9 / Andersonlar

122 15 13
                                    

H A R R Y

Havaalanından kiraladığımız arabayı Aminata kullanıyordu, Moira onun yanındaki yolcu koltuğuna geçmişti. İkisi bizim duyamayacağımız kadar kısık sesle sohbet ediyorlardı. Aslında bu daha çok soru-cevap şeklinde ilerlen bir diyalogtu; Moira soruyor, Aminata bazen kısa bazen de dakikalar süren cevaplar veriyordu ona. Dinlemek ve söylenenleri anlamak ekstra bir çaba gerektirdiğinden, yolculuğumu dışarıyı seyredip kendi endişelerimle baş ederek geçirmeyi yeğlemiştim. Brandon yanımda oturuyordu, ikimiz de arabanın arkasındaydık. Sinead bizimle gelmemişti. Bizimle dünyanın öbür ucuna, Sydney'e gelmek için hiçbir sebebi yoktu çünkü.

Londra'dan Sydney'e aktarmasız uçuş yoktu, bekleyecek vaktimiz de yoktu. Uçaklarımızın hepsi rötar yaptığı için -bir uğur param olduğu zamanları deli gibi özlüyordum- buraya varmak neredeyse üç buçuk günümüzü almıştı. Bu üç günde, havaalanlarında birlikte sessizce vakit geçirirken birbirimize katlanmayı öğrenmiştik. Ayrıca o gizemli güçler, her neyseler artık, aradığımız bozukluğun artık bir bozukluk olmadığını da söylemişti. Yani içindeki büyücüyü dışarı çıkartmak için dilek dilememize gerek yoktu; büyücüler paralara hapsedildikleri yerde uyandıkları için yeniden İngiltere'ye dönme zahmetinden de kurtulmuştuk. Şansımızı zorlamamak adına sızlanmamaya çalışıyordum.

Düşüncelerimin yönü değişmişti; artık yalnızca Olivia'nın nerede olduğu, nasıl olduğuyla ilgili kaygılanmıyordum. Aynı zamanda şu hatırlama meselesi de kafamı kurcalıyordu. Boş verdiğimi, umursamadığımı söylerken gerçekten bunu kastetsem de aradan zaman geçtikçe öyle olmadığını fark etmiştim. Tam olarak neler olduğunu, neler söylendiğini, o anda Olivia'nın gerçekten ne hissettiğini bilmeye ihtiyacım vardı, bunu bilmem gerekiyordu. Bunu duymam yeterli değildi, Olivia'nın gözlerinde görmeliydim. Onun gözlerinden neler olduğunu okumalıydım. Tanrım, onu bir an önce görmem gerekiyordu!

"Bunu neden yaptı?" diye birden çıkıştım Brandon'a, dayanamayıp. O da dalgın dalgın yolu seyrettiği için bu çıkışım onu şaşırttı, hazırlıksız yakaladı. Dikiz aynasına baktığını gördüm. Az önce Aminata ile mi bakışmıştı?

"Ne?" dedi ters ters, sanki anlamamış gibi.

"Neden birden her şeyi hatırlamanı istedi?"

"Bunu duymak istemezsin," derken ukala ukala güldü.

"Sırf her şeyi hatırlıyorsun diye beni bırakıp sana mı gelecek? Aklından geçen bu mu?"

"Harry," Moira arkasına dönüp ikimize kısa bir bakış attı. Yeniden önüne dönene dek konuşmadı. "Öfkelenmek için çok geç. Hatırlasana, kendini yoramayacağını söylemiştin."

"Hayır, öfkeli değilim," derken sesimi birazcık yükselttim. "Sadece merak ediyorum. Bilmek istiyorum. Aklındaki ne?"

Brandon derin derin iç geçirdi. "Bunu duymak istemeyeceğini söylemiştim," Tek kaşını kaldırarak bana baktı. "Kendini yalnız hissediyordu."

"Yalnız mı?" diye sordum saf bir merakla. Brandon bana bakmadan başını salladı.

"Doğal olarak," dedi kelimeleri vurgulayarak. "Çünkü onun yanında olmak yerine eski sevgilinle aynı otel odasını paylaşıyordun."

İçim sızladı. Söyleyecek bir şey bulamadan ağzımı açıp kapattım, bana diktiği bakışlardan gözlerimi kaçırdım. 

"Yalnız hissetmek istemiyordu. Biliyorsun," Bana soğuk, suçlayan bakışlarla bakmaya devam ederken söylediklerini tekrarladı. "O gece epey yalnızdı."

"Pek sayılmaz," dedim, dişlerimi gıcırdatarak. "Yanında hiçbir fırsatı kaçırmayan bir parazit vardı."

"Anılarını paylaşmamı istedi. Uğur parasını dudaklarımın arasına almamı söyledi."

the other coin | #tlc2Where stories live. Discover now