Insensitive ➳ Sirius Black

By PotterCat

244K 13.5K 8.9K

[WattpadFanficsTR "Hogwarts Dünyası" okuma listesinde sizlerle!] ~"Mükemmel cadı" maskesi takan bir kızın mük... More

*1* Küçük Bir Yetim
*2* Yazlık
*3* Eğlence
*4* Eski Bir Dost
*5* Doğum Günü
*6* Saçlar
*7* Çizgiyi Aşıyorsun, Black
*8* Hogwarts
*9* Saklı Gerçekler
*10* Tüy
*11* Teklif
*12* Delirmek
*13* Patronus
*14* Sen Olmasaydın...
*15* Noel Balosu
*16* İmkansız Gerçek Oluyor
*17* Bob Ama Kısaca Bobby
*18* Broken
*19* Amortentia
*20* Köpek Kediyi Kovalar
*21* O Biliyor
*22* Bela Genellikle Beni Buluyor
*23* Sürüngenler
*24* Haber, Saldırı, Oda ve Ayna
*25* Sectumsempra
*26* Yeşil Işık
*27* Altıncı Sınıf Bitiyor
*28* Tesadüfler
*29* O Biraz Daha Baskın Gelmiş
*30* Hata
*31* Melek ve Şeytan
*Özel Bölüm*
*32* Albüm
*33* Little Hangleton
*34* Yedinci Sınıf
*35* Arzu
*36* Teorik Bilgi
*37* Hangover
*38* Genç Anka
*39* Asla Bırakma
*40* Aile Yemeği
*41* Noel
*42* Değişim
*43* Davetsiz Misafir
*44* Maske Düşüyor
*46* Elinde Olan Bir Tek Bu Hayatın
*47* Bu Kadar Mutlu Olmamıştım
*48* Yıl Dönümü
Özel Bölüm *2*
*49* Vahşi Kedi
*50* Biraz Ateşviskisi, Biraz Quidditch

*45* Ölüm Bizi Ayırana Dek

2.1K 117 167
By PotterCat




Selammm bu sefer de 6500 kelimelik bir bölüm yazdım sizlere, umarım beğenirsiniz ^.^ Bölüm sonunda @catherinablack_7 in benden rica ettiği "yazar hakkında birkaç temel bilgi" yeri var.

Bölümde cinsel içerikli bir kısım var, başlangıç ve sonuna uyarıları ekledim.

İyi okumalarrr


Bayılacak gibi olmuştum, ellerim kontrolsüz bir şekilde titremeye başlamıştı. Zümrüt yeşili gözlerim, Rodolphus'un koyu renk gözlerine kenetlenmiş olmasına rağmen kulaklarımda hala az önce söylediği şey çınlıyordu.

Gabrielle Potter aslında bir Ölüm Yiyen'di.

Hayır, bu doğru olamazdı –eğer bu gerçek olsaydı en azından bir kişi bile bunu duymuş olurdu, biliyor oldu. Ölüm Yiyelik saklanması basit bir şey değildi ne de olsa, yıllar boyunca bir sır gibi saklanması imkânsız olmalıydı.

Hayır, inanmak istemiyordum. İnanamazdım.

Bir hışımla ellerimi, Rodolphus'un ellerinden geri çekip ayağa kalktım, ne yaptığımın farkında olmadan sınıfta dolanmaya başlamıştım, bir yandan da kendi kendime konuşuyordum "Bu doğru değil, yalan söylüyorsun bana, inanmıyorum, doğru değil bunlar."

Bir yandan da o güne kadar annemin ve babamın bana, rüyalar vasıtasıyla olsa dahi, söylediği kafamı kurcalayan şeylerin hepsi teker teker aklıma geliyordu ve ben bunları hatırladıkça Rodolphus'un dudaklarından dökülen acı gerçeğin omuzlarımdaki yükü daha da artıyordu. İnanmak istemiyordum, arkamı dönüp bu korkunç gerçekten koşarak uzaklaşmak istiyordum ama her hatıra beni daha da güçsüzleştiriyordu.

"Gabrielle'i gözünde bir melek olarak canlandırıyorsun, değil mi? Beni de şeytan olarak görüyorsun. Ama annen hakkında hiçbir şey bilmiyorsun."

"Ah, tatlım, bilmediğin o kadar çok şey var ki. Gerçeği sadece onu yaşayanlar bilir."

"Sence içindeki kötülüğün ağır basmasının tek nedeni ben miyim? Eğer Gabrielle düşündüğün kadar melek ise neden iyi ile kötüyü dengeleyemiyorsun?"

"Bir söz verdim ve her ne kadar ölmeyi düşünmesem de buraya en iyi uyan ifade şu olur: Mezarıma kadar götüreceğim.

"Söz verdin, Tom. Söz verdik. Bu olay çift taraflı işliyor."

"Melek ile şeytan birlikte olamaz, Natasha. Bir melek, kendisi gibi iyilerden hoşlanır. Tıpkı bir şeytanın, kendisi gibi kötülerden hoşlandığı gibi."

Kafamın içinde çınlayan sesler susmuyordu, annemin ve babamın sözleri kulaklarımda yankılanmaya devam ediyordu. En son dayanamayıp başımı, ellerimin arasına aldım ve çığlık atarken bir yandan da önümdeki sırayı tekmeledim "YETER!"

Sıra yere düştüğü gibi muazzam bir gürültü koparmıştı; elbette bunun üzerine Rodolphus'un, oturduğu yerden fırlayıp yanıma gelmesi bir olmuştu. Basit bir asa hareketiyle sırayı eski haline getirdikten sonra ellerini, omuzlarıma yerleştirip beni sağlam bir sarstı "Natasha, kendine gel!" dedi, yarı yüksek yarı endişeli bir ses tonuyla.

"Ama... Ama Rodolphus... Bu dediklerin doğru olamaz!" diye çıkıştım; bir yandan kendimi, Rodolphus'un ellerinden kurtarmaya çalışıyordum ama gerçekten de tüm gücüyle beni tutuyordu. Kaçmak gibi bir seçeneğim olmadığını fark edince yenilmiş bir şekilde gözlerimi kapattım ve derin derin nefesler alarak kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Kısmen işe yaramıştı, ellerimin titremesinin geçtiğini fark eden Rodolphus yavaş hareketlerle omuzlarımı tutan ellerini geri çekti. Birkaç saniye daha derin nefes aldıktan sonra ben de gözlerimi açıp kısık bir ses tonuyla konuştum "Peki... Sen nereden biliyorsun? Böylesine gizli, tarihten bile saklanmış bir bilgiyi nasıl biliyor olabilirsin?"

Arkasında bulunan sıraya hafifçe yaslanırken gözlerini devirdi "Babamın, Lord'a ne kadar yakın olduğunu unutuyorsun, Natasha." diye cevapladı Rodolphus, gözlerini benimkilere dikerek "Annenle birlikte yaşadıkları dönemi belki de en yakından görenlerden birisiydi."

Elbette dediği şey fazlasıyla mantıklıydı ama gerçeğin, duvar gibi yüzüme çarptığı o anda Vincent Lestrange'ın babama olan yakınlığı zerre aklıma gelmemişti "Yani, diyorsun ki bunu... Herkesten sakladılar, öyle mi? En yakınlarından bile?" diye sordum titreyen bir sesle.

Rodolphus ağır hareketlerle onayladı, saçları da uygun şekilde hareket etmişti "Ölüm Yiyenler içerisinde bile Abraxas Malfoy ve babam dışında gerçekten de bilenlerin olduğundan şüpheliyim –dediğin gibi tarihten bile saklanan konular bunlar."

Yavaşça az önce devirdiğim ama Rodolphus'un düzelttiği sıranın üzerine oturdum, zümrüt yeşili gözlerim yere sabitlenmişti "Ben... Ben inanamıyorum. Bunun ne anlama geldiğinin farkında mısın, Rodolphus?" diye sordum kısık bir sesle ve bakışlarımı yerden kaldırıp Rodolphus'a çevirdim "Hayatım boyunca inandığım, güç aldığım ne varsa hepsi yalandı demek –hayatım kocaman, iğrenç bir yalanın etrafında dönüyormuş!"

Aniden gelen yeni bir öfke dalgasıyla hızlıca asamı kapmıştım ancak yeniden kontrolü kaybetmeye başladığımın farkına varınca abartılı bir şekilde derin bir nefes alıp sağ elimi aşağıya indirdim. Bir süre sınıf içerisinde yankılanan tek ses, benim derin nefeslerimdi –Rodolphus, sakinleşmek için vakte ihtiyacım olduğunun farkındaydı ve bu nedenle asla bu süreçte araya atlamamıştı. İçimdeki deli kızı dizginlediğimden emin olduktan sonra sakin bir ses tonuyla konuştum.

"Bu konu hakkında neler bildiğini anlatmanı istiyorum."

Rodolphus hızlıca başını salladı "Tasha, ben bunun pek iyi bir fikir olduğunu düşünmüyorum..."

Önemsemeden, sert bir şekilde sözünü kesmiştim "Bana kendimi tekrarlatma, Rodolphus." dedim, ardından ses tonumun ne kadar sert olduğunu fark edip bu sefer normal bir tonla konuştum "Lütfen. Gerçeği öğrenmeyi hak etmiyor muyum sence de?"

Haklı olduğumun farkındaydı elbette, bu yüzden daha fazla itiraz edemedi zaten. Sağ elini, kahverengi saçlarının arasından geçirdikten sonra anlatmaya başladı "Benim de çok bir bilgim yok aslında çünkü bildiğim her şeyi... Babamın konuşmalarını gizlice dinlerken öğrendim."

Dediği şeyi duyduğum gibi kaşlarım çatılmıştı. Asamı, mavi kapüşonlumun cebine yerleştirdikten sonra ağır hareketlerle kollarımı, göğsümde birleştirdim "Babanın konuşmalarını gizlice dinledin, öyle mi?" diye sordum inanamayan bir şekilde.

"Noel'de, Abraxas Malfoy'un bizde olduğu bir gece senden bahsettiklerini duyunca kendime hâkim olamayıp her şeyi dinledim," diye açıkladı ve gözlerimin korkuyla açıldığını görünce hızlıca ekledi "Evet, senin aslında kim olduğunu biliyorlar, Lord söylemiş. O ikisi dışında başka bilen birilerinin olduğunu da hiç ama hiç zannetmiyorum."

Yavaşça yutkundum, demek ki sırrımız bu şekilde yavaş yavaş yayılacaktı. Gerçi buna kafayı takmamam lazımdı, sonuçta öğrenmemesi gereken bir numaralı insan –Lord Voldemort –aşağı yukarı bir senedir hayatta olduğumu biliyordu ve diğer insanların öğreniyor olması fazlasıyla önemsiz kalıyordu bu durumda.

"Peki," diye mırıldandım "Neler duydun?"

"Annen aslında uzun yıllar Lord'un sağ kolu olmuş, her ne kadar ara sıra büyük tartışmalar yaşanmasının ardından çekip gittiği dönemler de olsa 1960ların başlarına kadar görevini sürdürmüş, hatta Malfoy Malikânesi'nde kalmış." diye anlatmaya başladı Rodolphus, bir yandan da kucağında tuttuğu ellerinin parmaklarıyla oynuyordu huzursuz bir şekilde "O dönemlerde birçok özel görevde Lord'a eşlik etmiş, hatta... elini kana bile bulamış."

Elbette böyle bir şey duyacağımı tahmin etmiştim, bu yüzden üzerimdeki etkisi pek de tahmin ettiğim gibi olmadı –şaşırtıcı bir şekilde soğukkanlı kalmıştım "Pek de şaşırtıcı değil aslında," dedim "Ölüm Yiyen olup da elini kana bulamamak gibi bir seçenek yok sonuçta."

Rodolphus, üzgün bir şekilde gülümsedikten sonra anlatmaya devam etti "Babamın Hogwarts'tan arkadaşı olan bir başka Ölüm Yiyen'i dahi öldürdüğünü biliyorum: Auriga Black, sanırım anneni öldürmeye çalışmış ancak bu yaptığı ona pahalıya patlamış."

Auriga Black ismini duyduğum gibi gözlerim şaşkınlıkla açılmıştı, Sirius'un doğum gününde annem ve babam rüyama girdiğinde bahsettikleri isimdi bu! Ama Sirius'un okuduğuna göre bir Seherbaz tarafından öldürülmüş olması gerekiyordu, yoksa babam bir şekilde tarihin kendisiyle mi onamıştı? Hem de annemin gerçek kimliği ortaya çıkmasın diye?

Merlin, bütün bunlar gerçekten de çok fazla geliyordu artık.

Herhangi bir tepki vermediği gören Rodolphus tekrardan konuşmaya başlamıştı "Annen hiç Karanlık İşaret'i kolunda taşımamış olsa da birçok kirli işinde Lord'a yardımcı olmuş. Hiç kimseye bahsetmediği, en gizli görevlerde bile annen hep Lord'un yanında olurmuş."

"En gizli görevlerde bile, öyle mi?" diye mırıldandım kendi kendime "Onun hakkında hiç kimsenin bilmediği, bilemeyeceği şeyler biliyordu ve bütün bunları mezarına götürmeyi tercih etti..."

Bütün bu öğrendiklerimden sonra, gerçekten de babama haksızlık ettiğimi düşünmeye başlamıştım. O kadar utanç vericiydi ki! Başıma gelenler için bıkmadan, usanmadan suçladığım adam aslında bana başından beri bu gerçeği anlatmaya çalışıyormuş meğerse. Ve söylediği her şeyde haklıydı, hem de sonuna kadar –bu da canımı deli gibi yakıyordu.

Dumbledore tarafından yıllardır manipüle edilip şu anda bulunduğum yerde durmaya zorlanmıştım gizliden gizliye. Ama onun da değildi suç, suç tamamen annemindi. Bütün bu olanlar, bütün bu yaşadıklarım, bütün kaybettiklerim... Hepsi, hem de hepsi annemin suçuydu. Annemin bencilliği yüzünden Rose, babasını kaybetmişti; Charlus, biricik kız kardeşlerini kaybetmişti; bense hiç ama hiç istemediğim bu lanet yük omuzlarımdayken bir başıma kalmıştım.

Bu hikâyede tek bir kötü yoktu aslında, sadece başından beri herkese yalan söylenmişti.

Yine de annemin bütün bu yaptıklarını asla aklım almıyordu, alamıyordu. Sırf aşkı uğruna ailesini, sevdiklerini, çevresindeki herkesi ve daha nicelerini ateşe atmıştı ve sonrasında da arkasına bile bakmadan çekip gitmişti.

Şu anda gözümde öyle rezil bir konuma düşmüştü ki, ondan mı yoksa babamdan mı daha çok tiksindiğime karar veremiyordum.

"Ve işin en ilginç tarafı, Hogwarts'ta o ikisinin arasında yaşananları bilmeyen hiç kimse; Lord'un, annenin üzerinde bu denli düşmesini garipsemiyormuş." dedi Rodolphus, yaslandığı yerden uzaklaşıp bana doğru ilerlerken. Karşıma gelince ellerini, dizlerimin üzerinde yerleştirdi "Çünkü Gabrielle Potter, Lord'un takipçileri arasında en güçlü olanıymış –hatta eskilerden kalan bir dedikoduya göre annen bir keresinde düelloda Lord'u yenmiş."

"Babama denk olmasa asla yanında onca yıl barınamazdı zaten." dedim, Rodolphus da ağır hareketlerle onayladı "Gerçekten inanamıyorum, yani herkesi elini kana asla bulamadığına sonuna kadar inandırıp perde arkasında babamın sağ kolunu oynaması..." diye konuşmaya başladım, bir yandan da sağ elimin parmakları ile sıranın üzerinde gergin bir şekilde trompet çalıyordum "Dünyam başıma yıkılıyormuş gibi hissediyorum ama aynı zamanda da parçalar artık yerlerine oturmaya başladı, Rodolphus."

Sol elimle, yüzüme düşen bukleleri geriye attıktan sonra derin bir nefes alıp konuşmaya devam ettim "Karanlık tarafın her zaman beni neden cezbettiğini, neden baskın çıktığını anlayabiliyorum artık."

Rodolphus bir kez daha onayladı, yüzünde üzüntüyle acıma karışımı bir ifade vardı "Çünkü Aydınlık hiçbir zaman doğanda olmadı."

Göğsümün daralmaya başladığını hissedince ağır hareketlerle Rodolphus'u uzaklaştırdım ve üzerinde oturduğum sıradan aşağı atladım "Ben... Kendimi iyi hissetmiyorum, Rodolphus. Sadece uyumak ve bütün bunları unutmak istiyorum yoksa gerçekten patlayacağım. Madam Pompfrey'den uyutucu bir şeyler isteyeceğim, zaten Dumbledore'dan izinim var dün geceden dolayı."

"Elbette, nasıl hissettiğini hayal dahi edemem, Tasha. Sadece aptalca bir şey yapmayacağına dair söz ver bana." dedi Rodolphus, gözlerimi devirmeme neden olarak. Sınıfın çıkışına ilerlemeye başlamıştık.

"Uyurken ne gibi bir aptallık yapabilirim sence?" diye sordum alaycı bir ses tonuyla. Göz ucuyla Rodolphus'un hafifçe sırıttığını görmüştüm.

Ortak Salon'a ilerlemek için sağa dönmeden önce durup dirseğiyle beni dürttü "Senden her türlü çılgınlığı beklediğimi biliyorsun, Tasha, bu yedi sene içerisinde her seferinde beni daha da şaşırtmayı başarabildin çünkü." dedi, kıkırdadığımı görünce sırıtışı birazcık büyümüştü. Öne eğilip alnıma minik bir öpücük bıraktı "Ne zaman kötü hissedersen beninle konuşabilirsin, sakın unutma bunu."

"Senin gibi bir arkadaşım olduğu için çok şanslıyım," diye mırıldandım, koyu renk gözleri mutlulukla parlamıştı.

"Delilik yok, unutma." dedi ve bana son bir bakış attıktan sonra Ortak Salon'un yolunu tuttu, ben de yukarıya çıkan merdivenlere yönelmiştim. Madam Pompfrey'den rahatça uyumamı sağlayacak bir iksir aldıktan sonra günün tamamını, dört direkli yatağımın perdeleri kapalı bir şekilde uyuyarak geçirdim.

***

Perşembe sabahı, önceki günün neredeyse tümünü uyuyarak geçirdiğim için, normalden neredeyse iki saat erken kalkmıştım. Hazır uykumu almış bir şekilde ayaktayken bundan yararlanmak için hızlıca duşa girmiştim, yarım saat kadar bir süre sonra saçlarımı kurutmuş bir şekilde yatakhane odamıza geri dönmüştüm. Hızlıca ama sessiz bir şekilde Slytherin formalarımı girdikten sonra çantamı koluma asıp yatakhaneden çıkmıştım –Bella ve Cissy hala uyuyordu.

Büyük Salon'a girdiğimde etrafta tek tük birkaç kişi vardı –normalden bir saat erken geldiğim için pek de şaşırmamıştım aslında. Tam neredeyse boş olan Slytherin masasına ilerliyordum ki Gryffindor masasında oturmakta olan Sirius, Rose ve Pettigrew'u görüp onların yanına gittim.

Her ne kadar saatlerce uyumuş olduğum için fiziksel olarak iyi görünüyor olsam da mental olarak hala yıkık dökük haldeydim, özellikle Rodolphus ile aramızda geçen konuşmaları hatırlamamak için elimden geleni yapmama rağmen kafamda dönen tek şey oydu.

"Günaydın, güzelim." dedi Sirius ve yanına oturduğum gibi kolunu, belime dolayıp beni kendisine çekti.

Dudaklarına minik bir öpücük kondurdum "Günaydın," dedim "Bugün bayağı erkencisiniz, neden?"

Sirius gözlerini devirdi ve masada boş olan yerleri başıyla işaret etti "Sınıf ve Öğrenci Başkanları uyutmadılar sağ olsunlar." diye homurdandı.

Rose da onayladı "Dumbledore sabah sabah hepsini toplamış."

"Yine mi?" diye sordum "Bu sefer niye toplamış ki?"

Sirius kaşlarını çatmış bir şekilde bana bakıyordu "Yine mi mi? Nasıl yani?" diye soruma soruyla karşılık verdi. Demek ki salı gecesi yaşananlar hakkında hiçbir şey bilmiyordular.

Tek kaşımı kaldırdım "Önce ben sordum bir kere." dedim inatçı bir ses tonuyla. Rose hafifçe kıkırdadı, Sirius ise gözlerini devirdi. Hızlı bir şekilde yan gözle Pettigrew'a baktım, sanırım Biçim Değiştirme ödevini yetiştirmeye çalışıyordu.

"Dumbledore sekiz buçukta bir duyuru yapacakmış o yüzden bütün binaların tam mevcutlarıyla en geç çeyrek geçe Büyük Salon'da olmaları gerekiyormuş." diye açıkladı Rose "Saat sekiz olmadan bütün Sınıf Başkanlarını topladılar tahmin edeceğin üzere."

Ah, Sato'nun gidişi ile ilgili bir açıklama yapacak olmalıydı. Büyük ihtimalle senenin geri kalanında KSKS derslerinin nasıl işleneceğinden falan bahsedecekti ama benim asıl merak ettiğim şey, Sato'nun gidişini nasıl açıklayacağıydı –Ölüm Yiyen olduğundan bahsedeceğini hiç ama hiç zannetmiyordum. Okulda panik yaratmaktan başka hiçbir şeye yaramazdı.

"Tamam, şimdi sıra sende." dedi Sirius "Bundan önce neden Dumbledore inekler ordusunu bir kez daha topladı?"

Derin bir nefes aldım, şu anda anlatamazdım yaşananları –öncelikle Remus, Lily ve James eksikti. Ayrıca da kahvaltı bunun için hiç uygun bir zaman değildi.

Sol elimi, Sirius'un çene hizasındaki saçlarının arasından geçirmeye başladım "Anlatacağım ama şimdi değil." diye cevapladım "Daha uygun bir zamana ihtiyacımız var –mesela ikinci bloğumuz boş."

Dokunuşumla gevşemeye başlayan Sirius ağır hareketlerle onayladı "Tamam, bahçede oturup konuşuruz."

"Tasha!"

Adımın seslenildiğini duymamla arkama dönmem bir olmuştu. James, Gryffindor masasının başında duruyordu. Kaşlarımı çatıp ne var dercesine bir bakış attım ona, karşılığında gel anlamında bir el işareti yapıp hızlı adımlarla Büyük Salon'dan çıktı.

Gözlerimi devirip oturduğum yerden kalktım "Ben bir bakayım şuna, kim bilir yine neler karıştırdı." diye mırıldandım, Sirius'un dudaklarına bir öpücük bırakıp hızlı adımlarla James'i takip ettim. Büyük Salon'un çıkışında, sol taraftaki meşalelerin arasında beni bekliyordu. Yüzümde alaycı bir ifadeyle yanına yaklaştım "Rüyanda mı gördün?"

Pekâlâ, beni aniden sıkıca kucaklamasını beklememiştim "Merlin, kafayı yiyecektim, Natasha!" diye fısıldadı "Dumbledore bizleri toplayıp neler olduğunu anlattığında gerçekten de endişeden az kalsın yere düşecektim."

Son söylediklerini duyduğum gibi neden böyle abartılı bir şekilde üstüme atladığını anlamıştım –çarşamba sabahı Dumbledore, Sınıf ve Öğrenci Başkanlarını topladığında demek ki gece yaşananları da anlatmıştı.

Merlin, James'in endişelenmekten delirmemiş olması bir mucizeydi!

Yavaşça geriye adım atarken kısık bir sesle konuştum "Ben... Daha diğerlerine hiçbir şey anlatmadım."

James, ellerini hızlıca kuzguni saçlarının arasından geçirdi "Biz de –Lils, Remus ve ben –anlatmadık, daha doğrusu anlatamadık çünkü Dumbledore açık açık kimseye hiçbir şey söylenmemesi konusunda hepimizi uyardı." diye açıkladı "Ayrıca da Pati'yi ve Rose'u da boşu boşuna endişelendirmek istemedik, zaten kimsenin elinden gelebilecek bir şey yoktu, iş işten geçmişti."

Ağır hareketlerle onayladım "İyi yapmışsınız, Sirius duysa gerçekten de aklını oynatırdı."

Yuvarlak camlı gözlüklerini düzelttikten sonra ellerini, omuzlarıma yerleştirdi "Başına hiçbir şey gelmedi, değil mi? Dumbledore'un bizden sakladığı bir şey yoktur umarım." diye sordu. Büyük Salon'a gelmeye başlayan öğrenciler yanımızdan geçtikten sonra konuşmaya devam etti "Voldemort'un buraya kadar geldiğini öğrendiğimde rengimin nasıl attığını görmüş olmalı o yüzden toplantının ardından benimle özel olarak konuştu, senin çok iyi olduğunu söylemek için."

James'e de yalan söylemek zorunda olmak gerçekten de çok canımı yakıyordu ama başka bir seçeneğe sahip değildim "Dumbledore doğruyu söylüyor, merak etme." diye mırıldandım "Sato konusunu da anlattı mı sizlere?"

"Evet," dedi ellerini indirirken "Aşağılık kadın başından beri ajanmış meğerse! Onu yakaladığında umarım güzelce lanetlemişsindir, Tasha."

Dudağımın kenarı hafifçe yukarıya kıvrılmıştı "Hakkından güzelce geldim, sen hiç merak etme. Bütün bu yaşadıklarımızın hıncını o alçak köstebekten çıkarttım."

"Güzel," diye mırıldandı James ve eğilip alnıma dudaklarını bastırdı "Benim Lils'i bulmam lazım, Dumbledore da birazdan konuşmaya başlar. Biçim Değiştirme'de görüşürüz."

James'e veda ettikten sonra Büyük Salon'a dönmüştüm, bizimkilerin de geldiğini görünce bu sefer Slytherin masasındaki yerimi aldım. Cissy ve Bella'nın arasına otururken masadaki ağır atmosfer beni anında germişti bile, Rodolphus'un ara ara attığı kaçak bakışlar da cabası.

Bella sesli bir şekilde esnedi "Sabah sabah ne bu tantana cidden?" diye homurdandı "İki gündür bir şeyler dönüp duruyor."

İstemsizce Rodolphus'a bakmıştım ama bana uyaran bir bakış gönderdikten sonra koyu renk gözlerini Bella'ya çevirdi "Lucius biliyordur neden toplandığımızı." dedi ve yanında oturan sarışını dürtükledi "Hadi çıkar baklayı."

Lucius öne doğru eğilip fısıltıdan da kısık bir sesle konuştu "Sato okuldan ayrılmış."

Bir şeyler bildiğimin anlaşılmaması için yüzüme şaşkın bir ifade takıldım, Rodolphus da aynı oyunu sürdürüyordu anlaşılan. Balkabağı suyu içmekte olan Bella, Lucius'un dediklerini duyduğu gibi öksürmeye başlamıştı –şaşkınlıktan boğazına kaçırmıştı. Yavaş hareketlerle sırtına vurdum, sorun yok dercesine elini kaldırdı.

"Merlin, cidden bir şeyler dönüyor burada!" dedi Cissy şok olmuş bir ses tonuyla, mavi gözleri kocaman olmuştu "Yani, hadi ama! Yarı dönemde herhangi bir profesörün okulu terk ettiği nerede görülmüş?"

"Normal bir dönemde yaşamıyoruz, Cissy." dedi Rodolphus tek kaşını kaldırarak, ses tonu çok gizemliydi "Bence bu kadar da şaşırmamalısın."

Cissy, sarı saçlarını geriye atarken gözlerini devirdi "Ay, sabah sabah başlama yine lütfen." diye mırıldandı "Neyse, Dumbledore konuşmaya başlayacak galiba."

"Hepinize günaydın," diyen Dumbledore'un gür sesi anında Büyük Salon'daki bütün gürültüyü bıçak gibi kesmişti "Sizleri sabah sabah sıcak yataklarınızdan bir telaşla neden ayırdığımızı merak ettiğinizi biliyorum, aynı zamanda da kahvaltı etmeye can attığınızın da farkındayım bu nedenle konuşmamı olabildiğince kısa tutacağım.

"Masamızdaki eksiklikten de fark etmiş olabileceğiniz üzere Profesör Sato aramızda değil. Kendisi, salı günü çıkan acil bir durum nedeniyle Hogwarts'tan ayrılıp Bakanlık'taki işine geri dönmek durumunda kaldı. Yarı dönemde Karanlık Sanatlara Karşı Savunma profesörü boşluğumuzu dolduramayacağımızdan dolayı senenin geri kalanında bu derste ben, sizlerle birlikte olacağım."

Gözlerim şaşkınlıkla açılmıştı "Nasıl yani, KSKS'ye Dumbledore mu girecek yani?" diye fısıldadım inanamayan bir şekilde. Diğerlerinin de benden aşağı kalır bir hali yoktu, herkes tam anlamıyla şok olmuştu.

"Merlin, gerçekten de normal bir dönem değil bu." diye mırıldandı Cissy.

Dumbledore ise konuşmaya devam ediyordu "İşlerim gereği okulda bulanamadığım zamanlarda ise benim yerime Profesör McGonagall ve Profesör Flitwick, Karanlık Sanatlara Karşı Savunma derslerinde sizlerle birlikte olacaklar. Sizlerden en büyük ricam, bu zor ve yoğun dönemde elinizden geldiğince profesörlerinize yardımcı olmanız." dedi ve ardından hafifçe gülümsedi "Sizleri, kahvaltınızdan daha fazla alıkoymayacağım –afiyet olsun."

***

Sato'nun ani gidişi öğrenciler arasında, tahmin edileceği üzere, büyük bir şoka neden olmuştu. Kahvaltı boyunca konuşulan tek konu Sato'nun gidişi ve Dumbledore'un, profesörlük yıllarına dönüşüydü. Ayrıca da gözlemlediğim kadarıyla Bella, Lucius ve Regulus da Sato'nun gerçek kimliğinden haberdar değillerdi çünkü kadının bir anda yok olmasına asla anlam verememişlerdi ve aralarında üstü kapalı herhangi bir konuşma geçmemişti.

İlk bloğumuz olan Biçim Değiştirme bittiği gibi Çapulcular, Lily, Rose ve ben hızlıca bahçeye çıkmıştık. Birkaç ısınma tılsımı yaptıktan ve oturacağımız yerdeki karları erittikten sonra bir daire oluşturacak şekilde çimlere oturmuştuk –o anda bile gündemimiz hala Dumbledore ve Sato'ydu.

"Konuyu olması gereken yere çekiyorum artık," diyerek lafa daldı Sirius, bir yandan da bana bakıyordu "Evet, Tasha, sanırım senin anlatmak istediğin bir şeyler vardı."

Gözlerimi devirdim "Ya neden olayı direkt bana çeviriyorsun ki, inek takımı da bütün her şeyi biliyor." diye söylendim.

Elbette James dediğim şeyi duyduğu gibi ortaya atlamıştı "Hey, bir dakika, sen şimdi beni inek takımına dâhil ettin, öyle mi?" diye sordu bana meydan okur bir tavırla.

Umursamaz bir şekilde omuz silktim "Öğrenci Başkanı olan ben değilim, Jamsie."

"Gidip Lils ve Rose ile kütüphanede ders çalışan da ben değilim."

Sirius uzanıp karşısında oturan James'in omzuna hafifçe yumruk attı "Tasha'ya uyup konuyu değiştirmeyi kes, Çatalak." dedi ciddi bir şekilde. İç geçirdim.

"Bu kadar merak ediyorsun ama duyduğun şey hiç de hoşuna gitmeyecek ama," dedim üzgün bir ses tonuyla. Ardından zümrüt yeşili gözlerimi sırayla herkesin üzerinde gezdirdim "Hiçbirinizin hoşuna gitmeyecek."

Rose gözlerini devirdi "Tasha, aptal değiliz, elbette iki gündür bir şeyler olduğunun farkındayız –her şeyden önce dün hepimiz nedensiz bir şekilde Ortak Salon'da kalmaya zorlandık ve," Lily, Remus ve James'i gösterdi "Bu Sınıf Başkanı bozuntuları bize tek kelime dahi söylemediler."

"Hey, ben Öğrenci Başkanıyım bir kere, Sınıf Başkanları gibi ezik bir topluluğa beni dâhil etmekten vazgeç artık, Green." diye söylendi James fakat kimse şaka havasında değildi anlaşılan çünkü bu sefer de Rose, James'in diğer omzuna sert bir yumruk attı.

"Kapa çeneni, Potter." dedi Rose sinirli bir ses tonuyla, su yeşili gözlerini tehditkâr bir şekilde kısmıştı.

James yüzünü buruşturup omzunu ovuşturdu "Tamam ya, demedim bir şey." dedi ve ardından sessiz bir şekilde ekledi "Aylak, artık kız arkadaşına sahip olma vaktin gelmedi mi sence de?!"

Remus, James'e gözlerini devirdikten sonra Rose'un sağ elini tuttu "Ama hayatım bizi suçlayamazsın, Dumbledore özel olarak herkese tembihledi, laf yayıldığı anda bizden bilecekti."

Ben de onu desteklemek için onayladım "Remus haklı, onların üzerine gitmeyin." dedim "Ben anlatabilirim, kimseye herhangi bir söz vermedim zaten." Derin bir nefes aldıktan sonra sakin bir ses tonuyla, tane tane konuştum "Salı gecesi Voldemort buradaydı."

Söylediğim şeyi duydukları anda Rose, Sirius ve Pettigrew dehşete düşmüştü ki sonuna kadar haklıydı verdikleri tepki "Na... Nasıl yani?" diye sordu Rose titrek bir sesle "Burada, Hogwarts'ta mı yani?"

"Ama bu nasıl olabilir ki?!" dedi Pettigrew inanamayan bir şekilde "İçeriden yardım almadan buraya gelmesi imkansız, değil mi?"

"Tasha, senin bundan nasıl haberin oldu?" diye sordu Sirius, gri gözlerine düşen dehşeti istese de saklayamıyordu.

Bakışlarımı, yerdeki çimlere kaydırmıştım; bir yandan da sol elimle gözüme ilişenleri kopartıyordum "Rüyama gelip söyledi," diye anlatmaya başladım "Uyandığım gibi ne yapacağımı bilemeden Dumbledore'a koştum, saat de bir hayli geçti. Elbette babamın, şatoda olduğunu duyunca o da deli gibi endişelendi. Asla belli etmiyor ama hissetmesi çok da zor değil."

"Peki... Sonrasında nasıl gelişti?" diye sordu Rose "Şatoyu aradılar, değil mi?"

Bakışlarımı kaldırıp hızlıca onayladım, sırayla herkese bakıyordum "Evet, elbette, o süreçte de beni Ortak Salon'a göndermek yerine kendi ofisinde yarattığı bir yatakta uyuttu zaten. Tahmin edeceğiniz gibi babama dair hiçbir iz de bulunamadı zaten."

Sirius kaşlarını çatmıştı "Peki neden gelmiş ki o zaman?" diye sordu "Yani, sence de çok saçma değil mi? Yakalanma riskinin en yüksek olduğu yere amaçsız bir şekilde gelmesi?"

Ben iğrenç bir insanım.

"Büyük ihtimalle onun gizli bir amacı vardı ama ne olduğunu sanırım asla öğrenemeyeceğiz." diye mırıldandım "İki saat boyunca okul didik didik arandıktan sonra ve her yerin güvenli olduğuna kanaat getirilince Dumbledore beni Ortak Salon'a gönderdi. Ama uykumda yeni bir... imgelem gördüm. Sato hakkında."

Sirius küfretti, Rose ise sol eliyle alnına vurmuştu "Bu işte parmağı vardı, değil mi?" dedi Sirius "O yüzden bir anda yok oldu."

Benim konuşmama fırsat kalmadan James cevapladı "Evet, Voldemort'u içeriye alan da oymuş, başından beri ona çalışıyormuş. Kadının kolunda Karanlık İşaret var diyorlar, daha ne olsun!" dedi bana bakarak "Tasha da görmüş zaten, onu yakalayıp Dumbledore'a getiren de Tasha'ymış. Şu anda büyük ihtimalle Azkaban'a götürülmeyi bekliyor Bakanlık'taki hücrelerin birinde."

"E yani bu kadar şey üzerine bir gün olağanüstü hal ilan edilmesi normal sanki." dedi Pettigrew, Remus onayladı.

Sirius kollarını sıkıca belime dolayıp beni, iyice kendisine çekti "Seni bir gün kollarımdan çekip alacaklar diye o kadar korkuyorum ki..." diye fısıldadı yüzünü, saçlarıma gömerken "Her seferinde daha da yakınımıza geliyorlar."

"İnan bana ben de delirmek üzereyim." diye mırıldandım "Her şey üst üste geliyormuş gibi hissediyorum: önce Regulus meselesi, şimdi de bu olanlar."

Anlaşılan bize aldırış etmeden kendi aralarında konuşmaya dalmışlardı çünkü James bile sarmaş dolaş olmamıza laf etmemişti. Sirius, bana bakabilecek kadar geri çekildi ve sağ elinin işaret parmağıyla yanağımı okşamaya başladı "Benim seni her şeyden güzelce bir kaçırmam lazım," dedi kısık bir sesle "Eskisi gibi, sadece ikimizin olacağı, bütün bu rahatsız edici olayların aklımıza bile gelmeyeceği bir vakit geçirmeliyiz."

Hafifçe gülümsedim "Bu çok güzel olur," dedim, dokunuşunun altında anında gevşemeye başladığımı hissediyorum "Noel'den döndüğümüzden beri o kadar çok şey oldu ki asla o bir haftayı seninle geçirmiş gibi hissetmiyorum –sanki aylardır ayrı kalmışız gibi geliyor."

Sirius her zamanki gibi sırıtmaya başlamıştı "Birileri yine beni özlemiş anlaşılan."

"Bak şu an karar değiştireceğim."

Sessizce kahkaha attı, tam o anda da rüzgâr esmeye başlamıştı ve kuzguni saçları bir anda yüzüne doğru savruldu. O an o kadar yakışıklı görünüyordu ki kendime hâkim olamayıp hemen saçlarını, yüzünden çekip dudaklarımızı birleştirmiştim. Birkaç saniye tamamen öpüşmeye dalmıştık ki arka planda James'in alaycı sesi duyuldu.

"Pati, Tasha –hadi ama!"

Umurumda değildi, James'in diline düşmek o an gerçekten benim için önemli bir detay değildi. Bu yüzden dudaklarımızı ayırmak yerine sadece sol elimin orta parmağını havaya kalmıştım –elbette bu hareketim Rose, Remus ve Pettigrew'un gülmesine; Lily'nin biraz daha terbiyeli olun diye söylenmesine ve James'in omzuma vurmasına neden olmuştu.

"James, rahat bırak da biraz stres atsınlar." dedi Rose. Bunun üzerine Sirius kahkaha atmak için geri çekildi, bense tek kaşımı kaldırmış bir şekilde Rose'a bakıyordum. Kızıl saçlarını atkuyruğu yaparken bana dil çıkardı.

Sirius, her zamanki sırıtışıyla bana bakıyordu "Yaratıcı fikir aslında," dedi "Hogwarts bahçesinde sevişen ilk çift olarak adımızı tarihe yazdırabiliriz."

Ben gözlerim kocaman olmuş bir şekilde Sirius'a bakıyordum, diğer herkes ise kahkahalarla gülüyordu –Lily bile Sirius'u azarlamak yerine kahkaha atıyordu "Parşömen beyinli!"

***

Günün kalanı kısmen normal geçmişti, yani her ne kadar son günlerde yaşananlardan dolayı asla normal bir psikolojide olmasam da hiçbir olay yaşanmamıştı. Akşam yemeğinden sonra kütüphanede ödevlerimi bitirip –Merlin, ciddi ciddi kütüphaneye gidip ödev yapıyordum! –saat sekiz gibi Ortak Salon'a dönmüştüm. Elbette, eskiden olsaydı koltuklarda oturan bizimkilerin yanına atlardım ama bunun yerine onlara sahte bir gülümseme gönderip hızlı adımlarla yatakhaneye gitmiştim.

Odaya girdiğim gibi kapıyı hızlıca arkamdan kapattım ve çantamı yere koyup kendimi yatağıma yüz üstü bıraktım. Formalarımı bile çıkarmadan anında yorganın altına girme fikri aklımdan geçiyordu; tam sırt üstü dönüp botlarımı, odanın içinde bir yere tekmeliyordum ki kapı ani bir şekilde açıldı. Refleks olarak anında oturur pozisyona geçmiştim ki içeriye girenlerin Bella ve Cissy olduğunu gördüm.

"Tasha, neden hemen odaya çıktın?" diye sordu Cissy, Bella'ya sert bir bakış attıktan sonra kendi yatağına oturdu. Bella da gözlerini devirdi ve kollarını, göğsünde birleştirip kapalı kapıya yaslandı.

"Pek havamda değilim." dedim, bir yandan da Bella'yı süzüyordum.

Cissy derin bir nefes aldı ve yatağından kalkıp benim yanıma ilerlemeye başladı. Kaşlarımı çatmış bir şekilde onu izliyordum. Yanıma oturdu ve ellerimi, kendi ellerinin arasına aldı "Konuşmak ister misin?" diye sordu ipek gibi bir sesle, masmavi gözleri üzgün gözüküyordu "Son birkaç gündür çok... uzak duruyorsun herkesten. Bir sorun mu var?"

Yavaşça yutkundum ve başımı olumsuz anlamda salladım "Hayır, sorun yok. Teşekkür ederim."

"Hadi ama Tasha, yalan söylediğini bu kadar belli edemezdin." dedi Bella sert bir ses tonuyla. Tek kaşımı kaldırarak meydan okuyan bir şekilde ona bakıyordum "Sadece bize karşı böyle soğuksun, kuzenimizin yanında hiç de öyle durmuyorsun."

Hışımla ellerimi, Cissy'nin ellerinin arasından çekip ayağa kalktım "Ne ima etmeye çalışıyorsun, Bella?" diye sordum sinirli bir şekilde. Bella cevap olarak umursamaz bir şekilde omuz silkti ama onun konuşmasına fırsat vermeden Cissy araya girmişti.

"Bella'nın demek istediği, seni karda bulduğumuz geceden beri eskisi gibi davranmıyorsun, Tasha." diye açıkladı Cissy, hala yatağımda oturuyordu ama benim bakışlarım Bella'nın koyu renk gözlerine kenetlenmişti "Sanki aramızda görünmez bir duvar varmış gibi."

Bella başını salladı "Hayır, sadece bu da değil, cidden çok garip davranıyorsun. Geceleri gizli gizli bir yerlere gidip asla geri gelmemeler, aniden Dumbledore'un yanına koşmalar..." dedi ve tek kaşını kaldırdı "Bizim yanımıza seni casus olarak mı göndermeye başladı artık diyeceğim ama yanımızda da durduğun yok ki, anlayamıyorum."

"Bella, diline hâkim ol!" diye çıkıştı Cissy ama çok geç kalmıştı.

"Gerçekten böyle düşündüğüne inanamıyorum, Bellatrix!" diye bağırdım, sesim o kadar gür çıkmıştı ki Bella'nın bile o alaycı havası anında yok olmuştu, Cissy ise olduğu yerde sıçramıştı "Yıllardır birlikte gülüp eğlendiğim, aynı odayı paylaştığım, ailem gibi gördüğüm insanlara böyle bir şey yapabileceğim ihtimalini vermen bile o kadar rezil, o kadar iğrenç ki!"

"Doğruyu söyle o zaman!" diye bağırarak karşılık verdi Bella, gerilimi hisseden Cissy de ayağa fırlayıp ikimizin arasında kalan boşluğa geçmişti. Bella, bana doğru ağır adımlarla ilerlemeye başladı "Ne oldu sana?!"

"SEN OLDUN, BELLA!"

Kendimi kontrol edebilmek için birkaç saniye gözlerimi kapatıp derin derin nefesler aldım. Bella ve Cissy de şok olmuşlardı, bir anda böyle patlamamı ikisi de beklememişti. Gözlerimi açtıktan sonra kısık bir sesle konuştum "Her şeyi duydum." dedim, Bella'nın gözleri şaşkınlıkla açılmıştı "Tatilden döndüğümüz gece Regulus ile konuştuğunuz her şeyi duydum."

Cissy, dengesini koruyabilmek için Bella'nın yatağının direklerinden destek aldı "Ah, Merlin, hayır..."

"Bana gelmiş burada ahkâm kesiyorsun bir de! Hangi yüzle, söyle bana, hangi yüzle?!" sesim tekrardan yükselmeye başlamıştı "Hem benimle olan bağını kesmek istediğini söylüyorsun hem de üzerinden birkaç saat bile anca geçmişken başımda ağlayıp en iyi arkadaş numarası çekiyorsun. Seni artık tanıyamıyorum bile."

Bella'nın ne diyeceğini bilemediği aşikârdı, sonunda konuşmadan önce birkaç kez ağzını açtı ama söyleyecek bir şey bulamamıştı "Kaçınılmaz olanı geciktirmemi mi bekliyorsun?" diyerek hemen savunmaya geçmişti "Zaten bu sene bittiği gibi zıt kutuplarda yerlerimizi alacağız, Natasha, daha da uzatmanın ne manası var, söylesene?!"

Kollarımı göğsümde birleştirdim, Cissy yere çöküp ağlamaya başlamıştı "Eğer bütün bağımızı koparmaya hazır olsaydın şu anda bu konuşmayı benimle yapıyor olmazdın, Bellatrix. Ne bu konuşmayı yapıyor olduk ne de o gece beni aramak için uykunu bölerdin."

Haklı olduğumun farkındaydı, bu nedenle hiçbir şey söyleyemedi, sadece gözlerini başka yere çevirmekle yetindi. İç geçirdim ve ağır adımlarla ona yaklaşmaya başladım "Bir karar vermek zorundasın: ya Regulus'a söylediğin gibi bütün her şeyi bitir ve acımı, beni seven ve ne olursa olsun beni terk etmeyen arkadaşlarımla yaşamama izin ver," dedim ve duraksayıp Cissy'ye kısa bir bakış attım. Yanaklarından aşağıya yuvarlanan gözyaşları, beyaz gömleğini ıslatıyordu. Onu o şekilde görmek ne kadar kalbimi kırsa da şu anda yapabileceğim bir şey yoktu. Zümrüt yeşili gözlerimi tekrar Bella'ya döndürdüm "Ya da yedi yıldır kız kardeş olduğumuzu hatırla ve mutlu geçirebileceğimiz şu altı ay zehir olmasın. Seni bu kadar erken kaybetmek istemiyorum."

Bunun üzerine başka hiçbir şey demeden hızlı adımlarla odamızdan, kapıyı arkamdan sertçe kapatarak çıktım. Ben çıktığım gibi Cissy'nin, Bella'ya bağırdığını işitmiştim ancak durup dinlemek gibi bir niyetim yoktu. İlginç bir şekilde kötü hissetmiyordum, tam tersine son birkaç gün içerisinde ilk defa bu kadar rahatlamıştım. Üzerimden büyük ve istenmeyen bir yükü atmış gibi hissediyordum ama tartışmanın yan etkilerinden dolayı hala sinirliydim.

Neredeyse koşarcasına Ortak Salon'un girişindeki merdivenleri çıktığımı gören Rodolphus, oturduğu deri koltuktan bana seslenmişti "Hey, Tasha, nereye bu saatte?" diye sordu. Onu duyunca hemen durup arkama döndüm, Lucius da yanındaydı.

"Seninkiyle tartıştık." dedim, bunu duyduğu gibi Rodolphus ayağa fırlamıştı "Bu gece burada kalmak istemiyorum, Sirius'un yanına gideceğim."

İkisinin de herhangi bir şey demesine fırsat vermeden hemen arkamı döndüm ve koşarak merdivenleri tırmanıp Ortak Salon'dan çıktım.

***

Ortak Salonlara giriş için en son saat dokuz olduğu için Gryffindor Kulesine gittiğimde hala etrafta dolaşan Gryffindorlar vardı. Alt dönemlerden bir kızdan Sirius'u çağırmasını rica etmiştim, birkaç dakika sonra yanıma gelmişti. Benim gibi o da hala okul formalarıyla duruyordu, herhalde Quidditch antrenmanından yeni dönmüşlerdi.

Ah, Quidditch demişken, cumartesi günü Hufflepuff ile maçımız var.

Yüzümün düşük olduğunu görünce Sirius'un da neşeli ifadesi kayboldu "Hey, bir şey mi oldu?" diye sordu, yüzümü avuçlarının içine alırken.

"Bella ile tartıştık," diye mırıldandım "Ama konuşmak istemiyorum bunun hakkında."

Eğilip alnıma küçük bir öpücük bıraktı "Tamamdır, nasıl istersen." dedi ve sol elini aşağı indirip sağ elimi tuttu, sağ eliyle de saçlarımı okşamaya başladı "Ne yapmak istiyorsun?"

"Odaya gidelim mi?" diye sordum, duyduğu gibi Sirius'un gri gözleri muzip bir şekilde parlamıştı. Bunu görünce kendime hâkim olamayıp kıkırdadım.

Yol boyunca pek konuşmamıştık, düşüncelere daldığımı fark ettiği için Sirius da çok bölmek istememişti büyük ihtimalle. Odaya girdiğimizde şöminedeki ateşin sesi karşılamıştı bizi, o kadar rahatlatıcıydı ki ne olduğunu anlayamadan kendimi, şöminenin karşısındaki üçlü koltukta otururken bulmuştum.

Sirius ağır adımlarla yanıma gelirken üzerimdeki süveteri hızlıca kenara fırlattım, içerisi çok sıcaktı. Kravatımı da gevşetip süveterin üzerine yerleştirdikten sonra başımı kaldırıp koltuğun yanında ayakta duran Sirius'a soran bir bakış attım. Sırıtıyordu.

"Bir anda üstünü çıkartınca hemen soyunmaya başlayacaksın sandım."

Sağ tarafımda duran yastığı alıp kafasına fırlatmıştım ama elbette yastığı havada yakalayıp bana geri fırlattı. Yastığı yakalayıp koltuğun sağ tarafına koyduktan sonra ona dil çıkarttım, gülerken bir yandan da yanıma oturdu ve sağ kolunu, belime doladı. Hemen ona sokulmuştum; başımı, göğsüne yaslayıp şöminedeki ateşi izlemeye başladım.

"Sendeki bu mutsuzluk beni gerçekten çok üzüyor, Tasha." diye mırıldandı Sirius bir yandan saçlarımı okşarken "Sanki yaşama hevesini kaybetmiş gibisin."

"Kendime geleceğim, endişelenme. Sadece son zamanlarda çok fazla şey üst üste geldi." dedim başımı kaldırmadan. Sirius'un verdiği her nefes alnımı yalayıp geçiyordu "Cumartesi gününki maç açar beni."

Sirius güldü "Ah, Hufflepuff ile maçınız var, değil mi?" diye sordu. Onaylayan bir ses çıkarttım "Takımda Quidditch oynadığına hala inanamıyorum."

Bunu duyunca başımı kaldırıp Sirius'a baktım, tek kaşım havadaydı "Final maçında karşılaştığımızda mı idrak etmeyi planlıyordunuz, beyefendi?" diye sordum alaycı bir şekilde. Şu anda en çok puanla Gryffindor birinci sıradaydı, ikinci ise bizdik –Hufflepuff'a kaybetmediğimiz ya da Ravenclaw ani bir şekilde dördüncülükten ikinciliğe fırlamadığı sürece finale çıkmamız garantiydi.

Dudağının kenarı alaycı bir şekilde yukarı kıvrıldı "Doğru, Quaffle'ı tutmak için süpürgeden aşağı atlamıştın, nasıl unutabilirim ki?"

Bu sefer Sirius'un arkasında duran yastığı alıp onunla kafasına vurmuştum "Parşömen beyinli." diye söylendim, Sirius ise kahkaha atıyordu "Bu konuda dalga geçmen yasak."

Yastığı elimden kaptığı gibi yere fırlatmıştı "Kim demiş?" diye sordu sırıtarak. Tam saçlarını karıştırıp ben dedim diyecektim ki Sirius ani bir şekilde beni gıdıklamaya başladı. Çığlık atıp onu itmeye çalışırken bir yandan da kontrolsüz bir şekilde gülüyordum, benim tepkilerim de Sirius'u güldürüyordu ve bu şekilde birkaç dakika kahkaha atarak koltukta boğuştuk. En sonunda kendimi, kollarından kurtardığım gibi ayağa fırlamıştım.

Sirius tek kaşını kaldırmış bir şekilde bana bakıyordu "Tekrar söyle istersen," dedi meydan okuyan bir edayla.

Gözlerimi kısmıştım "Sen parşömen beyinlisin ve beni gıdıklaman da yasak artık." dedim ve ona dil çıkarttım.

"Ama bunca yasak beni bozar, güzelim." dedi Sirius, bileğime uzanıyordu "Biliyorsun, kurallarla aram pek de iyi değildir."

Bileğimi yakaladığı gibi beni kucağına çekmişti "Bilmez miyim," diye mırıldandım sırıtırken "Sahi, bu sene kaç ceza aldınız?"

Sirius bir süre düşündü, ben de sağ elimi saçlarının arasında dolaştırmaya başlamıştım "Sanırım henüz yirmiyi geçemedik."

"Siz de iyice yaşlanmışsınız, bu ne performans düşüklüğü." dedim alaycı bir ses tonuyla. Sirius tek kaşını kaldırıp bana garip bir bakış attı.

"Bizim mi performansımız düşmüş?" diye sordu "Çapulcuların? FYBS bitişini bekle, Cain, daha görkemli çıkışımızı yapmadık."

Kahkaha attım "İnanmıyorum, yani haziran sonunda yapacağınız şamataları şimdiden planladınız mı?" diye sordum.

Sirius hafifçe sırıttı "Sen geceleri ne yaptığımızı zannediyordun ki?"

Düşünüyormuş gibi yaptım "James'in evlilik hayallerini dinlemenizi bekliyordum açıkçası," dedim, Sirius kahkaha attı. Güldüğünde gözüme bir ayrı hoş gözüküyordu, o kadar ki hiç düşünmeden ve söyleyeceği şeyi beklemeden dudaklarımızı birleştirmiştim. Kısa bir süre beni öptükten sonra hafifçe geriye çekildi.

Şömineden gelen çatırtılar arka planda kaybolmaya başlamıştı yavaş yavaş. Birkaç saniye sonra benim için gerçeklik sadece ikimizden ibaret hale gelmişti.

"Bu ne içindi?" diye sordu, yine sırıtıyordu ama gri gözleri koyulaşmaya başlamıştı. Saçlarının arasında dolandırdığım sağ elimi yavaşça yüzüne kaydırdım ve yanağını okşamaya başladım.

"Sen... Mükemmelsin." diye mırıldandım "Aklımı başımdan alıyorsun, Sirius."

[Cinsel İçerik Başlangıcı]

Beni duyduğu gibi gri gözleri parlamıştı resmen, sol elini boynuma yerleştirip dudaklarımızı birleştirdi. Bir yandan öpüşüne karşılık verirken bir yandan da oturuş pozisyonumu değiştiriyordum. Yüzüm ona dönük bir şekilde Sirius'un kucağına yerleşince dudaklarımı araladım. İki elini de belime kaydırıp beni, kendisine daha çok bastırmıştı.

Öpüşme iyice alevlenirken ben de hızlıca Sirius'un gömleğinin düğmelerini açmaya başladım –kravatını odaya gelirken takmamıştı –ve beyaz gömleği çıkarttığım gibi koltuğun boş tarafına fırlattım. Birkaç saniye içerisinde benim gömleğim de aynı yeri boylamıştı. Sirius, kısa bir süreliğine dudaklarımızı ayırıp bana baktı; gri gözleri arzuyla kararmıştı; ardından tekrardan dudaklarını, benimkilere bastırdı. Biz öpüşürken bir yandan da Sirius elleri üst bacağımda geziniyordu, ellerini popoma yerleştirince dikkatlice beni kucaklayarak ayağa kalktı. Kısa bir süre sonra sırtımda yorganın serin kumaşını hissetmiştim.

***

Sirius'un sessizce küfrettiğini duyunca kaşlarımı çatıp hareket etmeyi bırakmıştım, durduğumu hissettiği gibi gözlerini açıp bana baktı "Bir şey mi oldu?" diye sordum kısık bir sesle.

"Hayır, hayır, sakın durma, Tasha harikasın sen." dedi hızlıca, bunu duyunca kıkırdayıp öne doğru eğildim ve Sirius'u öptüm, bir yandan da kalçalarımı tekrardan hareket ettirmeye başlamıştım. Hareketim hızlandıkça Sirius'un, üst bacaklarımda duran elinin tutuşu da sertleşiyordu "Yukarıda harika gözüküyorsun," diye fısıldadı ben geri çekilip dikleşirken "Tam bir tanrıça gibisin."

Tam seksi bir şeyler söyleyecektim ki ağzımdan kaçan iniltiler, kelimeleri bastırdı. Nefes alış verişim iyice sıklaşırken hareketlerimiz de hızlanıyordu ancak belli bir yerden sonra yorulduğum için istemesem de yavaşlamaya başladım. Durumu anlayan Sirius hızlıca pozisyon değiştirdi –artık altta ben vardım.

"Sirius," dedim, mırıltıyla inilti arasında bir şekilde "Ben çok yakınım."

"Ben de," diye fısıldadı ve yüzünü, boyun girintime gömüp boynumu öpmeye başladı "Çok güzelsin ve beni delirtiyorsun."

[Cinsel İçerik Bitişi]

İkimiz de geldikten sonra bir süre öylece yattık, nefesimi düzene soktuktan sonra Sirius'un altından sıyrılıp lavaboya gitmiştim. Ben dönüp iç çamaşırımı aramaya başladığımda da Sirius gitmişti, döndüğü zaman beni, üzerimde onun okul gömleğiyle –gömleğin önü açıktı ve içimde de sadece iç çamaşırım vardı –yatağın üstünde ayakta dururken bulmayı beklemediğinden emindim ama.

"O benim gömleğim mi?" diye sordu ve yerdeki pantolonunun üzerinden boxerını alıp giydi. Ben de onayladım "Peki yatağın üstünde ne yapmayı planlıyorsun?"

Düşünceli bir şekilde üzerinde durduğum yatağa baktım "Zıplamak istiyordum aslında," dedim ve bir kere zıpladım "Çok yumuşakmış bu."

Sirius kahkaha atarak yanıma geldi, ben ise birkaç kez daha yatakta zıplamıştım "Sen bu gece zıplamaya doyamadın galiba." dedi sırıtarak ve yatağın ucuna oturdu. Aniden bacaklarıma sarıldığı gibi beni öne doğru çekerek yatağın üzerine düşürdü. O kadar ani olmuştu ki düşerken içgüdüsel olarak çığlık atmıştım.

Doğrulup oturur pozisyona geçerken Sirius'un omzuna vurdum, o ise hala gülüyordu "Senin düşüncelerin neden hep bu kadar pis olmak zorunda?" diye sordum.

Tek kaşını kaldırmış bir şekilde bana bakıyordu "Natasha, az önce üstünde sadece önü açık bir gömlek ve külot varken yatakta zıplıyordun." dedi, bunun üzerine daha başka nelerin zıpladığını fark edip kahkaha attım.

"Küçük bir ayrıntı gözümden kaçmış olabilir," dedim bebek sesiyle, Sirius gözlerini devirip emekleyerek yatağın sol tarafına geçti. Ben de üzerimdeki gömleği yere atıp sağ tarafa uzandım ve yorganı üzerimize çektim. Sirius, asasına uzanıp sessiz bir büyüyle avizedeki fenerlerin ışıklarını kapattı.

Karanlıkta bir süre ikimiz de sessizce sırt üstü yattık, gözlerim açık bir şekilde karanlık tavanı izliyordum –şöminedeki ateşin ışığı bize kadar ulaşamıyordu ama çatırtılar hala duyuluyordu –ve günlerdir ilk defa zihnimdeki lanet olası düşünce okyanusunda boğulmamıştım. Hayır, tek düşündüğüm şey Sirius'tu, birlikte olduğumuz anları gözümün önünde oynatıp duruyordum.

Seks kesinlikle kaliteli bir kafa dağıtma yöntemiydi, ne zaman Sirius'la birlikte olsak sonraki bir iki gün aklımı kurcalayan tek şey o gecenin anıları oluyordu.

Sol tarafımda bir hareketlilik hissetmemle Sirius'un vücudunu döndürmesini duymam bir olmuştu. Ben de yan yatıp yüzümü ona döndüm, karanlıkta yüzünü zar zor seçebiliyordum. Ağır hareketlerle sol elini bana doğru uzatıp saçlarımı okşamaya başladı. Kedi gibi mırlamaya başlamamak için kendimi gerçekten de zor tutuyordum.

"Keşke her gece uyumadan önce gördüğüm son şey zümrüt yeşili gözlerin ve bana baktığında içlerinde beliren gümüşi parıltılar olsa." diye fısıldadı, duyduğum gibi dudaklarıma şapşal bir gülümseme yayılmıştı "Mezun olmak konusunda beni motive eden tek şey bu sanırım –birlikte yaşayacak olmamız."

"Hogwarts'tan ayrılmayı ben de hiç ama hiç istemiyorum." diye mırıldandım Sirius'a katılarak "Her ne kadar buradaki ailemin büyük bir kısmını mezun olduktan sonra da yanımda taşıyacak olsam da çok... Üzücü bir düşünce, yıllardır yuvamız olan bu şatodan ayrılacak olmak."

Sirius, sol elini belime dolayıp beni kendisine çekti "Şş, o zaman şu anda bu konuyu konuşmayalım." dedi ve sırt üstü uzandı, ben de göğsüne kurulmuştum "Seni güzel hayallere sürükleyeceğim –hayalindeki hayattan bahsetsene bana."

Bir süre düşündüm "Ben... Sanırım Tinworth taraflarına yerleşmeyi istiyorum. Büyücülerle Muggleların iç içe, huzurlu bir şekilde yaşadığı küçük bir okyanus kasabası beni büyük ihtimalle fazlasıyla mutlu eden bir şey olur." diye anlatmaya başladım "Geceleri Animagus'a dönüşüp etrafta istediğim gibi gezinebileceğim bir doğası da var nasıl olsa, kışları biraz fazla fırtınalı olabilir belki ama İngiltere'de sakin bir kış geçirebileceğimiz yer bulmamız da imkânsız zaten."

"Tinworth demek... Unutmayacağım bunu." diye mırıldandı Sirius "Daha başka peki?"

İşaret parmağımla Sirius'un göğsünde daireler çizmeye başladım, bir yandan da hayalimdeki hayat gözlerimin önünde canlanıyordu "Büyük bir ev istemiyorum –Potterlarınki gibi olmasına hiç gerek yok mesela. İki katlı olsa ve alt katta mutfakla birleşik bir salon, üstte ise üç tane oda olsa yeter bana. Birini yatak odası yaparız, birini kütüphane ve çalışma odası olarak kullanırız, sonuncusunu da James ve Lily veya Rose ve Remus kalmaya geldiklerinde onları ağırlayacağımız bir oda olarak hazırlarız." dedim ve bir an için duraksadım. Şöminedeki ateşin sesi bir anlık dikkatimi dağıtmıştı "Fluffy ve Bobby'nin yanı sıra evde kesinlikle bir kediye ihtiyacımız var, sabahları çok uyuduğumuzda sıkılıp üstümüze atlayarak uyandırır bizi ara sıra."

Sirius sessiz bir kahkaha attı "Çocuk yerine kedi demek, öyle mi?" diye sordu, onaylayan bir ses çıkarttım "Biraz kolaya kaçmak gibi sanki."

"Bunu daha önce de konuşmuştuk, Sirius. Ben iyi bir anne olabileceğimi hiç sanmıyorum," diye mırıldandım kısık bir sesle "Nasıl... Yapılması gerektiğini görme fırsatım asla olmadı ki."

Sol eli ile çenemi tutup nazik bir şekilde ona bakmam için başımı kaldırdı ve dudaklarıma küçük bir öpücük kondurdu "Ben senin harika bir anne olacağına eminim." diye fısıldadı "Ama yine de bu, en azından hala genç olduğumuz dönemde çocuk yapmaya pek sıcak bakmadığım gerçeğini değiştirmiyor."

Gözlerimi devirdim ama büyük ihtimalle karanlıktan dolayı görememişti "Senin neden istemediğini biliyorum ben, kafan sadece ona çalışıyor." diye söyledim, Sirius bir kahkaha daha atıp beni bir kez daha öptü "Senin hayalime eklemek istediğin bir şey yok mu?"

"Yani hayalimiz haline mi getirmek istiyorsun?" diye sordu, bunu duyunca kıkırdadım "Yanımda sen olduğun sürece benim için diğer hiçbir şeyin önemi yok, güzelim ama kendime ait bir motosiklete hayır diyemem doğrusu."

Bu sefer ben kahkaha atmıştım, Sirius ve motosiklet aşkı gerçekten de dillere destandı, mezun olduğu gibi bir tane alacağından adım gibi emindim "Motor alacağın gün ikinci plana düşecekmişim gibi hissediyorum, Sirius." diye takıldım ona.

"Buna o gün geldiğinde karar veririz, şimdiden kıskanmaya başlamana gerek yok, güzelim." dedi, tekrardan gülmeme sebep olarak "Sonunda içten bir şekilde güldüğünü görmek beni ne kadar mutlu ediyor bir bilsen..."

Dudaklarımızı birleştirip onu kısa bir süre öpmüştüm "Seninleyken gerçekten mutlu hissediyorum çünkü," diye mırıldandım dudaklarımız ayrıldıktan sonra ve başımı tekrardan Sirius'un göğsüne yerleştirdim "Seni çok, çok seviyorum."

Kollarını, vücudumun etrafına sararken saçlarıma son bir öpücük bıraktı "Ben de seni çok, çok seviyorum."

Sevgilimin kollarının arasında, onun kalp atışlarını dinleyerek derin ve kâbuslardan uzak bir uykuya dalmadan önce bile aklımdan tek geçen şey Sirius'tu ve ona anlattığım, ikimizin geleceğine dair hayallerimdi. Bir kez bile, bir anlığına dahi, günlerdir üzerime birer Ruh Emici misali üşüşmüş o lanetli düşüncülerin hiçbiri bu gece yanıma dahi yaklaşamamıştı.

Sadece birkaç saatliğine dahi olsa, bütün gerçeklik yalnızca bizden ibaret olmuştu ve ben o kısacık süre içerisinde mutluluğu yeniden bulmuştum. Aslında her zamanki yerindeydi, asla benden saklanmamıştı, sadece gelip onu almamı beklemişti –Sirius'un kollarının arasında.

Dünyam başıma yıkılıyor olsa bile mutluluğumu her zaman orada, kollarında bulacaktım.

Ölüm bizi ayırana dek.


Evet şimdi birazcık kendimden bahsedeceğim (:

Ben Begüm Uysal, beş yılı aşkın bir süredir Insensitive'i yazıyorum. 18 yaşındayım ve okul döneminde İstanbul'da, tatillerde ise Eskişehir'de oluyorum normalde. İki tane hayatım var gibi aslında :D İstanbul Erkek Lisesi'nde okuyorum, son sınıfa geçtim. Eğer herhangi bir sorun çıkmazsa üniversitede Almanya'ya gideceğim. Bu durumda da sanırım hayatım üçe falan bölünecek bakalım artık :3

Bunlar aşırı temel şeyler zaten, asıl soru-cevap bölümünü kitabın sonuna doğru yapmayı planlıyorum ;)

Noel dönüşünden beri aşırılarda gezen o gerilim seviyesi yavaş yavaş düşüyor sanki (: Herkesin biraz gevşemeye ihtiyacı vardı sonuçta *sırıtan emoji*

Bundan sonra artık ağırdan da olsa 7. sınıfı da bitirecekler, hikayenin de en uzun kısmı (Hogwarts bölümü yani) bitiyor olacak gerçekten de farkına varınca bir acayip hissettim sona yaklaşmaya hazır değilim sanki :/

Umarım bölümü beğenmişsinizdir, geçen bölümde de olduğu gibi etkileşimleri (özellikle de oy ve yorumları) yüksek tutarsanız çooook sevinirim (:

Kendinize çok dikkat edin lütfen!

Kisses :*

Continue Reading

You'll Also Like

137K 12.4K 22
taehyung ve jungkook birbirlerinin yan komşularıydı. there is no other universe then, stay with me texting + instagram 03.02.24 This fiction is dedic...
77.2K 3.3K 31
Her şey salak kardeşimin yalanıyla başladı.. Siz: Delikanlıysan konum atarsın...
betty By ︎ ︎

Fanfiction

2.4M 210K 33
Ama New York'a geldiğimden beri bir kokusu var. for vanilla baby
74.6K 8.6K 32
safkan alfa jungkook, kırık bir kalple ㅡ jimin ile karşılaşır.