21 / Harry Dayı

55 8 5
                                    

O L I V I A

Uyanırken duyumsadığım ilk şey burnumu dolduran pankek kokusu oldu. Nerede olduğumu unutup bir anlığına evimdeyim sandım, bu sanrının verdiği huzur ve güven duygusuyla gülümseyerek gözlerimi açtım. "Will," dedim özlemle. Yaşadığımı sandığım an aslında bir hatıradan ibaretti. Will ve babası erkenden uyanmış bana kahvaltı hazırlıyorlardı. Kulaklarımda seslerini net bir şekilde duyabiliyordum. 'Sos çilekli olmalıydı baba,' diyordu Will babasına öfkeli bir sesle. Harry'nin onun öfkesi karşısındaki ciddiyetsizliğini kıkırdayarak konuşmasından anlayabiliyordunuz. 'Bana bırak, annen en çok vişneli seviyor.'

Harry'nin yanımda olmaması anının zihnimde daha fazla oyalanmasını sağladı. Bir süre daha öyle aptal aptal sırıtarak yatakta dönüp durdum. Sonra, gerçekten bakmaya başlayınca odanın farklı olduğunu, sadece odanın değil, burasının bambaşka bir dünya olduğunu anladım; daha doğrusu hatırladım. Gerçek olan tek şey Harry'nin yanımda olmaması ve aşağıdan gelen kahvaltı kokusuydu.

Bir şey daha vardı. Çocuk sesi. Hatta çocuk sesleri. Yataktan kaşlarım çatık, ne olduğunu anlamaya çalışarak aceleyle çıktım. Üzerime sabahlığımı bile unutarak hemen aşağı koşturdum. Mutfağa yaklaştıkça sesler de netleşti. Daha oraya varmadan, onları görmeden çocukların Liam ve Noah olduğunu anladım. İyi ama burada ne işleri vardı?

Mutfak kapısının eşiğinde durup manzarayı bir süre seyrettim. Harry ocağın başında tavada pişmekte olan pankekin altını kontrol ediyordu. Çocuklar masada çatal bıçaklarıyla oynuyor, bu sırada birbirlerine sataşıp gülüşüyorlardı. Anneleri, Gemma ortalıkta yoktu. Onun nerede olduğunu anlamak için bahçe kapısına gözüm takıldı ama çok geçmeden nerede olduğunu anladım. Omzuma biri dokundu.

Başımı çevirince onu gördüm, yanımdan geçerken beni hızlıca öptü. "Uyanmışsın," dedi.

"Merhaba," dedim, kelimeyi ağzımın içinde geveleyerek. O sırada Harry de orada durduğumu sonunda fark etti, göz göze geldik. Tek kaşımı kaldırıp ona burada neler olduğunu sordum, omuz silkip "bilmiyorum" demek istedi. Çocuklar bana şımarık şımarık el sallarken onlara yapmacık bir şekilde gülümsedim, birkaç adımda Harry'nin yanına vardım. 

"Ne oluyor?"

Bana cevap vermeden tavayı alıp masaya yöneldi, arkasından bakakaldım. Geri gelmesini beklerken bu durum iyice canımı sıkmaya başlamıştı bile. "Edward çağırmış," dedi kısaca yanıma döndüğünde. Bana bakmadan konuşuyor, bir yandan da tavaya yeni bir hamur akıtıyordu. "Daha doğrusu Gemma'nın şehirde işleri varmış, çocukları buraya getirmesi gerekiyormuş. Sabah onların sesine uyandım," Bana baktı, bir soru sormuş da cevabını bekliyor gibiydi. Bir şey mi kaçırdım diye gözlerimi kıstım.

"Ne dedin?"

"Hiç," Yeniden işine döndü. "Bizim için sorun olmayacağını söyledim. Zaten o da birkaç gün buralarda olmayacakmış."

Bir gece önce konuştuklarımızı düşününce bu söylediği içimi rahatlattı. Derin bir iç çekip gülümsedim. "Güzel," dedim.

"Güzel?" dedi şaşkın şaşkın bakıp. Başımı salladım. "Veda etmek zorunda olmayacağım için sevindim." Söylediğime inanamıyor gibi kaşlarını havaya kaldırdı, sonra başka bir şey düşünüyor gibi başını sallayıp derin bir nefes aldı. 

"Tamam, masaya geç. Kahvaltı yapalım." O elinde tavayla masaya doğru yürürken peşine takıldım. Boş sandalyelerden birine otururken çocuklar sululuk yapmayı bırakıp temkinle beni ve dayılarını (dayıları olduğunu sandıkları Harry'i) izlemeye başlamışlardı. Harry son pişirdiği pankeki benim tabağıma koydu. O sırada Gemma omzuna düşen çantasını düzeltmeye çalışarak hızlıca bize veda etti ve aceleyle bahçe kapısından çıkıp gitti.

the other coin | #tlc2Where stories live. Discover now