MELÂL

By snmnurgyk

3M 130K 110K

Kanla kazıdığın kelebek dövmesinin üzerini çizdir. Noktalı virgülle değiştir. Bu, devam edecek gibi değil ama... More

《TANITIM》
《1》'KARA GÖZ'
《2》'ŞİZOFREN'
《3》'BELİRSİZ SURET'
《4》'KARANLIK KUTU'
《5》'ZARFDAKİ GİZEM'
《6》'CÜRETKAR HADSİZ'
《7》'RUHSUZ BEDEN'
《8》'UÇURUMDA HAYALLER'
《10》'ACININ GEÇMİŞİ'
《11》'BEDENSİZ RUH'
《12》'PAÇAVRA'
《13》'DARAĞACI'
《14》'RUH SANCISI'
《15》'FERYAD-I İNTİHAR'
《16》'SON ÖLÜM'
《17》'EHVENİŞER'
《18》'VİCDAN MEZARLIĞI'
《19》'ELFİDA'
《20》'GERÇEK SANRI'
《21》'RUHSAL ŞEYTANLAR'
《22》'ARAF ÇIKMAZI'
《23》'ÖLÜM MAKAMI'
《24》'KÜL BEBEK'
《25》'RUH İZİ'
《26》'GERÇEK ÖLÜLER'
《27》'ÖLÜLER PUSULASI'
《28》'ÖLÜM ÇANLARI'
《29》'KALBE NEFRET RUHA YAS'
《30》'BUGÜN ÖLÜ, YARIN GÖMÜLÜ
《31》'ORTADA OLAN CANINSA'
《32》'MİNERVA'
《33》'KOR GERÇEK'
《34》'DÜŞÜNMEDEN'
《35》'KANDAN CANA'
《36》'ÖLÜMLE OYUN'
《37》'İRTİHAL
《38》'KAR KÜRESİ'
《39》'KAMELYA'
《40》'YİNE BANA GEL'
《41》'YARIMSIN'
《42》'DUY İSTEDİM'
《43》'ENSENDEYİM'
《44》'HARABE'

《9》'KATİL'

81.8K 3.8K 3.9K
By snmnurgyk

OY VE YORUMLARINIZI BEKLİYORUM.

SİZLERİ SEVİYORUM ♡

KEYİFLİ OKUMALAR.
SNMNURGYK

Gecenin bir yarısı ortasında dikildiğiniz odanın penceresinden dışarı baktığınızda, kendi suretinizi sunar size gece. Gece alaca karanlığını doldurmuştur o camın arkasına. Gecenin koynunda bir siz varsınızdır orada. O camın önünde siz varken arkasında bir bilinmezlik vardır. Kör olursunuz kendinizden başkasına. Bu, umut ışığının gözünüze indirdiği perdeyle eşdeğerdir. Bu yüzdendi kendimi o evde yalnız sanmam. Camın hemen arkasındaki düşmanımdan bihaber özgürlüğüme koşmam. Halbuki oradaydı. Ben kendi varlığıma boğulmuşken,o varlığımla dalgasını geçiyordu. En ufak umuda gözümü karartacağımı bildiğindendi bu tavrı.

O, umutlarımı boğazıma yumru yapacak kadar aşağılık bir adamdı. Gece her daim düşmanı bağrına basıyor, sarıp sarmalıyordu bir sır gibi. En çok da suçun üstüne seriyordu karanlık giysisini.

Umut ışığım, fenerini gözümden çektikten sonra gerçeklerin tokatını atmıştı hayat bana. Düşmanım sözlerinin zehrini kanıma kattıktan sonra bedenimi bir kağıt parçası gibi ileri savurmuş, dudaklarımın boynundaki temasına son vermişti. Bilinçli yaptığım bir şey değildi. Beni kendine o muhtaç etmişti. Yakınlığı o vermişti. Dengemi sağlayamayıp taşlı zemine düştüğümde avuç içlerime saplanan taşların acısı, kalbimi taşlayan şeytanın ruhuma işlediği acıyla aynıydı.

Saçlarım görüş alanımı azalttığında bakışlarım ayakkabılarındaydı. Onurumla aynı seviyedeydi bedenim. Taşlı zeminle bir bütün olmamı sağladıktan sonra dizlerini kırarak yanıma çömeldi.

"Bir daha boş hayallere kapılma. Hayatındaki varlığımı unutma." dedi görüş açımı kaplayan saçlarımı ensemde toplayıp kafamı biraz kaldırmama sebep olarak.

"Hayatındaki gerçekliğimi kavra. Yoksa uçurumdan düşen taşlar değil sen olursun." diyerek tamamlamıştı sözlerini. Gözlerime bakabilmek için kafamı biraz daha kaldırmıştı. Çekmiyordu saçlarımı ancak bu hareketi saç diplerime acıyı bağışlamıştı.

Gözleri korumaları buldu. Kafa işareti yaparak gitmelerini söylerken hedefi tekrar bendim. "Varlığımın sorgulanmasını hiç sevmem. Özellikle de güç bendeyken." Tehditini zihnime ilettikten sonra saçlarımı serbest bırakmıştı. Uçurumla burun buruna kalmak başımı bir hayli döndürmüş ve ben ellerinin çekilmesini algılayamıştım. Bu da kaşımın taşla buluşmasını sağlamıştı.

Hissettiğim acıyla dudaklarımdaki çığlık gökyüzüne karışmış, ben ise kolumdan tutularak yerden kaldırılmıştım. Ne şakınlığımı yaşayabiliyordum ne acımı. Hayatım, gergin yaydan çıkan bir ok gibi hızla ilerletiliyordu. On ikiden vurmasını istediği hedef ise yine hayatımdı. Durdurmaya çalışsam elim, bıraksam hayatım parçalanacaktı. Sıkışıp kaldığım bu yer araf mıydı yoksa azap mı? Arabanın önünde durmuştu. Dönen başım dengemi sarsarken bir damla kan göz yaşlarımın önceden çizdiği yolu takip ederek yanağımdan süzüldü. Kanın varlığıydı acımın bilinçsizce artmasını sağlayan.

Kolumu bırakarak arabanın diğer tarafına doğru adımladı. Sürücü tarafının kapısını açarak kendini içeri attı. Yerimden kımıldayamıyor, yaşadığım şoku üzerimden atamıyordum. Kornaya bastığında yerimden sıçramış, arka kapıya doğru adımlamıştım. Misafir koltuğunun camını indirerek,

"Öne." diye sert bir dille seslendi. Şuursuzluğum yüzünden yavaş hareketlerime hız kazandıramıyordum. Sabrının tükendiğini sertçe kapattığı kapının sesinden anlarken yanıma gelmişti. Kapıyı açıp beni kolumdan çekiştirerek içeri fırlattı.

"Şoförün müyüm ben senin?"

Sesindeki şiddetin iki misliyle kapıyı örtmüş, sürücü koltuğuna yerleşmişti. Arabanın lastiklerinin çığlığı içimdeki çığlığa eşlik ederken hızla yola koyuldu. İçimde yarattığı enkazın tozu içimi yakmaya devam ederken arabanın lastikleri de tozu dumana katıyordu.

Kucağımda birleştirdiğim ellerim ve şoku üzerinden atamamış bedenimle sükunetime devam ediyordum. Kaşımdaki sızıdan bir damla kan süzülmüş, kucağımda birleştirdiğim elime damlamıştı. Bu durum arttırmıştı huzursuzluğumu. Bir damla daha kan düştü elime. Bir tane daha. Bir tane daha. Ve bir tane daha. Son damlaydı sükunetime sağlam darbeyi indirerek parçalayan. O son damlayla birlikte kopup gelmişti içimdeki hıçkırık.

Dudaklarımdan dökülen hıçkırıklar gözyaşlarıma karışırken kendime hakim olamıyordum. Özgürlüğüne kavuşan her hıçkırıktan sonra hızını arttırıyordu. Sanki bunu bekliyormuş gibi sanki yanında acı çekmiyormuşum gibi devam ediyordu yoluna.

Ellerimle yüzümü kapatarak bastırmaya çalıştım duygularımı. Kurtulmak istediğim yaralanabiliyordum. Ortada olan usulsüzlüğe ses çıkardığım için ölümle tehtit edilebiliyordum. Ne yaptığımı bilmeden ruhuma açılan derin yaralara rağmen esir tutulabiliyordum. Ailemden hâlâ haber alamamıştım. Başlarına bir şey geldi mi bilmiyordum. Miran'ın kokusu burnumda tütüyordu. Çok ağır değil mi tüm bunlar? Neden? Kim için ve ne için alınıyor tüm haklarım elimden?

Parmaklarım yarayla temas ettikçe keskin sızılar artıyordu başımda. Biraz da kendim yakmak istedim canımı. Acıyla yanıp yok olsun istedim canım. Bu yaptığım hiçbir işe yaramazken ben onun aksine zevk almıyordum acı çekişimden.

Yol akıp giderken acılarım akıp gitmiyordu. Hıçkırıklarım sessiz iç çekişlere döndüğünde başımı koltuğa yaslamış, ondan en uzak olan köşeye sığınmıştım. Sessizliği yarıp ilerleyen iç çekişlerim, onun içini yarıp ilerleyemiyordu merhametine ulaşabilmek için. Yine sınanıyordum merhametsizliğiyle. Umarım ilerde elinden kurtulduğumda biri elleriyle alıp beni merhametsizliğinin ortasına atmaz, göz göre göre sebebim olmazdı. Zira bu adamın merhanetine bırakılmak cinayetten başkası değildi.

Aradan geçen on dakikanın sonunda hapishanem bakış açıma girmişti. Manzaya karşı olan otomatik kapı iki yana açılmış, bahçeye giriş yapmıştık.
Arabasını park ettikten sonra dışarı çıkmış, arkasından gelip gelmediğimi umursamadan eve doğru adımlamıştı. 'Sıkıyorsa kaç' demekten başkası değildi bu. Onun oynadığı bir oyun olmadığı sürece burnumu bile uzatamazdım. Bunu bizzat kanıtlamıştı.

Arabadan indim ve annesini takip eden bir civciv gibi peşinden ilerledim. Uzun süreli oturmanın ardından harekete geçen beynim sarsıntısına devam ederken büyük bir depremin habercisi mayetindeydi bu. Kapıyı açıp içeri girdiğinde bende peşinden girdim. Salonun ortasında parçalara ayrılmış vazo görüş açısına girdiğinde arkasını dönmüş, ters bakışlarının ağırlığında ezilmemi sağlamıştı. Bulunduğumuz katın ve üst katın kapılarının tamamen açık olması, birinin bir şey aradığını tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyordu.

Her ne kadar yukarı çıkmaya takatim olmasa bile merdivenlere doğru adımladım. Geçtiğim yollara olan alışmışlığım bile canımı sıkıyordu. Ben ona ait olan hiçbir şeye alışmak istemiyordum. Bana verdiği odanın kapısının önünde durduğum sıralarda zihnimde bir söz yankılandı.

'Tilkinin dönüp,dolaşıp geleceği yer yine kürkçü dükkanı.'

Biraz hava almamı istedi sanırım. Daha sonrada aldığım havayı boğazıma tıkmak istedi. Bu sözdeki kahramanlar biz olmamalıydık. O ve ben bir cümlede biz zamiriyle kullanılmamalıydık. Ben artıysam o eksiydi. Ve şöylede bir gerçek vardı ki eksi her zaman artıyı yutardı. Tek dileğim pisliğine bulaşmadan, benliğimden olmadan buradan kaçmaktı.

Odanın içine girdim. Yeni fark ettiğim balkon camının önündeki
tek kişilik koltuğa geçtim ve oturdum. Daha önce hiç nail olmadığım manzaraya bakıyordum şimdi. Kararmaya yüz tutmuş havanın ev sahipliği yaptığı manzaraya.
Karşılıklı iki dağın en tepesindeydik. Dağların ortasında bir su akıyordu ve bu görüntü nefes kesiciydi. Yer yer karın düştüğü bu dağ, orta yaşlı bir adamın başına düşmüş akları anımsatıyordu bana.

Dağların gözyaşları ise bir yolda buluşuyor ve gözyaşı havuzuna kadar akıyordu. Dağın hüznü, kederi ırmakta doluşuyor, bazıları buhar olup uçuyordu. Elimi uzatsam dokunacakmışım gibi görünen bulutlar ayrı bir hoşluk veriyordu manzaraya. Hayatım haricinde her yer, her şey mükemmeldi. Hayatıma bulaştırmışlardı felaketi. Ellerime düşürdüm bakışlarımı. Bu eller kanlıydı. Kendi kanım bulaşmıştı, bulaştırılmıştı ellerime. Kendi sonumu getirmemi mi istiyordu acaba. İnce ince mi işliyordu bu fikri zihnime?

Ailem, dahası annem ve Miran. Onlara zarar verdiys ince ince işlemesine gerek yoktu. Tek bir sözüyle yaşamamın anlamı kalmayacaktı zaten. Miran geldi aklıma. Dümdüz saçları, bal yanakları, siyah gözleri. Nasıl da bakardı bana boncuk boncuk. Soldurmamıştır değil mi gonca gülümü? Beni parçalara ayırsın ama ona dokunmasın.

İsmini bile bilmediğim bir yabancıyla aynı evi paylaşıyordum. Körelmiş bir baltayla odun kesmek gibiydi elinden kurtulmam. Pas tutmuş merhameti engeldi beni bırakmasına.

☆☆

Aradan geçen onca zaman rağmen oturuğum yerden kalmamış, karanlığın etrafa hakim oluşuna şahitlik etmiştim. İçine düştüğüm bu belirsizlik sillesi beni yiyerek bitirirken inceldiği yerden kopsun ümidiyle kalktım ayağa. Kopsun, kopsun ki başka yerlerde incilmesin. Ne halde olduğumun, nasıl göründüğümün bir önemi yoktu artık.

Yokuştan aşağı sürüklenen bir araçtan farksızdım. Ne olursa kabulümdü. Ya o aracı durdurmayı başarırdım ya da parçalara ayrılırdım. Odadan dışarı çıktığımda açtığım kapıların kapatılmış olduğunu gördüm. Biraz daha ilerleyerek merdivenlerden de inmeye başladığımda salonun ortasındaki parçalar toplanmıştı. Ev artık eski görüntüsüne kavuşmuştu. Onun aksine benim oluşturduğum hasarlar çabucak giderilebiliyordu.

Odadan çıktığım andan itibaren burnuma dolan koku, bana arkası dönük yarı çıplak oturan adamın duş aldığı gerçekliğini kanıtlıyordu. Yormuştuk değil mi bugün beyimizi?
Adımlarım onu gördüğüm an da yavaşlarken karşısında nasıl duracağımı soruyordum kendime. Çok değişik bir etkisi vardı insan üstünde. Derin bir nefes alarak yanına doğru adımladım. Yaklaştıkça görüş alanımı kaplıyordu bedeni. Tam arkasında durduğum vakit sesi kulaklarımı doldurdu.

"Yukarı!"

Yüksek sesi olduğum yerde sıçramama sebep oldu. İyi de bu adam beni nasıl fark etti? Bacaklarım benden bağımsız bir adım geri gittiğinde söylemek istediklerim aklıma gelince bu eylemden vazgeçtim. Bacaklarıma hız kazandırarak tam karşısında yerimi aldım. Kafasını kaldırmadan kirpiklerinin altından bana baktığında koşarak uzaklaşasım gelmişti. Uzun kirpiklerinin altından kapkara gözleriyle bana bakarken nefesim kesiliyordu.

"Söylemek istediklerim var. Bir dinle beni." diyerek kendimi açıklamaya çalıştım. Kaşlarını aheste bir yavaşlıkla çatarken tahammülsüzce konuştu. Varlığıma olan katlanamaz tavrı nefes almamın bile gözüne battığını düşündürüyordu. Öyleyse beni neden bırakmıyordu?

"Uzatma. Yukarı git."

Elindeki bardağı kafasına dikerek kestirip attı söylediğim cümleleri. Üzerine kendi söz söyledi. Küçük masanın üzerindeki içki şişesi yarıyı geçmişken hâlâ içiyor oluşu pek sağlıklı görünmüyordu. Sözleriyle yüzümü buruştururken söze başlamıştım.

"Düzgün konuş benimle. Dinleyeceksin beni."diyerek sesimi yükselttim. Bu eylemimle dudaklarına götürdüğü bardağı sertçe masaya vurmuş, hafif eğik durduğu koltukta arkasına yaklaşmıştı.

"Bağırma. Sikeceğim şimdi anlatacağın şeyi." diye tısladığında ses tonu aklımı kaçırmama sebep oluyordu.

"Karşında bir insan var farkında mısın?" diye sinirle soluduğumda bacaklarını iki yana ayırarak daha rahat bir pozisyona geçmişti. Işıkları kapalı odayı, boydan camdan içeri giren ışık aydınlatırken burada kafayı yemek üzereydim.

"Değilim." diyerek kafasını biraz daha dikleştirmişti. Sakinliğinin altına gizlediği tehditlerle delirmek üzereydim. Sinirle ellerimi saçlarıma geçirdiğimde kendime hakim olamaycaktım.

"Beni delirtmek mi istiyorsun? Gör artık beni, gör. Bir açıklama yap bana ya, düzgün bir kaç kelime dökülsün dudaklarından. Kafayı yemek üzereyim. Görmüyor musun?"

Sitem dolu sözlerim, acıyla dudaklarımdan döküldüğünde laf anlatmaya çalıştığım adama baktım. Bunları bana yaşatan kendisiyken yaptıklarının farkına varmasını istiyordum. Yaptıklarını bilinçlice yapan bir adama neyi, ne kadar anlatabilirsem artık?

"Sikimde mi sence?"

Cümlesi pişkinliğine pişkinlik katarken, sinir benliğimi ele geçiriyordu. Sanki bilerek yapıyordu. Cümlelerini kasıtlı seçiyordu.

"Artık olsun. Artık verdiğin zarar umruda olsun. Olanları bilmeye hakkım var. Benim bir çok hakkım var. Sen beni böyle sindiremezsin."
Yüreğimde bir volkan oluşturan sözler, lavlarını fırlatıyordu yüzüne karşı.

"Hayırdır?"

"Sana bir şey yapmıyorum diye mi bu tavrın?"

Kafasını cevap beklercesine sallayıp bir gözünü de soru sorarcasına kırparken söyledikleri bunlardı.
Dudaklarından dökülen biçimsiz lafları hiçbir kalıba sokamıyordum. Mantıklı bulmaya çalıştığım her yerden elimde kalıyordu. Bana hiçbir şey yapmıyormuş. Mantıksızlığın fışkırdığı cümleye anlam veremezken söze başladım.

"Bana hiçbir şey yapmıyorsun." dedim elimle kendimi gösterip. Dudaklarımda beliren tebessüme engel olamamıştım.

"Patlamış kaşım, morarmış anlım, kolum, bileğim, taşlarla dolu avuç içlerim, parçalara ayrılmış metal sağlığım. Sen gerçekten bana hiçbir şey yapmamışsın."

Bunların hepsini söylemiştim kafamı aşağı yukarı sallayarak. Söylediklerime kendimi de inandırmaya çalışıyordum. Vereceği tepkiyi ölçmek için ona baktığımda dudaklarını araladı.

"Yapmış mıyım? "dedi bu sefer benim dudaklarımdaki tebessüm onun dudaklarına bulaşmıştı. Neye gülüyor bu ruh hastası? İçinde bu yaptıklarının hiçbir şey olduğuna inanan birisi vardı. O bana hiçbir şey yapmamıştı.

"Hâlâ bir şeylerin farkına varamadın değil mi?" diyerek gözlerimin içine baktı derince.

"Tüm bu iddia ettiklerin, devede kulak değil. Farkında değilsin."

Söylediklerinin gerçekliğine inanmamı istercesine bakıyordu yüzüme. 'Hafife alma beni' diye haykırıyordu gözleri.

"Ben sana ne yapabilirim ki? Benim sana gücüm yeter mi? Bırak gideyim. İşlemediğim suçun günahını yıkma üzerime. Bıktım artık senden, yoruldum iki günde. Bırak beni artık."

Yalvarırcasına konuşuyordum. Yine ve yeniden. Sözlerim üzerinde hiçbir etki yaratmazken konuşmanın sehri bir yükseliyor bir alçalıyordu. Kanıma bahşettiği korku zehriyle uysallaşırken gamsızlığıyla delirebiliyordum. Bardağındaki içkiyi tazelediğinde alkol kokusu başımı döndürmeye başlamıştı artık.

"İlgimi çekmeyen cümleler kuruyorsun."

"Git, uyu bir köşede. Hadi."

Yine basmaya başlıyordu damarıma. Belirsizliğime ışık tutmamakta kararlıydı. Oturduğu koltuktan kalkmıyor, benim için kılını bile kıpırdatmıyordu. Söylediklerimi sadece duyuyor, anlamlandırmamakta ısrar ediyordu.

"Pislik yapıyorsun. Yapma."
dedim içimdeki öfkeyle. Bir insan bir insanı bu kadar bunaltabilir mi ya? Böyle bir şeye hakkı var mı?
"Bana bak. Ben sabırlı bir adam değilim." demişti her bir kelimesine vurgu yaparak.

"Haddini aşıyorsun. Aşma. Şimdi son şansını kullan ve siktir olup çık yukarıya." Niye dayanamıyor burada bulunmama? Niye tahammül edemiyor varlığıma? Karşılıklı duyguları yaşıyoruz. Neden kavuşturmuyor beni kendi hayatıma?

"Keşke sadece sabırlı olamasaydın. Aynı zamanda adam da değilsin."

Düşüncelerimi vurmuştum bir çırpıda dilime. Söylemeyip pişmanlığını yaşayacağıma, söyleyerek cezamı çekerdim. Zihnimden dökülenler dilimden sonsuzluğa kavuştuğunda oturduğu yerden kalkmış, sakin hareketlerle üzerime adımlamıştı.

"Kanıtlamamı ister misin? Sağlam delillere sahibim."

Cümlesini kurduğunda başıyla aşağıyı işaret etmiş, kolumdan tutarak beni kendine yaslamıştı.
Yaşananların ciddiyeti, dilimden dökülenlere savaş açarken korkuyla uzaklaşmaya çalıştım.

"Aileme zarar verdin mi?"

Yakınlığı aklıma o geceyi getirdiğinde sormam gereken soru dökülmüştü dilimden. Cevabına çok ihtiyacım olan bir soruydu. Vermesi için ayaklarına kapanabilirdim.

"Baban ölümle şereflendirilecek bir adam mı?"

Bu cümleden çıkarmam gereken sonuç neydi? Ölümle şereflendirmediğine göre öldürmemişti. Bana el uzattığı yetmezmiş gibi ailemede dil uzatıyordu. Hadsizlikte kaçıncı seviyeydi bu?

"Bilmem. Şeref seviyesinin seninkinden yüksek olduğu ortada ama."

Dışımdaki ürkek ceylanın aksine içimdeki aslan sonumu hazırlamaya ant içmiş olmalıydı. Sözlerimin ağırlığı benim içimde bile boşluk oluşmasına sebep olurken adam beni ciddiye almayan ifadesine devam ediyordu. Takındığı bu sakin tavır içimi delip geçerken karşısında sakin kalabilmek mümkün değildi.

"Şeref sahibi baban hazırlayacak sonunu."

Izdırapların en büyüğüydü sahip olduğu ses tonu. Öyle bir işliyordu ki tüm hücrelerime 'sen insan değilsin' dese inandıracak cinstendi.
Ailemden şüphe ettirecek, ailemi sorgulamama sebep olacak kadar etkileyiciydi. Gerçekten tüm suç babamın olabilir miydi? Aramızın çok iyi olduğu söylenemezdi ama düşmanım değildi onun gibi. Cümlesini kurarken adımını üzerime atmış, bir adım gerilememe sebep olmuştu. En azından bir sorumun cevabını almışken gitmeliydim.

"Kendini inandırdığın yalanlara inanmaya devam et. Bırak beni. Gideceğim."

Bir insanın yalanı konuşmadan önce o yalana kendini inandırması gerekirdi. Öyle inanmış olmalı ki beni de o bataklığa çekmek istiyor, aileme düşmanlığını benimle paylaşmak istiyordu. Asla ona isteğini vermeyecektim. Uzun boyundan dolayı ona aşağıdan bakarken heybetli vücuduyla da kendimi böcek gibi hissediyordum. Yanında ağacın gölgesine sığınmış bir tavşan gibi durduğumun farkındaydım.

"Kanıtlayamayacağım hiçbir şey dilimden dökülmez."

Her bir kelimesinden sonra bana doğru bir adım atmıştı.
Duymak istemiyordum artık bunları. Gitmek istiyorum.

"Gitmek istiyorum. Bırak."

Kelimeler dudaklarımdan çıktıktan sonra attığı adımla geriye giderken bacaklarım koltuğun kenarıyla buluştu. Gidebilecek bir yerim kalmadığından hareket edemezken dibime kadar girmişti. Yüzüme doğru eğilmeye başladığında dudakları aralandı.

"Neden?" diye fısıldadı bayık bir sesle. Tıpkı bugün benim yaptığımı yapmış, dudaklarını boynuma sürterek konuşmuştu. Tenime değen teni felakete davetiye çıkarırken titreyen bedenimi kontrol edemiyordum.

"Konuşuyoruz ne güzel."

Adamın konuşma anlayışına bakın. Söylediklerimi dinlemiyor, beni görmezden geliyor ama 'konuşuyoruz ne güzel'. Sakinliğinin arkasındaki felaketin yakın olmamasını umarken buldum kendimi.

"Sana son şansını kullanmanı söylemiştim."

"Küçük Altan benimle konuşabilmek için çok yanlış zamanı seçmiş."

Kendisi başlı başına bir hatadan bir yanlıştan ibaretken benim yanlışımı sorguluyordu. Bu defa dökülmüyordu zihnimden geçenler dilime.
Onun zehirli dili devreye girmişti şimdilerde.

"Alkollü olduğum zaman, en tehlikeli zaman dilimi. Yanıma yaklaşmaman, koşarak uzaklaşman gereken bir zaman bu."

"Ve sen küçük ALTAN, o zamanın içinde tehlikenin kollarındasın."

Alkollü nefesi yüzüme çarparken kalbim yerinden çıkacakmış gibi çarpıyordu. Sanki diğer zaman dilimlerinde çok normalmiş gibi artan tehlikesini ruhuma bağışlıyor, tüylerime ivme kazandırıyordu.
Boğuk sesi korkumu arttırırken ellerinden kurtulamıyordum. Soğuk dudaklarını tenimde bir kez daha hissettiğimde suskunluğumu bozdum.

"Bırak beni! Dokunma. Gitmek istiyorum. Bırak!" diye bağırdım. Keşke dinleseydim onu. Siktir olup gitseydim yukarıya. Nasıl kurtulabilirim ki şimdi elinden?

"Uyarılarımı dikkate almadın. Almalısın."

Cümleleri içimde sayısız enkaza sebep olurken bir de kendi varlığımla sınıyordu beni. Cümlesi dudaklarını terk ettiğinde dudakları boynuma bir kez daha dokunmuş, yalnızca sürtünüyordu. Hissettiğim dokunuşla kollarını bedenimden çekmeye çalışmıştım. Sergilediğim tavırla ona daha çok sokulmuş bir şekilde bulmuştum kendimi. Dudaklarını boynumda sürterek kulağıma ulaştı. Bugün benim yaptığımı yapıyordu. Atladığı bir şey vardı. Benim yaptığım bundan farklıydı. Dudaklarımın hareket edecek alanı kalmamıştı.

"Kokun, benim kokuma bulanmamalı."

Ne diye onun şampuanıyla banyo ettiysem? Beni kendine mecbur bırakıp üstüne bir de rahatsız oluyordu. Dudaklarını çenemde gezdirerek kan süzülen yanağımda durdu.

"Kokuma karışan kan kokusundan dâima zevk aldım. Sana da yakışmış."

Yaptığı eserle gurur durmasına mı yanayım yoksa dudaklarının tenimdeki hükmüne mi? Kanın çenemden süzüldüğü noktaya öpücük bıraktığında dudaklarımda ki çığlığın serbest kalmasına mani olamayıp öne doğru hamle yapmıştım kaçabilmek adına. Sergilemek istediğim eylemi gerçekleştirememenin yanında hareket bile edememiştim. Bacaklarının bacaklarıma uyguladığı baskıyla koltuğa düşmüştüm üstelik.
Vakit kaybetmeden üstüme çullandığında korkuyla haykırdım. Koltukta geri gitmeye çalıştıkça ağırlığının altında eziliyordum.

"Bırak beni. Aşağılık herif. Uzak dur benden. Dokunma bana!"

Haykırışlarım geceye karışırken kafası boynumdaki yerini almış, ellerini de swaetin içine sokmuştu. İki yandan koltuğa bastırmış, kaçmamı engelleme çalışmıştı. Dudakları boynumda hareketsizce dururken kokluyordu da. Kendini kaybetmiş gibiydi. Nefes aldığı bir zaman diliminde boğuk sesiyle fısıldadı.

"Lafımın ikiletilmesinden hiç hoşlanmam."

Elinin birini çeneme çıkardığında acıtmadan onan bakmamı sağlamıştı.

"Haddini aşanları hiç sevmem."

Cümlesini tamamlarken sweatin içindeki elimi tenimi sıkıştırmıştı. Ellerim korkuyla elinin üzerine giderken onu durdurmaya çalıştı. Kafamı hareket ettirdiğim için çenemdeki elinden kurtulmuştum.

"Kendimden başka artisti çevremde bulundurmam."

Dudakları bulunduğu konumdan uzaklaşmamışken boynuma geçirdiği dişleriyle acı dolu inlemem salonu doldurdu. Göz yaşlarım yanaklarımdan süzülmeye başladığında çok bile dayandığımı fark ettim o an. Hassas bir tenim vardı ve moraracaktı. Ve bunu bilerek yapmıştı.

"İplerini boynuna dolayabileceğimden şüphen olmamalı."

"Rollerin değişmesine müsaade etmem."

Dudakları ısırdığı yerde öylece duruyorken ellerini bedenimden uzaklaştırmaya çalışıyordum. Titreyerek kendinden geçen bedenimle başımı omzuna yasladım. Kulağına doğru yaklaştığım vakit dilimin ucundaki tek kelimeyi fısıldadım. Yakınlığını istemiyordum.

"Yapma."

Kulağını bana verdiği sıralarda başını boynumdan kaldırmıştı. Altında korkuyla titreyen ben ile göz göze gelerek gözlerimi talan etmeye başladı. Titrememin sebebi krizimin tetiklenmesiydi. Kalbimin çarpıntısı durmuyordu. Gururumdaki çatlakların yanına boynumdaki sızı da karışırken gözlerimden yaşların süzülmesi oldukça muhtemeldi. Üzerimdeki hakimiyetine son verip kendini yana attığında acıyla yumdum gözlerimi.
İnceldiği yerden kopsun ümidiyle indiğim bu yerde dibine kadar incilmiş, kesinlikle kopmamıştım. Sızısıyla beni kendine getiren boynuma elimi atıp yatırıldığım yerden hızla uzaklaşmaya başladım. Arkamdan söyledikleri beni başka bir belirsizliğe itmekten başka bir şey yapmamıştı.

"Git. Özgürlüğe kavuştuğun gün başlayacak asıl esaretin."

Odaya ulaştığım vakit kapıyı kapatmış, arkamdan defalarca kilitlemiştim. Sızı içinde olan boynumdan elimi çekerek sırtımı kapıya verdim. Kafamı kapıya yasladığımda gözlerimi kapattım ve göz yaşlarımın iki yandan süzülmesine müsaade ettim. Yaşadıklarımın ağırlığıyla elim kalbime giderken sertçe avuçladım sol göğüsümü. Acısını hafifletirim diye sıktım. Gözlerimi açıp karşıya diktiğimde boy aynasında gördüğüm suret kesti dizlerimin bağını.

Sırtım kapıda sürtünürken kalçam yerle hızla temas etmişti. O an fark ettim manevi acıların kuvvetini. Aynada gördüğüm yansımanın canıma bahşettiği acıyı. Bu gördüğüm ben olamazdım. Ben toparladıkça o parçalara ayırıyordu. Daha bugün toparlamadım mı ben bu suratı? Ne kadar düzgün durabildi?

Saçlarım tekrar karman çorman olmuştu. Mor göz altlarım daha da koyulaşmış, ışığı sönmüştü gözlerimin. Kaşıma gözüm takıldığında bu görüntü bile acıtabilmişti canımı. İki üç santimlik bir yara vardı orada. Kanı durduran irinin parlıklığı hakimiyetini koruyordu. Yarılan et korkunç bir görüntü sunarken tarifsiz bir şekikde sızlatıyordu içimi. Yanağımdan süzülen kanın oluşturduğu yolu göz yaşlarım zedelemişti azıcık.

Sızı içindeki boynuma düşürmeye korkuyordum bakışlarımı. Daha önce hiçbir erkeğin dudakları oraya değmemişken bir iblis tarafından hırpalanmıştım. Bir tane benin ev sahipliği yaptığı boynumda gözle görülür bir kırmızılık vardı şimdi. Dişlerinin izi mora çalan bir görüntü sunuyordu. Moracaktı. Bir kez daha nefret ettim ondan. Ruhuma enjekte ettiği acılar yüzünden bir kez daha lanet ettim varlığına. Boynumdan buram buram yayılan alkollü nefesiyle kesilmesini istemiştim soluklarının.

Gözlerimi aynadan çekip sıkıca kapattığımda sıcak damlalar intihar etti göz bebeklerimden. Acıya hapsedilen ruhum, zihnimde hakimiyetini kurmaya başladığı sıralarda kapattım gözlerimi. Tek bir dilek çınladı kulaklarımda.

Ya kurtulabilmek ya da ölmek.

☆☆☆

19 Aralık 2019 / 20.57

Genç kızı kolundan tuttuğu gibi arabaya sürükleyen genç, annenin yüreğindeki yangından bi haberdi. Selma Hanımın içini yakıyordu evladına yardım eli olamamak; Remzi Bey de sıkıntıyla kıvranıyordu o sıralarda. Acımasızca dudaklarından dökülen sözler, anne ve babayı daha çok yaralarken adamlarına emrini vermiş, arbasına atlayarak uzaklaşmaya başlamıştı. Yüreği yangın yeri olan anne, üzerindeki şoku atlatamadığı sıralarda işittiği dört el silah sesinden sonra korkusuna korku katlanmıştı.

Genç kız işittiği silah sesinden sonra arabadaki sükunetine devam edememiş, hırsla dökmüştü içini. Kızın içine kuşku düşmesini sağlayan genç adam hızını arttırmış, kızı ucu bucağı olmayan bir çaresizliğe atmıştı.
Adamlarına verdiği emir ölüm emri değildi. Peşinden gelemeyeceklerini bildiği halde yine de işini sağlama almış, tekerlekleri indirtmişti. Bu yaptığı aynı zamanda küçük kızın acı çekmesine neden olucağı için kabul edilebilir bir durumdu.

Selma Hanım, acıyla çöktü dizlerinin üstüne. Göz göre göre çekilmişti kızı karanlığa. Son hali çıkmıyordu aklından. Yardım dilenen sesi çınlıyordu hâlâ kulaklarında.
Rabbine yalvardı tüm kalbiyle.

Tek isteği evladıyla sınanmamaktı.

《☆》

Güneş yeni bir güne tekrardan analığını yaparken ayın ışığı kesilmişti. Dün geceden kalan anılar aklımda küllerini savururken burnumda dalgalanıyordu dumanı. Yeni bir güne eskiyen umutlarımla başlamıştım. Kurtulmaya kendi gücüm yetmezken bir kurtaranım da yoktu. Gücü tüm Çarşamba'nın dilinde olan babam bile gelemiyordu yardıma. Oysa herkes en ufak derdinde onu çağırır, derman olmasını beklerdi. Nasıl bağlamıştı ellerini, kollarını yanıma yaklaşamıyorlardı?

Kara bulutlu düşüncelerim sağnağını indirirken zihnime, düşüncelerimle ıslanmaktan başka bir şey yapamıyordum. Attığım çığlıklar yüzünden kuruyan boğazım işimi zorlaştırırken iki büklüm olmuş tutulan bedenimi yerden kaldırdım. Kendimi kilitlediğim odadan çıkmam gerekiyordu. Onunla karşılaşmaktan deli gibi korktuğum halde açmıştım kapıyı.

Tanıdık olan yerleri geçip kasvetli koridordan uzaklaştım. Adımlarımı merdivenlere atıp ilerleyecekken yerdeki bir kan damlası dikkatimi çekti. Daha yeni olduğu belli olan kan, içimi ürpertirken biraz daha ileri baktı gözlerim. On santim kadar uzağında bir tane daha vardı. Adımlarımı oraya çevirdiğimde, acaba başına bir şey mi geldi, diye düşünmeden de edemedim.

Kanın izlediği yol üst kata giden merdivenleri takip ediyordu. Aşağıdan da gördüğüm kadarıyla evin üçüncü katını oluşturan yer, sadece bir odadan ibaretti. Oysa ilk uyandığımda burayı iki katlı sanmıştım. İlk adımımı attığımda içimde baş gösteren sıkıntıya anlam verememiştim. Kalbimi sıkıştıran bu hissiyat neyin nesiydi? Her bir basamakta bir tane kan damlası vardı. Hızımı arttırıp basamakları bitirmiştim şu an. Yerdeki kan izlerini takip ederek ilerlerken kafamı yerden kaldıramıyordum. Bir tane daha kan damlası gözüme iliştiğinde devamının olmadığını fark ettim. Kafamı kaldırıp karşımdaki kapıya baktım. Gördüğüm görüntü bir iki adım gerilememe sebep olmuştu. Kapıya saplanmış kanlı bir bıçak vardı karşımda. Açmalımıydım o kapıyı. Ya benimle ilgili değilse.

Ya seninle ilgiliyse.

İç sesimin üstüne basa basa söylediklerinden sonra kapıyı açarken buldum kendimi. Karşılaşacağım manzaraya hazır mıyım? Emin değilim. Ya birinin kanı akmıştı ya biri kan akıtmıştı. Elimden bıraktığım kapı koluyla birlikte kapı gıcırdayarak sonuna kadar açıldı. İçeriye doğru bir adım attığımda etrafıma bakındım. Bakındım ve anlamlandırmaya çalıştım. Burada olup bitene bir anlam yüklemeye çalıştım. Günlerdir özlemini çektiğim aile fertlerimden birinin boy boy fotoğrafları vardı karşımda.

Olmasını istemediğim bir yerde, olmasını istemediğim şekildeydi bu görüntüler. Günlerdir neyin bedelini ödüyorum dediğim ne varsa tüm çıplaklığıyla karşımdaydı.
Ensemde hissettiğim nefesle irkilirken buldum kendimi. Öyle bir şok dalgasına ev sahipliği yapıyordu ki ruhum, arkamdakinin varlığını bile sorgulatmıyordu bana. Saçlarımın arasında gezindiğini hissettiğim burunun varlığı, hareketine son verdiğinde kulağıma fısıldanan sözler bilmediğim tüm belirsizliklerin yol göstericisiydi.

"Baban Remzi Altan bir katil. Turan Soykan'ın katili."

《☆》

[Bölüm Sonu]

MELÂL♡

Kitabımızın psikolojik bir kitap olduğunu unutmayalım.

Bu zor zamanların neye varacağını görmek için birlikteyiz.

Kendinize dikkat edin.

SEVGİLERİMLE
(SNG)

Continue Reading

You'll Also Like

1.3M 78.2K 52
🔞... Fantastik DEĞİLDİR Ağır cinsel içerik ve şiddet barındırır. *** "Bana hayır diyemezsin. Uykum var diyemezsin. Başım ağrıyor diye bahane sunamaz...
137K 571 1
UYARI: Polisiye/Gizem/Gerilim/Romantik/Mafya karışımı bir kitaptır. Cinsellik, şiddet içerir. "Sen bir hevessin. Geçicisin. Aynı zamanda yakacak kad...
TUTSAK By Elsa

Mystery / Thriller

76.5K 2.7K 37
"Ben; kışı yaşadığım bir akşam beni yakan rüzgarı da çok iyi tanıyorum, bir cehennem akşamı beni üşüten alevleri de"
1M 66.2K 40
"Bana cehennemi yaşatmana rağmen, sen benim cennetimsin Meira." Fantastik değildir. DİKKAT! Bu kitapta cinayet, psikolojik ve fiziksel şiddet gibi r...