MELÂL

By snmnurgyk

2.9M 130K 110K

Kanla kazıdığın kelebek dövmesinin üzerini çizdir. Noktalı virgülle değiştir. Bu, devam edecek gibi değil ama... More

《TANITIM》
《1》'KARA GÖZ'
《2》'ŞİZOFREN'
《3》'BELİRSİZ SURET'
《4》'KARANLIK KUTU'
《5》'ZARFDAKİ GİZEM'
《6》'CÜRETKAR HADSİZ'
《7》'RUHSUZ BEDEN'
《8》'UÇURUMDA HAYALLER'
《9》'KATİL'
《11》'BEDENSİZ RUH'
《12》'PAÇAVRA'
《13》'DARAĞACI'
《14》'RUH SANCISI'
《15》'FERYAD-I İNTİHAR'
《16》'SON ÖLÜM'
《17》'EHVENİŞER'
《18》'VİCDAN MEZARLIĞI'
《19》'ELFİDA'
《20》'GERÇEK SANRI'
《21》'RUHSAL ŞEYTANLAR'
《22》'ARAF ÇIKMAZI'
《23》'ÖLÜM MAKAMI'
《24》'KÜL BEBEK'
《25》'RUH İZİ'
《26》'GERÇEK ÖLÜLER'
《27》'ÖLÜLER PUSULASI'
《28》'ÖLÜM ÇANLARI'
《29》'KALBE NEFRET RUHA YAS'
《30》'BUGÜN ÖLÜ, YARIN GÖMÜLÜ
《31》'ORTADA OLAN CANINSA'
《32》'MİNERVA'
《33》'KOR GERÇEK'
《34》'DÜŞÜNMEDEN'
《35》'KANDAN CANA'
《36》'ÖLÜMLE OYUN'
《37》'İRTİHAL
《38》'KAR KÜRESİ'
《39》'KAMELYA'
《40》'YİNE BANA GEL'
《41》'YARIMSIN'
《42》'DUY İSTEDİM'
《43》'ENSENDEYİM'
《44》'HARABE'

《10》'ACININ GEÇMİŞİ'

80.4K 3.8K 2.5K
By snmnurgyk

OY VE YORUMLARINIZI BEKLİYORUM.

SİZLERİ SEVİYORUM ♡

KEYİFLİ OKUMALAR.
SNMNURGYK

Bazı anlar vardır. Hayatınızın kıyameti kopmuştur o anda. Neden ve niye yaşadığınızı sorgularsınız. Bildiğiniz tüm doğrular aslında yanlıştır. Gözlerinizin gördüğünü görmemek için kör olmayı, duyduklarınızı duymamak için sağır olmayı dilersiniz. Kör olmalıydım o zaman. Duyduklarımın gerçek olmasını istemiyordum, sağır olmalıydım.

Babam. Benim babam katil. Gerçek olabilir mi bu? Gördüğüm görüntüler ayan beyan ortada. Günlerdir içimdeki endişenin sebeplerinden biri. Öldüğünü zannedip bu acıyla yanıp tutuşuyorum. Ateşin ortasında cayır cayır yanarken bir cevap arıyorum. Bu mu cevap? Canımı yakan adamın acısının babam olduğu gerçeği mi cevabım?
Benim sorguladığım şey apaçık ortadaymış. Ben ateşler içinde yanarken canım neden yanıyor diye sorguluyormuşum.

Nutkum tutulmuş, öylece karşımdaki manzaraya bakıyorum. Geniş bir oda burası. İki büyük penceresinden gelen ışıkla aydınlanıyor. Odanın ortasında büyük bir çalışma masası var. Üzerinde bir çok dosya ve evrak bulunuyor. Pencerenin önünden geçen, boydan boya hasır ince bir ip üzerine mandalla sabitlenmiş fotoğraflarla öylece duruyor. Soldan başlayarak bakmaya başladım fotoğraflara.

Babam var orada. Kararmaya yüz tutmuş havada siyah büyük bir arabanın önünde dikiliyor. Bu görüntüde her şey normal gibi. Bir sonraki fotoğrafta konumu değişmiş, ormanlık bir alanda durdurmuş arabayı. Hava iyice kararmış, karanlık etrafa hakim olmuştu o fotoğrafta. Öylece sürücü koltuğunda oturuyor. Oldukça düşünceli ve gergin. Diğer fotoğrafa geçtim usulca. Arabanın arka kapısını açmış ve elleri bağlı bir adamı aşağı indiriyor. Nefeslerim hızlanmaya başlamıştı. Babam, bu kadar disiplinli mi işlemişti günahını? Bir diğer fotoğrafta elleri bağlı adamı önüne katmış, alaca karanlıkta arkasından tehtitvari bir tavırla ilerliyordu. Gözüme başka bir görüntü çarptı. Ahşaptan yapılmış bir kulübeden içeri giriyorlar. Görüntüler uzaktan çekilmiş. Babamın bu görüntülerden bir haber olduğu aşikar.

Bir diğer fotoğraf, kulübenin penceresinin uzaktan gösterdiği kadarıyla çekilmiş. Babam, yanındaki adamı arkası dönük bir şekilde diz çöktürmüş ve. Ve elinde silahı var. Silahı adamın kafasına doğrultmuştu. İnanamıyordum. Aklımı kaçırmak üzereydim. Babam, böyle bir şeyi nasıl yapar? Bir sonraki görüntüye bakmaya korkarken buldum kendimi. Baktım. Baktım ve dehşetle karşılaştım. Babam, adamı vurmuştu. Kafasından akan kan zemini kırmızıya boyarken babam öylece başında dikiliyordu.

Bu görüntüyle yer ayağımın altından kayınca kendimi arkamdaki bedene yaslanırken buldum. Daha bakmam gereken çok fotoğraf vardı. Duvarda bulunan iki büyük panoda birçok delil, tarihleriyle yakından, uzaktan ve farklı açılardan çekilen bir sürü fotoğrafla orada bulunuyordu. Bakamayacaktım. Midem bulanmaya başlamıştı. Benim babam bir katildi.

"Hayır. Hayır. Hayır. Gerçek olamaz, hayır." Kolları arasında çırpınırken buldum kendimi. Gördüklerime inanmak istemiyordum. Kendimi buna inandırmamak istercesine kafamı iki yana sallıyor, başımı yerden kaldıramıyordum.

"Senin baban bir katil."

Dudaklarından çıkan sözlerle damarlarımdaki kanın çekildiğini sandım. Söylediği yüzüme bir tokat gibi çarpıyor fakat beni kendime getirmekten çok şuursuzluğa itiyordu. Kafamı iki yana sallayarak sözlerinin zihnimden silinmesinini bekledim.

"Sen bir katilin kızısın."

Hayır dedi içimdeki küçük kız çocuğu. Boynunun bu yükle bükülmesini istemiyordu. İnanmak istemiyordu. Onun babası ilk aşkı da değildi katil de değildi. İlk aşkı olmadığı gerçeğine kendini uzun süre önce acıyla alıştırmış olsa da buna alışmayacaktı. Değildi. Babam katil değildi.

"Kanlı elleriyle kazandı tüm hayatını. Babamın kanı kokuyor parasında."

Yıllar önce kazandığımız huzur, bir ailenin huzursuzluğu muydu? Bir çocuğun babasızlığı üzerinden mi hayat kurmuştuk? Yeni hayatımızın duvarları kanla sıvanmıştı. Babam sıvamıştı. Bir yetimin rıskı geçmişti boğazımızdan. Kim bilir kaç gece babasızlıktan ağlamıştı.

"Hayatınızda babamın kanı var."

İnanmıyorum. Yapamaz. Bu bir kurgu olmalı. Belki bu fotoğrafları kendi ayarladı. Böyle bir şey olmalı. Başka açıklaması olamaz. Olmamalı. Olmamalı ya olmamalı. Ben kimsenin kanına bulanmamış olmalıyım. Benim babam bir katil olmamalı. Kolları arasında çırpınıyordum. Kafamı iki yana sallarken hızla ona döndüm.

"Hayır!"

"Yalan söylüyorsun. Bunların hepsi bir oyun. Yalan söylüyorsun. Yalan!"

Hırsla göğüsüne yumruklarımı indiriyor, kendimi bu olanlara inanmamak için zorluyordum. Benim babam böyle bir şey yapamaz. Kaba saba biri olsa da çok merhametlidir. Babam tavuk bile kesemez ki. Gerçek değildir. Lütfen gerçek olmasın.
Ellerimi göğüsünden çekip hırsla iki yanıma savurdu. Kollarımı iki yanımdan tutup beni sarsıyordu. Yönümü tekrar fotoğraflara doğru çevirirken nefretle soludu.

"Bak! Babana bak. Orada."

"O bir katil."

Nefret dolu sesi canımdan can alıyordu. Bu çok ağır bir yüktü. Fazla büyük bir vebaldi. Ben bu yükle yaşayamazdım. Lütfen, tüm bunlar bir rüya olsun. Kan ter içinde uyanmaya razıyım.

Madem tüm bunlar gerçek neden babam hâlâ dışarda? Bu nasıl bir düzen? Bu ne yaman çelişki?
Başımı yerden kaldıramıyordum. Göreceklerimle yüzleşmeye hazır değildim. Ben hiçbir şeye hazır değildim. Ben daha on dokuz yaşındaydım ya. On dokuz. Tüm bunlar fazla değil mi bu yaşıma?

"Lütfen, rüya olsun. Lütfen."

Kendi kendime mırıldanırken elleri sarsıntısına son vermişti. Öylece duruyordu kollarımda. Derman tüm bedenimden çekiliyordu. Üç gündür yemek görmeyen midem bünyemi oldukça zayıflatmışken tüm bu yaşadıklarım çökmesine sebep olacak cinstendi. Dört günde felaketim olan adamın elinde babamın akıbetini öğreniyordum. Hayatıma bedel ödetmek için giren adam, kendine göre çok büyük bir hakka da sahipti.

Tüm bu olanları ben istemedim. Katil ruhlu bir babayı ben seçmedim. 'Katilin kızı' gibi bir ithama sahip olmak benim tercihim değil. Gözümden damlayan bir yaş, boynumdan süzülerek içime aktığında fark ettim ağladığımı. Göz pınarlarım o kadar alışmıştı ki bu duruma kendiliğinden akıyor, beynim de bu durumu olağan dışı görüp beni uyarmıyordu. Ağlamak, nefes almak kadar sıradandı artık.

"Gerçekler, dedim sana. Kimin canını acıttı." Evet. Söylemişti.

'Gerçekler bakalım kimin canını yakacak. Birlikte göreceğiz.' demişti. Bu cümle onun ağzından çıkmışken benden başkasının hedef olması imkansızdı. Bu kadar canım yanmaz sanmıştım. Acılarımızda her daim birine ihtiyaç duyardık. Ben kimden isteyeceğim dermanı? Acıyı, ruhuma armağan eden adamın kafasına çalamazdım. Boynuna sarılıp acılarımı geçir diyemezdim. Ben sadece kendime mahkumdum. Şu saatten sonra benim için nefes almak bile acı bir gerçekti.

"Şu kareye bak."

Sağ eli çenemi kavramış ve kafamı bakmadığım bir fotoğrafa çevirmişti. Gördüğüm görüntü yüzünden acıyla yumdum gözlerimi. Sıcak iki damla yanaklarımdan aşağı süzüldü. Keşke göz yaşlarım içimi temizleyebilse. Keşke babamın hatasını göz yaşlarım silebilse.

"Nefes alıyor mu diye kontrol ediyor."
Sözleri dudaklarından sızıp havaya yayıdığı an acı damarlarıma hapsolup ruhuma yayılıyordu. Çok zor olmalı. Bir evlat için babasını bu halde görmek katlanılmaz olmalı. Yine de soğuk kanlılığını koruyor. Bu oda ona ait ve o bu odada vakit geçirerek nefretini besliyor. On sene boyunca beslenen bir nefret, benim varlığımı bu dünyadan söküp atmaz mı? Düşüncelerimi kulağıma yaklaşan nefesi böldü. Bu sırada elini çekmiş ve kafamın aşağı düşmesine sebebiyet vermişti.

"Sefaletinin sonunu, kesilen nefesi getirmiş mi diye kontrol ediyor."

Para için mi yapmıştı yani tüm bunları? Ne kadar çaresiz kaldı da bu yönteme başvurdu diye mi ağlamalımıyım yoksa ruhunu kaç kuruşa sattın baba diye mi? Ne hayır gelir ki kanla gelen paradan?

"Sus. Sus artık, sus."
Bilmek istemiyordum. Babamın karaktersizliğine şahit olmak istemiyordum. En çok da babamı düşmanından dinlemek istemiyordum. Gözlerim kararmaya başlıyordu. Hıçkırıklarım odada çınlarken aklımda dönüp duran tek şey annesinin yaşadıklarıydı. Bir kadının ve çocuğun hayatını mahvetmişti babam. Nasıl dayandı bir başına tüm bu olanlara? Göz yaşlarıma ev sahipliği yapan gözlerim acıyla yanmaya başladı. Kalbim küle dönerken sisi içime sinmiş ve ruhumu kasvete boğmuştu.

"Bildiğin tüm doğruların aslında yanlış olması çok boktan bir durum değil mi?"

Evet, öyle. Peki ya bunları hep ondan öğreniyor olmam? O daha boktan bir durum. Düşmanımın acısına yanmak, daha boktan bir durum. Aslında o benim düşmanım değilken benim habersizce onun düşmanı olmam çok ayrı bir acı. Hayatımın merkezine kanserli bir hücre gibi girip tüm benliğimi zedelemesi dayanılmaz. Varlığının kalbimdeki nefreti katlanılmaz.

"Ben senin tüm doğrularına yanlışım."

Kendine olan güveninden taviz vermeyen sesi, kulaklarımda çınladı bir kez daha. Artık kolları arasında durmak ruhuma azap çektirmeye başlamıştı. Kaldıramadığım başımla öylece duruyordum. Babamın yaptığı hatanın mahçupluğu benim dört bir yanımı sarmış, bu utançla kafamı yerden kaldıramıyordum.

"Ben Baran SOYKAN. Acının geçmişinde yanmış ve yakacak olanım."

Son sözleri zihnimde yankılanırken kendimi suçlu hissediyordum. Elime verilen bir elmayı afiyetle yerken elmanın asıl sahibi tarafından azarlanıyor gibi hissediyordum kendimi. Oysa o elmayı ben almadım. Başka biri bıraktı avuçlarıma. Elmayı çalan başkasıyken neden ben azarlanıyordum. Bu esnada beynimde tek bir kelime dönüyordu. BARAN. Celladımın adını tekrarladım sayısızca. Başıma aldığım darbe tazeliğini koruyordu. Dün yaşadıklarımın şokundan çıkamazken bugün öğrendiklerim bünyemi zehirlemişti.

Yaşadığım şok dalgası, bir şırıngayla benliğime naklediliyor, beynimde şuursuzluğa kucak açıyordu. Dönen başımı durduramıyordum. Yer ayaklarımın ardından sayısız kez kaymıştı. Açık olan büyük camdan içeri giren hava bedenime çarpıyor, burnumda şölen yaratıyordu. Kararan gözlerimden sonra bedenim yerle buluşacakken güçlü kollar kafesledi bedenimi. Gözlerim kapanmadan önce bir fotoğraf, ipten kopup ayaklarımın dibine düşmüştü. Gözlerim görüntüyü görüyor fakat beynim olanları doğru dilde çeviremiyordu.

Bilincim hükmüne son vermeye başlamış, zihnim mahşer yerine dönmüş, her kafadan bir ses geliyordu. Her bir seste gözümün önünde başka bir görüntü canlanıyordu. Bu kapıdan içeri girerken zihnimde bir cümle dönüp durmuştu.

'Ya birinin kanı aktı ya da biri kan akıttı'

Kanı akıtanın babam, kanı akanın babası olduğundan bihaber geçirmiştim bu cümleyi zihnimden. Bir cana kıymaz sandığım babamın cehaletiyle çatlamıştı tüm doğrularım. Hayatım ne olacak, kim tarafından nerelere sürükleneceğim bilmiyordum. Bildiğim tek bir şey vardı.

Bir katile baba dediğimdi.

☆☆☆

ARALIK 2009

Aralık, payına düşeni yapıyor, soğuk bir havayla Çarşamba'ya hükmediyordu. Her kesimden insan, kış ayına uygun haraket ediyor, şartlar el verdikçe geçimini sağlıyordu. Onlardan biri vardı ki çok zor günler geçiriyordu. Remzi Altan. Çalıştığı işten yeni çıkarılmış, kızı ve karısına bakmak zorunda olan bir adamdı o. Canından çok sevdiği karısına bin bir güçlükle kavuşmuşken ona iyi bir hayat sunamamak sıkıyordu canını. Selma'sı ile kaderin oyunuyla evlenmişti.

Selma daha gencecik yaşında kalbini yiğit bir yağıza kaptırmış, aşkıyla gözü hiçbir şey görmez olmuştu. Sevdiğine olan hasreti canına tak edince deli cesaretiyle kaçmıştı sevdiğine. Ailesinin onay vermediği bu evlilikte daha nikah kıyamadan abileri tarafından bulunmuştu. Abileri önünene iki seçenek sunmuştu. Ya ölüm ya da evlilik. O zaten evlenmek için kaçmıştı. Onlar izin vermemişti sadetine. O sırada Remzi çıkmıştı işte karşısına. Talip olmuştu. Aynı yerde dip dibe büyümüşlerdi. Remzi zaten yanıktı Selma'ya. Evlenmişlerdi.

Remzi çok seviyordu karısını. Boynunu bükende buydu. İyi bir hayat sunamıyordu karısına. Düşüncelere dalmış ilerlerken iki adam çıkmıştı karşısına. Dikkatlice adamlara bakarken içlerinden biri konuştu.

"Abimizin sana büyük bir teklifi var. Seninle konuşmak için ilerideki arabada bekliyor."

Zor günler geçiren Remzi, acaba önüne çıkan bir fırsat mı diye düşünerek atıldı.

"Ne teklifiymiş bu?"
Sorusunu sorduktan sonra karşısındakilere bakmış, bir cevap aramıştı. Biraz önce konuşan adam tekrar lafa başlamıştı.

"Bir bilgimiz yok. Sadece iletmemiz emredildi."

Bu sözlerin üzerine gösterilen yere doğru ilerlemeye başladı. Beş dakikalık bir yürüyüşün ardından karşısına çıkan siyah limuzinin önünde dikildi. Bir dakika sonra kapısı açılmaya başlayan arabayla gerginliği artmaya başladı. Arkasındaki adam önüne geçerek eliyle arabanın içini işaret etti. Üzerinde tedirginlik olsa bile yine de bindi o arabaya. Karşılıklı koltukları olan arabada bir kişi vardı. Çekingen bir edayla arabaya otururken eski üstü başıyla oldukça sırıtmıştı bu lüks araçta. Karşısındaki adam söze başladı.

"Merhabalar Remzi Bey. Ben Fırat Kaya. Patronumun emri üzerine sizinle konuşmak üzere görevlendirildim."

Adamın ajan gibi konuşması onu süphelendirirken bu adamların onunla ne işi olabileceğini düşünüyordu. Çekingen bir edayla söze girdi.
"Memnun oldum. Ben Remzi Altan. Biliyorsunuz sanırım. Konuşmak isteğiniz konu nedir?" Sorusunun üzerine karşısındaki adam oturuşunu dikleştirmiş, ciddi bir havaya bürünmüştü.

"Bakın Remzi Bey. Patronum size çok büyük bir teklifle geliyor fakat bedeli biraz ağır." Adamın sözlerinden sonra patronunun kim olduğunu ve onu nereden tanıdığını çok merak etmişti.

"Anlayamıyorum kusura bakmayın. Patronunuz kim ve beni nereden tanıyor?" Tedirgin çıkan sesine rağmen kendinden ödün vermemeye çalışıyordu. Ağır olan bedel, ne kadar büyük olabilirdi?

"Üzgünüm bu konuda bilgi vermem yasak. Sadece şunu söyleyebilirim. Sizi bir arkadaşı önermiş. Gözünüzün pek ve ağzınızın sıkı olduğunu belirtmiş." Bu sözler üzerine merak ettiği asıl soruyu sordu.

"Vaadi nedir? Ve bunun karşılığında isteği ne?" Ucu bucağı sınırsız bir vaadle karşılaşıcağından habersizdi. Hayatının kararıydı fakat bedel?

"Patronumuzun rahatsızlık duyduğu bir tanıdığı var. Bu rahatsızlığın sona ermesini istiyor kendisi. Yani anlayacağınız. Temizleyebilir misiniz?"

"Size mükemmel bir hayat vaadi var. Bir şirketin başına geçeceksiniz. Arabanız, isterseniz eviniz olacak. Arsa veya tapu sizin tercihiniz. Polisin bu olaydan haberi olmayacak. Ortaya çıkarsa başka biri üstlenecek."

Adamın söylediklerine bir mânâ yüklemeye çalışıyordu Remzi. Etrafında bunca insan varken neden onu seçmişti. Hiç tanımadığı bir adamı, üstelik daha önce böyle bir iş yapmamış bir adamı. Bu adamlarda gayet iyi yapabilirlerdi bu işi.

"Anlamadığım neden ben? Patronunuz oldukça varlıklı biriyse niçin benim gibi garibanı buldu? Neden tecrübesiz bir insan? Bu işi pekâlâ sizler de yapabilirsiniz." Sözlerini sabırla dinleyen adam, karşılığını vermek için hazırlandı.

"Biz her dâim yanında olan adamlarıyız. Bizden şüphelenme ve peşimize düşme ihtimalleri oldukça yüksek. Ayrıca bizler yeterince mâl varlığına sahibiz. Taze kan arıyoruz. Yeni hayatlara can vermek istiyor patron. Bir nevi günah çıkarma diyelim." Aldığı cevaptan tatmin olmuştu Remzi. Nasıl bir cana kıyacaktı onu bilmiyordu? Aldığı candan sonra yolunda gider miydi hayatı? Paraya çok ihtiyacı vardı ve kafası çok karışıktı. Ortaya çıkmayacağından bahsediyorlardı. Ne yapmalıydı? Düşünceli halini gören adam, sinsice lafa başladı. Oldukça yetenekliydi bu konuda.

"Düşünmek için bir haftanız var. Kolay bir karar değil. Hayatınız değişecek. İyi karar vermelisiniz. Patronumuz kabul ederseniz ikramiye, kabul etmezseniz aramızda sır olarak kalması için bunu gönderdi." dedikten sonra yanındaki bölmeden bir zarf çıkararak uzattı Remzi'ye. Remzi kararsız bakışlar atarken adam kalkmış, yanına bırakmıştı zarfı.

"Zarfın üzerinde numaramız mevcut. Kararınızı bildirirsiniz. Patronla çalışmak oldukça zevklidir." diyerek kibarca kovdu onu adam. Remzi'nin bakışları zarfa düşünce numaraya bakarak aldı eline.

"Haber vereceğim. İyi günler." diyerek indi araçtan. Arabadan inip biraz ilerledikten sonra zarfı açtı ve içindeki mevlaya baktı. On beş bin. İlk defa bu kadar parayı yan yana görüyordu. İkramiye veya sus payı bile olsa oldukça yüksekti. Her halukarda on beş bin lirası olmuştu. O gün iyi bir alışveriş yaptı ve evine gitti.

《☆》

Bir haftayı geride bırakan Altan, bir çok iş toplantısına gitmiş ama bir türlü iş bulamamıştı. Yüce Allah'a inancı sonsuzdu fakat bir süre sonra isyana başlamıştı. Her yerden rıskı kesilmişken ne yapacağını şaşırmış bir haldeydi. Her gün evden 'işe gidiyorum' diye çıkıp verilen parayla 'günlük çalıştım' diyerek eve malzeme alıyordu. Bugün son günüydü. Peki böyle bir veballe nasıl yaşayacaktı? Karısı, kadını yanındayken her şeyi aşardı o. Asla söylemeyecekti ona böyle bir şeyi. Sadece işlerinin birden düzeldiğini bilecekti. Peki kandan gelen hayır olur muydu? Çoğu ünlü iş adamı ya vergi kaçıryor ya da hırsızlık yapıyordu. Kim bilir kaç kişinin ölüm fermanını imzalamışlardı. Böyle düşünerek kendini avutuyor, vicdanını rahatlatıyordu. Başka çaresi yokmuş gibi hissediyor ve kendini yapabileceğine hazırlıyordu. Telefonunu çıkardı ve numarayı tuşladı. İkinci çalışta açılmıştı.

"Teklifinizi kabul ediyorum."

Dudaklarından dökülen bu üç kelimenin daha dönüşü yoktu. Hayatının dönüm fermanını imzalamıştı. Körü körüne bağlandığı bu katliam belki de felaketi olacaktı. Kendisine iki gün sonraya randevu vermişlerdi. Hazırlanarak verilen adrese doğru koyuldu. Bugün büyük gündü. Bir cana kıyacaktı. Verilen adrese gelmişti. Ormanlık bir alanda arabanın içinde geçecekti bu sohbet. O gün konuştuğu adam vardı karşısında.

"Bu işin geri dönüşü yok farkındasın değil mi?" Temkinli bir şekilde sordu sorusunu. Remzi aşağı yukarı salladı kafasını.

"Bu arabanın anahtarı, bu banka hesap cüzdanın. İçinde beş yüz bin var. Şu şirketin hesap dökümleri vs. İşi bitirince gel hepsini al. Ev istemediğini söylemiştin." diye cümlesini tamamladı önündekileri gösterip soru mânâsında konuştuğu sesiyle.

"Evet. İstemiyorum. Kurbanım kim?"

Artık öğrenme zamanı gelmişti. Kimin hayatını sonlandıracak bilmek istiyordu. Ailesi var mıydı? Çocuğu kaç taneydi, bilmeliydi?

"Turan SOYKAN"

"Başarılı bir iş adamı. Piyasada bize rakip olmaya başladı. Tek başına yaşıyor. Yıllar önce karısı terk etmiş. 35 yaşında. Çocuğu da yok. Peşimize kimse düşmez." Söylenenlerden sonra tarihi kesinleştirmek istedi. Kendini en iyi hissettiği anda olmalıydı.

"Ne zaman yapıyorum?"

"25 ARALIK"

Yani yarın. Uygun bir tarihti. Artık her ne olacaksa olsun ve bitsin istiyordu. Yarın sağlam bir şekilde içmeliydi. En azından bile isteye can çekişine şahit olmamalıydı. Bulunduğu yerden ayrıldı ve evine gitti. Sefalet içindeki son günleriydi. Huzur çok yakındı.

Takvimde yaprak 25 ARALIK'TI artık. Akşam üstü bu işi halledecekti. Kavakdibi taraflarında ormanlık bir arazide sıkıcaktı kafasına. Şirketten gönderilen arabayla erkenden evden çıkmıştı. Aldığı bir poşet birayla deniz kenarına gidiyordu. Saat 14.38'idi saat 19.00'de adamı paketleyecekti. O vakte kadar içebilirdi.

Saat hızla ilerlemiş, göstermesi gereken zamana yaklaşmıştı. Kafası güzelleşen Remzi arabayı haraket ettirerek gitmesi gereken yere doğru ilerledi. Adamı Samsun'daki şirketinin çıkışında paketleyecek ve daha sonra da işini bitirecekti. Sarhoşluğun verdiği hazla makas ata ata ilerliyor, yol altından akıp gidiyordu. Gelmesi gereken şirketin yan tarafındaki çıkmaz sokakta pusuda beklemeye başladı. Aracından indi ve kendini duvara siper etti. Neredeyse şehir çıkışında olan bu şirket fazla sessiz bir yerdeydi. Kafasını uzatıp baktığında fotoğrafta gösterilen adamı tanıdı ve duvarın rutübetten kabaran boyasına sırtını yasladı.

Kıvrak bir haraketle eli beline giderken silahını çıkardı. Elinde ters çevirdikten sonra kabzasıyla önünden geçen adamın omur iliğine indirdi. Kucağına bayılan adamı koltuk altlarından tutarak sürüklemeye başladı. Çıkmaz sokağa park ettiği aracına çabucak ulaşıp adamı arka tarafa attı. Kafasını kaldırıp baktığında adamın yerde sürünen bacaklarının çıkardığı izi gördü. Dünya üzerindeki tek iziydi artık onlar. Arka tarafa ilerledi ve baygın adamın ellerini bağladı. Gidecekleri yere kadar ayılabilirdi.

Sinsilik ve disiplinle yürüttüğü planından sonra arabasına atlamış, yola koyulmuştu. Yol azalmaya başladığında içindeki sıkıntının arttığını fark etti. Arkadan gelen seslerden sonra dikiz aynasından Turan'a baktı.

"Bulaştığın adamları tanımıyorsun. Hiçbir şey senin iyiliğin için değil. Sal beni gideyim." Duymak istemiyordu bunları. Bir yola baş koymuş, içindeki sıkıntıya rağmen ilerleyecekti. Gelmesi gereken kulübe yanan ışıklarıyla görüş açısına girdi. Arabayı sınırları çevrilmiş olan arazinin içine park etti ve bir müddet bekledi. Düşünceli ve gergin hali fark ediliyordu. Daha sonra bir hışımla indi araçtan. Arka tarafı dolandı ve kendine yakın yaştaki adamı araçtan çıkardı. Belki de aynı yaştalardı. Çam ağaçlarının gövdesine sabitlenmiş sokak lambalarının aydınlattığı patika yolda adamı önüne katarak yürümeye başladı. Tüm heybeti ve tehtitkar ifadesiyle ensesindeydi adamın.

Işıkları yanan kulübenin kapısını açtı ve içeri adımladılar. Adamın dizlerine attığı tekmeden sonra önünde diz çökmesini sağladı. Birazdan silahını çıkaracak ve kafasına sıkacaktı. Baba yâdigarı, yirmi senelik silahla işleyecekti günahı. Seri halde çıkardığı silahı adama doğrulttu. Emniyet kilit sesi içeriyi doldurduğunda içerideki tek ses aldıkları nefeslerin sesiydi. İçeride bir güzine soba, tahtadan yapılmış masa ve sandalye küçük bir camın kenarında duran, griye çalan bir perde vardı sadece. Kulağında Turan'nın sesi yankılandı. Kelime-i şâhâdet getiriyordu. Son sözleri dilinden döküldüğü vakit kafasına silahı dayadı. Turan dudaklarını kapadığı an hayata gözlerini de kapatmıştı. O silahın çıkardığı acı dolu ses yaktı Remzi'nin içini. Gözleri bir müddet yerdeki cesette kaldıktan sonra ileri geri haraket etmeye başladı. Silah olan elini kulağına bastırıp sesin kulaklarında ki çınlayışını susturmak istedi. Şimdi yapması gereken tek bir şey kalmıştı. Eğilip nefesi kesildi mi diye kontrol edecekti. Elleri şah damarına giderken elinin altındaki damar atmıyordu. Kulağını dayadığı burundan nefes sesi gelmiyordu.

Hızla ayakta doğruldu ve arkasını cesede döndü. Öylece dikilmeye başladı o camın önünde. Kaderinde bu yaşta katil olmak da varmış. Bir canın, canını almıştı o. Artık bir katildi. Bu sıfatı kendinden başkası bilmeyecekti. Artık yeni bir hayatı olacaktı. İçinde bulduğu yerin altına mayın döşemişti o. Daha sonra ise düğmeye basıp patlatmıştı orayı. Ateşin ve dumanın yükseldiği bu yerde göz gözü görmüyordu. Sadece etrafa yayılan duman hakimdi. Birden o dumanların arasından bir adam belirdi. Bu Remzi'den başkası değildi. Elinde tuttuğu silahıyla gölgesi yerde arzı endam ediyordu. Remzi ateşe verdiği bir hayatın, külleriyle inşa etmişti yeni hayatını. Bir tek o alabiliyordu, bugününe sinmiş olan geçmişin kokusunu. Remzi, ateşi sönmeyen bir yangın yerinden, Remzi ALTAN olarak çıkmıştı.

O artık koskoca Remzi ALTAN'dı.

Remzi geçmişin kokusunu yalnız kendi aldığını sanarken geçmişin acısını kızı alıyordu. Geçmiş, acısını kızından almaya ant içmişti.

Peki ya meşhur patron kimdi?
Remzi'ye bunun cevabını asla alamayacağını söylemişlerdi.

Peki, babası ölen Baran'a ne olmuştu?

Remzi'ye niçin çocuğu yok denmişti?

Her şey bir muammadan ibaretti. Remzi yaktığı ateşte yanmaya alıştığında tekrar yakmaya başlamıştı Baran. Baran'ın üzerinden hiç çekmemişti elini patron diye bahsettikleri. Remzi oyununu oynayıp kenara çekildiğinde patron devreye girmiş, Baran'ın gölgesi olmuştu.

Patron oynadığı oyunda kimi kurban, kimi hedef seçmişti?

Biri kurban seçilmiş, biri hedef gösterilmişti. Sonu başı karışmış, ipin ucu kaçmış bir düzendi bu. Düzenin içindeki düzensizlikti geçmişte kalan. Geçmiş, geçmediği için hapsolmuştu iliklere. Kanla beslenen bir acının yok olmasını yine kan mı sağlayacaktı?

Geçmişin acısı yoktu;acının geçmişi vardı.

《☆》

Hayat. Bizim hayatımız. Sürücüsü olmayan bir tren gibi ilerliyordu. Kimin hakimiyetinde olduğu belirsiz, hakimiyetini ne zaman, nerede elimizden bıraktığımız şüpheli olan bir ilerleyiş bu. Nerede durması gerektiğini bilmiyoruz. Hayatımıza dahil olan insanların benliğinden bi haberiz. Bizim irademiz dışında ilerleten kişinin keyfine göre dahil oluyor insanlar hayatımıza. Tren hangi istasyonda duruyorsa oradaki insanlar katılıyor, gitmek isteyenler gidiyordu. Biz ise herhangi bir locada oturmuş giden, bir yolcuyuz.

Trende sıkıntı çıkıyor, bir yerlerde durmaya karar veriyor veyahut sürücünün canı sıkılıyor. Ama biz bunları bilmiyoruz, hissetmiyoruz. Sadece ilerleyen trende öylece gidiyoruz. Bazı hayatlar tam da o trendeki yolcu konumuna atıyor sizi. O yolcudan öteye gidemiyorsunuz. Hayatınızın hakimiyeti çoktan gitmiş, elde eden de o denli alışmış oluyor ki vermek istemiyor. Daha sonrasında bir inkar değilde isyan başlıyor.

Neden?

Evet, kocaman bir neden. Bir süre sonra nedenlerin ardına sığınmak istiyorsunuz çünkü. Tüm olanları bir nedene bağlamak, sonucunu görmek isyorsunuz. Benim hayatımda durum bu. Kendi hakimiyetimde ilerlettiğim hayatıma nerede durduğumu bilmediğim ama kendi irademle hakim olmasını istemediğim biri dahil oldu. Öyle bir oldu ki hakimiyetim de ellerimden gitmiş durumda. Ben sadece gidiyorum. Direniyorum fakat elimden bir şey gelmiyor. Ateşler içinde kalan hayatımı elimi bastırarak söndürmeye çalışıyorum. Yanan bir kibrit olsa eyvallah. Dağlara, taşlara hükmeden bir yangını nasıl söndüreyim ellerimle?

Ailemi karalıyor sanmıştım. İçime şüphe salarak ailemden uzaklaşmamı istiyor sanmıştım. Sandığım şeylerin aslında vâr olan durumlar olması ne acı. Baran, babamı benden daha iyi tanıyordu. Benim hayatıma benden daha hakim. Doğru yanlış birbirine girmişken, doğru yolu gösteren tek kişi. Ben ise bir çocuğun gecelerce hıçkırıklara boğulmasını sağlayan, bir kadının hayatı tek başına sırtlanmasına sebep olan adamın kızıyım? Nefret etmeli miyim kendimden?

Belki de saatler önce bayılmıştım. Bu durumlar o kadar ağır gelmişti ki bilincim, sinyallerini keserek bulmuştu çareyi. Başımdaki ağrıya kolumdan bedenime yayılan acı, eşlik ediyordu. Nedenini bilmiyordum. Dakikalar önce bilincim yerine gelmiş ama yine de gözlerimi açmamıştım. Düşünceler beynimdeki varlığına devam ederken kendimi yangından sonra kullanılmaz hale gelen bir evde, hiçbir tadilat yapmadan oturmak zorunda gibi hissediyordum. Bu düşünce beynimdeyken aslında burnumdan içeri sızmayan bir koku dalgalanıyordu burnumda. Bu yüzden eksik olmuyordu başımda ağrı. Baktığım her yerin isle kaplı olduğunu var sayarak karartmıştım bakışlarımı. Kalbimde çok derin bir ağırlık var. Kendimi öyle kötü hissediyorum ki burnumun direği her daim sızlıyor. Yüzümü buruşturup kafamı iki yana sallarken araladım gözlerimi. Açtığım an sızlayan gözlerimi, birkaç kez kırpıştırarak kendime gelmeye çalıştım.

Gözlerim netliğine kavuştuğunda tavanla bakışırken buldum kendimi. Bakışlarım üzerime indiğimde öylece üstümdeki ince örtüye bakıyordum. Şuursuzluğum hâlâ kendini koruyordu. Burası bana verdiği oda değildi. Doğrulmak için kollarımı üstünde yattığım yere bastırdığımda kolumda hissetiğim baskı, canımı yakmıştı. Dudaklarımdan dökülen acı inlemenin sonrasında koluma çevirdim bakışlarımı. Orada damar yolu vardı. Serum takılmıştı. Kafamı kaldırarak serumu aradım. Hızla kaldırdığım başım yüzünden başıma ağrı saplanınca elimi başıma götürerek bedenimi serbest bıraktım. Başımı ovmaya çalışırken parmak uçlarımda hissettiğim sert doku orada bir bant olduğu gerçeğini ispatlıyordu. Kolumdaki seruma ve başımdaki banda bakılırsa bir doktor kontrolünden geçmiştim.

Etrafa bakındığımda burası bir hastane değildi. Salondaydım. Boydan boya camın karşısındaki büyük koltukta yatıyordum. Benim bulunduğum koltuğun arka tarafında yere paralel olarak iki basmak bulunuyordu. On adım kadar ilerde mutfak kapısı vardı. Bu basamakların sağ tarafı giriş kapısını görürken sol tarafta alt kata ve üst kata giden merdivenler vardı. Yine benim yattığım koltuğun sağında ve solunda karşılıklı küçük koltuklar bulunuyordu. Televizyon izlemek yerine boydan boya camdan manzarayı izlemeyi tercih etmişti.

Tüm bu olanlara anlam veremiyordum. Burda böylece yatmak istemiyordum. Bu kadar olaydan sonra ne olacaktı? Bir planı var mıydı? Tüm bu olanlardan haberdar olmamı sağlamıştı. Peki bu olayların sonu neye varacaktı? Aklımda deli sorular varken tekrar doğrulmayı denedim ve doğruldum. Kafamı kaldırıp karşımdaki koltuğa baktığımda onu görmeyi beklemiyordum. Varlığı, ruhuma korkuyu aşıladığında koltukta gerilemiştim. Dün gece olduğu gibi yine aynı koltukta oturmuş, kristal şişeden doldurduğu sıvıyı bardağıyla içiyordu. Bayıldığımda sabahın erken saatleriydi. Şimdi ise hava kararmıştı. Odayı boydan camın yukarısında tavana sabitlenmiş olan spot ışıkları aydınlatıyordu. Loş ışığın hakim olduğu oda aklıma dün geceyi getirirken kalbim çarpıntısını arttırmıştı. Aynı koltuğun üzerinde yatıyor olmak, korkumu katlıyordu.

Bana yine o ürperten ifadesiyle bakıyordu. Bu sefer sorgulayamamıştım bu bakışları. Cevabını öğrenmiştim. Çok yazık. Koltukta geriye gittikçe kolumdaki iğne konumunu değiştiriyordu. Canımı yakıyordu bu durum.

"Hiç uyanmasaydın."

Bakışlarının aksine alay kokan bir sesle konuşmuştu. Sesini duymak düşüncelerime son vermişti. Kafamı kaldırıp tekrar ona baktığımda şahlanmıştı tüylerim. İfadesinin aksine kullandığı ses tonu 'yağmurlu havada açan güneşi' anımsatmıştı bana. Kendi zıt durumlara ev sahipliği yaparken, beni de kendine benzetmişti iyice.

Tekli koltukta siyahlar içinde oturuyordu. Üzerinde siyah bir kısa kollu varken altında yine siyah bir pantolon vardı. Rahat bir ifadeyle otururken dağılmış siyah gür saçları anlındaki yerini almıştı. Kumral teninde parlayan koyu saçları onu melekleri kıskandıracak güzellikle bir şeytan kılığına sokmuştu. Bayık ve bir o kadar da tehlikeli bakan gözleri korkumu arttıyordu. Spot ışıklarının vurduğu kirpikleri, gölgesini birer ok gibi düşürmüştü elmacık kemiklerine. Etli ve koyu kırmızı dudakları içtiği sıvıya bulanmış, elmas gibi parlıyordu. Keskin çene kemikleri karanlığın içinde sınırlarını çizmişti yüzünün. Kirli sakalları, kusursuz cildinde hafif bir makyaj sunmuştu ona. Boynuna düşürdüm bakışlarını. İçtiği sıvının etkisiyle aşağı yukarı dalgalanıyordu âdem elması. Âdem elmasının kenarında ve kulağının hemen altındaki beni, tıpkı bir dövme misali orada bulunuyordu.

Kendi varlığımla bile bana acı çektirirken kendi varlığıyla da çekmeye başlamıştım. Kusursuzluğunun, benliğimdeki hükmü için kendime kızdım. Sırf sahip olduğu güzellik için ağlayabilirdim. Yüzümü buruşturarak çektim gözlerimi.

"Varlığım. Sana acı mı veriyor?"

Eğlenen sesiyle daha da eğdim başımı. Evet, acı veriyordu. Varlığıyla yanan canıma, kolumdaki serum iğnesinin acısı da eklenmiştim. Sıkılmıştım varlığından. Kanı temizlenmiş ellerimden kaldıramadım başımı. Söylesem ne değişecek? 'Ay kusura bakma. Ben gideyim o zaman' demeyecek ya. Bundan sonrasını bilmek istiyordum. Esaretim ne zaman bitecekti?

"Planın ne? Kimin ellerinde, nasıl bir son bekliyorum?" Sözlerim dudaklarımdan çıktıktan sonra onun kulaklarına ulaşıyordu. Düşman elinde ölümü bekliyordum sanırım.

"Hadi! Sık kafama."

Desibeli yükselen sesimle ona dönerek konuştum. Ruhum düşman elinde esirken kolumu hakimiyeti altına alan iğnenin varlığına lanet ettim. Kızmam, bağırmam gereken onca şey varken ben tüm bunları unutmak için bir iğnenin damarımdaki baskısına takılmıştım. Elim hırsla serum borusuna gitti ve hızla çektim. Elime gelmesini beklediğim boru yerinden oynamazken kolumdan kanlar akmaya başladı. Çığlığım odada yankılanırken konuştu.

"Çok basit düşünüyorsun Altan. Tam babasının kızı."

Zehrini akıtmaya başlamıştı tekrardan. Yerinden doğrularak oturduğum koltuğa doğru adımladı. Üzerime doğru geliyor olması tedirginliğimi arttırıyordu. Başımda dikilmeye başladığında uzandı ve serumlu kolumu kavradı. Diğer elini de serumun ayar kısmına götürerek serumun tekrardan damarlarıma girmesini sağladı.

"Rahat dur! Senin ayılıp bayılmalarınla uğraşamam bir de."
Aniden çektim kolumu elinden. Özgürlüğüne kavuşan kolum yanıma düşerken yeniden kavradım boruyu. Bu kez daha hızlı çekerek çıkardım. Üzerimdeki örtüyü de fırlattım. Birden ayağı kalktığımda başım dönmüş ve koluna tutunmak zorunda kalmıştım. Çareyi yine onda arıyordum. Eli belimdeki yerini alarak düşmemi engelledi. Belimdeki baskısıyla burun buruna gelmiştik.

"Neden intikamını babamdan almadın? Ben şu an burda olduğuma göre niye beni günah keçisi seçtin? Elinde bir sürü delil var Şikayet etsene. Neyin peşindesin?"
Tutunduğum kolunu çekiştirerek döktüm içimi. Yapabileceği en doğru şeyler bunlarken ben neden burada esirdim? Gözlerinin içine bir cevap istercesine bakıyordum.

"Yine çok basit düşünüyorsun." dedi kafasını iki yana sallayarak. Söylediklerimin olmayacağına inandırmak istiyordu beni.

"Büyük yıkım getiren hatalar, basit bedelleri kabul etmez."

"Sen misin adaleti sağlayacak olan? Tamam yap. Ne istiyorsan yap. Al intikamını, hadi. Yıkım getiren bir bedel ödet bana. Tasarladığın planı uygula üzerimde." Yanaklarım göz yaşlarımın hasretiyle yanıp tutuşurken imdadına yetişmişlerdi. Gözlerinin içine baka baka yalvarıyordum, intikamını alması için.

"Zamanı gelince her şey olacak. Varlığımla ödüllendireceğim seni."

Tüm olayları kafasında sınıflandıran, sıralayan bir adamın ellerindeydim. Sonum ne olacak belirsizdi. Hayal kırıklıklarımı sırtlayan omuzlarımı düşürdüm. Beni anlamayacaktı. Anlamlandırmaktan kaçınacaktı. Bu yükle bükülen boynumla indirdim bakışlarımı gözlerinden. Oynadığı oyunda bir üst seviyeye geçmeyi bekliyordu o. Leveli tamamlayıp kilitli oyunu açtığında başlayacaktı yeni oyununa. Kolundaki elimin varlığına son verdim. Kolum bedenimin yanında öylece sallanırken uzaklaşabilmek adına geriye çektim bedenimi. Eli belimdeki varlığına son vermemişti. Kemikli eli gitmeye alıştığı bir yere uzandı. Çenemi kavrayarak kendine bakmamı sağladı.

"Yıkımın kollarında aratacağım sana huzuru."

"Ben, dâima huzursuzluğunla huzur bulan olacağım."

Duyanları kıskandıracak cinsten olan vaatlerine sağır olmayı diledim. Sonum olmaya kendini bu denli bağlamış adamın sözleri ruhumu kamçılıyordu. Parmaklarının kaldırdığı başımla gözlerinin içine bakarken bir damla yaş süzüldü göz pınarlarımdan. Acıyı vâr eden geçmişin koynunda buldum kendimi. Onun acısının geçmişi vardı. Aslında ikimizde o geçmişte aynı şeyin eksikliğiyle sınanmışız. Ortak acıyla yanmıştık. Onun babasının bedeni bu dünya üzerinden silinmişti. Benim babamın kalbimdeki varlığına son verilmişti. İkimizde baba acısını ve hasretini çekiyorduk.
Babamın acısını bana yaşatan yine babamdı. Bu duruma nefret duyarken bir damla daha yaş süzüldü gözlerimden. İnanmasını istediğim bir cümleyi bahşetti dilim kulaklarına.

"Geçmişin haklısı senken;suçlusu ben değilim."

《☆》

[Bölüm Sonu]

MELÂL

23 MART 2020

04.42

SİZLERİ SEVİYORUM

SEVGİLERİMLE
(SNG)

Continue Reading

You'll Also Like

711K 22.1K 23
Sevgiden nefrete dönüşen imkansız bir aşkın hikayesi. "Onlar cehennemi yaşayacak, Aşk cennetin dilinden onlara kalan tek an olarak kalacak, bu aşkın...
10.4K 876 14
Afet, okuduğu kitapların yazarlarına mesaj atmayı seven bir kızdı. Bir gün, onlardan bir cevap alacağını da biliyordu. Ve öyle de olmuştu. Afet hiç b...
249K 7.4K 28
Zaman bir döngüdür. Bazen bir dairenin etrafında dönen iki çubukta , bazen geçmişin ve geleceğin aynı eksende döndüğü iki çarkta. Yelkovanı yaralaya...
4.9M 23.5K 14
"Aşka uyanmak bir gencin en acı dolu deneyimidir" Zorla evlendirilen bir çiftten aşık olmaları bekleniyor... Ancak onlar önce aşkı öğrenmeli. Derin h...