27 / Bu Sefer Ağlamak Yok

31 4 0
                                    

O L I V I A

Annem ve kızlara üçüncü kez sarılırken şaka yapmaya çalışarak bunun son olduğunu fısıldadım kulaklarına. Hepsi güldü, ben de gülmek için kendimi zorladım. Bunu espri olsun diye söylemiştim, mutsuzluğumu saklamak için ama bir saniye düşününce doğru olduğunu fark ettim. Ağlamamaya çalışmak yorucuydu. Ağlarsam beni bırakamazlardı, hala iyileşemediğimi anlarlar ve burada biraz daha kalmak için yeniden ısrar etmeye başlarlardı. Gitmeleri gerekiyordu. Ben Avalon'a giderken burada olmamaları lazımdı. Yani onlara veda ediyordum, gerçek bir veda, ama onlar bunun farkında değildi. Bir daha beni göremeyeceklerini bilmiyorlardı. Oysa ben biliyordum ve bunu onlara fark ettirmemeye çalışmak zorundaydım. Bu haksızlıktı.

"Tamam, Paskalya'da bizdesiniz, mazaret istemem," dedi annem arabaya doğru – sonunda – yürümeye başlarken. Onları arabaya kadar geçirmem gerekirdi ama daha kolay olması adına olduğum yerde, veranda basamaklarının başında durdum. Brandon yanımdan geçerken elini omzuma koydu. Gözlerinde yine endişe vardı.

"İyi misin?" diye sordu. Dudaklarımı büzdüm, konuştuğum anda gözyaşlarına boğulacağımı biliyordum. Brandon anlamış olacak ki başını anlayışla salladı. "Hemen döneceğim," dedi, uzanıp yanağıma hafif bir öpücük kondurdu.

Onun centilmen bir tavırla annemin kapısını tutmasını izleyip güldüm. Annem arabanın içinden bana bakıp el salladı, karşılık verdim. Araba geri geri giderken bir kez de avucunu öpüp öyle el salladı. Elimi ağzıma götürdüm ama onun yaptığını yapamadım, elim orada kalakaldı. Parmaklarımı dudaklarıma bastırıp hıçkırığımı zapt ettim. Annemi, kız kardeşlerimi bir daha göremeyecektim.

Brandon geldiğinde hala kahvaltı masasındaydık. Harry, Will'e onun en sevdiği omletlerden yapmıştı: çedar peynirli, kekikli omlet. Will durmadan bir şeyler anlatıyordu. Bizim o olmadan tatile gittiğimize inandırılmıştı. Bunun için gücendiği için başka bize küs davranmıştı ama gönlünü almayı başarmıştık. Kendimi affettirmek için kötü yolu seçip ona beş yıllık ömründe yalnızca bir kere içip tadına doyamadığı şeyi şeyi vermiştim: kola. O konuşurken hep onu dinledik, arada Harry ile birbirimize baktık ama bakışmalarımız çok sürmedi. Gözlerimiz dolacak gibi olduğunda hemen bakışlarımızı kaçırdık. Henüz olacaklar hakkında konuşmamıştık, nasıl konuşacağımızı bilmiyordum. Yapmak zorundaydık, bir şekilde. Öncesinde bolca gözyaşı ve hıçkırık olacaktı ama bu atlatmamız gereken bir şeydi. Will için.

"Haydi gel, Will," dedi Brandon, ilgisiz bir tavırla ağzına bir zeytin attı. Çekirdeğini de yuttuğunu gördüm, Will'i güldürmek için sahte bir öksürük nöbetine tutuldu. "Dostum, benim için çekirdeklerini ayırmanı istemiştim!" Onu cezalandırıyor gibi birden kucakladı, Will gülerek çığlık attı. Kurtulmak için çabaladıkça daha çok gıdıklandı, daha çok güldü.

"Hey, nefes almasına izin ver," dedi Harry. İkisini kıskandığını görebiliyordum. Brandon, Harry'e ters ters bakıp Will'i yere bıraktı.

"Haydi gidip günebakanlara su verelim," Onu bahçe kapısına doğru itti, sonra bize döndü. "Onlarla konuşmanız lazım." İkisi bahçeye çıkınca Harry ile bakıştık.

Ivar buradaydı, burada olduğunu duymuştum. Onunla ilk defa karşılaşacaktım, hakkında bildiğim tek şey Harry'nin beni bulması için yardım ettiğiydi. Harry, Moira'nın onu da kandırdığından bahsetmişti ama kafamı toplayıp ne demeye çalıştığını anlamamış, soramamıştım. Şimdi gidip kendisinden öğrenmenin vakti gelmişti.

Eve döneli üç gün olmuştu ama daha Moira'yı bile görmemiştim. Ev sürekli kalabalıktı, anneler, kız kardeşler, arkadaşlar... Doğru düzgün düşünmeye, plan yapmaya, konuşmaya hiç vaktimiz olmamıştı.

the other coin | #tlc2Where stories live. Discover now