29 / Nimueh

35 4 0
                                    

O L I V I A

Birden yanıp aynı anda kül olmuş, toza dönüşmüş gibiydim. Zerrelerim her yere dağılmış gibiydi. Ben. Her yer olmuş gibiydim. Her yer, her şey benimle dolu gibiydi. Ya da ben, her şeyle dolmuş ve taşmıştım. Hiçbir şeye sığmıyordum ama her şey bana sığıyordu, her şeyi içimde taşıyordum.

Vay be, dedim içimden. Demek ışınlanmak böyle bir his.

Sonra, tam da yeniden kendime gelecekken – gerçek manada, tüm zerrelerim yeniden bende birleşiyor gibi bir his kaplamıştı içimi; bir mıknatıs gibi varlığımın her bir parçasını tek tek özüme geri çağırıyordum – tam yeniden ben olacakken göz alıcı bir ışığın içinde kayboldum. Az önce tek başımayken şimdi Ivar ve Moira'yı da görüyordum. Onlar tek parça halindeydi. Muhtemelen ben de öyle görünüyordum ama hissetiğim şey farklıydı. Moira bağırıyordu. Kızgın görünüyordu. Ivar'a baktım, gözleri kapalı, elleri avuçları yukarı bakacak şekilde açıktı. Kendini bir şeye teslim ediyor gibiydi. Onu taklit ettim ve böylece tamamlanma, bir araya gelme sürecim hızlandı ve artık kendimi kendim gibi hissetmeyi başardım. Sonra Moira'nın ne diye bağırdığını duydum. Önce sesi uzaktan geliyordu ama sanki bana yaklaşıyor gibi yükseliyordu.

"HAYIR! BİLMİYORDUM!"

Sesi öyle yükseldi ki yeniden parçalanacağımı sanıp korktum. O zaman bir sorun olduğunu anladım. Moira'yı deli eden bir sorun. Bizi geri iten bir sorun.

Evet, geriye doğru savruluyorduk ve her an daha fazla kendimde hissediyordum. Biraz sonra yeniden el ele durduğumuzu fark ettim. Moira hala bağırıyordu.

"HAYIR!"

Biraz sonra etrafımızda bulanık renklerin hızlıca döndüğünü gördüm. Belki de dönen bizdik. Görüş açıma tanıdık bir bulanıklık girince buna iyice kanaat getirdim. Birkaç saniyede bir evimizin bulanık görüntüsü önümden hızlıca geçip gidiyordu.

Sonra yavaşlamaya başladı, her şey yerli yerine oturdu. Gökyüzünden nazikçe süzülmüş gibi ayaklarım yavaşça yere değdi. Yine de ben bu inişin şiddetini benliğimde tüm ağırlığıyla hissettim. Ayaklarım toprağa değer değmez dizlerimin bağı çözüldü, Ivar ve Moira'yla birlikte yere düştüm. Ellerimiz ayrıldı, boğuluyor gibi oldum, yattığım yerden nefes almak için ağzımı kocaman açtım.

İki saniye sonra Harry yanımdaydı, diğer yanımda da Brandon vardı.

"Olivia!" diye bağırıyordu ikisi de. "Nefes al!"

Harry başımı kaldırıp kucağına koydu, nefes alabilmem için beni doğrulmaya çalıştı. Kendimi sakinleştirmeyi deneyince nefes de alabildiğimi fark ettim. Üzerimdeki ağırlık yavaş yavaş çekildi, onun yerine sadece tükenmişlik kaldı. Hiç hareket edemedim, sadece usul usul nefes aldım. Ve bayıldım.

"ÇABUK ONU BAĞLAYIN!"

Birinin kükremesiyle yeniden gözlerimi açtım. Etrafımda bir koşuşturma vardı. Gözlerimi kırpıştırıp görüntülerin netleşmesini bekledim. Oradan oraya koşturan Harry'di. Elinde kalın bir ip tuttuğunu gördüm, sonra görüş alanımdan çıktı. Baş dönmemin geçmesini beklerken sağıma soluma baktım. Ivar yanımda, biraz uzağımda oturuyordu. Biraz kendinden geçmiş görünüyordu ama az önce bağıranın o olduğunu anladım.

"Ne oluyor?" dedim sarhoş gibi dilim dolaşarak. Ivar başını kaldırıp bana baktı.

"İyi misin?"

"Evet," dedim. Doğrulup zonklayan başımı ellerimin arasına aldım. Gerçekten de sanki paramparça olmuş sonra da tutkalla yeniden yapıştırılmış gibi hissediyordum. "Ne oluyor?" diye sordum, bu sefer daha çok kendimde hissediyordum.

the other coin | #tlc2Wo Geschichten leben. Entdecke jetzt