13 / Farklı Bir Edward

93 12 10
                                    

H A R R Y

Biri beni sarsmaya başlayınca sıçrayarak uyandım, soluk soluğaydım. Suyun altından çıkmış gibiydim, ciğerlerim boşalmıştı sanki ve onları yeniden havayla doldurmak için çırpınıyordum. Uyanmak acı vericiydi. Gözlerimi kapatmak istiyordum ama bir kuvvet onları zorla açık tutuyordu. Gördüğüm tek şey ise, sarıydı. Her taraf sapsarıydı. 

"Kendine gel, Harry, toparlan." Ses tanıdıktı, tanıdık bir şeye tutunma ihtiyacıyla sesin sahibine baktım. Moira. Büyücü. Her şeyin nedeni ve sonucu. 

"Moira?" dedim, başını salladı. 

"Geldik. Buradayız." Nereye geldiğimizi, nerede olduğumuzu anlamak için bu sefer bilinçli bir şekilde etrafıma bakındım. Gördüğüm sarı şey, şeyler şimdi anlam kazanmıştı ancak. Bir günebakan tarlasının ortasında, daha doğrusu içindeydik. Tepemizde kızgın bir güneş, altımızda sıcak toprak vardı. Geldiğimize ikna oldum ama nerede olduğumuzu hala bilmiyordum. Moira düşüncelerimi duymuş gibi omuzlarımı iki eliyle sabitleyip konuşmaya başladı.

"Olivia'nın geldiği yerdeyiz." Sanki bir günebakanın arkasından o anda yüzünü gösterecekmiş gibi başımı oraya buraya çevirip Olivia'yı görmeyi bekledim. Moira yanağıma hafif bir tokat attı.

"Burada kalmış olmasını beklemiyorsun herhalde. Burası..." O da iki yanına bakıp dudak büktü. "Burası hiçbir yer."

"Neden buraya gelmiş olsun ki."

"Burası evinizin olduğu yer. Yani sizin dünyanızda." Başımı salladım ama bir şey anladığım söylenemezdi. Önemli olan onun bir şeyler biliyor ve anlıyor oluşuydu; yanınızda sizin anlamadığınız şeyleri anlayan biri olduğunda o şeyleri anlamıyor oluşunuzun bir önemi kalmazdı. Değil mi?

"Avustralya'daydık. Nasıl oldu da buraya geldik?" diye sordum, el ele tutuşup ayağa kalktık. Ben etrafımı daha iyi görmeye çalışırken Moira üstündeki tozları silkmeye koyuldu. 

"Olivia ne yaptığını bilmediği için olduğu yerden ayrılamadı. Yani ayrıldı fakat gitmek istediği belli bir yer yoktu, sadece oradan kaçmak istemişti. Bense nereye gitmek istediğimi biliyordum. Kapiş?"

"Yine tüm enerjin gitti, değil mi?" diye sordum onu baştan aşağı süzerek. Saçları birbirine karışmıştı ve üstündeki tozlar ne kadar uğraşırsa uğraşsın temizlenmemişti. Bu haliyle hiç de korkutucu görünmüyordu - evet, genelde korkutucu görünen biriydi - aksine acınası bir hali vardı. 

"Evet. Ne bekliyordun ki?" Terslemesine cevap vermedim, zaten burnundan soluyordu. O kendine çeki düzen vermekle uğraşırken etrafa biraz göz atmak için rastgele bir yöne doğru yürüdüm. Elimi gözlerime siper edip tarlanın nerede sona erdiğini ve orada ne olduğunu görmeye çalıştım. İlk seferde başarısız oldum, gözümün alabildiği son noktaya kadar günebakan doluydu her yer. Kendi etrafımda dönerek ufuk çizgisini dikkatle takip edince sonunda bir açıklık görür gibi oldum. Gözlerimi iyice kıstım, yanılıyor olamazdım. Bu bir yoldu. 

"O tarafa gidelim," dedim Moira'yı kolundan çekiştirip. Görüşümden kaybolacak diye gözümü yoldan ayırmıyordum. Arkamdan gelip gelmediğine bakmadan günebakanların arasına daldım. Gözlerimi bir kez olsun o noktadan ayırmadan hızla oraya doğru ilerledim. Olivia'da burada uyandıysa, o da aynı şeyi mi yapmıştı acaba? Onun adımlarını takip etmeye başlamış mıydım? Bu düşünceyle heyecanlandım, odağımı kaybedip ilk defa omzumun üstünden arkaya baktım. Moira ayaklarındaki topuklu ayakkabıları eline almış bana yetişmeye çalışıyordu. 

Azimliydi, asfalt yola aynı anda ayak bastık. O nefes nefeseydi. Ellerimi belime koyup yolun iki yanına baktım. Bu, geniş bir otoyoldu. Evimizin bu kadar yakınında bir otoyol yoktu, burası gerçekten de hakkında hiçbir şey bilmediğim bir yerdi. Bu düşünce beni bir süreliğine deli gibi korkuttu, atacağım adımları bilememek beni çaresizliğin eşiğine getirdi. Ne yapacağımı bilmiyordum, bu yüzden Moira'ya beklentiyle baktım. O da yolun iki yanına bakıp duruyordu. Önümüzden birkaç araba hızını kesmeden geçti.

the other coin | #tlc2Where stories live. Discover now