Good Night Hoseok | Hoseok

Por mitsurine

130K 13.3K 14.8K

"Ve bu gecede kalbimde seninle uyuyacağım." Más

ʟɪᴛᴛʟᴇ ʀᴇᴠᴇɴɢᴇ
ʟɪᴀʀ ʟɪᴀʀ
ᴜɴᴀɴsᴡᴇʀᴇᴅ
ʙᴀᴄᴋɢᴀʀᴅᴇɴ
sᴄᴀᴘᴇɢᴏᴀᴛ
ᴀᴄᴄᴏᴜɴᴛ ᴅᴀʏ
ᴍᴏᴏɴʟɪɢʜᴛ
ɪᴄᴇ ʜᴇᴀʀᴛs
ᴄᴏʟᴅ ɴɪɢʜᴛ
ᴘᴀᴘᴇʀ ᴄʀᴏᴡɴ
ʙᴀᴅ ʜᴀʙɪᴛs
ʜᴀᴘᴘʏ ᴅᴀʏ
sᴛʀᴏɴɢ ʀᴇᴀsᴏɴ
sʟᴇᴇᴘʟᴇss ʜᴏᴜsᴇ
ᴘʀɪɴᴄᴇss ᴄᴀᴋᴇ
ᴄʟɪғғ ᴄᴏʀɴᴇʀ
ʙʀɪɢʜᴛ ɢʀᴀss
ᴅᴏᴏʀs ᴄʟᴏsᴇᴅ
ᴡʜᴏ ᴀʀᴇ ʏᴏᴜ?
ᴍʏ ᴛʀᴜᴇ ʜᴇᴀʀᴛ
ᴍɪᴍɪ x ʏᴏᴏɴɢɪ
ᴛᴡᴏ ʙᴏʏs
ғᴀᴋᴇ ᴡɪɴᴅ
ʙʟᴜᴇ ᴡᴀᴠᴇ
ʟᴏsᴇ ᴛʜᴇ ɢᴀᴍᴇ
sᴀᴅᴅᴇsᴛ sᴏɴɢ
ᴏᴘᴇɴ ʏᴏᴜʀ ᴇʏᴇs
ᴜɴᴅᴇʀᴡᴀᴛᴇʀ
sᴍᴀʟʟ ᴘɪʟʟ
sᴛᴏᴘ ᴛʜᴇ ʀᴀɪɴ
ʜᴏᴘᴇ ʙᴇɢɪɴs
sᴏʙᴇʀ ᴍɪɴᴅ
sᴛᴏʀᴍ ᴠᴀʟʟᴇʏ
ʙᴜᴛᴛᴇʀғʟɪᴇs
ᴍᴀᴋᴇ ɪᴛ ʀɪɢʜᴛ
ʙʟᴏᴏᴅ ᴀɴᴅ ʙᴏɴᴇs
Final
Teşekkürler ft. Delilah

and the end

2.4K 277 160
Por mitsurine




Şarkı söyleyen birkaç ateş böceği.

Etrafa küçük ışıklar saçarken mutlu görünüyorlar.

Kız bir ateş böceği olmak istiyor

Belki uçabilirse çocuğun peşinden gidebileceğine inanıyor.

Bu sabah kalktıklarında onları bulutsuz, sakin bir gökyüzü karşılamıştı.

Hava sıcaktı hatta Jiho geçen gün aldığı elbiseyi giymişti.

Hoseok hangi tişörtünü giyeceğine karar verememiş birkaç kere üzerini değiştirmişti.
Aslında o, hepsi aynı koksada en güzel kokan tişörtünü aramıştı.

Jiho evden çıkarken biraz saçıyla oyalandı. Ve yatağına oturup bir süre duvarı izledi. Bunu yaparken izlediği duvarın kendine benzediğini düşünüyordu.

Dümdüz ve boş.

O yokken hissettiği buydu.

Bugün çok güzel olmalıydı. Jung Hoseok'un aklında bu haliyle kalmalıydı.

O, bugün gidiyordu.

Hoseok bugününü ona ayırmıştı. Bu şehirde geçirdiği bütün son dakikalarının hepsini.
Jiho bunun için mutluydu.

Tabii midesinde bir torba kelebek cesedi varken ne kadar mutlu olabilirse.

Jiho çimlerin üzerinde otururken bulutsuz gökyüzüne baktı.
Düşünüyordu.

Yarın yanında uzanmış çocuğun burada olmayacağını.

Yarın aynı şehirde nefes almayacaklarını.

Yarın ona dokunamayacağını.

Ve yarın onu göreceği için heyecanlanamayacağını.

Düşünüyor ve bunu yaparken yüksek bir yerden düşüyordu.

İnsanoğlu çabuk alışırdı.

Ve Jiho Hoseok'a çok alışmıştı.

Saniyeler akıp giderken içindeki sıkıntıyı ve hüznü bastırmaya çalıştı. Verdiği sözü hala bozmamıştı. Gözyaşı yoktu ve olmayacaktı.

Kenardaki papatyalardan birini daha alıp bağlamaya çalıştı. İşine odaklanmalıydı. Bu şekilde her şey daha normal geliyordu.

Hoseok'tan çiçekten bir taç istediğinde yapmayı bilmediğini söylemişti. Hoseok dizinde uyurken Jiho kendi tacını kendi yapıyor aklını meşgul ediyordu.

Jiho tekrar saatine baktı.
Bir ağacın altındaydılar ve dakikalar su misali akıp gidiyordu. Hava bile onunla alay ediyormuş gibi arada kararır gibi oluyordu.

Elindekini kenara bırakıp dizindeki çocuğa baktı. Hoseok uyuyor gibiydi ama titreyen göz kapakları Jiho'yu şüpheye düşürmüyor değildi.

Hafifçe büzülen dudakları, kirpiklerini ve alnını okşayan uzun saçları birer şaheser gibiydi.

O bir tablo olsa Jiho onu odasına asmaya kıyamazdı.

"Hâlâ bitmedi mi?"

Jiho daldığı yerden çıkıp yere bıraktığı çiçeklere uzandı.
"Sen uyumuyor muydun?"

Hoseok kafasını hafifçe çevirip kısık gözlerini Jiho'ya çevirdi. Uyumak zordu birkaç saat sonra buradan ayrılacağını bilerek uyumak çok daha zordu.

"Uyuyamıyorum." Hoseok gözlerini araları ve düşünceli bir şekilde önündeki çimenleri izlemeye başladı.
"Aslında sen yanımdasın. Dizine yatmadan önce iyi gecelerde dedin."

Jiho dikkatle çiçeklerden birini daha çapraz bir şekilde yerleştirip bağlamaya çalıştı. Bunu yaparken de gülümsüyordu. Bugün hep gülümsüyordu.
"Desene uyku perisi Kim Jiho güçlerini kaybetmeye başladı."

Hoseok eliyle gözünü ovdu. Ve kafasını kıza çevirdi. "Hiçte bile onun güçleri sonsuz. Benim uykusuzluğum..."
Biraz bekledi bu sırada kızın gözlerine bakmayı da ihmal etmiyordu. Gözler önemliydi.
Konuşmaktan bile daha önemliydi.
"Başka bir sebepten."

Jiho'nun elindeki şey düşecek gibi olsada onu bırakmadı.
"Uçakta mışıl mışıl uyursun. Sana bir boyun yastığı verebilirim."

"Bu trip gibi bir şey miydi? Yenilebildiğini duymuştum."

Jiho gözlerini kısıp birleştirmeye çalıştığı çiçeklere odaklandı.
"Trip falan atmıyorum Hoseok kendime taç yapıyorum."

Hoseok kızın dizlerine iyice kuruldu.
"Anladım sana papatyadan taç yapmadığım için kızgınsın."

"Hayır... Sana kızgın olmak şu an düşündüğüm en son şey."

Çocuk kızın hafifçe titreyen ellerinden birini tutup yanağına çekti. Gizlemeye çalışsada huzursuz olduğunu biliyordu.
"Sadece kafanı dağıtmaya çalışıyorum. Gerginsin ve ellerin buz gibi."

Jiho içinde dönüp duran fırtınalardan çocuğu korumak için gülümsedi.

İkisindede huzursuz birer kalp vardı. Ve ikiside birbirlerini rahatlatmak için savaş veriyorlardı.

Jiho gündelik bir şeyler konuşmaya çalıştı.
"Güneşli havalarda bana bir şeyler oluyor. İnsanların aksine ellerim üşüyor."

Hoseok gülüp ellerini kızınkilerde dolaştırdı. Her gece Jiho'yu düşünüyordu.

Tıpkı onun gibi onsuz nasıl hissedeceğini.

Bu acı bir ayrılık değildi. Yinede ondan ayrılma fikri onuda yoruyordu. Hemde Jiho'nun zannettiğinden daha fazla.

Onu sevmek bir buluta aşık olmak gibiydi.

Jiho yumuşaktı ve Hoseok her zaman onun arkasında saklanabilirmiş gibi hissediyordu.

Ne olursa olsun Jiho'nun onu sarmalayacağını biliyordu.

Onunla her şeyin daha kolay olduğunuda.

"Özel olduğunu ilk evime geldiğinde anlamıştım."

Jiho konuşmadı ve dinlemeyi tercih etti.

"Evime geldin annemi gördün. Korkup kaçmadın. Sana bağırdım benimle tekrar konuştun."

"Annen bir zombi değildi."

"Ama çiçekle karşılıklı bir fincan çay içiyordu."

Sessizlik oldu ve bisiklet süren birkaç çocuğun gürültüsü duyuldu.

"O gün senin bana gönderilen bir mucize olduğuna inandım. Kimse annemle ve saksı jordan'la havuç çayı içmemişti. Ben bile."

Jiho aklına çayın tadı geldiğinde gözlerini kapattı.

"O şey havuç çayı mıydı?"

Hoseok bu sefer içten bir şekilde güldü. Sesindeki tını rüzgarda seyreden bir yaprak hissi veriyordu.

"Tabii içine yeni bir şeyler atmadıysa."

Jiho elini Hoseokunkinden kurtarıp elini onun yüzüne koydu ve eğildi.

"Annene söyle iyi olduğunda saksı jordan'la bir çay partisi istiyorum."

Hoseok'un gülüşü minnettar bir tebessüme dönüştü. Jiho, onu sevdiği gibi hayatındaki saçma şeyleri bile seviyordu.
Ve Hoseok bunu iliklerine kadar hissediyordu.

Sevilmek güzel bir histi. Ve Hoseok bu hissi Jihoyla benimsemişti.

Kızın yüzüne değen saçlarıyla yutkundu. Kalbi titriyordu.
Onu, kardeşlerini burada bırakıp gitmek istemiyordu.

Onlarsız ne yapacaktı. İlk fırsatta buraya kaçmalıydı. Yoksa buradan çok uzaklarda özlem onu parçalardı.

Jiho'nun yüzündeki ellerini tutup gülümsedi.
Uzandığı yerden kalkarken aralarındaki mesafeyi kapatmak istedi.

Hoseok ona sarılacaktı. Jiho saatin kaç olduğunu biliyordu.
Vaktin geldiğinide.
Bir veda sarılmasını istemiyordu.

O sadece Hoseok'u istiyordu.

Hoseok dizinde uyuduğunda, uyuya kalması için dua etmişti.

Jiho bir şeyler söylemesi gerekiyormuş gibi dudaklarını araladı. Ama hiçbir şey söyleyemedi.

Hoseok kızın önüne kayıp elini tereddütle kaldırdı. İnce parmakları yanağını es geçip dudaklarına dokundu.
Yumuşak kadifemsi dudaklarına.

Jiho titredi. Kalbi çamaşır ipindeki beyaz bir örtü gibi sallanıyordu.

Huzurluydu. O yanındayken heyecanlanıyor aynı zamanda huzur doluyordu.

Hoseok parmağını kızın dudaklarından çekerken gözlerini kapattı.

Bu defa biçimli parmaklarını yanağında ve çenesinde gezdirmeye başladı.
Jiho'yu öldürmeye çalışıyordu.

Gözlerini açmadan mırıldandı.
"Gitmemiz gerekiyor Jiho."

Jiho cevap vermedi hayır diyemeyecek kadar kendinden geçmişti. Kalbi elbisesinin altında deli gibi atıyordu.

Daha doğrusu can çekişiyordu.

Hoseok'un dalgalı denizinde yüzüyor yüzünde gezinen parmakları onu aşağı itiyordu.

Jiho dayanmanın giderek zorlaştığı vakitlerde Hoseok'un vedasını hızlandırmak için ona işkence eden ellerini itti. Yüzü ateşler içinde yanıyor elleri kavruluyordu.

Hoseok bir denizdi ve Jiho son kez kendi rızasıyla denizde boğulmayı seçti.

Onu kendine çektiğinde Hoseok irkildi. Oda titrediğini kızın dokunuşuyla fark etmişti.

Bu kısa bir öpücüktü. Sakin nazik aynı zamanda derin.
İkiside titrerken ve nefes alamazken daha fazlası olamazdı.

İkiside bu ayrılışın kolay olacağını sanmışlardı. Ama Jiho Hoseok'u sıkıca tuttuğunda tahminleri tepetaklak oldu.

Ne gariptir ki. Hoseok geç kalmayı diledi.

O aptal uçağı kaçırmayı.

Hava karardığında burada olmayı.

Burada kızın kollarında uyumayı.

Fakat hayat isteklere ve hayallere göre sürüp gitmiyordu.

Jiho az önce onu sıkıca tutan o değilmiş gibi onu itti.

"Gitmelisin."

Hoseok nefes alamıyor gibi oldu.
"Ben..."

Gitmesi gerekiyordu. Hemde hemen geç bile kalmıştı. Jiho titrek bir nefes verdi.

"Geç kaldın."

Hoseok ne demesi gerektiğini bilmiyordu. Kalbi çok yorulmuştu.

Kız yüzüne dokunup son kez alnındaki saçları düzeltti.

Parmakları Hoseok'un uzun saçlarında usulca dans ediyordu.

Buna bir son verebilirlerdi ama oyalanıyorlar, vazgeçemiyorlardı.

Hoseok ayrılıkların zor olduğunu biliyordu. O, babasını bile uğurlamaya gitmezdi. Şimdi sevdiği kızdan ayrılırken midesinin düğüm düğüm olduğunu hissetti.

Jiho saçlarıyla işi bittiğinde önce onu ayağa kaldırdı sonra ise sertçe boynuna sarıldı. Hoseok dengesini kaybeder gibi oldu fakat düşmedi.
Şimdi düşemezdi çünkü düşerse Jiho onu kaldırmaz oda onunla düşerdi.

Gitmeliydi.

Biraz daha kalmaya devam ederse gidemeyecekti.

Hoseok önce Jiho'nun boynundaki kollarını tuttu ardından kızın beline sıkıca sarıldı.

Kız çocuğun ceketinin cebine saklanmak istiyor. Çocuk ise kızın omzunda sonsuz bir uykuya dalmak istiyordu.

İkisininde farklı hayalleri vardı. Ama ikisininde dileği ortaktı.

Jiho tuttuğu gözyaşlarına rağmen sakince konuştu.
"Sakın unutma seni çok çok seviyorum."

"Unutmak? Seni... bu kadar seviyorken mi?"

Kızın saçlarına küçük hızlı bir öpücük bıraktı. Şimdi gerçekten gidiyordu.

Jiho bunu hissediyordu.

Kollarını çekmedi ve devam etti.
"Çabuk gel olur mu? Seni çok özlerim."

Hoseok konuşmadan gülümseyerek  kafasını salladı. Her azası kilitlenmişken sadece susuyordu.
Bu kadar zor olacağını hiç düşünmemişti.

Jiho ilerlemesi için onu hafifçe ittiğinde Hoseok çatıdan düşüyormuş gibi hissetti.

Kız o an sunabileceği en güzel gülümsemeyi sunarken, o gülümseyemedi.
Sırt çantasını sıkı sıkı tutup ayaklarına gücün gelmesini bekledi.

Jiho yüzünü buruşturdu ve ellerini arkasına sakladı.
"Hadi git artık."

Artık gitsin istiyordu çünkü patlamak üzereydi. Ve bu ruhuna fazlasıyla ağır geliyordu.
Çok ama çok ağır.

Jiho elini eteğine sürüp biraz daha gülümsedi şimdi gözleri gözükmüyordu.

"Her gece 12'de bekliyor olacağım. Eğer aramazsan..."

"Ölürüm."

Jiho biraz daha gülümsediğinde Hoseok yutkunduktan sonra gülümseyebildi.

Gözleri kaşınıyordu fakat o sadece dişlerini sıkmakla yetindi.

Jiho tekrar eliyle gitmesini işaret ettiğinde Hoseok savsak bir kaç adım attı.

Bir adım daha.

Daha sonra küçük bir adım daha.

Jiho arkasını dönmesi için gözlerini çevirdi.

Ve Hoseok kızın pes etmesiyle sonunda arkasını döndü.

Şimdi kendi kendine konuşuyor kendine kızıyordu.

"Sakın arkana bakma aptal. Ne kadar kötü olduğunu görmüyor musun? Bir an önce defolup git..."

Adımlarını biraz daha hızlandırdı.

"Onun canını yakıyorsun. Arkana bakma ve defolup git."

Hoseok kendini tembihleyerek arkasına bakmadan uzaklaştı.

Başta küçük ve korkak adımlar attı.

Daha sonra büyük ve hızlı birkaç adımda oradan uzaklaştı.

Sanki birisi bir sihir yaptı ve onu ortadan kaldırdı.

Artık bir silueti kalmamıştı. Jung Hoseok yoktu.

Gözden tamamen kaybolduğunda Jiho parmaklarını birbirine kenetledi.

Gerçekten gitmişti.

Rüzgarın kokusu değişti.

Jiho arkasından gitmek istedi.

Bedeni sarsılıyor acı çanları gürültüyle çalıyordu.

Sanki bur kız çığlık atıyordu.

Jiho tuttuğu nefesini gözündeki birkaç damlayla birlikte saldı.

Etrafta çığlık atan kimse yoktu.

Çığlık atan kız içindeydi tıkılıp kalmıştı.

Kızın midesi çalkalandı ayakları boşaldı.

Yavaşça bulunduğu yere oturdu.

Tek başınaydı üşüyor, yanakları donuyordu.

Ayrılık onun ve kalbinin tattığı en büyük acıydı.

Artık ağlayabilirsin dedi bir ses Jiho sessizce çimleri sıkarken.

Prens gitti.

Evet tacın kırıldı ama korkma.

Prensin hatıraları hala aklında.

O geri gelecek ve geldiğinde seni yine sevecek.

Sadece bekleyeceksin.

Kumsalın dalgayı,

Rüzgarın yağmuru beklediği gibi.

Belki de prens yalan söyledi.

O bir daha gelmeyecek.

Ama sen yinede gamzelerinde boğulduğun o çocuğu ölene kadar bekleyeceksin.

Ne olursa olsun bekle.

Belki gelecek, belki bir daha gölgesini bile göstermeyecek.

Sadece bekle.

Bir güneşin doğuşunda bekle.

Yağmurun son damlasında bekle.

Jiho yumuşak çimenlere uzandı. Boynundaki kolyeyi sıkıca sardı.

Bekle.

Umut olan çocuğun hayaline tutunup umutla bekle.

Her şey geçecek. İyileşeceksin.

Ve sen bir prensin olmasada her gece tam 12'de gerçek bir prensese dönüşeceksin.

Seguir leyendo

También te gustarán

332K 22.2K 33
-Tamamlandı 🍷 "Helva yapacaktım ama evde irmik bitmiş, varsa biraz?" "Hayırdır ölüyor musunuz? Eğer öyleyse siz zahmet etmeyin, ölün siz, ben yapar...
47.2K 2.5K 41
Komşunuz Barış Alper Yılmaz olursa ne mi olur?
60.4K 8.5K 31
[🥼🔬] [theoretically lab] kim taehyung, stajyer jeon jeongguk'un tam bir virüs olduğunu düşünüyordu.
111K 12.5K 51
Jungkook, erzağının bitmesiyle kendine yiyecek birşeyler ararken, Taehyung'un liderlik yaptığı bir küçük bir şehirle karşılaşır. Jungkook, açlığını d...