the other coin | #tlc2

By o-ophelia

4.1K 389 415

"Adı neydi demiştiniz?" diye sordu polis memuru, ama bıkkınlığı sesinden ve yüzünün aldığı ifadeden anlaşılıy... More

Bilgilendirme
Giriş
1 / Babasız Bir Doğum Günü
3 / Ufacık Bir Hata
4 / İçi Boş Bozukluk
5 / Moira
6 / Olivia, Hiç Kimse
7 / Bir İtiraf
8 / Farklı Bir Harry
9 / Andersonlar
10 / Déjà vu
11 / Ivar'ın Hikâyesi
12 / Uzun Saçlar ve Yara İzi Dolu Bir Gövde
13 / Farklı Bir Edward
14 / Kar Meleği
15 / İki Harry, Aynı Yerde
16 / Springwell'e (I)
17 / Springwell'de (II)
18 / Babalık Testi
19 / Harry. Olivia. Edward
20 / Diskalifiye
21 / Harry Dayı
22 / Tuzak
23 / Yara İzi
24 / Moira'nın Planı
25 / Kovalamaca
26 / Anlaşma
27 / Bu Sefer Ağlamak Yok
28 / Vedalar
29 / Nimueh
30 / Yakın Cadıyı!
31 / Uğur Parası
Kapanış

2 / Olivia'sız Bir Ev

229 24 82
By o-ophelia

Bugün

H A R R Y

Eve doğru giden toprak yolda ilerlerken bahçe kapısının önüne park etmiş arabalar aklımı başımdan aldı. Buraya gelene kadar her şeyin bir tür şaka olduğunu sanıyordum ve kendimi buna inandırmak istemiştim. Polis arabalarının yanında tanıdığım tek araba Gemma'nınkiydi. Olivia'nın arabası da her zaman durduğu yerde duruyordu. Onu almadan nereye gitmiş olabilirdi ki? Park etmeye zahmet etmeden arabayı kapıya en yakın boş yere durdurdum ve kapıyı bile kapatmadan arabadan indiğim gibi eve doğru koştum. Polis arabalarının yanından geçerken korkuyla duraksadım. Polis memurlarının evimizin bahçesinde Willy'nin bakıcısıyla konuştuğunu gördüm. Ben evin verandasına çıkan merdivenleri tırmanırken kapıdan Gemma çıkıp bana doğru koşturdu. 

"Dur," dedi önümde durup eve girmemi engellerken. "Biraz sakinleş. Willy'i korkutacaksın." 

"Olivia nerede?" diye sordum tıknefes. 

"Yok, dedim ya. Gel, önce memurlarla bir konuş." O beni yeniden aşağı götürürken başımı uzatıp içeri baktım, oğlumu görmeye çalıştım ama görünürde yoktu. Kafayı yemek üzereydim, kolumu Gemma'dan kurtardım. Bu sırada onun canını yakmış olmam da pek umurumda olmadı. 

"Oğlum nasıl? Onu görmek istiyorum." Gemma inatla yeniden koluma yapıştı, beni öne doğru itekledi.

"Göreceksin ama önce sakince düşünmeye başlaman lazım. Söylediklerine göre Olivia en son seninle konuşmuş."

Beni son konuşmamızı düşünmeye ittiği sırada polis memurlarının yanına varmıştık. "Merhaba, Bay Styles," dedi diğerinden daha yetkili görünen polis elini uzatıp.

"Burada ne olmuş? Karım nerede?" diye sordum selamını karşılıksız bırakıp. Birinin bana bir şeyler anlatması lazımdı, hem de hemen. Daha fazla beklersem bir şeyleri kırıp dökecek, birilerinin canını yakacaktım. 

"Evinizdeki güvenlik alarmı dün gece, gece yarısından on üç dakika sonra devre dışı bırakılmış. Eve her kim girdiyse ya eşinizin rızasıyla girdi ya da güvenlik sistemini devre dışı bırakacak donanıma sahip biri."

"Onu eve Olivia alsa bile neden güvenlik sistemini devre dışı bıraksın ki?" Gemma kolumu hala bırakmıyordu, polise saldırmamdan endişeleniyor gibiydi. "Olivia gizli kapaklı işler çevirmiyordu, kastettiğiniz buysa."

"Eve biri mi girmiş?" diye sordum korkuyla. Adam başını salladı.

"Evin durumundan bu anlaşılıyor."

"O saatlerde Olivia seni defalarca aramış," diye ekledi Gemma. "Belli ki bir şeyden, birinden korkuyordu."

"Başkasını aramamış mı?" İkisi de susmaya devam edince, "Annesini? Kardeşlerini? Seni?"

"Hepsi okyanusun diğer tarafında Harry." dedi Gemma beni mantığa davet eder gibi bakarak. "Ben telefonu açtım, ama konuşan Olivia değil, Willy'di. Sonra hemen buraya geldim zaten." Başımı salladım. Sonra sormak zorunda olduğum ama sormaktan hiç hoşlanmadığım şeyi sordum.

"Peki Brandon? Onu aramış mı?"

"Hayır," dedi Gemma ama sesinde anlamadığım bir belirsizlik vardı. "Ah," Başına vurdu. "Ona haber vermeyi unuttuk." Telefonunu almak için cebine uzanmıştı ki bileğini tutup onu durdurdum. "Ben sonra hallederim," dedim. 

"Onunla son konuşmanızda bir yere gideceğinden bahsetti mi? Ya da şüpheli herhangi başka bir şeyden?"

Son konuşmamızı, onun sesini, söylediklerini yeniden zihnimde canlandırırken ellerimle yüzümü kapattım. Bu kolay değildi, böyle büyük bir korku ve endişe içindeyken hiç kolay değildi. Biriyle konuşurken, sevgilinizle konuşurken onunla son kez konuşuyor olduğunuzu ve bunun son kez olan bir şeye değmesi gerektiğini düşünmezdiniz. Biz de düşünmemiştik. Düşünmeden konuşmuştuk.  

"Ah, Olivia," diye inledim acıyla. Utanmayı aklıma getirmeden ağlamaya başladım. "Bana hiçbir şey söylemedi, sadece günebakanlarla ilgili şeylerden bahsedip durdu," dedim ellerimin arkasından acıyla. Onlara kavga ettiğimizi söyleyememiştim. Söylediklerimin anlaşılıp anlaşılmamasını da umursamıyordum. 

"Büyük olasılıkla onu kaçıran sizin karınız olduğunu biliyordu. Bunun bir fidye olayı olduğunu düşünüyoruz."

"Kaçırılmak mı?"

"Yirmi dört saat içinde sizinle irtibat kuracaklardır. Polisi bulaştırmamanızı söyleyeceklerdir. Onları dinlemeyin ve sizi aradıklarında hemen bize haber verin." Gemma polis memurlarına teşekkür etti ve onlardan bir telefon numarası aldı. 

"Bu arada, memur bey." Bana bakmasını bekledim. "Olivia..."

"Biliyoruz, kız kardeşinizle konuştuk. İsterseniz bir ilan verebilirsiniz. Medyayı da haberdar ederseniz daha çabuk---"

"Hayır," dedim telaşla. "Medya bu işin dışında kalacak."

"Bu sizin gibi biri için biraz zor değil mi, Bay Styles?" dedi alayla.

"İnanın ya da inanmayın yıllardır bunu başarıyoruz, Dedektif. Bizi gözlerden koruyan bir şans tılsımımız var." Gemma beni dürttü ama adam zaten söylediklerime aldırmamıştı. 

"Nasıl isterseniz," dedi. "Sizin bileceğiniz iş." Ona 'aynen öyle' der gibi baktım. 

"Şey, Bay Styles, oğlum sizin büyük hayranınız," Çıkardığı albüm kapağına tek kaşımı kaldırarak baktım. Bu durumda benden imza istemeyecekti herhalde. Bir kalemle birlikte onu bana uzattı. Tam ters bir şey söylecekken Gemma adamın elindekileri alıp benim ellerime sıkıştırdı. Sonradan pişman olacağım şeyler söylememe engel olduğu için ona minnettarlıkla baktım. Memurdan oğlunun ismini istedim ve güzel birkaç şey yazıp onun adına imzamı attım. 

"Oğlunuza özel hayatımdan bahsetmezsiniz değil mi memur bey?" dedim onunla tokalaşırken. Başını kesin bir şekilde iki yana salladı.

"Elbette bahsetmem, bundan emin olabilirsiniz." Dedektifle de el sıkıştık, sonra haberleşmek üzere birbirimizden uzaklaştık. Eve  doğru yürürken uğur paramızı düşünüyordum.

"Parayı ona vermiştim," dedim Gemma'ya. "Ondayken birinin Olivia'yı  kaçırması imkansız."

"Belki düşürmüştür, kaybetmiştir." Gemma, Olivia'yla tanışma hikayemizi biliyordu. Dahası bu hikayeye inanıyordu. "Hiç yapmadığı şey değil," diye ekledi. Eve girdik, her yer darmadağındı, buraya gelen  her kimse bir şey aramış gibiydi. Willy'nin uyuduğunu duyunca ilk iş yatak odamıza çıktım. 

Olivia'nın yattığı tarafın örtüsü açılmıştı, yastığı dağınıktı. Yataktan kalkıp gitmişti. Ya da biri onu almıştı. Makyaj masasının önündeki sandalyesine baktım. Sabahlığı hala orada asılıydı. Beklemediği bir şekilde kalkıp gitmişti. Hazırlıksız yakalanmıştı. Biri onu gafil avlamıştı. Gelen her kimse uğur parasının peşinde olmalıydı. Yatağa oturup başımı iki elimin arasına aldım. Ağlamadan, Olivia'nın başına gelmiş olabilecek korkunç şeyleri düşünmemeye çalışarak makul bir senaryo bulmaya çalıştım. Bozukluk ondayken başına böyle kötü bir şey gelmesi çok saçmaydı. Şans ondan yanayken her türlü beladan korunuyor olması gerekirdi. 

Belki de onu arayan bozukluğu bulamamıştı. Hızla doğrulup odanın içinde uğur parasını aradım. Olivia'nın onu koymuş olabileceği her yere baktım, odanın altını üstüne getirdim. Yoktu. Eğer onu da bulduysa, o lanet her kimse neden Olivia'yı yanında götürmüştü? Onu neden kaçırmıştı? 

Kaçırıldığı ne malum? dedi içimden bir ses. Buraya gelen her kimse, onunla kendi isteğiyle gitmiş olabilir miydi? Öyle bir şey mümkünse, Willy'i geride bırakır mıydı? 

"Baba," Hala uğur parasını aradığımı, şimdi çorapların içine bakarak saçmaladığımı  Willy'nin sesini duyunca fark ettim. Arkamı döndüm, Willy kapının eşiğinde durmuş, başını pervaza yaslamış bana bakıyordu. Dokunsam ağlayacak gibi bir hali vardı. "Babacığım," dedi titrek sesiyle. Dizlerimin üstüne çöküp kollarımı açtığım anda bana doğru koştu, boynuma atladı. 

"Bir tanem," Onu öperek sakinleştirmeye çalıştım. "Geçti, bebeğim."

"Annem gitti," Willy'i kendimden ayırıp bana bakmasını, başımı aşağı eğip bakışlarını bana odaklamasını sağladım.

"Nereye gitti Willy? Bana neler olduğunu anlatabilir misin bebeğim?"

"Annem beni sabah olmadan uyandırdı. Hala karanlıktı. Işıkları açmadan odamdan çıkardı. Ben önümü göremedim ama annem elimi hiç bırakmadı. Sonra beni kucağına aldı."

"Evde başka biri mi vardı?" Başını sallarken çenesi titredi. 

"Annem hırsız olduğunu, sessiz olmamız gerektiğini söyledi. Yoksa bizi de çalarmış."

Onu bağrıma bastım. Hıçkırarak ağlamaya devam etti. Konuşmaya kollarını boynuma doladıktan sonra devam etti. "Yukarıya çıktık. Orası da karanlıktı. Eski oyuncaklarımı götürdüğün yere gittik. Annemle daha da karanlık olan bir yere saklandık. Çok korktum, baba."

"Geçti, şimdi ben buradayım. Korkmana gerek yok. Sana bir şey olmasına izin vermem, asla. Tamam mı?" Başını salladığını hissettim ama ağlamayı bırakmadı. 

"Sonra annem onu kovmaya gitti." 

"Uğur paramız yanında mıydı, Willy? Hatırlıyor musun, tatlım?" Willy geri çıkıp yüzüme baktı, alt dudağı sarkmıştı ve çenesi hala titriyordu. Burnunu çekti, başını iki yana sallayıp kesik kesik nefes alarak ağlamaya devam etti. 

"Hırsız anne mi de çaldı değil mi?" Yüzü korkuyla çarpılmıştı, ufacık alnı kaygıyla buruşmuştu. Ellerini tutup ikisini de öptüm. 

"Anneni bulacağız," diye söz verdim ona. 

...

Willy'i oyalayabilecek tek  kişi Charlie'ydi. Onu arayıp olanları anlattım, gelip Willy'le ilgilenmesini rica ettim ve ağabeyenin nerede olduğunu sordum. Aklımda tek bir  hikaye vardı. Olivia'nın ona yardım etmesi için aklına gelecek ilk kişi elbette bendim, daha sonra ise Brandon'dı. Annelerimiz ve kardeşlerimiz okyanus ötesindeydi ve Gemma da birkaç saat uzaklıktaydı. Bize en yakın olan kişiler de Brandon ve Charlie'ydi. Olivia'nın onlardan birini aramamış olması bana bir şeyler düşündürüyordu ve bunu öğrenmenin bir yolu vardı. Hem uğur parasını hem de Olivia'yı götürmek için sebebi olan başka biri gelmiyordu aklıma. Brandon'ın uğur paramızdan haberi vardı, bunu biliyordum. Onun gücüne inanıp inanmadığını hiçbir zaman uzun uzadıya düşünmemiştim ama kim bilirdi, belki de gerçekten inanmıştı. Parayı bulup önce kendine ait tüm izleri silmişti belki, güvenlik sistemindeki durum bunu gösteriyordu. Sonra Olivia'nın kendisiyle olmasını dilemişti. Olivia da onunla gitmişti. 

Bu bozukluğun bir gün başımıza iş açacağını biliyordum. Onun yüzünden Olivia'yı kaybedersem o bozukluğa dünyayı dar ederdim. Fakat ilk sırada Brandon vardı. Etrafımızda olmasını asla istemediğim ama Olivia'nın ısrarla arkadaş olabileceğini düşündüğü Brandon... Herkes, Olivia da dahil onun kendisine sırılsıklam aşık olduğunu biliyordu. Buna rağmen ondan uzaklaşmıyor, onu kendinden uzaklaştırmıyordu. Bu ilk zamanlar aramızda büyük tartışmalara yol açsa da birkaç senedir bu  gidişata alışmıştım. Zararı yoktu, Olivia'nın beni sevdiğini biliyordu. Ayrıca William doğduktan sonra mesafesini de korumaya başlamıştı. Yalnızca özel günlerde, özel buluşmalarda görünüyordu. Her seferinde yanında başka bir kızla... Her birinin ya kıvırcık ya da kıpkızıl saçları oluyordu. Tıpkı Olivia'nınkiler gibi. 

Brandon'ın evine varana kadar dişlerimi sıkmaktan diş etlerim sızlamaya başlamış, direksiyonu sıkan parmaklarım uyuşmuştu. Bizim aksimize o şehrin içinde oturuyordu. Kız kardeşi Charlie ile birlikte şehrin ara sokaklarından birinde yaşıyordu. Daha önce evine yalnızca bir kez, Charlie'yi bırakmak için gitmiştim ama bu sefer de  bulması zor olmamıştı. Çaldığım ilk kapıyı yarı çıplak, gözlerinin altı kararmış, saçları karmakarışık, yüzü bembeyaz olmuş halde Brandon açtı. "Ne?" dedi yalnızca beni görünce. Elbette ben, o an görmeyi beklediği son kişiydim. Bana girmem için yol vermeyince onu içeri itmek zorunda kaldım. Elinde olduğunu o zaman anladığım şişedeki içki yere döküldü.

"S*ktir," dedi beni omzumdan iterken. Kapıyı arkamdan kapayıp içeri yöneldim. "Burada ne işin var, Styles?" diye sordu aksi aksi. Birbirimizle anlaşamadığımızdan bahsetmiştim. Daha doğrusu, birbirimize katlanamıyorduk. Hep sahip olmak istediği kadınla evliydim. Evli olduğum kadına aşıktı. Benden nefret ediyordu. Ondan nefret ediyordum.

"Olivia nerede?" diye sordum evin içinde yeterince ilerleyince. İçeriye gün ışığı zar zor giriyordu. Kalın, kahverengi perdelerini sıkı sıkı kapatmıştı. Üstelik her yer kıyafet doluydu. Eski püskü, tuhaf, bu zamana ait olmayan kıyafetler. Bir tiyatro oyuncusunun evi böyle görünüyordu demek. 

"Bunu bana mı soruyorsun?" Halinden tavrından, aklımdan geçirdiklerimin doğru olamayacağını düşündüm ama emin olmalıydım. Nihayetinde o bir oyuncuydu. Hem de iyi bir oyuncu. Nezaket gösterip bana oturmam için bir yer göstermeden kendisi, birkaç gündür  oradan hiç kalkmamış gibi göründüğü tekli koltuğa çöktü. Koltuk çok saçma bir yerde duruyordu. Ne pencerelere doğruydu, ne de televizyona doğru. Dış kapıya uzanan koridora bakıyordu. 

"Sana hala kimse haber vermemiş," Yüzüne bakabilmek için karşısına adımladım. "Olivia yok. Büyük ihtimalle kaçırıldı." Söylediklerime karşılık burnunu kırıştırıp güldü.

"Benimle t*şak geçmeye mi geldin?"

"Seni görmeye meraklı değilim," İncinmiş numarası yapıp kaşlarını alınmış gibi indirdi. "Olivia nerede, söyle."

"Olivia, bebeğim! Kocan seni almaya gelmiş, giyin de yanımıza gel!" diye bağırdı birden içeriye doğru. Koridorun sağındaki ve solundaki kapıya baktım ve aceleyle ikisini de kontrol ettim. Korkudan yüreğim ağzımda atıyordu. O kapılardan birinin ardında Olivia'yı bulmaktan deli gibi korkuyordum. Ama Brandon benimle alay ediyordu. Olivia burada değildi. Onun yanına hızlı adımlarla döndüm ve bir şey söylemeden sırıtan suratına bir yumruk indirdim. 

"Bu alay edebileceğin bir durum değil g*t herif! Nerede o, söyle hemen!" Onu yakasından yakalayıp kendime çektim. Burnu kanıyor, kanı dudaklarına bulaşıp oradan çıplak göğsüne damlıyordu. İki eliyle beni itti, geriye yaslanıp başını yukarı kaldırdı. Burnuna tutması için masadaki kumaş parçalarından birini ona attım. Havada tutup kan akışını durdurmak için onu burnuna bastırdı.

"Ah," diye acıyla inledi. Sinirle iç geçirirken etrafa bir kez daha göz attım, sanki Olivia oraya bir yere saklanmış olabilir gibi odanın her köşesini dikkatle inceledim. Aradığım yalnızca o değildi aslında, ona ait bir şeydi. Ona ait bir şey. Geri dönüp az önce baktığım odalardan Brandon'ın olduğunu varsaydığım odaya girdim. Bu odadaki yatak daha büyüktü ve yatağın yanındaki komodinde Merida temalı bir gece lambası durmuyordu. Dağınık örtüyü kaldırıp altına baktım, onu silkeleyip arasından bir şey düşecek mi diye kontrol ettim. Paranoyaklığımın zirvesini yaşıyor gibiydim. Yastıkları tek tek gözlerimin önüne kaldırdım. Gerçi buna gerek olmadığını sonradan anladım; Olivia'nın saç teli bu yastıklardan birine düşmüş olsa bunu odaya girer girmez fark ederdim. Yine de yeterli gelmedi, yastıkları kokladım. 

Sonra yaptığımdan, aklıma getirdiğim, ihtimal verdiğim şeyden utanıp kendime öfkelendim ve yastıkları odanın diğer köşesine fırlattım. Sonra yatak örtüsünü dağıttım, komodinin üstündekileri tek hamlede bağırarak devirdim. Brandon'ın çalar saati paramparça oldu. Yetmedi, onu ayakkabılarımın altında ezdim. 

"Yastıklarda Olivia'nın kokusu olsa koltukta uyumam herhalde, değil mi?" Brandon kandan sırılsıklam olmuş bezi hala yüzüne tutarak kapıda belirmişti. "Şu prezervatif paketlerinin içine bak, belki oradadır."

Ona doğru yürüdüm, yumruğumu kaldırdım ama bu sefer onu Brandon'ın zaten kan içinde bıraktığım suratına değil kapının ahşap çerçevesine geçirdim. "Uğur parasını ne yaptın? İçinde tek bir dilek kalmıştı? Ne diledin?"

Brandon artık işe yaramayan bezi ayaklarının dibine atıverdi. Burnunu çekti, suratının her yeri kan lekesi olmuştu. "Buraya geldiğinden beri söylediğin hiçbir b*ku anlamadım, Styles. Ne istiyorsan anlayacağım şekilde söyle, sonra s*ktir olup git." Dağılmış yüzüne baktım, içimden bir an özür dilemek geldi çünkü gerçekten olanlardan haberi yokmuş gibi görünüyordu. Ona haksız yere vurdum diye geçirdim aklımdan. Sonra az önce Olivia'nın kokusu hakkında söylediklerini düşündüm ve oh olsun dedim. Az bile yapmıştım.

"Olivia dün geceden beri yok," Önce kaşlarını çattı, gözlerine endişenin yerleştiğini gördüm ama sonra sırıttı. 

"Belki de onu hak etmediğin gerçeği kafasına dank etmiştir. Sonunda." Sert bakışlarım durumun ciddiyetini sonunda ona anlatmayı başarmıştı. Sahte sırıtışı dudaklarından silindi. "Ne olmuş?" diye sordu, burnundan akan kanı elinin tersiyle silerek. 

Bu sefer, "Kusura bakma," dedim gözlerimi ondan kaçırıp. "Seni aramadığını öğrenince--"

"Onu kaçırdığımı mı sandın?" Beni hafifçe kenara itip odasına  girdi. Yerdeki yastıkları alıp yatağına attı. Onlara yeniden yatmayı düşünüp düşünmediğini merak edip burnumu kıvırdım. Yatağa oturmak için etrafını dolaşırken kırdığım saat parçalarının çıplak ayaklarına battığını gördüm. Canı acımıyor gibiydi, mimik dahi oynatmıyordu. İyi rol yapıyordu - sert, güçlü erkek pozları bana sökmezdi.

"Uğur parasını alıp onunla olmayı dilediğini sandım," dedim hızlıca. "Ama haline bakılırsa son yirmi dört saatte onu görmemişsin."

"Onu on dokuz gündür görmedim." Üstü boş kalmış komodinin çekmecesinden bir sigara paketi çıkardı, içinden bir tane alıp dudaklarının arasına sıkıştırdı. Paketi bana da uzattı ama başımı iki yana salladım.

"Hiç konuşmadın mı onunla?" diye sordum, aşırı merakımı gizlemeye çalışarak. "Telefonla filan?"

"On yedi gün önce." 

Aralarında ne geçtiğini merak etsem de sormadım. Bunu Brandon'dan öğreneceğime hiç öğrenmezdim daha iyi. Sigarasının dumanından kaçmak için pencerelere doğru yürüdüm. 

"Onunla dün bu saatlerde konuştum en son," dedim düşüncelere dalarak. "Her şey normaldi. Ne oldu bilmiyorum ama bir anda olduğu kesin. Yoksa Olivia mutlaka bahsederdi." Ona kavgamızdan özellikle bahsetmedim. Olivia'nın  beni kendi isteğiyle terk ettiğiyle ilgili en ufak bir imayı daha kaldıramazdım. 

"Seni terk etmeyi planlamadığına kendini inandırmaya çalışıyormuşsun gibi," Bacaklarını toplayıp oturdu, sırtını yatak başına dayayıp bana baktı. "Oysa bu da ihtimaller dahilinde,"

"Saçmalama," dedim perdenin aralığından dışarı göz atıp. "Willy'i bırakıp gider miydi sence?"

"Seni bırakıp gitmeyeceğinden emin değilsin yani?"

Usanmışlıkla perdeyi kapatıp ısrarcı bakışlarına karşılık verdim. Dişlerimi gıcırdatıp burnumdan derin bir nefes aldım. "Bilmediğin bir şey daha var,"

"Neyi bilmediğimi düşünüyorsan," dedi sigarasından bir nefes alırken. "Emin ol biliyorum." Anlamak için gözlerimi gözlerine diktim; Olivia ona söylemiş olabilir miydi? Saniyeler geçti, Brandon'ın halinden, bakışlarından ve tüm o depresif tavırlarından doğru olduğu anladım, buna ikna oldum. Biliyordu. Acaba on dokuz gün önce mi söylemişti? "Ve onun sırf bu yüzden kalacağını düşünüyorsan, Olivia'yı hiç tanımıyorsun demektir."

"Onu benden daha iyi tanıdığını sanıyorsun, ha?" Ukala çenesini kapatmıştı, şimdi sadece anlamsız bir öfkeyle gözlerini bana dikmişti. "Olivia ile benim... Bizim sahip olduğumuz şeyi asla anlayamazsın." Sessiz kalması kendime olan güvenimi yeniden kazanmamı sağlamıştı. "Sen onu benden daha iyi tanıyamazsın. Kimse onu benden daha iyi tanıyamaz."

Bunun üzerine başını eğdi, sinirden güldüğünü gördüm. Başını iki yana salladı, burnunu çekti. Omuzları da ritimle inip kalkıyordu. Ağlayıp ağlamadığını merak ettim. Onu üzmüş olmak bana hiçbir şey kazandırmamıştı. Nihayetinde onun yardımına ihtiyaç duyabilirdim. Olivia'nın iyiliğini istediğinden emin olduğum sayılı kişiden biriydi Brandon. Yerde kalmış yastıklardan birini alıp onun ayaklarının ucuna attım. "Kalk giyin. Eve gidelim, belki Olivia'dan bir haber gelir."

"Seninle gelmemi mi istiyorsun?" 

"Charlie orada," dedim ama bu yeterli bir gerekçe değildi. Yine de geleceğini biliyordum. Odadan dışarı çıkıp giyinmesi için ona mahremiyet tanıdım. Salona döndüm. Etrafa saçılmış tuhaf kostümlere bakarak, televizyonu açıp Brandon'ın izlediği son şeyleri karıştırarak - hepsi siyah-beyaz klasik filmlerdendi - ve müzik çalarında takılı olan CD'yi çalarak oyalandım. Televizyonu kapatıp benim ancak Disney filmlerinde duyduğuma benzer bir melodisi olan Frank Sinatra şarkısı eşliğinde Brandon'ın hazırlanmasını bekledim. 

...

Akşamın erken saatlerinde polis tarafından arandığımızda hepimiz umutlanıp heyecanlanmıştık. Beklediğim şey Olivia'nın köhne bir barda sızıp kalmasıydı. Çok içmiş ve her şeyi unutmuş olmalıydı. Polisin söylediği tek şeyse, tüm komşuların sorgulandığı ve hiçbir ipucu bulunmadığıydı. Aramaya devam edecekleri teminatını verip içimizi rahatlatmaya çalışmışlardı. Gemma  devamlı uğur parasını neden ona verdiğimi sorup duruyordu. Onu koruyamamış aksine kaçırılmasına neden olmuştu. Onlara anlatamıyordum. Uğur parası Olivia'da olsa ona asla bir şey olmayacağını anlayamıyorlardı. Onu bu olay olmadan önce kaybetmiş olmalıydı. Bunun farkına varamamıştı demek ki, farkında olsaydı bana söylerdi diye düşünüyordum. Yoksa başka bir şey mi olmuştu?

İçimden, Olivia'nın benden bir şey saklıyor olduğu şüphesini atamıyordum bir türlü. İlk önce Brandon'la ilgili olduğunu sansam da bu durumda onun bana bunu söyleyeceğini anlamıştım. Burada herhangi bir kişi bu sırrı biliyor olsa asla susmazdı. Öyleyse ne olmuştu? Sebastian beni bir anlığına korkutsa da birkaç telefonla o pisliğin hala içeride olduğundan emin olmuştum. Polis Olivia'ın iş arkadaşları ve patronuyla da görüşmüştü. Hiçbiri şüpheli bir ifade vermemişti. Olivia ile ortak tanımadığımız bir sürü insan vardı. Son bir yılda evden çok fazla ayrı kalmıştım. Kimlerle görüşüyor, arkadaşlık ediyor pek bilmezdim. Bahsederdi ama isimler aklımda yalnızca o telefon konuşması süresinde kalırdı. Arkadaşlarıyla tanışmak için zamanım olmazdı. 

Onu yalnız bırakmıştım. Benden bir şeyler saklıyor olsa bile anlamayacak kadar uzakta kalmıştım. 

Her şey gibi geride bıraktığı telefonu polisin elindeydi. Telefondan elde edilen veriden de şüpheli bir şey çıkmamıştı. "Peki ya başka bir telefon daha kullanıyorsa?" diye sormuştu Brandon. Her söylediğiyle onun bir şeyler bildiğinden şüpheleniyordum ama o, benim aksime durmadan sesli bir şekilde fikir yürütüyordu. Bu sorusu herkesin birbirine bakmasına ve suspus kalmasına sebep olmuştu. Gemma, bu soru karşısında çaresizce sessiz kalışım yüzünden, bana acıyarak bakmıştı. Dayanamıyordum. Kalkıp yeniden yukarı çıktım. Willy'nin açık kapısından içeri bakıp onun güzelce uyuduğundan emin oldum. Sonra yatak odasına girip ses oğlumuzu uyandırmasın diye kapıyı kapattım. Işıkları açıp titiz bir şekilde odanın her yanını incelemeye başladım. Dün gece olanlara dair herhangi bir iz olmalıydı. Polislerin gözden kaçırdığı bir şey; yalnızca benim fark edebileceğim bir şey. 

Bulamayınca bitkin bir şekilde yatağa oturdum, Olivia'nın kalkıp gittiği tarafa. Ellerimi yanlarıma dayadığımda sağ elime bir şey battı. Kaldırıp baktığımda önce ne olduğunu anlamadım, birkaç saniye sonra, onu yüzüme doğru kaldırıp bakınca bunun bir günebakan tohumu olduğunu fark ettim. İpucu aramayı unutup Olivia'nın önceki gün Willy ile birlikte arka bahçeye günebakan ektiklerini anlattığını hatırladım yeniden. Willy onlara bayılıyordu ve uzun süredir bizden bir günebakan bahçesi istiyordu. Olivia bunu yapmak için beni çok beklemişti. Bir türlü bunun için vakit ayıramamıştım. O da sonunda bunu bensiz yapmaya karar vermişti, onu durduramazdım. İlk söylediğinde biraz gönül koyduğumu söyleyebilirim ama şimdi, avucumdaki tohuma bakarken iyi ki bensiz de olsalar bunu yapmışlar diye geçirdim aklımdan. O anları kaçırdığım içinse kendime kızdım, çok kızdım ve geri alamayacağım şeyler yaptığım için bir kez daha lanet okudum.

Odadan çıkıp aşağı indim, kimseye görünmeden kış bahçesinden geçtim. Arka bahçemize çıktığımda beni serin bir rüzgar karşıladı. Bahçeyi çevreleyen çitlerin ötesindeki karanlık ormana diktim gözlerimi, orada Olivia'dan bir iz bulabilir miydim? Polislerin ormanı arayıp aramadığını bilmiyordum ama mutlaka aramış olmalılardı. Her yeri aramışlardı, herkese sormuşlardı. Gerçekten yer mi yarılmıştı? Olivia bulunmak istemiyor muydu yoksa? Bulunmak istemediği sürece onu asla bulamayacağımı düşündüğümde gözlerim doldu. 

Bahçenin günebakanlar için boş bıraktığımız kısmına gittim, yolda Olivia'nın özenle ekmiş olduğu domatesler yeni yeni çıkmaya başladığını gördüm. Köşede birkaç tane tepecik vardı, çiçekleri buraya ektiklerini anladım. Kenarda duran bidonu alıp tepecikleri suladım. Tohumlar filizlendiğinde, sonra nihayet büyüyüp çiçek açtıklarında onları Olivia ile seyredebilecek miydim acaba?

Bir ses duydum, bir çıtırtı, sonra bir nefes. Arkamda, çitlerin hemen ardında birinin varlığını hissettim. Doğruldum ve bir saniyeliğine gözlerimi kapayıp Tanrı'ya bunun Olivia olması için dua ettim. Ona doğru dönerken gözlerim hala kapalıydı. Gözlerimi açtım, karşımdaki Olivia değildi. 

"Sonunda karşılaştık, yakışıklı."

...

Bölüm MellHerondale 'e ithaf edilmiştir. Sevgin ve desteğin için binlerce kez teşekkürler, seni çok seviyorum, iyi ki varsın! ❤️

Continue Reading

You'll Also Like

524 55 8
sen benim şans meleğimsin ama ben seni kırdım seni yüz üstü bıraktım görünmez kanatlarını parçaladım sen herkezden çok bana güvenirken o güveni boş...
806K 18.6K 56
"Madem çok ısrar ettiniz, o zaman artık bey diyebilirim." deyip gülümsedim, bandı yapıştırdıktan sonra yutkundu. "Boşver beyi." deyip dudaklarıma yap...
17.9K 1.2K 107
KPOP İTİRAF kitabımın devamıdır.
25.4M 904K 78
♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... Edim Demiray. Daha on sekizinde uyuş...