6 / Olivia, Hiç Kimse

123 16 12
                                    

Gözlerimi açtığımla kapatmam bir olmuştu. Kuvvetli bir ışık gözlerimi yakmıştı, gözlerimi sımsıkı kapadığımda bile güneşin sapsarı figürü göz kapaklarıma kazınmış halde uzun bir süre kaldı. Bu sırada tamamen uyandım, vücuduma batan şeylerin ayırdına vardım. Yerde, başımın üstünde bir  çatı olmadan uzandığımı da fark ettim. Merak ve hafiften bir panik duygusu bedenime yayılırken gözlerimi bu sefer temkinle açtım, kolumu yukarı kaldırıp elimi kavurucu güneş ışığına siper ettim. Gerçekten de üzerimde masmavi gökyüzünden başka bir şey yoktu. Kıpırdanıp doğrulmaya çalıştım, çıplak bacaklarıma, kollarıma bir sürü kuru ot battı. Onları silkeleyerek ayağa kalktım, etrafıma bakındım. Yakınlarda hiçbir bina görünmüyordu, evimden iz yoktu. Önümü, arkamı, her tarafımı iyice taradım, kocaman bir günebakan tarlasının ortasında olmalıydım. Gözümün gördüğü en son noktaya kadar sapsarı günebakanlarla doluyla her yer. 

"Şu lanet bozukluk," dedim ufak adımlarla tarlanın içinde ilerlerken, yolumu açmak için kollarımı daima kullanmak zorunda kalıyordum. Çiçekler boyumu aşıyordu. "Beni nereye getirdi böyle?"

Şimdi gündüz olduğuna göre aradan epey vakit geçtiğini düşündüm. Sonra aklıma Willy geldi. Onu çatı katında bırakmıştım. Büyücü onu bulmuş olabilir miydi? Ya bulmadıysa? Willy oradan çıkmayı akıl edebilir miydi? Büyücü onu bulsa ne yapardı? Telaşla adımlarımı hızlandırdım. Bir an önce bu tarladan çıkmam, yolu bulmam lazımdı. Harry'e haber vermeli ve onu hemen yanıma çağırmalı, hayır, eve yönlendirmeliydim. Yön duygumu kaybedince yerimde durup çiçeklerin üzerine zıplayıp yakınlarda bir yol bulmaya çalıştım. Tam olarak göremesem de çiçeklerin bittiği noktayı seçmeyi başardım.  Bir otoyol ya da toprak bir köy yolu olsun fark etmezdi. Beni bir yere götürse, yardım isteyeceğim bir insan bulabilsem yeterdi. O yöne doğru koşmaya başladım, mutlaka bu çiçeklerin arasından çıkacak yolu bulacaktım. Tarlanın sınırına ulaştığımda birkaç dakikadır koşuyordum, tepemdeki güneş beni kan ter içinde bırakmıştı. Şükürler olsun ki burası bir otoyoldu. Tarlayla yol arasındaki toprak zemini geçerken elimi alnıma siper edip yolun iki yanını da kontrol ettim. Bir araba görürsem onu kaçırmak istemiyordum. 

Orada beklemek yerine sağıma doğru yürümeye başladım. Arada arkama dönüp bir araç geliyor mu diye bakınıyordum. Sonunda beni sevinçten uçuran araba ufukta belirdi. Zıplayıp kollarımı açıp kapatarak yola fırladım. Ya duracak ya da beni ezip geçecekti. Yanımdan geçip gitmek için direksiyonunu kırdığında dahi beni bile şaşırtan bir çeviklikte o tarafa atladım. Araba bana çarpmadan durmak için ani  bir fren yaptı ve yolda yanlamasına kaydı. Kendimi sakınmak için dizlerimin üstüne çömelip başımı kollarımın arasına aldım. Arabanın kıç tarafı sırtıma sertçe çarptı, beni ileri attı ama neyse ki ezmedi. Tekerlerin çıkardığı koku burnumu doldururken yattığım yerde kaldım. Kapılar açılıp kapandığında dahi titreyerek sıcak asfaltta yatmayı sürdürdüm.

"Delirdin mi sen,  manyak--"

"Hey, iyi misin? Ona bir şey olmuş, baksana."

"İyi misin, hey?" Biri sırtımı ayakkabısıyla dürtüyordu, arabasının çarptığı yeri ısrarla dürtükleyince acıyla inledim.

"İyiyim!" diye bağırdım yaptığı şeyi kessin diye. "Araban sırtıma çarptı."

"Neden önümüze fırladın? Ölmek mi istiyorsun be kadın?!"

Doğrulup oturdum ve başımda dikilenlere baktım. Biri sarışın diğeri esmer iki adamdı. İkisi de benden küçük görünüyorlardı, yirmilerinin sonlarında olmalılardı. 

"Yardıma ihtiyacım var,"

"O kadarını anladık," dedi sarışın, daha kısa boylu ama daha yapılı olanı. Diğerinden daha otoriter görünüyordu. Beni dürtükleyen de o olmalıydı. Yine de, elini uzatıp kalkmam için yardım eden de o oldu. Beni baştan aşağı süzdü. "Ne oldu sana?"

the other coin | #tlc2Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin