ARMANDO BEHEMOTH

By meryemc

44.2K 5.9K 4.8K

•Baş Şeytan serisinin ikinci hikayesidir. •Yetişkin okurlar içindir. Armando Behemoth'un ölümü talihsizlik do... More

Giz: bir
Giz: üç
Giz: dört
Giz: beş
Giz: altı
Giz: yedi
Giz: sekiz
Giz: dokuz
Giz: on
Giz: on bir
Giz: on iki
Giz: on üç
Giz: on dört
Giz: on beş
Abis: on altı
Abis: on yedi
Abis: on sekiz
Abis: on dokuz
Abis: yirmi
Abis: yirmi bir
Abis: yirmi iki
Abis: yirmi üç
Abis: yirmi dört
Abis: yirmi beş
Abis: yirmi altı
Abis: yirmi yedi
Abis: yirmi sekiz
Abis: yirmi dokuz
Abis: otuz
Abis: otuz bir
Abis: otuz iki
Abis: otuz üç
Abis: otuz dört
Abis: son

Giz: iki

3.5K 320 316
By meryemc

ALANZO BALAAM'ın tüm bölümlerini bitirmeden okumamanızı tavsiye ederim. Eğer direkt okumak istiyorsanız ALANZO BALAAM'daki 'Karakterler*' bölümüne bakmanız gerekir.

İlk 10 bölüm, seneler önce yazılmış ve düzenlenmemiştir.

Yetişkin içerik barındırır ve her yetişkine de uygun değildir.

27 Temmuz, 2020

Besomorph, Six Feet Deep

꧁꧂

Bu dünyada büyümek için yıllara ihtiyaç yoktu.

Ağaçların yükselerek topraktaki acıyı gizlemeye çalıştığı bir ormanda doğdum. Annem, Ramaela, beni çığlıkları arasında yalnızca üç dakikada dünyaya getirdi. O zamandan beri beş yıl geçti ama beni karnında bin yıla yakın bir süredir taşıyordu. Hamileyken ölmüş ve dirilmişti.

Şimdiyse yirmili yaşlarında görünen, çok uzun süredir yaşayan birinin gelişmişliğine ve zekasına sahip olan biriydim. Ne ilginçti dünyaya çocuk, yalnızlığa bilge gibi olmak. Bu büyülü yerde yalnızlık da büyütürdü. Kendinin annesi, babası, arkadaşı ya da eşi olmayı öğrenebilmek yaşlandırırdı. Eğer başaramazsanız da yalnızlıkta kaybolurdunuz.

Denklem son derece basitti.

Önüme konan küçük bardağı parmaklarımın arasına aldım ve yakıcı, ağır içkiyi boğazımdan aşağı yolladım. Göküstü her zaman bir kaçış yeri olmuştu. Mecazi ya da felsefik olarak değil, gerçekten. Soylu meleklerle bir arada yaşamak zordu. Özellikle Gaviel ve Abel, kurallarla beni hapsetmişken ve ben, gördüğüm her yere bir geçit açabiliyorken.

Şu anki görünüşüme sahip olmam doğduktan sonraki iki senemi almıştı. Göküstü'nün sahibi Carlo ile arkadaş olmuş, Leserian olmak için bulunması imkansız olan Palarmo'yu bulmuş ve paralı avcılığa başlamıştım. Sol kolumda, her avımda dallanıp budaklanan hareketli bir ağaç işareti mevcuttu. Fakat yaşadığım bu ikili hayatın eğlenceli olanında beni kimse melek çocuğu olarak tanımıyordu, yalnızca bir Leserian olan Sahja'ydım. Melekler dünyasında ise çok azının bildiği ve sır olarak tuttuğu Rosvka Nadezhda'ydım. Benden nefret ediyorlardı, her ne kadar onları kurtaracak kehanetin başrolü olsam da yasak bir meyveydim.

Melekler, Alanzo Balaam'ın düşüşünden sonra yükselmişti. Rahatça gezinebiliyor, bölgelerini belirliyorlardı. Baş melek Gaviel ve diğer ikinci nesil soylu melekler sayesinde eski üstünlüklerini yakalamaya hazırlardı. Şeytanlar ise Tiamat ve Ciprian Diabolus'un yönetiminde çırpınıyorlardı. Sanırım yeraltında karışıklıklar vardı ki Drayadlar neredeyse iki günde bir şeytan kelleleriyle Gaviel'in karşısına çıkıyordu. Gerçi bunları hep uzaktan, açtığım küçük portaldan izliyordum; soylu melekler dışında kimse yüzümü tanımıyordu. Ben ise sadece iki kişi öldürmüştüm. İkisi de Leserian'lığımı Palarmo'ya kanıtlamak içindi. Aslında şu anda işaretimdeki ağaç vücuduma yayılmalıydı fakat avları etkisiz hale getirip Carlo'ya götürmek daha mantıklı geliyordu. Zaten amacım da buydu: Göküstü'nde herkesten uzakta vakit harcayabilmek, gezmek, arkadaş edinmek. Carlo da edinilebilecek en nüfuslu, eğlenceli arkadaştı. Ama o bile beni Sahja olarak tanıyor, Leserian olarak biliyordu.

Gecenin ikisinde barında oturmamın sebebi de son avımdaki ödülümü almaktı. Yine de bir şeyler olduğunu hissediyordum. İki gün öncesinden beri Göküstü'ne gelen şeytanlar çoğalmıştı, havanın akışı değilmiş ve gecedeki karanlık kendini daha iyi hissettirir olmuştu. Bir haber duymayı bekliyordum.

Göküstü'ne gelen Drayad grubu oldukça kibirli, gürültülü bir şekilde sağ tarafıma oturdular. Özgürce, nasıl şeytan öldürdüklerini ve zevk aldıklarını konuşuyorlardı. Bunu duyan şeytanlar oldukça öfkeleniyor ama Göküstü'nün kuralları dolayısıyla yalnızca geçip gidiyorlardı.

Yalnızca dört saniye sonra müziğin yükselişi duydum. Tüm yaratıklar susmuş, göğüs kafesimizde gümbürdeyen ritim çoğalmıştı. Bakışlar arkamda bir yere kitlenmiş, omzumun üzerinden oraya bakmamı sağlamıştı.

Biri kız olan üç şeytan içeri girdi. Arkalarından bir güç fışkırıyordu, herkes hissetmişti. Gözlerimi kısarak daha dikkatli baktığımda ve onlar da seçilmiş masalara ilerlediğinde kaynağı fark ettim. Soylu şeytan olduğu ve yeni dirildiği belliydi çünkü daha önce yaşasaydı bunu asla kaçırmazdım. Herkesten kendini ayıracak kadar uzun boyu, omuzlarının aşağısına gelen ve ona eski tarz bir hava veren uzun, kömür karası saçları vardı. Üzerine giydiği şey gerçekten de bin yıl öncesinin modasından kalmaydı ve geniş olan vücudunu daha da iri gösteren zırhlarla çevrilmişti.

Onu herkesten farklı kılan gözlerinin turuncu oluşuydu ve renk, hareket ediyordu. Uzağında olsam da bir volkanın patlayışını izler gibiydim. Sert ve uzun çenesi, hafifçe içeri çökmüş yanakları vardı; dolayısıyla elmacık kemikleri bir o kadar belirgindi. Teninin dalgalandığını ve sanki değişim geçiriyormuş gibi titrediğini gördüğümde kaşlarım havalandı ama şeytana hiçbir şey olmadı.

Yüz yıllar öncesinden fırlamış bir şövalyenin asilliğinde yürüyordu. Büyülü merdivenlerden çıktı dokuzuncu kata, ki oraya girebilmek zordu. Üzerindeki ilgiye rağmen son derece rahat bir tavırla yerleşti koltuğa. Carlo böyle bir yeri ona ayırtmışsa gerçekten bir şeyler dönüyor olmalıydı.

Biraz hafızamı zorladım. Soylu şeytanların gözleri onları ele verirdi, kitaplarda okumuştum. Hafızamı zorlayarak hatırlamaya çalıştım. Mesela Diabolus'un siyah, Balaam'ın kırmızı, Tiamat'ın yeşil, Namaah'ın açık sarı, Amon'un lacivertti. Turuncu ise...

Vay vay vay... Gaviel'in baş düşmanı. Armando Bartolov Behemoth.

İçten içe heyecanlandım, karmaşalar bende hep bu etkiyi yaratırdı. Bazıları eğlenmeye devam ediyordu ama şeytanın gülüşünü duyduğumda Drayadların öfkeyle soluduklarını fark ettim.

"Bu da nereden çıktı?" diye sordu, bir tabure yanımda oturan. "Şunların ifadelerine bak, bir şeytan daha dirilttikleri için nasıl da mutlular. Hangi ara oldu bu? Nasıl kaçırdık?"

"Önemli değil. İşini bitirelim." diyen bir diğeri ayağa kalktı. Hepsinin dört bir yana dağıldı ve sinsice yaklaşmaya başladı. Bunu fark eden, işbirlikçi periler de onlara uyum sağladı. Carlo'ya haber vermeliydim muhtemelen ama taburemi çevirerek sırtımı bar tezgahına yasladım ve neler olacağını yüzümdeki alaylı ifadeyle izledim. Drayadları sevmezdim, ölürlerse hiç de fena olmazdı ama şeytanlardan çok daha fazla oldukları için muhtemelen girişimleri başarıyla sonuçlanırdı. En azından soylu şeytan kaçsa da diğerleri ölürdü.

"Bir tane daha doldur." dedim, arkaya doğru. Birazdan her ne olacaksa, bol kanlı olmasını umdum. Elimi kaldırdım, uzattığı içkiyi tuttum. Başımı arkaya atarak yukarı baktım.

Dikkat dağıtmak amaçlı bir perinin yanlarına uçtuğunu ve karşılarında dikildiğini gördüm. Tam hançerini ayakta olan şeytanlardan birinin boğazına ulaştırmıştı ki birden kan fışkırdı. İki büklüm olduğunda midesinden girmiş, sırtını delip geçen metali gördüm. Kaşlarımı çatarak sağa eğildim ve metalin bıçaklardan oluştuğunu, bir yerden uzadığını gördüm. Gözlerim parlak metalin kaynağına ulaştığında bunun, soylu şeytanın kolu olduğunu fark ettim.

Şeytan omzunu geriye attı ve perinin parçalarını silkeleyerek küçülen, bir kol boyutuna döndükten sonra normal görümüne kavuşan uzvu izledim. Eh, bu oldukça... Sıradışıydı. Benim için bile.

Çığlıklar, koşturmalar başladı ve dikkat dağıtma planıyla sinsice yaklaşma olayı suya düştü. Şeytanlar, Drayadlara saldırdı. Dokuzuncu kattan aşağı düşen bedenlerden biri içki dolu bara isabet edip şişeleri kırdı. Biraz uzağıma küçük bir geçit açarak fırlayan camların bana değmeden yer değiştirmesini sağladım.

Canlı müzik devam etti, karmaşadan beslendi. Vücudum kıpırdandı ve ufak bir ritim tutturdu; dikkatleri üzerime çekmeyecek olsa şarkı bile söylerdim o an.

Soylu şeytan bir süre kavgayı izledi, dudaklarında memnuniyeti simgeleyen bir gülümseme vardı. En sonunda ayağa kalkarak aşağı baktı, hemen ardından pistin tam ortasına, ayaklarının üzerine indi. Etrafına kısa süre bakması ve düşmanları saptaması birkaç saniye sürdü. Kolları uzayıp metalleşerek bedenleri delip geçti.

Birden Carlo'nun hızla merdivenleri aşarak indiğini gördüm. Kendini tehlikenin ortasına atmakta üstüne yoktu. Yüzünde hayal kırıklığı ve öfke vardı çünkü kuralı çiğnenmişti. Alanzo Balaam buraya geldiğinde de aynısı olmuştu ve hala bu kural konusu açıldığında küfürler savuruyordu. Şimdi olana bakarsak, üç asır daha şu anki durumu konuşurdu muhtemelen.

Bağırdığını duydum, kavgayı engellemeye çalışıyordu. Elini boğazına koymuş, babası Dionisus'tan aldığı yeteneğiyle sesinin kulakları sağır edecek kadar yükselmesini sağlamıştı. Bir Drayad'ın kendini kaybedip üstüne atladığını gördüğümde Carlo'nun üzerine bir geçit açtım ve Drayad oradan içeri düşerek geçidin diğer ucuna yani Göküstü'nün dışına çıkmasını sağladım. Carlo'nun gözleri beni buldu ve rahatladı, ardından da yardım dileniyormuş gibi baktı.

Başımla onaylayarak ayağa kalktım. Onlarca geçit açtım. Yuvarlak, kenarları koyu mora bulanmış geçitler Drayadları ormanlarına yolladı. Boşta kalan şeytanlar duraksadı, yavaşça küçülüp yok olan geçitlerin kaynağını bulmaya çalıştılar.

İlk fark eden soylu şeytan oldu. Turuncu gözleri neredeyse kıvılcım saçtı ve kolunu kaldırdı. Tek nefeslik bir sürede teni dalgalandı, kolu metale dönüşerek uzadı, üzerindeki bıçaklar sivrildi ve beni hedefledi. Tam göğsümün ortasından geçeceği sırada ellerimi iki yana kaldırabilmiş ve ortalarında hemen sırtımın arkasından bir ikincisi olan geçidin açılmasını sağlamıştım. Kol ikiye bölünmüş gibi görünüyordu, vücudum iki portalın arkasındaydı ama şaşırtıcı olan bu değildi.

Asıl olay, daire şeklindeki geçidin etrafındaki mor ışığın değişimiydi. Mor, beyazla birlikte parlıyordu.

Rengin etrafında beyaz parıltılar oluşmuştu, parmaklarımın arasındaki geçidin farklılığı beni afallattı. Başımı hafifçe çevirerek arkama baktığımda soylu şeytanın kolunun devamının da değiştiğini gördüm. Geçidimin diğer yarısından çıkan metaller, içlerinde turuncu bir alev taşımak yerine mor-beyaz bir karışımla dalgalanıyordu. Üstelik metaller kıpırdanıyor, üzerindeki bıçaklar koldan ayrılıyordu. Birden sivri metallerin etrafa saplandığını gördüm, ardından gerisingeri uzantıya döndüler.

Soylu şeytan kolunu yavaşça kendine çektiğinde ona baktım. Onun gözleri ise kolundaydı, çatık kaşlarla inceliyordu. Kolu, geçitten geri gelince eski haline dönmüştü.

"Soylu şeytanların buraya gelmesini artık yasak-"

Soylu şeytan işaret parmağını dudaklarına götürdü ve "Sus." dedi. Sesi şu ana kadar duyduğum her şeyden farklıydı. Kalındı ama bir kibarlık barındırıyor, tüy ürpertici soğukluğuyla mesafesini belirliyordu. Eli yavaşça sola doğru düştü, gözleri beni buldu. "Sen kimsin?"

"Az önce susmasını emrettiğin kişinin arkadaşıyım. Bu ne demek, biliyor musun?" Etraftaki şeytanların tamamen bana döndüğünü, tek bir emirle üzerime çullanmaya hazırlandıklarını fark ettim. Ellerimi önümde birleştirdim ve asil duruşuna sabırlı bir saldırıyla karşılık verdim. "Carlo'nun da istediği gibi hepinizi buradan def ediyorum."

Şeytan, Carlo'ya baktı. "Efendi Carlo," diye başladığında Carlo şaşırdı. "Drayadların başlattığı saldırıya karşılık kendimi korumakla hükümlüydüm. Yine de verdiğim hasar temizlenecek ve Göküstü, şeytanlar tarafından kutsanacak." Kelimeleri bir rica ama ses tonu emir gibiydi. "Şimdi, az önce yaşananları sineye çekip normal olarak devam etmeyi talep ediyorum. Ve arkadaşınla konuşacağım."

Carlo da ben de böyle bir şey beklemiyorduk. Carlo bana baktı ve gözleriyle, dilini yutmuş olduğu söyledi. Boğazımı temizleyerek Carlo'yu üzerindeki bakışlardan kurtardım. "Dokuzuncu kata, lütfen."

Soylu şeytan diğerlerine "Temizleyin." dedikten sonra hafifçe dizlerini büktü ve yukarı sıçradı.

Carlo bana dönerek ellerini iki yana açtı, ben de aynı şekilde karşılık verdim. Etrafta dolan çalışanlarına ve şeytanlara baktıktan sonra başını iki yana sallayıp oflayarak parmaklarını sahneye doğru salladı. Müzik değişerek yavaşladığında Göküstü boştu ve ritim, Carlo'nun şu anki ruh halini yansıtıyordu.

Dokuzuncu kata portal açarak içinden geçtim, çoktan oturmuş olan şeytanın karşısında belirdim. Dikkatini küçülen geçitten ayırdı ama bunu yapmamasını ister olmuştum birden. Gözleri beni süzmeye yukarıdan başladı. Kirli beyaz, dalgalı saçlarımın dağılışını izledi. Siyah kaşlarım, hemen altında parılayan mor gözlerim ve soluk tenime baktı. Dudaklarım her ne kadar dolgun olsa da rengi gitmiş bir kırmızıydı ama buna takılmadan aşağı indi. Sert, hatlarımı saran kıyafetim sayesinde taşan göğüslerime, normalden fazla belirgin olan belime, kalçalarıma, uzun pantolonumdan ayakkabılarıma varana kadar devam etti.

"Adın nedir, Leserian?"

Bileğime baktım, bilekliklerim işaretimi gizlese de karşımdaki adam fark etmişti.

"Sahja."

"Gerçek adını istiyorum canım." İçimde şaşırmış olsam da ifadesiz kalmayı başararak cevap vermedim. Başını hafifçe sağa eğerek gülümsedi. "Demek bin yıldan uzun zaman geçse de Leserian'lar hala aynı. Gerçek isimlerinin bir değeri varmış gibi saklıyorlar."

"Değeri yoksa sormaya da gerek yoktu-..." Saygı bir silahtır. İçimden tekrarlarken bir yandan da aynı karşımdaki şeytanın yaptığı gibi başımı eğdim. "Üstelik lafı dolandırmadan söylemek son yıllarda revaçtadır. Öneririm."

Tehlikeli bir şekilde öne eğildiğinde savunma pozisyonu aldım, o ise tek taraflı gülümseyerek tekrar arkasına yaslandı ve tek kolunu koltuğun başlığına attı. "Aşağıda olan hakkında bir fikrin var mı, Leserian?" Kolunun portaldan geçtiğinde oluşan gelişim ve renk değişiminden bahsediyordu. "Güç birleşimi deniyor. Oldukça nadirdir. Son yedi yüz yılda bir kere görüldü."

Az çok bilgim olduğu için şaşırmamıştım, bana denk geldiği için gizli bir şaşkınlık yaşıyordum. Tepkimi belli etmedim ama benden bir şey dememi bekliyordu. Çok olağanmış gibi davrandım. "Konuşma buraya kadar mı yoksa devamı var mı?"

"Ölmek isteyen biri gibi durmuyorsun, ama saygıdan fazlasıyla yoksunsun."

"Beni konuşmaya çağırdığına göre öldürmeye niyetin yok." dedim, son derece sıkılmış bir tavırla.

"Doğru. Bir teklifim var. Hem seni öldürmek yazık olur gibi." derken bakışları üstümde dolaştı. Ardından sustu ve sabrımı sınadı. Ona sormamı beklediği açıktı ama yalnızca izlediğimi fark edince kaşlarını kaldırmakla yetindi. "İki gün önce diriltildim. Ne yardımcım, ne de dünyanın yeni şekli hakkında bir bilgim var. Bunun için bir Leserian uygun." Gözlerime bakarken rengi incelediğini fark etmiştim. "Güç birleşiminin sonuçlarını da incelemek istiyorum. Fazlası olup olmadığını merak ediyorum."

Fırtınamı içimde yaşadım. Öncelikle, bir şeytanla güç birleşimi yaşamak oldukça ironikti. İkinci olarak, o şeytanın yanında iş teklifi almak soylu meleklere kalp krizi geçirtirdi. Son olarak da... Bu efsane bir şanstı: Şeytanların dünyasına girebilme fırsatı.

"Bir çıkarımda bulunayım öyleyse." Ellerimi arkamda birleştirerek rahat bir pozisyon aldım. "Şeytanların izin almayacak kadar 'dediğim dedik' olduklarını biliyorum. Teklif eder gibi davranmak oldukça göstermelik ama takdir ettim." Tek kaşımı kaldırdım. "Yine de soylu şeytanların yardımcı aldıklarını bilmiyordum."

"Genelde tercih edilmez." Dilini üst dudağında gezdirişini izledim. Hım... Şey... Etkileyici bir havası vardı. Neyse. Bir anlığına eskiden nasıl bir karakteri olduğunu merak ettim. Onu yalnızca Gaviel ile yaşadıklarından tanıyordum, sınırlıydı yani. "Ama baş şeytanların yardımcıya ihtiyacı olur." Bu seferki şaşkınlığımı saklayamadığımda yüzünde bir zafer belirdi. Ne yani, iki gün önce dirilmiş soylu şeytan birden baş şeytan mı olmuştu? "Bir sadakat sözü sonrasında sana görevi verebilirim."

"Peh... Hiçbir şeye yeminimi vermem."

Şeytana sadakat yemini tenime işlemezdi en başta, üstelik eğer soylu meleklerden biri fark ederse başım belaya girerdi. Şimdi bile şeytanla konuşuyor olmak yanlıştı. Neyseki odam dışında bir yere gideceğime ihtimal vermeyen melekler şüphelenmezdi. Çünkü portal açabilmem için diğer yerde önceden bulunmuş olmam lazımdı. Ben ise doğduğum andan itibaren dirilen meleklerden birinin kucağında, bulutlara taşınmıştım. Bilmiyorlardı ki o zamanlar henüz bir bebek olsam da gözlerimi açtığım ormanı hatırlamış, dünyayı keşfetmeye oradan başlamış ve geçidimi ilk oraya oluşturmuştum.

"Birleşimi keşfetmeden gitmene izin vermem, Sahja." dedi, asil duruşunu ciddiyetle harmanlayarak. Bu onu görkemli göstermişti. "Zorla ya da anlaşarak, benim için fark etmez. Sadece adil davranmayı deniyorum."

Son cümlesinde takılı kalmış, zaman kazanmak için onu hiç umursamamış gibi yapmıştım. "İsmimi yanlış telafuz ettin. H'yi okumadan olacaktı." Doğrusunu tekrar söyledim ama daha önce duymuştu, bilerek yanlış söylediğinden şüphelenmiştim. "Sahja."

"Takma isimlerin önemi olduğunu sanmıyorum."

Dudaklarım alayla kıpırdandı. "Öyle mi? İkinci adını kendinin eklediğini duymuştum. Sırf ilk ismini duymak istemediğin için. Bartolov da takma bir ad oluyor."

Bunu Gaviel anlatmıştı ve ona her Armando diye seslendiğinde öfkeden gözünün döndüğünden bahsetmişti. Genel bir bilgiydi, özel olarak bildiğimle herkesin bildiği arasında filtreleyerek konuşmak biraz zordu. Pot kırma ihtimalim vardı ve karşımdaki kişi anında algılayacak kadar dikkatliydi. İşaretimi fark edişinden belliydi.

"Yanlış bilgi. Ama Leserian'lar sadece avları konusunda bilgi toplar." dediğinde saniyeliğine donakaldım. "Hakkımda oldukça fazla bilgiye sahipsin gibi hissediyorum. Biri seni bizim için mi tuttu?"

Çıkarımı karşısında etkilendiğimi itiraf etmeliydim. Tüm soylu şeytanlar hakkında oldukça sağlam bilgilere sahiptim ve olur da bir gün karşılaşırsam kullanabileyim diye öğrenmiştim. Kimse beni onlar için tutmamıştı ama hedefimde öldürmek yok değildi. Ne de olsa kaderim buydu. Babam Phaldor kulağıma fısıldamıştı: Şeytanları parçalayacaksın, hakimiyetlerini hükümsüz kılacaksın.

"Hayır." Olabildiğince dürüsttüm çünkü yalanın kokusunu alacak kadar sahtekar bir havası vardı. "Önceden her şey hakkında bilgi toplarım. Bir emir aldığımda araştırmakla vakit kaybetmemek için."

"Güzel." Elini uzattı. Anlaşmasını kabul edeceğim kısımdaydı hala. Söz veremezdim.

"Kabul etmediğimi belirttim." Birkaç küçük portal oluşturdum."Bunlardan yüzlerce yaratabilirim, hiç de yorulmam. Beni nasıl yakalayacaksın?"

"Yakalamak istediğim kişiyi hep bulurum. Zamanım bol. Belki bir asır sürer ama başarırım, seni temin ederim. Ama sonrasında kaçaklara sabırlı davranmam. Hatta şu anki kibarlığım tamamen rolden ibaret, söyleyeyim de." Birkaç saniye başka yere bakarak düşündü. "Yine de anlaşmayı gözden geçirebilirim." İlgimi cezbedişi hoşnut olmasını sağladı. "Sana her gün tek bir soru soracağım: İhanet ettin mi? Cevap vereceksin. Yalan söyleyip söylemediğini anlayacağıma emin olabilirsin."

Çok tehlikeli olduğunu biliyordum. Sorusu biraz değişse bile benden ifşa niteliğinde cevaplar alabilirdi ama gücüme güveniyordum. Kaçabileceğimi biliyordum.

"Benim de bazı şartlarım olacak." dediğimde açıkça şaşırdı. "Söyleyeceklerimi ve tavrımı asla yumuşatmam. Gün içerisinde kaybolabilirim. Bunların kabul edilmesi gerek."

"Yardımcıma karşı saygı sınırını biraz iterim, belki de hiç olmaz fakat diğerine gelirsek..." Geçitleri ilgiyle incelemeye devam etti. Kolları, dikenli ufak metallerle ürperip dalgalanıyor ve portalları denemek istiyordu. "Sadece bir tane ışınlanma büyüsü yapabilen şeytan var, diğerleri ölü. Bir yere gitmek istediğimde yanımda olman lazım. Ortalıktan kaybolacağında haber verip geleceğin zamanı belirtirsen anlayış gösterebilirim."

Gerçekten mi? Hiç kabul edecek biriymiş gibi durmuyordu. Gerçekten de güçlerimi ve onunkiyle birleşince neler olacağını öğrenmek istiyor gibiydi.

"Gösterebilirim." diye tekrarladım. "Gösteririm değil."

Yakalayışıma karşılık gözlerini kıstı. "Evet. Ne sikimse."

Bir an kaşlarım çatıldı. Küfüre karşılık yüzüm buruştu.

Bu bir şans mıydı yoksa kabus muydu, bilmiyordum. Eğer kaçarsam bir şekilde beni bulur ve meleklerin yerleri ortaya çıkabilirdi. Özellikle Abel beni boğarak öldürürdü ama eğer elimde bilgiler ve kozlarla karşılarına çıkar, nasıl bir anlaşmanın içerisinde olduğumu anlatırsam kehaneti başlattığımı düşünürlerdi. Gaviel'in buna bayılacağını biliyordum.

Ne varki niyetim bu değildi. Çünkü melekler benden yardım istemiyorlardı; bu saatten sonra da istemelerinin önemi yoktu... İki tarafa da diğeri hakkında bilgi vermeden yaşayabilir, birbirlerini yemelerini olayın içinde olup da uzaktan izleyebilirdim.

İşte bu yalnızlığa ve dışlanmışlığa çareydi. İhtiyacım olandı.

"Elini sıkmayacağım." dedim. Bir şeytana dokunmak istemiyordum, olabildiğince kaçınacaktım da. "Ama anlaştık."

Son sözümle birlikte etrafımda koyu turuncu bir duman gezindi, tenime değdi ve beni onayladı. Göğsümün biraz üstünde, sağda bir amblem belirdi. Turuncu alevlerle sarmalanmış bir şeytan mızrağıydı bu rozet.

"Cehenneme nasıl geleceğim?"

Beni cevaplamadı çünkü düşünürsem bulacağımı biliyordu. Buraya gelmeleri ışınlanma büyüsü yapabilen şeytan sayesinde olmuştu ve tüm şeytanlar iletişim halinde olduğundan, bir sözüyle geri dönebilmesi gerekirdi.

Aslında baş şeytanın cehennem tarafından ayrıcalıklı, sadece cehennemde kullanabileceği güçlere sahip olduğunu sanardım. Sanırım yeni dirildiği için böyle olmuştu.

Şeytanına seslenmek yerine sordu: "Geçitlerin gördüğün yere mi yoksa hissettiğin yere mi açılıyor?"

"Daha önce gitmiş olduğum bir yer olması lazım."

Gözlerinden, düşünüyor, bir şeyleri tartıyor olduğunu fark ettim. Sabırla bekledim.

"İlk deneme. Dokun." diyerek elini bana doğru uzattı. "Cehennemi avuçlarımda hissedebilirsin."

Tereddütümün ikimiz de farkındaydık. O muhtemelen gücüme güvenmediğimi düşünüyordu ve güç birleşiminin bunu yaptırıp yaptıramayacağını merak ediyordu. Asıl gerçek, gerçekten de temastan kaçınma arzumdu. Tenimde meleklerin dokunuşunu, annemle babamın izini fark edebilir miydi? Varlığından bile haberdar olmadığım bir işaret taşıyor muydum? Bilmiyordum.

Yine de risk aldım çünkü saklanmaktan nefret ederdim. Hayatım boyunca beni saklamaya çalışmışlardı, ben de başardıklarını düşünmelerini sağlamıştım.

Parmak uçlarım avuç içine değdiği anda bir sıcaklık hissettim. İçime doğru yayılan alevler ağzımı kuruttu. Oradaki gücü, saklı kibri ve ortalığa saçılmış acımasızlığı hissettim. Gözlerim devrilerek kapandı. Soylu şeytanın uzun parmakları elimi kavrayıp avucuna bastırınca nefessiz kaldım.

Neredeyse gözümün önünde canlandı. Yerin metrelerce altında bir hükümdarlık gördüm. Her şeyden uzakta, toprak ikiye bölünmüştü. Hala kazılmaya ve genişlemeye devam eden bir krallık vardı. Çalışanlar elleri kazmalı ruhlardı, bomboşlardı ama canları acıyordu. Yer altının bazı bölümlerinden alevler fışkırıyor, bazıları ise basılacak zeminden oluşuyordu ama cayır cayır yanıyordu. İki yanda sert topraktan duvarlar vardı, çapaların onlara vurduğundaki yankısını duyuyordum. Sanki yerin metrelerce altında bir cehennem kazısı var gibiydi. Burası upuzun, birçok yola açılan ve asla güneşi görmeyen bir yerdi.

Yüzüme sımsıcak bir hava çarptığında gözlerimi açtım, sol elim havaya kalkmış ve portalı oluşturmuştu. Portalın etrafı cızırdayan beyaz-mor renkle kaplıydı. Geçitten, kocaman bir taht gözüküyordu. Tahta su çarparmış gibi lavlar çarpıyor, şiddetle kopan parçalar tahtla birleşiyor ve geçen her saniye onu daha görkemli kılıyordu. İskelet ve ateşle yapılmıştı, her yerine turuncu rengi hakimdi ama hiçbirinin tonu soylu şeytanın gözlerininkiyle ölçülemezdi.

Elimi ondan ayırarak geçidi açık tutmaya devam ettim. Yaptığım şeyin büyüklüğü beni yorgun düşürse de kısa sürede toparlanamayacak kadar bitkin değildim. Geçidi açabildiğim için saklayamadığım bir heyecana ve gurura kapılmıştım. Bu demek oluyordu ki şeytanın gördüğü her yer için portal oluşturabilirdim.

Etrafta dolaşan, portalı fark eden birkaç şeytan dikkatle buraya yaklaştı. Ardından da yanımdaki şeytanı gördüler. Başlarını eğerek geri çekildiler, beklediler. Hepsi normal bir şeytan gibi görünüyordu.

"Bin yıldır burada olmamanı anlarım ama etrafaki şeytanlara bakarak biraz kılık kıyafet fikri edinebilirdin." diye fısıldadım, kimsenin duymayacağı şekilde. Portaldan gözlerini çekip bana baktığında rahatsız oldum. Bu renge alışmak uzun sürecekti ama o kadar yanında olur muydum, bilmiyordum. "Yardımcın olarak ilk işim kıyafetlerin, Efendi Bartolov."

Gözleri dudaklarıma doğru indi, takma adını dillendirirken iki kere 'o' şeklini alışını arsızca izledi. "Bilgilerimi tazelemem gereken birçok konu olduğunu biliyorum, Leserian. Bununla başa çıkabileceğini umuyorum."

Continue Reading

You'll Also Like

31.2K 894 7
Deli, Deli Kız, Şurina, Şurimşine, Pervane kitaplarıyla ülkemizin sevilen ve çoksatan yazarı Gülsen Kılıçaslan, yeni romanı Bütün Kuzgunlar Siyahtır...
25.3K 3.9K 37
Memur bir kızın çözmesi gereken vaka için gittiği ormanda karşılaştığı şeylerin hayatını değiştirmesine sebep olmasını anlatan bir kurgudur Alıntı; O...
130K 5.6K 13
"MARDİN'DE AŞK" Birbirlerine olan aşklarını ifade etmek için konuşmaya gerek yok . Belki de sessizlik, kalplerinin birbirine daha da yakınlaşmasına...
7.7K 359 14
işle aşkı karıştırsak en fazla ne olur?