tabi ki kadınlar daha fazla çalışır. Enişten çalışıyor mu?"

"İşte bu yüzden şike var. Sen çalışıyorsun diye zaten hak veriyorsun," deyip annesine döndü, "Anne bana hak ver..."

Ama Sunay teyze oğluna değil, bana baktı. Gözleri yine doldu. Halkalar oluşmuş göz altları neler yaşadığını düşündürürken elini yine saçıma koydu yavaşça.

"Kutay tarak getirir misin?" diye sordum bakışlarımı Sunay teyzeden ayırmadan. 6 saniye içinde tarak geldi. Geçen seferki gibi önüne oturup saçlarımı taramasını beklerken Mercan hala karşımda ağlamaya başladı.

"Babam," dedim titreyen bir sesle, "Ben çok küçükken, hayal meyal hatırladığım zamanlarda iş için bir yerlere giderdi. O zaman annemle beraber uyumak isterdim, o istemezdi. Kızlar bu hayatta güçlü olmalıymış, kimseye boyun eğmemeliymiş, korkmamalıymış. Eğer bir kere boyun eğerse hep eğmek zorunda kalırmış. O kimseye boyun eğmezmiş. Eğmedi de zaten. Belini de bükmedi. Bükseydi yanımızda kalır, babama bakardı. 28 gün boyunca arkasından ağladım. Bana söylediği son söz, küçükken bana verdiği öğütleri unutmamam. Onun öğütlerine ihtiyacım yoktu ama bazen hak vermiyor değilim. Bir kız istediği zaman dünyayı yakar, ortalığı mahveder, yılanı deliğine teper, sonra geri çıkartır."

"Şimdi konuşmuyor musunuz?"

"Konuşmuyoruz Mercan hala. Belki o konuşmak ister ama ben istemiyorum. Benim de ona giderken söylediğim son söz buydu, sakın beni özleyip arama. Özleyecek insan gitmezdi."

Daha devamı var. Bölüm uzun olunca burada kestim. Yeni bölümde görüşürüz. Çok eskilerden birisiyle görüşeceğiz yeni bölümde muhtemelen. Kalın sağlıcakla.

Continue Reading

You'll Also Like

KİLİT By Ecrin Cemre Topal

Mystery / Thriller

9.5K 1.1K 22
Birbirini tanımayan dört arkadaş. Kilitli kalınan bir AVM . Bir katil ve binlerce ceset. Burdan çıkınca her şey eskisi gibi mi devam edecekti? Kilit...
558 236 19
Oysa ebeveynlerimiz bize, her buldukları fırsatta ezberletiyordu bu cümleyi "kimseye fazlasıyla güvenme". Ahsenin düştüğü bu hatadan onu kim kurta...
900K 59.4K 49
Çilek Alança Yıldırım mı yoksa Çilek Alança Saruhan mı demeliyiz? 17 yaşında tam bir neşe patlaması olan Çilek, ailesinin gerçek olmadığını ve küçük...
8.3K 4.3K 9
Kitap kapağı için @nkysdesings teşekkür ederim. Okuduğunuz tüm kitaplardan farklı olması umuduyla...bu kitap sana ithafen yazılmıştır. ⭐⭐⭐⭐⭐ Zehrini...