5 / Moira

170 17 23
                                    

H A R R Y

Bugün

Bu her kimse, onun Olivia'nın ortadan kaybolmasıyla bir ilgisi olduğunu daha ilk saniyeden anlamıştım. Tekin bir tipe de benzemiyordu zaten, üzerindeki kıyafetler ve suratındaki şeytani sırıtış bunu açıkça gösteriyordu. Ama beni tanıdığını da anlamıştım, beni tanır gibi konuşmuştu. Ona kim olduğunu sormadan önce, daha önemli olan soruyu yönelttim, kim olduğu umurumda değildi.

"Olivia nerede?" Onu elimden kaçırmaktan korkuyordum, kaçıp gitmesinden... Eğer giderse yakaladığımı sandığım tek ipucuyu da kaybetmiş olurdum. Aceleyle ama onu da ürkütmemeye çalışarak çitin diğer tarafına geçtim. O da bana doğru yaklaşınca endişemin yersiz olduğunu anladım. Kendini bilerek göstermişti, burada olmasının bir sebebi vardı. "Olivia nerede?" diye yineledim sorumu onunla karşı karşıya gelince.

"Bilmiyorum," dedi omuz silkerek; sanki bu çok da önemli değilmiş gibi. Burnumdan soluyarak üzerine yürüdüm. İki eline bana doğru kaldırdı ve görünmez bir şeye çarpıp geriye doğru sendeledim. Ona doğru atılınca bu sefer, görmediğim ama çok net bir şekilde hissettiğim duvara daha fena tosladım. "Yavaş ol, yakışıklı," dedi elleri hala havada.

"Neler oluyor?" dedim alnımı ovuşturarak. Onunla aramdaki mesafeyi koruyarak, temkinle biraz geri çekildim. "Kimsin sen?"

"Adım Moira. Avalon'dan geldim, yüzyıllar önce. Bunca zamandır dileklerinizi gerçekleştirip size şans getirdim." Derin bir iç çekti. "Teşekkür etmene gerek yok,"

"Yoksa sen," Bunu yanlış anlamamın imkanı yoktu, söylediği şey yalnız tek bir anlama gelebilirdi. Bu kadın elimizde kalan uğur parasının içindeki büyücüydü muhakkak. Yine de kendimi sormaktan alamadım. "Uğur paramızın içindeki..."

"Doğru bildin, o bendim. Alaaddin'in cini gibi bir şey beklemiyordun herhalde." Saçını geriye savururken diğer elini beline koydu. "Hayallerinin ötesinde olduğumu kabul edelim."

"Sen neden dışarıdasın?" diye sordum, dehşete düşmüştüm ve bunun yüzümden, sesimden ve duruşumdan belli olduğundan emindim. Bu yüzden alaycı tavrını biraz olsun değiştirdi. Kollarını göğsünde birleştirdi. Yine iç geçirdi, açıklama yapmaktan usanmış gibiydi. Oysa yalnızca birkaç dakikadır konuşuyorduk, ancak birkaç cümle sarf etmişti. 

"Neden olabilir?" Tek kaşını kaldırdı, beni düşünmeye davet etti ama zaten düşünceler zihnime akın etmişti bile. Onun karşımda duruyor olması ancak tek bir şekilde mümkün olabilirdi. 

"Biri son dileği dilemiş," dedim fısıltıyla, elbette beni duydu. "Ancak öyle serbest kalabilirsin," diye ekledim. Başını ağır ağır salladı. Dalga geçmemek için kendini tuttuğu birbirine sıkıca bastırdığı dudaklarından belliydi. Benimle dalga geçmesine fırsat vermek istemiyordum. "Son bir dileğimiz daha vardı." Olivia dileği kullanmış olabilir miydi? Ne için? Dileği kullanmasına neden olacak ne olmuştu? O dileğe böylesine ihtiyaç duyduğu bir duruma ne getirmişti onu? Benimle neden konuşmamış, bana neden söylememişti? "Ne zaman oldu?" diye sordum, diğer tüm sorular beni soluksuz bırakırken. Eğdiğim başımı kaldırıp ona baktım, "Ne zaman çıktın dışarı?" Dudaklarını büzüp biraz düşündü, cevap vermek için bir an bile düşünmesine gerek olmadığını bildiğimden sinirlenmeye başlamıştım.

"Yirmi iki gün..." Gözlerini kısıp gökyüzüne baktı. "Dur biraz. Gün çoktan bitmiş olmalı. Öyleyse yirmi üç gün önce."

Yanağımın içini ısırdım, gözlerimi kapatıp nefeslerimi düzenlemeye çalıştım.  Olivia yirmi üç gün önce son dileğimizi kullanmıştı. Yirmi üç gün önce nerede olduğumuzu, ne yaptığımızı hatırlamak için derin nefesler aldım. "Dileği o mu diledi?" diye sordum umutla, fakat yine de korkudan gözlerimi açmaya cesaret edemeyerek. "Olivia. Dileği Olivia mı diledi?"

the other coin | #tlc2Όπου ζουν οι ιστορίες. Ανακάλυψε τώρα