MELÂL

بواسطة snmnurgyk

3M 130K 110K

Kanla kazıdığın kelebek dövmesinin üzerini çizdir. Noktalı virgülle değiştir. Bu, devam edecek gibi değil ama... المزيد

《TANITIM》
《1》'KARA GÖZ'
《2》'ŞİZOFREN'
《3》'BELİRSİZ SURET'
《4》'KARANLIK KUTU'
《5》'ZARFDAKİ GİZEM'
《6》'CÜRETKAR HADSİZ'
《8》'UÇURUMDA HAYALLER'
《9》'KATİL'
《10》'ACININ GEÇMİŞİ'
《11》'BEDENSİZ RUH'
《12》'PAÇAVRA'
《13》'DARAĞACI'
《14》'RUH SANCISI'
《15》'FERYAD-I İNTİHAR'
《16》'SON ÖLÜM'
《17》'EHVENİŞER'
《18》'VİCDAN MEZARLIĞI'
《19》'ELFİDA'
《20》'GERÇEK SANRI'
《21》'RUHSAL ŞEYTANLAR'
《22》'ARAF ÇIKMAZI'
《23》'ÖLÜM MAKAMI'
《24》'KÜL BEBEK'
《25》'RUH İZİ'
《26》'GERÇEK ÖLÜLER'
《27》'ÖLÜLER PUSULASI'
《28》'ÖLÜM ÇANLARI'
《29》'KALBE NEFRET RUHA YAS'
《30》'BUGÜN ÖLÜ, YARIN GÖMÜLÜ
《31》'ORTADA OLAN CANINSA'
《32》'MİNERVA'
《33》'KOR GERÇEK'
《34》'DÜŞÜNMEDEN'
《35》'KANDAN CANA'
《36》'ÖLÜMLE OYUN'
《37》'İRTİHAL
《38》'KAR KÜRESİ'
《39》'KAMELYA'
《40》'YİNE BANA GEL'
《41》'YARIMSIN'
《42》'DUY İSTEDİM'
《43》'ENSENDEYİM'
《44》'HARABE'

《7》'RUHSUZ BEDEN'

76.6K 4.3K 2.5K
بواسطة snmnurgyk

OY VE YORUMLARINIZI BEKLİYORUM.

SİZLERİ SEVİYORUM ♡

KEYİFLİ OKUMALAR.
SNMNURGYK

Derin bir nefesle şenlendirdim ciğerlerimi, bir eziyet vardı bedenimde, tüylerime hükmeden. Kapalı gözlerimle öylece dikildim soğukla inatlaştığım bu izbe yerde. Açmadım gözlerimi, yorgun zihnim ancak karanlıkta huzur buluyor, huzuru karanlığın en kuytularında arıyordu. Bir rüzgarın sesi dalgalandı kulakkarımda. Öyle acılı öyle nahoş. Ürktüm. Korkudan mıydı tüylerimin yer çekimine olan meydanı yoksa soğuktan mı? Kapalı gözlerle ayakta durmak beynimin harekete geçmesine sebebiyet vermişti. Açmalıydım bu acımasız dünyaya gözlerimi. Zaman gelmişti.

Usulca ayırdım göz kapaklarımı birbirinden. Gördüğüm manzara ilk defa gözlerimi açtığım için pişmanlık yaşatmamıştı bana. Gözlerim kapalıyken bulduğum huzur kadar huzur vericiydi gördüklerim. Beyazın içindeydim. Bembeyazın içinde. Nasıl da şahaneydi bu görüntü. Bomboş koca bir alanı doldurmuştu kar. Bu ortamda ki tek kusur, tek renk benim saçlarımın rengiydi. Bu bahşettiği manzara için değerdi bu soğuğa katlanmaya. Etrafımda dönerek görmek istedim etraftaki hükmünü. Boncuk boncuk birikmişti yerde. Hani şöyle insanın basmaya kıyamayacağı cinsten.

Tek başımaydım. Tek başıma paylaşıyordum bu manzarayı. Sanki karlar kraliçesiydim. Ortaya dikilmiş, karla bir bütün olmuştum. Fazlaydı bu güzellik bana. Bir terslik vardı bu uyumda bu intizamda. Etrafımda döndüm tekrar, tekrar ve tekrar. Uzakta gördüğüm karaltı da neydi? Başım dönmüştü de gözüm mü kararmıştı? Durdum. Baktım. Neydi bu karaltı?

Bir insan mıydı?
Hayır.

Peki ya bir hayvan?
Hayır.

Neydi bu içime düşmüş olan sıkıntının gözümün önüne düşmüş hali?

Hareket mi etti o?

Evet. Evet bana doğru harekete geçti. Üzerime doğru gelen koca bir karanlık vardı şuan. Ne yapmalıydım? Ona arkamı döndüm ve olan tüm gücümle koşmaya başladım. Gözüm görmez olmuştu birden daha az önce ki tüm güzellikleri. Etrafımdakileri seçemeyecek hale gelene kadar hızlandım. Kafamı çevirip arkama baktığımda peşimdeydi. Neden onun geçtiği yerler kararmıştı?

Nerede o karlar? Nerede tek başıma paylaştığım manzaram?

Önümü dönerek koşmaya devam ettim.

Nasıl belirdi birdenbire bu koca orman?

Nereden çıktı bu ağaçlar, bu taşlar?

Geçecektim bu ormanı. Belki de bir sınavdı bu. Bahşedilen bu güzelliğin bir imtihanıydı. Belki de bu engellerin sonunda mutlu bir hayat beni bekliyordu. Koşmaya tüm gayretimle devam ettim. Hızım arttıkça korkum, endişem katlanıyordu.

Nasıl olur bu?

Neden parçalanıyor elbisem?

Niçin bozuldu doğayla olan uyumum?

Parçalanan elbiseme baktım. Kar beyazı elbisem simsiyah olmuş ve parçalanmıştı. Felaketim yaklaşmış olmalıydı. Peşime düşmüş, sonum olmaya geliyordu. Belki de onlarca ağacı gerimde bıraktım. Onlarca taşın üzerinden atladım. Ne yol bitti ne o peşimden gitti. Ben beyaza koştukça o geride bıraktığım beyazı yok ediyordu, siyaha boyuyordu. Vazgeçmedim amansız savaşımdan, kalmayan gücüme inat koştum. Belki kurtulurum umuduyla koştum. Ta ki önümü kesene kadar.

Artık önüm, arkam kararmıştı. Hiçbir beyaz yoktu bana ait. Şimdi ne olacaktı? Karşımda koca bir kara delik vardı. Şu andan itibaren geçmişim vardı ama geleceğim olmayacak gibiydi. Gözlerim açık olmasına rağmen karanlıktaydım.

Kim söndürmüştü hayatımın ışıklarını?

Ne oluyordu, ne olacaktı?
Amansız bir bekleyişteydim. Ne bir umudum vardı ne bir umut ışığım.
Ne bir kurtaranım vardı ne bir yardım eli uzatanım. Şiddetli bir rüzgar sesi duyuyordum. Saçlarım birbirine karışıyor, ben rüzgarla boğuşuyordum. Kurumuş bir ağacın üzerinde kalan son yapraktım ben. Bu yüzdendi rüzgarın bana olan kini, düşmanlığı. Bir bana yetemediğini sanıyordu gücünün. Oysa ben hayatımda ki tüm şansımı o dalda son yaprak olarak kaybetmiş, tüm şansızlığımı rüzgarın düşmanlığını kazanarak başlatmıştım. Zaman gelmişti ve ben yüksekten aşağıya aheste bir yavaşlıkla süzülüyordum. İşte tam da o sıralarda karşımda ki kara delik kuvvetini arttırmış, bulunduğum konumdan beni içine vakumlamıştı.

Bana bahşedilen güzelliğin imtihanını verememiş, peşimden gelen felaketime dur diyemeyerek o mutlu hayata erişememiştim

Ben artık sonsuza kadar karanlığa hapsolmuştum.

Büyük bir korkuyla açtım gözlerimi aydınlığa. Neler yaşamıştım ben az önce o rüyada. Yatmakta olduğum yatakta oturur pozisyona gelerek sırtımı yatak başlığına dayadım. Ellerimi ter içinde kalan yüzümde gezdirip ter içinde kalan saçlarıma daldırdım. Ellerim saçlarımda sakinleşmeye çalışırken gözlerimi kapattım. Rüyaydı. Kötü bir rüyaydı. Rüya olmayı haketmeyecek kadar kötü bir kabustu. Gözlerimi açarak etrafımda gözlerimi gezdirdim. Ben odamı ne ara bu kadar değiştirmiştim? Bu dolap, bu yatak, şu banyo kapısı. Bir dakika benim odamda banyo yok ki. Yatakta biraz daha toparlanarak konumumu değiştirdim hızlıca. Bu ani hareketimde bir kaya ağırlığında olan başıma bir ağrı saplandı. Elimi başıma götürdüğümde dokunduğum yerin sızlamasıyla tedirginliğim arttı. Hâlâ kabus görüyor olamazdım değil mi? Bu hissettiğim acı, rüyada olamayacağım kadar gerçekti.

Neler olmuştu? Düşünmeye çalış, düşünmeye çalış. En son ne olmuştu. En son eve gittim. Annemle inatlaşmamız sonucunda misafirliğe gittik. Sonra orada zaman geçirdikten sonra yola koyulduk. Arabamızın önü kesildi. Tabi ya arabamızın önü kesildi. O bana dokundu ve beni kaçırıyordu. Şu an hatırladığımsa beni itmesi ve kafamı çarpmamdı.
Bu yüzden acıyordu başım. Elim enseme gitti çünkü beni ittiğinde ensemi çarpmıştım. Elimi oraya götürmez olaydım. Bu nasıl bir sızıydı? Gözlerim kapanmadan önce
aklımdan geçen bir kaç cümle geldi aklıma. Nasıl bir dileğim vardı?

"ya bu gözleri bir daha hiç açamamak ya da kan ter içinde bir kabustan uyanmak...."

Bu gözleri bir daha açmıştım. Bu ikinci dileğimin gerçek olucağı anlamına mı geliyordu? Kan ter içinde bir kabustan da uyanmıştım ama yaşadıklarım kötü bir rüyadan ibaret değildi. Acaba bu gördüğüm rüya yaşayacak olduklarımın teminatı mıydı? Yani sonsuza kadar karanlığa hapis mi olacaktım?

Düşünmeyi bırakmalı ve ayaklanmalıydım. Neredeydi acaba o pislik? Ben burada duramazdım. Kulağımda bir kaç el silah sesi yankılandı. Bu bilinçaltımın bir oyunuydu. Tabi ya ailem! Onlara zarar vermiş miydi? Ne olduğunu anlamama müsade etmemişti. Öğrenmeliydim. Öğrenecektim. Hızla ayağa kalktım ve kalktığım gibi yatağa geri düştüm. Sanki yürüme yetimi kaybetmiş veya da uyuşmuş ayağımla adım atmayacak hale gelmiş gibi hissediyordum. Bu sefer daha temkinli kalktım ve birkaç adım attım.

Odanın kapısı kapalıydı. Acaba kilitli miydi ki? Adımlarımı sıklaştırarak kapıya ulaştım. İçimdeki ihtimalin heyecanıyla elimi hızlıca kapı koluna attım. Kilitli değildi. En son bu kadar Miran'nın olucağını öğrendiğimde sevinmiştim. Odadan dışarı çıkmadan önce üzerime baktım. Hâlâ aynı kıyafetlerleydim. En azından üzerimi değiştirmek gibi bir eğilimde bulunmamıştı. Yukarı doğru çıkmış olan eteğimi indirdim ve bileğimde toplanmış olan çorabı yukarı çektim. Botlarım ayağımda değildi. Böylece çok ses çıkarmazdım. Daha rahat kaçabilirdim. Botlarım varsın olmasın. Ben bu adinin elinden kurtulma pahasına çorapla bile koşardım. Bu kadar çaresiz ve acizim şu konumda. Odadan dışarı ilk adımımı attım.

Başım ağrıyor, aynı zamanda da dönüyordu. Odadan çıktığım andan ititbaren beni takip eden duvara tutundum. Ondan destek alarak uzun koridoru geçtim. Karşıma çıkan merdiven üst katta olduğumu ve evin iki katlı olduğu gerçeğini vuruyordu yüzüme. Merdivenlerden inmek, düz koridorda yürümek kadar kolay olmayacaktı. Yukadan aşağı doğru bakarak merdiveni süzdüğümde başımın dönmesine mâni olamadım. Dolanarak inen merdiven aynı zaman da midemi de bulandırmıştı. İlk adımımı attığım anda elim direkt tutunacak bir yer aradı. Gözlerimi kapatarak bu durumun geçmesini bekledim.

Dudaklarım titremeye başlamış, bu acizlik sinirlerime baskı uygulamış ve ben şu an sinirden ağlayabilirdim. Nasıl baş edebilirdim ki onunla bu halde. Gerçi normal olsam da gücüm yetmeyecekti ama en azından çabalayabilirdim. Hayır Mira! Salmak yok. Devam et ve başar. Bir elimle kapalı olduğu halde dolan gözlerimi sildim tek hamlede. Gözlerimi açarak derin bir nefes çektim ve bir adım daha attım. Yavaş yavaş inerken tek dileğim bir an önce bitmesiydi. Son basamağa geldiğimde adımımı attım ve salona doğru adımladım. Tutunacak hiç bir yerim yokken sarsak adımlarla ilerlemeye başladım. Adımlarımın her biri birbirini takip ederken yelkovanda akrebi takip ediyor, zaman benim aksime hızla ilerliyordu.

Nihayet salonun ortasına geldim. Görünürde yoktu. Bulunduğum konumda etrafımda dönerek onu aradım ama yoktu. Bu hareketi yapmam rüyadan bir kesiti gözlerimin önüne sundu ve tüylerimi şaha kaldırdı. Bakışlarımı sabitlediğim büyük bahçe camının önünde öylece dikildim. Arkamdan gelen alkış sesiyle irkildim ve arkama döndüm.

Soyadının Soykan olduğunu öğrendiğim pislik ellerini çırparak bana doğru ilerliyordu.

"Bayağı hızlı çıktın küçük Altan." diyerek bana yaklaşmaya devam etti. Her ne kadar ayaklarım geri geri gitmek istesede ben de ona doğru ilerledim sarsak adımlarla.

"Pislik! Bir de utanmadan konuşuyor musun şerefsiz?" diyerek ona doğru yaklaştım ve elimi tokat atmak için kaldırdım. Ani bir refleksle bileğimi kavradı ve beni kendine doğru çekti. Şu an burun burunaydık.

"Bu kadar asi olma. Etkilenirim." dedi bana daha çok yaklaşmaya çalışırken. Elinden kurtulmaya çalışıyor, bulunduğum yerde debeleniyordum.

"Yaklaşma pislik, yaklaşma. Dokunma bana. Pisliğini bana da bulaştırma. Gücün bana mı yetiyor, zavallı?"
Sözlerimi esirgemedim. Ona karşı öfke dolu olduğumu bilsin istedim.

"Keserim sesini. Akıllı ol." Yüksek sesimi bastırmak adına daha yüksek tonda konuştu dişlerini sıkarak.

"Zoruna mı gitti gerçekler?" dediğim anda siyah gözleri alev aldı. Korktuğum gözlere olan yakınlığım vurdu yüzüme sıcaklığını. Diğer eliyle çenemi kavradığında acı eşiğimin bir hayli üstünde olan bir acıyla karşılaştım.

"Gerçekler." dedi dişlerinin arasından tükürür gibi.

"Gerçekler bakalım kimin canı yakacak. Birlikte göreceğiz."

"Zavallı olan sensin. Benim neden canım yansın?" dedim onun gibi dişlerimi sıkarak ve öfkemi kısmayarak.

"Böyle yaparak beni kışkırtma." Cümlelerini öyle baskılı kuruyordu ki ağırlığını nefesinden bile hissediyordum. Tuttuğu çenemden ittiğinde arkamdaki koltuğa düşmüştüm. Acıdan uyuşan çenemi çözmeye çalışırken o bana sırtını dönerek biraz uzakta beklemeye başladı. Aradan geçen bir beş dakikanın sonunda ani bir yükselme yaşadı.

"Öğreneceksin!"

"Haddini bilmeyi öğreneceksin."

Gözlerinin içine bakarak söylediğim sözlere, kafasında düşünüp tarttıktan sonra tepki vermişti. Oturduğum koltuktan bir iki santim kadar yükselmemi sağlamıştı tepkisi. Şu an susmalıydım galiba. Konuşamıyordum zaten. Birden arkasına dönerek üzerime doğru gelmeye başladı.

"Yaptığın her hatanın bir bedeli olacak. Siz Altan'ların bana karşı yaptığı her hatanın bir bedeli olacak."
dedi ellerini iki yanıma koyarak üzerime eğilirken.

"Bırakır mıyım sandın bunu senin yanına? Yanlışlarının doğrusunu öğretmeden bırakır mıyım yakanı?"

Bağırışlarına sağır olmayı, gözlerine, yüzüne bakmamak için kör olmayı diliyordum. Şu an çok korkunç görünüyordu. Boynundaki damarları her an kanını serbest bırabilirdi. Ne yapmıştım da yanıma bırakmamaktan bahsediyordu bu?

"Bir daha yapabilecek misin acaba? Beni bir daha o duyguyla sınamaman gerektiğini öğrenebilecek misin?"

"Cevap versene!"

Sesinin desibeli çok yüksekti. Ellerini başımın iki yanından koltuğa dayamıştı. Bir eliyle ard arda  koltuğa vuruyordu ve ben korkuyordum. Ani ve yüksek seslere zaafım vardı ve fazla korkunçtu. Böyle bağırırken nasıl cevap verebilirim ki? Ne dediğini de anlayamıyordum. Her ani yükselişinde ağzımı biraz daha kapatmak zorunda kalıyordum çünkü irkiliyordum. Normal kalamıyordum.

"Neyden bahsediyorsun ya sen?" Tepki göstermeliydim. Sustukça daha çok hakimiyet kurmak isteyecekti. Sesimi yükselttim ve gözlerinin içine bakarak nefretimi gösterdim.

"Remzi Altan'ın prensesi uyuyup uyanınca her şeyi unutmuş bakıyorum da." dedi yüzüme daha çok yaklaşırken. Cümlesindeki bir kelime yaramı sızlattı. Sızlattı ama gözlerine o yaradan sızan hiçbir sızıyı göstermemeye kararlıydım.

"O adamın hayatını sikeceğim." Söyledikleri fazla ağırdı. Kendi kurduğu cümleyle öfkesini babama kaydırmıştı. Son sözlerinden sonra alnını alnıma yaslamıştı. Uzaklaşmama izin vermiyordu. Kollarıyla zaten kafeslenmiştim.

"Ama önce biraz da biz seni zaaflarınla sınayalım değil mi?" Alnı alnımdayken sakinleşmeye çalışan sesiyle konuştu. Sorusu ne anlama geliyordu?

"Ben ne yaptım ya? Ne zaafından bahsediyorsun?" diyerek tepkimi belli ettim bir kez daha içimdeki endişenin yoğunluğuyla. Ne zaafından bahsediyor bu? Ayrıca nereden biliyor olabilir benim zaaflarımı?
Sorumdan sonra üzerimden çekilerek yine büyük boydan camın önüne gitti ve bir müddet bekledi. Öfkesi içine sığmıyor, sabitlemiyordu bedenini.

"Sen ne yaptın, öyle mi?" dedi bana doğru hızlı bir dönüş yaparak.

"Sen bana bu hayattaki en siktiğim duyguyu yaşattın. Sen bana yıllar sonra çaresizliği yaşattın." dedi ellerini asi saç tutamlarına atıp çekiştirirken.

"Ölüm sikimde değil. Ama şuursuz hareketlerinle hakimiyeti elimden almaya çalışırken beni ne kadar sinirlendirdiğinden haberin var mıydı?" Direksiyona yaptığım hamleden bahsediyordu. Çaresiz kalmaktan söz ediyordu. Peki ya ben?

"Ne yapmamı bekliyordun? Durup seninle gelmemi mi? Aileme ne yaptığın belli değil. Senin bana, aileme yaşattığın çaresizlik ne olacak? Ben yapınca mı suç?" dedim daha fazla dayanamayarak. Zeytin yağ gibi bir de üste çıkmaya çalışıyor.

"Yapamazsın. Sen beni sınayamazsın." diye bağırdı sesisinin desibelini yükseltirken. Varlığıma karşı fazla tahammülsüzdü. Öfkeliydi, sinirliydi. Ben onu tanımadığım halde bana kinliydi. Peki o zaman beni neden peşinden sürüklemişti? Önündeki küçük masaya tekme atmış, konumunun değişmesine sebep olmuştu. Çıkan sesler irkilmeme sebep oluyordu.

"Öğreneceksin. Yerini bilmeyi öğreneceksin. Sesini kesmeyi öğreneceksin. Öyle bir hale geleceksin ki sen bile kendine hayret edeceksin." dedikten sonra bileğimden tutarak beni ayağı kaldırdı. İleri doğru atılarak büyük adımlarla ilerlerken bağırmasının da etkisiyle iyice zonklayan beynimle ayakta durmakta güçlük çekiyordum. Adımları salondan çıkıp aşağıya inen merdivenlere gelince içimde korku gün yüzüne çıkmaya başladı.

"Bırak! Nereye götürüyorsun ya beni?" dedim elinden kurtulmaya çalışırken. Asla beceremiyordum. Yetmiyordu gücüm ona. Oradan oraya çekiştirken beni sadece peşinden gidiyordum. Nihayet alt kata indik. Dar bir koridora girdikten sonra çelik bir kapının önünde durdu. Cebinden çıkardığı anahtarla kapıyı açtıktan sonra yüzünü bana çevirdi ve zehirli dili devreye girdi.

"Sana güzel bir oda hazırladım. Dün gecenin şerefine." dedikten sonra beni içeri attı ve kapıyı kapattı. Kapıyı kapatmadan önce durdurmaya çalıştım ama olmadı. Kapının da kapanmasıyla zifiri bir karanlığa hapsoldum.

Zaaflarınla sınayalım.

Böyle söylemişti. Nereden biliyordu zaaflarımı? Bunca yıldır tek bir açık vermemek için savaşmamış mıydım? Nasıl oluyor da hayatıma bu kadar hakim olabiliyordu. Ben burada duramazdım. Çok karanlıktı. Ben karanlıkta etrafıma bakamazdım ki. Ayrıca burası iğrenç kokuyordu. Ellerimi kapıya vurup açmasını istedim.

"Aç kapıyı. Kalamam ben burada."

"Aç kapıyı, aç. Aç!"

Hiçbir haykırışıma cevabı yoktu. Lanet bir sessizliğe mahkumdum. Nafile bir çaba sarfediyordum sadece. Açmayacağını anlayarak sırtımı kapıya yasladım ve kendimi yere bıraktım. Bu kokuya dayanmam mümkün değildi. Tıpkı çürümüş bir fare gibi kokuyordu burası. Acaba burda fare olabilir miydi?

Zaaflarımdan söz etmişti. Biliyorsa yapması çok muhtemeldi. O anki ki korkuyla ayağı kalktım ve tekrar kapıya vurmaya başladım.

"Fare var mı burada? Yapma. Aç, işte aç."

"Ben sana ne yapabilirim ya?"

"Ne istiyorsun benden? Ne!" diye bağırırken aynı zamanda kapıya ellerim ve ayaklarımla vuruyordum. Son kez sert bir tekmeyi kapıya savurdum ve sızlayan ayağımla yere oturdum. Kokulara inanılmaz duyarlı bir midem vardı ve şu an da hiç iyi değildim. Duyu almaçlarım bir türlü alışamıyordu bu kokuya. Fare olması ihtimalı ayrı kaynatıyordu kanımı.
Ben bunları hak edecek bir şey yapmadım. Yapmadım ya. Artık sinirlerime hakim olamıyordum. Yanağımdan süzülen damlaların sıcaklığı vardı bedenimde sadece. Onların bıraktığı ıslaklık da alt taraftan gelen rüzgar sayesinde daha çok üşümeme sebep oluyordu bir süre sonra. Hayatıma bu adam girdikten sonra ilk defa onun yüzünden ağlıyordum. Yıpranmıştım artık. Hiç iyi hissetmiyordum. Bir suçum yoktu ki. Bir mahkum değildim ben. Peki ya neden hapistim burada? Kimin yaktığı canın vebali dolanmıştı boynuma?

Kokuya alışmaya çalışmayı bırakmıştım artık. Kazağımı burnuma kadar çekip biraz da olsa gölgeledim ama çürümüş bir et kokusundan farksızdı bu. Her an bir yerlerden bir şey çıkacak korkusuyla etrafıma bakamıyordum bile. Baksam göremiyordum da zaten. Tüylerimi ürpertense karanlıkta bir çift göz görmek olurdu. Gözlerimi kapadım ve kafamı kapıya yasladım. Amansız bir bekleyişteydim artık. Gözlerim ağlamaktan yanmaya başlamıştı. Kazağım burnumdan sıyrılmış, az da olsa alışmıştım kokuya. Gözlerimi kapattım ve belki uyurum diye beklemeye başladım. Aradan geçen on dakikanın sonunda tam dalmak üzereyken gözlerime bir ışık vurdu. İyi de ben karanlıktaydım. Belki de bana acımıştı. Işığı açmıştı ama çıkarmayacaktı. Bir umutla gözlerimi açtım.

Işığa alışmaya çalışan gözlerim oldukça zorlanıyordu. Kafamı tavana çevirdim ve görüntümün netleşmesini bekledim. Gerçekten açmıştı ışığı, kokuya da alışmıştım. Acaba fare var mıydı? Görebilmek için kafamı yere indirdim. O an gördüğüm şeyin ne olduğunu anlamayı bekledim. Bu da ne? Yerde bir çift bacak vardı. Nasıl yani buraya birini daha mı hapsetmişti?
Peki ya o kadar bağırdım neden hiç tepki vermedi? Kafamı kaldırmaya korkuyordum çünkü bu bacaklar bir erkeğe aitti. Bana zarar verir miydi ki?

Kafamı kaldırdığımda gördüğüm manzara karşısında dumura uğradım. Ben böyle bir şey görmek istemiyordum. Bu ne? Ben nereye düştüm? Kimin ellerinde sonumu bekliyordum? Karşımda duvara yaslanmış bir şekilde duran, anlında koca bir delik olan bir ceset vardı. Ben mezarlığın önünden bile geçemezken bu yarası çürümüş, kanı çekilmiş ve morarmış cesetle aynı ortamda nasıl duracağım?

Ağzımı açtım ve avazım çıktığı kadar bağırdım. Tam o sıralarda da oda  bulunan cam açıldı ve burnum kokuyu tekrar duyumsamaya başladı. Burada duramazdım. Burada kalamazdım çıkarsın beni. Lütfen.
Ayağı kalktım ve kapıya vurmak için elimi kaldırdım,tam o anda ışık tekrar kapandı. Dudaklarımın arasında ki çığlıklara engel olamıyordum artık. Kulaklarım sağır olmak üzereydi. Kapıya iki elimle vurmaya başladım.

"Çıkar beni buradan."

"Korkuyorum ya. Korkuyorum."

"Aç kapıyı. Ben burada kalabilecek bir psikolojiye sahip değilim."

Suyuna gitmesem değişir miydi? Yalvarmamı mı istiyordu? Ne dememi bekliyordu? Bunları yapsam çıkarak mıydı?

"Çıkar beni. Ben senin hırsını almak için çarpalayacağın oyuncağın değilim."

"Ben sana hiçbir şey yapmadım. Kurbanımı seçtim, dedin. Git, gerçek düşmanınla hesaplaş."

"Çıkar beni, lütfen."

Gururumun ayaklar altığına serildiği dakikalardaydık. Düpedüz bana oyun oynayan, benimle dalga geçen, acı çektiren adama yalvarıyordum dakikalardır. Hiçbir faydası yoktu. Hiçbir eylemde bulunmamıştı. Arkama dönemiyordum, hareket edemiyordum. Ölü olmasına rağmen her an kalkacak ve bana saldıracakmış gibi hissediyordum. Biliyorum imkansız ama beynim durmuyor, sürekli kuruyordu. Sanki şu anda sırtımda varlığını hissediyordum. O çürümüş, morarmış kemikli ellerini omzuma koymuştu. Koyu karanlıkta hiç açamayacak olsa da o kanlanmış gözlerini açıp bakar bana diye korkuyordum.

Dayanamıyordum artık. Dayanamıyordum. Sırtımı kapıya verdim ve yere oturdum. Şimdi bir ölüyle karşı karşıya oturuyordum. Büyük bir sinir boşalması yaşıyor ve tıpkı gökyüzü gibi hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Hıçkırıklarım şimşek göz yaşlarım yağmur damlasıydı. Onu düşündüm. Acaba neden öldürmüştü onu? Vücudunun toprak olmasına bile izin vermemiş, öldürdüğü halde bedenine azap çektiriyordu. Bu nasıl bir canilikti, nasıl bir vicdansızlıktı?

Bir insanın canına kıymak nedir ya? Artık hıçkırıklarım durmuyor hem kendim hem karşımdaki ceset için ağlıyordum. Acaba bir ailesi var mıydı ki? Nasıl da soldurmuştu bir canı? Zangır zangır titrememe sebep olan ceset için ağlıyordum. Burnuma dolan kokusu midemin kasılmasına sebep olurken ben ceset için ağlıyordum. Aslında onu için yapabileceğim tek şey bir Fatîha okumaktı.

Peki benim ölü ruhuma Fatîhayı kim okuyacaktı?

Onun yerinde olmayı diledim. Şerefimle bu dünyadan ayrılmak istedim. Onun merhametine hayatımı bağlamak intihara teşebbüs, beni onun vicdanına bırakmaksa cinayetti.

Her yirmi dakika da bir pencere otomatik olarak açılıyor kokuyu tazeliyordu. Tam şu an ölmek istedim. Belki de bu odadan çıkamayacaktım. Gelip bir tane de bana sıkacaktı. Belki de rüyamda hapsolduğum karanlık buna işaretti.

Demek ki gerçekten gördüğüm rüya yaşayacak olduklarımın teminatıydı. Rüyalarımda bile açık açık tehdit ediliyordum. Yerde cenin pozisyonu aldım. Soğuk bedenime hükmediyordu. Bu dondurucu soğun üstesinden üzerimdeki incecik trikoyla gelmeye çalışıyordum. Tıpkı onun üstesinden inanç dolu yüreğimle gelmeye çalıştığım gibi ama hiçbir çabam sonuç vermiyordu. Soğuktan donuyor, onun esiri olmaya devam ediyordum. Annemi düşündüm. Üşümemem için benim iyiliğim, sağlığım için gece gündüz çaba sarf eden annemi. Bu hallerde olduğumu bilse nasıl da yanardı yüreği cayır cayır. Annemin güzel gözleri miydi gözlerime boncuk boncuk damlaları dolduran. Bulunduğum konum itibariyle göz yaşlarım burnumun üzerinden geçerek saçlarımda son veriyorlardı yollarına. Gördüğüm rüyada ki o son yaprak bensem nefret dolu düşmanım da oydu. Beni yerle bir etmek isteyen rüzgardı. Yapraklar sadece sonbahar da düşer diye bir kanun yoktu. Rüzgarın şiddetiydi onları dalından koparan. Yazın bile solabilirdi etkisiyle. Bazen de bir vicdansız tarafından çekilip atılabilirdi yerlere.

Eğer ben o yapraksam belki de bir sonbahar günü kendi irademle yerle bir olabilir, düşmanımı yormadan ağaçtaki varlığıma son verebilirdim.

Düşüncelerimin sonunu kapanan gözlerim getirirken hayatımın sonunu kendim getirebilirdim.

                              《☆》

[Bölüm Sonu]

MELÂL♡

LÜTFEN KİTABIN DEVAMI HAKKINDA BİLGİ SAHİBİ OLMADAN, OKUMADAN, ÖNYARGILI OLMAYIN.

GERÇEĞİ GÖRMEK İSTEMİYORUM DERSENİZ BIRAKIN AMA GİDERKEN YORUMLARINIZLA İNSANLARIN DA BIRAKMASINA SEBEP OLMAYIN. UMARIM ANLATABİLDİM♡


Kendinize iyi bakın

9 Şubat 2020

02.40

SEVGİLERİMLE
(SNG)

واصل القراءة

ستعجبك أيضاً

122K 3.5K 13
Belis 24 yaşında evli, mutlu ve çocuklu bir kadın. Birden çıkan ailesi ile anlaşabilecek mi? Gelin hep beraber öğrenelim... 24 mü yazmışım? Ah! Bir y...
TUTSAK بواسطة Elsa

غموض / الإثارة

76.7K 2.7K 37
"Ben; kışı yaşadığım bir akşam beni yakan rüzgarı da çok iyi tanıyorum, bir cehennem akşamı beni üşüten alevleri de"
4.2M 14.1K 6
Merhaba kimsenin haberi olmadığı üyelerinin birer kimliksiz olduğu suç örgütüne Çöplüğe Hoş Geldiniz. Kimliksizler den biri ama aslında Kralın ( Çöpl...
250K 7.4K 28
Zaman bir döngüdür. Bazen bir dairenin etrafında dönen iki çubukta , bazen geçmişin ve geleceğin aynı eksende döndüğü iki çarkta. Yelkovanı yaralaya...