Good Night Hoseok | Hoseok

mitsurine által

130K 13.3K 14.8K

"Ve bu gecede kalbimde seninle uyuyacağım." Több

ʟɪᴛᴛʟᴇ ʀᴇᴠᴇɴɢᴇ
ʟɪᴀʀ ʟɪᴀʀ
ᴜɴᴀɴsᴡᴇʀᴇᴅ
ʙᴀᴄᴋɢᴀʀᴅᴇɴ
sᴄᴀᴘᴇɢᴏᴀᴛ
ᴀᴄᴄᴏᴜɴᴛ ᴅᴀʏ
ᴍᴏᴏɴʟɪɢʜᴛ
ɪᴄᴇ ʜᴇᴀʀᴛs
ᴄᴏʟᴅ ɴɪɢʜᴛ
ᴘᴀᴘᴇʀ ᴄʀᴏᴡɴ
ʙᴀᴅ ʜᴀʙɪᴛs
ʜᴀᴘᴘʏ ᴅᴀʏ
sᴛʀᴏɴɢ ʀᴇᴀsᴏɴ
sʟᴇᴇᴘʟᴇss ʜᴏᴜsᴇ
ᴘʀɪɴᴄᴇss ᴄᴀᴋᴇ
ᴄʟɪғғ ᴄᴏʀɴᴇʀ
ʙʀɪɢʜᴛ ɢʀᴀss
ᴅᴏᴏʀs ᴄʟᴏsᴇᴅ
ᴡʜᴏ ᴀʀᴇ ʏᴏᴜ?
ᴍʏ ᴛʀᴜᴇ ʜᴇᴀʀᴛ
ᴍɪᴍɪ x ʏᴏᴏɴɢɪ
ᴛᴡᴏ ʙᴏʏs
ғᴀᴋᴇ ᴡɪɴᴅ
ʙʟᴜᴇ ᴡᴀᴠᴇ
ʟᴏsᴇ ᴛʜᴇ ɢᴀᴍᴇ
sᴀᴅᴅᴇsᴛ sᴏɴɢ
ᴏᴘᴇɴ ʏᴏᴜʀ ᴇʏᴇs
ᴜɴᴅᴇʀᴡᴀᴛᴇʀ
sᴍᴀʟʟ ᴘɪʟʟ
sᴛᴏᴘ ᴛʜᴇ ʀᴀɪɴ
ʜᴏᴘᴇ ʙᴇɢɪɴs
sᴏʙᴇʀ ᴍɪɴᴅ
ʙᴜᴛᴛᴇʀғʟɪᴇs
ᴍᴀᴋᴇ ɪᴛ ʀɪɢʜᴛ
ʙʟᴏᴏᴅ ᴀɴᴅ ʙᴏɴᴇs
Final
and the end
Teşekkürler ft. Delilah

sᴛᴏʀᴍ ᴠᴀʟʟᴇʏ

2.9K 326 703
mitsurine által

Onun yumuşacık bir kalbi vardı.
Ve o kalp kendini bilmez sefillerin elinde yavaşca parçalandı.

Yaklaşık 20 dakikadan beri önümde duran kahve artık soğumuştu. Dumanı tütmüyor, kahverengi su öylece dalgalanıyordu. Tiramisumden ise sadece bir çatal almış öylece bırakmıştım.

Elimi çeneme yaslamış karşımda oturan çocuğu dinliyordum. Ara sıra gülümsüyor ve kafamı sallıyordum. Aslında ben onu dinlemeye çaba gösteriyordum.

Jun önündeki kahveden bir yudum aldı ve sivri dişlerini göstererek gülümsedi.

"Sonra bana çinli olduğumu ve çinlilerden nefret ettiğini söyledi."

"Neden çinlilerden nefret ediyormuş?"

Kaşlarını çatıp dudaklarını büzdü. "Biz çok böcek yiyormuşuz ve o böceklerden nefret ediyormuş."

Parmaklarımı yanağıma vurup güldüm. "Bu hayatımda duyduğum en saçma bahane."

"Katılıyorum dürüst olup benden hoşlanmadığını söyleyebilirdi."

Onu onaylarcasına kafamı salladım. Şu dershane çıkışında tanıştığım çocukla kahve içmeye bir kafeye gelmiştik.
Dershane çıkışı beni yakalamış ve işimin olup olmadığını sormuştu.
Ben de ajandama bakmış, ne tesadüf ki bir işim olmadığına karar vermiştim.

Ne işim olabilirdi ki. Bundan sonra tek işim okuldan çıkıp eve gitmekti. Başka yapmam gereken bir şey yoktu.

Soojin'le ödeşmiş, Felix'in intikamını almış, Taehyung'u temize çıkarmıştım.
Bunların hepsini yapmış aynı zamanda ruhumda delik olmayan yer bırakmamıştım.

Sanki her hatamda ve her çırpınışımda ruhum delinmişti. Şimdi ise delik deşikti.

Bundan sonra sessiz sakin bir hayat yaşayacak senenin başlarındaki Jiho'ya geri dönecektim.

Ders çalışacak, sonra biraz daha ders çalışacaktım. Çünkü sadece o zaman kendimi oyalayabilirdim.

"Ee sen nelerden hoşlanırsın?"

Jun'un sorusuyla daldığım yerden çıktım.
Gözlerimi masanın üzerindeki ellerime indirdim ve öylesine omuz silktim.

"Bilmem herkesin hoşlandığı şeylerden işte. Çiçek, çikolata, peluş oyuncaklar falan."

"Peluş mu?" Jun bu kelimeden pek hoşlanmıyormuş gibi yüzünü buruşturdu. "Kız kardeşlerimde peluşlara bayılıyor."

Güldüm. "Evet bu üzerime yapışan bir zaaf ve bundan kurtulamıyorum. Onlara her doğum günlerinde peluş oyuncaklar almalısın. 18 yaşına geldiklerinde bir koleksiyonları olmalı."

Kahvesinin içindeki kaşıkla oynarken yine gülümsedi. "Alıyorum zaten iyi bir abiyimdir."

Jun sıcakkanlı birine benziyordu. Haraketleri arkadaş canlısı ve cıvıklıktan uzaktı.

Konuşması ve gülüşü oldukça sevimli fakat yüz hatları erkeksiydi.

Geldiğimizden beri konuşan tarafin o olduğunu fark ettiğimde benimde konuşmam gerektiğine karar verdim.
İşte en berbat olduğum konu buydu.

"Kaç kardeşin var?"

"İki. İkiside kız ve bazen kafayı yiyecek gibi oluyorum."
Dirseklerini masaya dayayıp yüzünü buruşturdu. "Bazen yatağıma yattığımda başım patlayacak gibi hissediyorum çok yaramazlar."

"Bence abartıyorsun."

"Eğer bir gün seni onlarla tanıştırırsam abartıp abartmadığımı gözlerinle görürsün."

"Olur. Ama ne olursa olsun abarttığını düşüneceğim."

"Bu bir kız dayanışması mı?"

İçmediğim kahveme gülerek bir şeker daha attım.
"Evet, aynen ondan."

Eskiye dönmüş gibi hissediyordum.
Etrafımda ne Soojin vardı ne de Hoseok ya da diğerleri.
Sanki birisi parmağını şıklatmış ve her şeyi değiştirmişti. Daha doğrusu beni eski Kim Jiho yapmıştı.

O günün üzerinden tam tamına beş gün geçmişti. Çok uzun bir zaman dilimi değildi.
Artık üzülmeyi ve kafama takmayı bırakmıştım.

Hoseok'un dediği gibi sadece ve sadece unutmaya çalışıyordum.

Arin'le teneffüslerde kütüphaneye gidiyor, evden okula serüvenimi devam ettiriyordum.

Ve en önemlisi artık geceleri 12'ye kadar beklemiyordum.
Ne birisini aramayı ne de aranmayı.
Evet boş hissettiriyordu hem içimi hem kalbimi.

Yapacak bir şeyim yoktu.
Kendimce kararlar almış onları uygulamaya çalışıyordum.

Hafıza silmek için bir hap icat edilmemişti. O zamana kadar kendi imkanlarımla halledecektim.

Jun lacivert tişörtünün kollarını sıyırdı. "Benimle kahve içmeyi kabul ettiğin için teşekkür ederim. Cidden arkadaş edinmek zor, aslında ben çok arkadaşım olsun istiyorum ama nereden başlayacağımı bilmiyorum."

Gülümsedim. Tam adamına rastlamıştı arkadaş edinmekte usta sayılırdım.

"Sana yardımcı olmak isterdim fakat sen benim şu ana kadar yedinci arkadaşımsın." Biraz düşündüm. "Felix'le sekiz oluyor sanırım. Ha birde arkadaşımın arkadaşları var ama onlarla ilişkimiz pek ilerlemedi."

Jun anlamamış gözlerle bana bakarken istemsizce gülümsedim. Konuşunca saçmalayan Jiho'ya merhaba de Jun.

"İşte ben de konuşunca saçmalıyorum."

"Hayır, hayır sadece hâlâ korecemi düzeltemedim sanırım o yüzden anlamadım."

"Emin ol korecenle bir alakası yok."

Masanın üzerinde duran telefonum titrediğinde ekranda yazan isme baktım. Arayan Taehyung'tu ve ben açmayacaktım.

Telefonun kenarına basıp ekranı karanlığa gömdüm. Ve camdan dışarı bakmaya başladım.

Taehyung'la o günden sonra pek konuşmamıştık. Onunda benle pek bir işi kalmamıştı. Sanırım en iyisi birbirimizin hayatından uzaklaşmaktı.

Jun iç iç bitiremediği kahvesinden bir yudum daha aldı.

"Neden açmıyorsun?" Ona bakmamla yanlış bir şey sormuş gibi açıklama yapmaya çalıştı.

"Yani öylesine sordum beni ilgilendirmez."

"Bilmem açmak istemiyorum. Yani ben artık telefonumu bile görmek istemiyorum."

"Neden? Yoksa eski sevgilin peşini bırakmıyor mu?"

Söylediği şeyle tekrar ona bakarak gülmeye başladım. Jun beni bugün baya güldürmüştü.

"Emin ol peşimden koşan kimse yok. Olmasını istediğimden değil, ben şu sevilmeyen kızım."

Aslında çok seven, ama sevilmeyen.

Aklıma Hoseok'un umutsuzca unutalım deyişi geldiğinde kırıkça gülümsedim ve gözlerimi masaya çevirdim.

"Neden öyle düşünüyorsun?"

"Hı?"

"Neden sevilmediğini düşünüyorsun?"

Bana yönelttiği soruya omuzumu silkerek karşılık verdim.

"Düşünmüyorum görüyorum. Oda üstü kapalı söylüyor aslında."

Ne ara Jun'a üstü kapalı Hoseok'la olan ilişkimizden bahsetmeye başladığımı bilmiyordum.

Sanırım hayatımızda bir rolü olmayan insanlara senaryoyu okumak daha iyi hissettiriyordu.

Çünkü onlar sizi yargılamazlardı bir yabancının söyledikleri sizi çok kırmazdı.

Jun dudaklarını birbirine bastırıp dışarıya baktı.

"Ben sevilmediğimi düşünmek yerine her zaman şunu düşünürüm..-"
Gözlerini bana çevirip gülümsedi.
"Belki şimdi zamanı değildir."

"Zamanı değildir?"

"Yani diyorum ki kendini sana bırakmak için zamana ihtiyacı vardır belki. Ben buna aynı zamanda korkuda diyorum."
Yamukça gülümseyip bir filozof gibi konuştu.
"Derin duygular, büyük korkular doğurur."

Gözlerimi ona doğrultup hafifçe eğildim. "Ya ikiside değilse ya sadece sevmiyorsa."

"O zaman kendi kaybeder. Bırakta bir seferliğine karşı taraf kaybetsin Jiho."

Önce gülümsedim ardından şaşkınca geriye yaslandım.

"Kültür farkından dolayı heralde ne kadar havalı ve akıllıca cümleler kuruyorsun?"

Jun yine güldü. "Sanırım yine anlamadım."

"Diyorum ki teselli konusunda iyisin ama ben teselli olmayacak kadar karamsar ve güvensizim."

"Bu huyun sadece geceleri uykularını kaçırır yani kendine zarar vermiş olursun."

Elimi tekrar çeneme koyup kaşlarımı çattım.
"Medyum falan mısın uykularımın kaçtığınıda biliyorsun."

Jun bu sefer seslice güldüğünde ben de gülümsedim.

"Cidden komiksin Jiho."

"Evet öyleyimdir."

Telefon bir kere daha çaldığında dudaklarımı düz bir çizgi haline getirip Jun'a baktım.

"Şunu açıp hemen döneceğim."

"Tabii."

Masadan uzaklaşıp kafenin balkonuna çıktım. Taehyung'un beni bu kadar ısrarla aramasının tek bir sebebi olabilirdi.

Bir anda aklına gelmiştim ve yaşayıp yaşamadığımdan emin olmak istiyordu.
Ya da canı sıkılmıştı ve saçmalayacak birini arıyordu.

"Efendim."

"Jiho neredesin?"

"Bir yerlerde."

"Hadi canım çok komiksin. Dershanenin önündeyim sen neredesin."

"Çıkalı bir saat oluyor biliyorsun değil mi? Hem beni almaya niye geliyorsun? Evimin yolunu biliyorum."

"Hadi ama biz hâlâ arkadaş değil miyiz?"

"Taehyung kapatmam gerekiyor."

"Akşama buluşalım mı?"

Taehyung'un sesi pek neşeli gelmiyordu. Oysa ben yine cıvıtacağını düşünmüştüm.

Bir sorun olup olmadığını deli gibi merak etsemde sormak yerine dudaklarımı dişledim.

"Neden?"

"Yani konuşalım öylesine."

"Taehyung lütfen."

"Neredesin seni alırım."

Eğer şimdi yanına gidersem onlardan kurtulamayacaktım. Onlar bilmiyorlardı ama ben kontrolümü gerçekten kaybediyordum.

Giderek olmam gerekenden uzaklaşıyordum.
Onları bırakmak ve kendimi çekmek doğru olan gibi geliyordu.

"Üzgünüm şu an müsait değilim. Başka bir zaman konuşuruz olur mu?"

Taehyung cevap vermeden dudaklarımı dişleyip elimi saçıma götürdüm.

Onun yanında olmak istiyordum ama o zaman kendime verdiğim sözleri bozmuş olurdum.

Taehyung sessizce bir kelime yuvarladı. "Tamam."

Ağzımı açıp bir şey söyleyeceğim sırada çoktan telefonu suratıma kapattı. Telefonu kulağımdan çekip elimde çevirdim.

İçim sıkılıyordu ve sanki içime sığamıyordum.
Masaya geri yürüyüp gülümsemeye çalıştım.

"Sanırım kalksam iyi olacak eve geç dönmemem lazım."

Jun kibarca kafasını salladı. "Tamam nasıl istersen."

Kafeden çıktığımızda topukları üzerinde bana dönüp elini uzattı.

"Kahve teklifimi kabul edip benimle geldiğin için teşekkürler."

Uzattığı elini tutup gülümsedim. "Bende teşekkür ederim benim içinde güzel bir deneyim oldu. Sosyalleşmek falan."

"Bir daha yapar mıyız peki?"

Düşünüyormuş gibi gözlerimi etrafta gezdirdim. "Olabilir."

Genişce gülümsedi selam vermek için eğildi. "O zaman dershane arkadaşım seni bir dahakine çin kafesine götüreceğim."

Yüzümü yalandan buruşturdum. "O zaman ikinci buluşma iptal dershane arkadaşım. Çünkü böceklerden nefret ederim."

Jun söylediğim şeyle gülüp kalbini tuttu.
"Bu acıttı."

Ayrıldığımızda sallana sallana eve yürümeye başladım. Eve gidecek ve karnımı şekerlemeli dondurma ile doyuracaktım.

Annemlerin evde olmayışını sadece bu sebepten seviyordum. İstediğim satte istediğimi yiyebiliyordum.

Her türlü ruhsal bozukluğumu geceleri mutfakta şekerleme yiyerek atlatabileğimi düşünüyordum.

Omuzlarımdan sarkan çantamı çekeledim. Karnım gurulduyor eve koşmamı komut veriyordu.
Onu dinlemeden ağır ağır yürümeye devam ettim.

Hoseok'u merak ediyordum. Hem de az buçuk değil, tırnaklarımı dibine kadar kemirecek kadar merak ediyordum.

O gün evden çıkarken gördüğüm yüz ifadesi aklıma yer etmişti. Geceleri kıvranıyor eğer canı acıyorsa bir an önce dinmesi için dua ediyordum.

Bir motorun kulak tırmalayan sesi kulaklarımla buluştuğunda yüzümü buruşturdum.

Bilerek mi bu sesi çıkarıyorlardı? Bu sesi çıkaran ve motoru ağlatan bu şahıslar doğaya ve insan kulağına kesinlikle zararlılardı.

Ses bu defa çok yakından geldi ve motor adeta çığlık atarak yanımda durdu. Korkuyla bir iki adım kenara sıçradım.

Ya soyulacak ya da darp edilecektim. Ne bir biber gazım ne de bıçağım vardı ve ben Mimi'ye bile vuramazdım.

Çantamı sıkıca tuttuğum sırada motordaki şahıs gülerek kaskını çıkardı.
"Sencede biraz fazla korkmadın mı?"

Jimin alay ederek gülmeye devam ettiğinde dudaklarım hafifçe aralandı. Eğer motordaki bir gaspçı olsa bu kadar şaşırmazdım.

"Evet kaskını çıkarınca daha çok korktum."

Jimin bir bacağını atıp motorda yan oturdu ve gülümsedi. Gülümseyince gözleri cidden baya kısılıyordu.

"Korkmana gerek yok seni kaçırmayacağım çünkü kendin geleceksin."

"Nereye, neden, niçin?"

"Hepsini cevaplamam gerekiyor mu?"

Yapmacık bir şekilde gülümseyerek kafamı salladım.

Jimin oturuşunu düzeltti ve elini kaldırıp parmaklarıyla saymaya başladı
"Bizim malikanemize geleceksin çünkü seni davet ediyoruz. Neden ve niçin aynı zaten."

"Peki beni davet edişinizin ağzımı açık bırakacak kadar mantıklı bir sebebi var mı?"

Tek kaşını kaldırıp yavaşca kollarını bağladı.

"Peki siz kızların bu kadar soru sormanızın ve sürekli zoru oynamanızın bir sebebi var mı?"

Kendimi savunurcasına kafamı salladım.
"Ben zoru oynamıyorum ki."

"Neyse bunlar önemli değil aslında seni şu yüzden davet ediyoruz."
Nefesini dışarı verip kollarını çözdü.
"Biz Taehyung'a sürpriz bir şeyler hazırlıyoruz ve seninde gelmen hoş olur diye düşündük."

Alt dudağımı büzüp kafamı yan yatırdım. Hoş olmaz Jimin hiç hoş olmaz.

"Aslında bunun iyi bir fikir olduğunu düşünmüyorum."

"Taehyung senden bahsedip duruyor yani gelsen çok sevinir."

Nasıl kaçacağımı bilemezken derin bir nefes aldım.
Jimin yüz ifadelerimden olumsuz bir yanıt vereceğimi anlamış olacak ki motordan inip ayağa kalktı.

"Bak aramız bu aralar biraz karmaşık yeni barıştık ve Taehyung biraz uzak davranıyor."

"Onu bu yüzden eleştiremezsiniz çünkü böyle davranmakta oldukça haklı."

"Evet biliyoruz ve ne yapacağımızı bilmiyoruz. O yüzden onun için bir şeyler yapmak istiyoruz."
Yüzüne masum tatlı bir ifade kondurdu.
"Sende gel hem bize yardım edersin."

Taehyung'un ruh halini, ne hissettiğini anlayamazdım ama kafasının karışık olduğunu ve birileriyle konuşmaya ihtiyacı olduğunu tahmin edebiliyordum.

Ve ben onu bugün reddetmiştim. Ona yardım etmem gerekirken başımdan savmıştım.

Eskiye dönmeye çalışıyorsun Jiho, ama eski Jiho böyle yapmazdı.
Sen bu değilsin.

Yan gözle Jimin'e baktım. "Ne yapacaksınız?"

Jimin gülümsedi ve açık bir kapı görmüş gibi bana doğru bir adım attı.
"Abartılı bir şey değil bizim arka tarafta bir şeyler yaparız diye düşündük. Tae orada takılmayı seviyor."

Somurtarak sordum. "Hediye aldınız mı?"

Jimin şaşkınca kafasını salladı. "Hayır."

Çantamın aşağıda kalan kolunu kolumdan geçirip gözümü devirdim.
"İnce düşünseniz şaşarım zaten."

"Yani geliyorsun."

"Sadece bir saat ve sadece Taehyung için."

Jimin sevinçle gülümsedi ve eliyle sarı saçlarını düzeltti.

"Cidden geliyorsun." Seslice gülüp dudaklarını yaladı. "Tamam hadi o zaman dediğin gibi önce hediye alalım. Peki ne alacağız?"

"Arkadaşının nelerden hoşlandığını bilmiyor musun?"

Jimin arkadan kaskı çıkarırken itiraz etti.
"Biliyorum ama ona zaten aklına gelebilecek her şeyi aldık."
Biraz daha gülümseyip kafasını geriye attı.
"Beraber kaç doğum günü geçirdiğimizi tahmin edemezsin."

Ağzıma birkaç cümle geldiğinde onları yuttum.

"Geçen Changgu'yla bir oyun almak istediği hakkında konuşuyordu onu alabiliriz ve de bir oyuncak at."

"Dalga mı geçiyorsun?"

"Erkek oyuncak atlarda var mor olmak zorunda değil."

"Hâlâ şaka yaptığını düşünüyorum ve umarım öyledir."

Ona gayet ciddi olduğumu söylemedim.
Jimin kaskı takmamda bana yardım ettikten sonra motora binip kafasını bana çevirdi.

"Belime sarılabilirsin ama lütfen dikkat et bu motorcu çocuğa aşık olmanı istemem."

Dediği şeye seslice güldüm ve mırıldandım.
"Geç kaldın motorcu çocuk ben kalbimi kaptıralı çok oldu."

"Bir şey mi dedin?"

"Diyorum ki motoru olan çocukları çekici bulmuyorum, yanı endişe etme."

Bu sefer o güldü. "Ben yine de uyarayım."

Beline tutunduğumda motoru çalıştırdı beni duyması için bağırdım.
"Dikkatli olacağım."

İşimizi bitirip Taehyung'la geçen sefer geldiğimiz evin önünde durduğumuzda kendimi motordan attım. Çünkü midem dönme dolap gibi dönüyordu.

Jimin kesinlikle iyi bir sürücü değildi. Attığı makaslar beni benden almıştı. Beni uyarması gereken konu aşk değildi. Kusma ihtimalimin yüksek olduğunu söylemeliydi.

Elimdeki hediye paketlerini sıkıp boşta kalan elimi ağzıma götürdüm.

"Senin ehliyetin var mı?"

"Tabii ki."

"Plakanı almam gerekiyor. Sanırım seni şikayet edeceğim."

Jimin anahtarı elinde çevirdi ve eve doğru yürümeye başladı.
"Sanırım güldürmeyi seviyorsun."

"Ciddiyim biliyorsun değil mi?"

Jimin neşeli bir kahkaha atıp evin kapısını teğet geçti. Duraksayıp nereye gittiğine baktım.

Ağaçların arasına gireceği sırada bana baktı. Ben sormadan nereye gittiğimizi bana açıkladı.

"Arka tarafta olacağız hadi gel."

Taehyung'a aldığımız hediyeleri göğsüme bastırdım ve Jimin'i takip ettim. İki eğilmiş ağacın arasından geçtiğimizde evin arkasına çıktık.

Burası evin arka tarafıydı. Ve gördüğüm şeyle ıslık öttürmek istedim. Ben onun için bir şeyler hazırlacağız dediklerinde oldukça ümitsizdim.
Ve şu an gördüklerim karşısında şaşkındım.

Arka bahçe onlara ait gözüküyordu. Evin etrafında araziyle bahçeyi ayıran tel bir çit vardı.

Uzun bir ipin üzerine küçük renkli ışıklar bağlamışlardı. Ve neredeyse bütün çitin üzeri ışıklarla kaplanmıştı.

Çitin uzun kısmına beyaz bir projeksiyon perdesi yerleştirmişlerdi. Jungkook eğilmiş projeksiyonu ayarlamaya çalışıyordu.

Jimin elindeki kutuları masanın üzerine götürmek için ilerledi.

Namjoon ve Kino içeriden bir koltuk çıkarmaya çalışıyorlardı. Yoongi, Kino'yu hızlıca itip yanlarından geçti ve Jimin'e seslendi.

"Pastayı aldın değil mi? Ve diğer her şeyi."

Jimin bir askermiş gibi selam verdi.
"Her şey alındı efendim."

Yoongi onu kenara itip poşetleri karıştırmaya başladı. Ayağındaki terliklerle ve yürüyüşüyle komik görünüyordu.
Ve neden herkesi itip duruyordu.

Bu hallerine Jimin'de güldü ve Jungkook'a doğru ilerledi.

Beni kimse fark etmemişti taki Jimin ismimi seslenene dek.

"Jiho niye orada dikiliyorsun gelsene."

Namjoon ve Kino koltuğu bırakıp bana döndüklerinde Jungkook'ta şaşkınca bana baktı.
"Onu gerçekten getirmişsin."

"Evet mükemmel çekiciliğime karşı koyamadı."

Kino samimi bir gülüş sunup selam verdi.
"Hoş geldin Jiho."

Gülümsemek için üstün bir çaba harcadım.
"Merhaba."

Namjoon koltuğun kenarına oturup gülümsedi. Gamzeleri gerçekten güzeldi.

"Merhaba ve hoş geldin."

Bu sefer utanarak, "Merhaba," dedim.

Bacakları koltuğa oturduğu halde uzun görünüyordu ve cidden yakışıklıydı.
Bizden birkaç yaş büyük olduğunu söyleyebilirdim.

Şu an cidden gergindim. Bu kadar oğlanın içinde nasıl rahat olabilirdim ki? Özellikle hepsi bana bakıyorken.

Jungkook'la göz göze geldiğimizde o panikle arkasını döndü. Onun bu hareketine Jimin kafasını geriye atıp güldü.
"Sadece sana karşı mahçup yani bizde öyle ama..."

Jungkook arkasını dönmeden mırıldandı.
"Kes sesini Jimin-shh."

"Sana kaç kere bana öyle seslenme diyeceğim."

"Umurumda değil Jimin-shh."

İtişmeye başladıklarında hafifçe gülümsedim.

Namjoon elini savuşturup omuz silkti. "Sen onlara bakma çünkü bakarsan çocukça bir erkek kavgası göreceksin."

Bir iki adım attım. "Sorun değil görmezden gelebilirim."

Etraftaki ışıklandırmayı izlemeye koyulduğumda, Namjoon konuşmaya devam etti.

"Nasıl buldun? Basit ama üzerinde uğraşılmış."

Etrafimda bir tur dönüp kafamı salladım. "Basit falan değil fazla güzel."

Hava hafiften kararıyor, ışıkları daha belirgin gösteriyordu.

"Seni gördüğüne sevinecek."

Gülüp itiraz ettim.
"Taehyung beni gördüğüne değil, bu ortama sevinecek. Partileri seviyor gibi."

"Taehyung'tan bahsetmiyorum ki."

Kafamı Namjoon'a çevirip gözlerimi kıstım. O az önce ne demek istemişti.
Namjoon omuz silkip seslice güldü ve kafasını eğdi.

"Bu aralar sürekli uzanıyor, uyuyor... Depresif içine kapanık haline geri döndü belki seni görünce..."

Onu susturmak adına kafamı iki yana salladım.
"Yanlış düşünüyorsun." Kendimi nasıl ifade etmem gerektiğini bilemiyordum.
"Yani Hoseok'un beni görmek istediğini zannetmiyorum beni görünce mutlu olacağınıda."

Bana kızgın olup olmadığını bile bilmiyordum. Beni görmek isteyip istemediğinide.

Namjoon uzatmaya devam etti ve koltuğa oturdu.
"Ama sen onu görmek istiyorsun değil mi?"

"Cümlelerle oynama lütfen kafam karışıyor."

Namjoon gülerek kafasını çevirdi. Ben de baktığı yere bakıp elimdeki poşetleri sıktım.

Hep böyle mi olacak? Onu beş gün, beş ay, beş yıl sonra da görsem.

Kalbim hep böyle aynı mı atacaktı.

Çünkü bu his eksilmiyordu aksine çoğalıyormuş gibi hissediyordum.

Kapının ortasında öylece dikiliyordu. Saçları ıslaktı ve tişörtünüm ucu pantolonunun içinde kalmıştı.

Yeni banyodan çıktığını düşündüm. Gözlerini bana değdirdiğinde ben ona bakmadım çünkü gözlerinde göreceğim o duygudan korkmuştum.

Öfke, kırgınlık, hüzün bunlardan birini görecek olmak beni korkutmuştu.

Yoongi adımı seslendiğinde o tarafa baktım.

"Jiho yardım eder misin?"

İsmimi söyleyen Yoongi beni şaşırtırken aynı anda ona minnet duydum. Bugün beni herkes şaşırtıyordu.

Elimdekileri nereye koyacağımı bilemezken, Namjoon beni bu durumdan kurtardı.
Elimdekileri hızlıca aldı.

Teşekkür edip Yoongi'nin yanına ilerledim.
Elindeki tabakları havaya kaldırıp ifadesizce suratıma baktığında çoktan kollarımı sıvamaya başlamıştım.

"Masa kurmaktan anlar mısın? Yani kızlar bu konuda daha iyi."

Tabaklara uzanıp ona bakmadan konuştum. "Aslında masa kurmak için kız olmaya gerek yok yemek yiyen herkesin kurabileceğini düşünüyorum."

Yoongi masanın başında dikilmeye devam ederken boş boş bana bakmaya devam etti. Hızlıca tabakları yerleştirmeye başladım.

"Yani tabak, çatal, kaşık yerlerini bilmiyor musun yoksa."

Yoongi umursamazca kafasını salladı. "Hepsinin yerini biliyorum sadece fazla üşengecim."

Kaçarcasına sıvıştığında elimde tabaklarla arkasından bakakaldım. Yoongi masayı bana kitlemişti şimdi bu masayı simetri kurallarına uygun bir şekilde kurmalıydım.

Hoseok, Jungkook'un yanına doğru yürüyüp yerdeki birjaç süsü aldı. Dudaklarının kenarı kıvrılmıyor, kıvrılmayı da pek düşünmüyor gibiydi.

Masanın hizasına eğilip tabakların hizalarına bakarken göz altlarına baktım.

Uyumuyordu biliyordum. Tıpkı mutsuz olduğunu bildiğim gibi.

Yanına gitmeli ve iyi olup olmadığını sormalıydım. Bunu yapacaktım, ben pısırık değildim ama bir yanım gitmemelisin diyordu.

Gözlerimi ondan çekip işime odaklanmaya çalıştım.

Masayı bitirmiş içerideki birkaç tabağı hızlıca masaya taşımıştım.

Herkes bir işle uğraşıyor arada birbirlerine takılıyorlardı. Sessizce gülmek ve onları izlemek hoşuma gitmeye başlamıştı.

Jimin komik melodisi olan bir şarkı açtığında Yoongi oturduğu koltuktan hızlıca kalktı ve onu içeriye kadar bir seri katil edasıyla kovaladı.

Arkalarından istemsizce gülümsedim önüme döndüğümde Hoseok bir paketi açmaya çalışıyor aynı andada bana bakıyordu.

Çok üzerinde durmadan etrafı toparlamaya devam ettim. O, çitlere birkaç süs asmak için merdivene çıkmaya başladığında Jungkook'a seslendi.

"Şu aşağıdakileri bana verir misin?"

Jungkook hâlâ projeksiyonla uğraştığı için garip birkaç ses çıkardı.
"Şu an olmaz."

Hafifçe bana baktığında masumca elimdeki poşedi katlıyordum.

Jungkook arkasına dönüp beni işaret etti. "Jiho versin işte."

Hoseok, kafasını çevirip önüne döndüğünde kararsız birkaç adım attım. Eğilip yerdeki süsün bir tanesini aldım ve ona uzattım.

Hoseok bana bakmadan elimdekini aldı. Ayağımı merdivene koyup tutundum.
Konuşmalı mıydım, yoksa susmalı mı?

Tabii ki de o konuşmayacaktı. Her zaman ilk konuşan Jiho varken ona ne gerek vardı.

Bir süsü daha ona uzatıp bu defa merdivenin önüne geçtim ve kafamı kaldırdım.

Benimle göz teması kurmasını bekleyecektim. Hoseok elindekini astığında yanına baktı. Beni fark etmesi için öksürdüm.

"Nasılsın?"

Hoseok cevap vermek yerine elini uzattığında eğilip bir süsü daha verdim.
Belki dediğini yaparsam bir cevap alırdım.

O, işini yapmaya devam etti. Bense boynum kopacak gibi olmasına rağmen ona bakmaya.

Elini tekrar uzattığında eğilip bir süs daha verdim.

"Konuşmayacak mısın?"

Hoseok kollarını kaldırıp bir basamak daha çıktı. Kendimi yaramazlık yapmış ve annesinden af dileyen bir kız gibi hissediyordum.
Ama sorun şuydu. Anneler her zaman affederdi.

Basamaktan indiğinde tekrar elini uzattı ona istediğini vermek yerine elini tuttum. Gözleri anında beni bulmuş saniyesinde derinlere inmişti.

Yutkundum. "Bana kızgınsan susma özür dilememi istersen dilerim ya da konuşabiliriz."

O an uzun zamandan beri Hoseok'la konuşmadığımızı fark ettim. Elini sıkıca tutmak istiyor ama tutamıyordum buna cesaretim yoktu.
Ve artık onun gözlerinin altındaki morluklarda bana cesaret vermiyordu.

Hoseok elimi itmek yerine tuttu. Ve bir iki basamak daha indi. Elim onunkinin altında eriyordu.

Bana işkence çektirmek istercesine fısıldayarak konuştu.
"Sana ne söylememi istiyorsun?"

Olabilirmiş gibi nefes almayı bıraktım.
"İyi olduğunu."

Hoseok bu sefer güzel oynadı.
"Bunu beni kötü yapanlardan biri mi söylüyor."

"Hoseok.."

Elimi iyice sıkıp beni hafifçe kendine doğru çekti. Dengemi kaybederken kafamı geri çektim.

Yüzlerimizin yakın olmasını istemiyordum.

"Kötü haber Kim Jiho, iyi değilim ve suçlulardan biri sensin."

Nefesi bir tokat gibi yüzüme çarptığında bir iki adım geriye kaydım.

Ben suçlu değildim. Yapmam gerekeni yapmıştım. Bunları yaparken defalarca yalan söylemiş, tehdit etmiş, zarar vermiş olabilirdim.
Ama bütün suçu benim omuzlarıma bırakamazdı. Çünkü ben bunu kaldıramazdım.

Geri geri adımladı ama elimi bırakmadı. Yüzüne hoşlanmadığım bir gülücük kondurdu.
"Boşversene."

Ve elimi elinden kaydırıp boşluğa bıraktı.

Beni parçalayan sözleri değil umursamaz ve boş bakan gözleriydi.
Duygusuz gibi bakıyordu sanki, sahilde ağlayan bana sıkıca sarılan o değilmiş gibi.

Oysa ben her şeyi o ve diğerleri daha fazla kandırılmasın diye yapmıştım. Başka hiçbir niyetim yoktu.
Onu üzmek isteyeceğim son şeydi.

Önüne dönüp Jungkook'a doğru ilerledi. Arkasından bakakalmış sessiz nefesler alıyordum.

Boşta kalan elimi nereye koyacağımı bilemezken içeri doğru adımladım.

Burada durup kendime eziyet etmek yerine içeri yardım edecektim. Biraz daha Hoseok'a maruz kalırsam ağlayabilirdim.

Kendimi içeri attığımda seslere doğru yürüdüm. Gürültü mutfaktan geliyordu.

"Sana o sosa ellememeni söyledim."

"İlk Namjoon hyung yedi benim bir suçum yok."

Seokjin'in bağırışı isyana dönüştüğünde Yoongi oturma odasından bağırdı.
"Hey sessiz olsanıza başım ağrıyor."

Mutfaktan bir tabak kırılma sesi geldiğinde o tarafa adımladım.

Jimin mutfaktan koşarak çıktı ardından Kino onu takip etti. İkiside kaçıyorlardı. Kino beni durdurdu.

"İçeri girme Namjoon sosu döktü. Seokjin kriz geçirebilir."

Kapıdan kafamı uzattığımda Seokjin yere eğilmişti. Namjoon özürler savuruyor yerdeki tabak parçalarını beceriksizce toplamaya çalışıyordu.

Elini kesmesi an meselesiydi hızlıca yanına gidip kolunu tuttum.

"Dışarıda yapılması gereken tonla iş var ben burayı hallederim."

Namjoon'a kapıyı işaret ettiğimde Seokjin'e dönüp birkaç özür daha sundu.

Seokjin konuşmuyor sadece yere dökülen sosu izliyordu.

"Teşekkür ederim."

Namjoon bana teşekkür edip minnetle dışarı kaçtığında ne yapacağımı biliyordum. Annemde saksısı kırıldığında aynı böyle oluyordu.

Ve onu rahatlatmak bana düşüyordu. Eğilip yerdeki kırıkları toplamaya başladım.

"Sos enfes kokuyor ama dökülmüş olması büyük bir problem."

Seokjin gözlerini kırpmadan konuştu. Hipnoz olmuş gibiydi.
"O fesleğenleri ince ince kıymak için saatlerimi verdim."

İçeriden Yoongi'nin sesi duyuldu.
"Sadece on dakikada hallettin abartma."

Seokjin'in gözleri büyüdüğünde onu sakinleştirmek adına gülümsedim.

"Sorun yok, sorun yok yenisini yaparız."

Elini saçına götürüp sallanmaya başladı. "Yetişmeyecek, yetişmeyecek..."

Elimdekileri çöpe götürüp onu kaldırmak için elimi uzattım.

"Asçı Seokjin yeni bir sos yapmak için yirmi dakikamız var."

Seokjin kafasını kaldırdı ve bana baktı. "Yardım mı edeceksin?"

"Hadi vaktimiz gidiyor."

Seokjin benden yardım alarak kalktığında karınca gibi çalışarak yeri silmeye başladım. Seokjin umutsuz olmasına rağmen yeni bir sos yapmaya başladı.

Yemek yapmada pek iyi sayılmazdım ama şu süslü kızlar gibi bir halt bilmediğimde yoktu.

Seokjin hevesle elime bir önlük tutuşturduğunda gülerek tek kaşımı kaldırdım.

"Evet, domatesleri soyabilir misin?"

Ellerini birbirine sürttüğünde heyecanlı görünüyordu. Hevesini kırmamak için önlüğü belime doladım.

"Tabii efendim nasıl emrederseniz."

Seokjin yemek yapmayı seviyordu. Çalıştığımız kısa zaman diliminde mutfak hakkında bildiklerimizi yarıştırıp durmuştuk.

"Biraz nane ve sarımsak?"

Yüzümü hafifçe buruşturdum. "Nane tadını bozmaz mı?"

Seokjin gözlerini kısıp komik bir şekilde ağzını açtı.
"Woah işte aradığım damak tadı."

Seslice güldüğümde makarnadan bir kaşık aldı ve bana uzattı.

Kaşığı elinden alıp ağzıma götürdüm. Lezzeti muazzamdı alt tarafı makarnaydı ama sosu makarnayla fazla uyumluydu.

"Doğruyu söyle."

Elime ağzıma götürüp kaşlarımı çattım. Seokjin gerginlikle ellerini birleştirdi.

"Olmamış mı?"

Yutamıyormuş gibi yaptım ve ellerimi salladım.

"O kadar mı kötü?"

"Bu..."
Seokjin duyabilmek için yaklaştı.
Yüz ifademi düzeltip boş bir şekilde suratına baktım.
"Mükemmel."

Seokjin ağzını açarak omuzlarını düşürdü. "Ne biçim dalga geçiyorsun? Kafamı tencereye sokacaktım."

Gülerek baş parmaklarımı kaldırdım ve bir iki adım geri çekildim. "Hızlı söylesem şımarırdın."

"Hadi ordan."

Mutfak kapısında birisi boğazını temizlediğinde ikimizde o tarafa döndük. Yüzüm düşerken önlüğümü çözmeye başladım.

"Hey hobi leziz bir makarna yaptık diğerlerinden bile iyi."

Hoseok öylesine kafasını sallayıp gözlerini bana çevirdi.

"Taehyung gelmek üzere."

"Ne!"
Seokjin hızla makarnayı bir kaba boşaltmaya başladığında, kapıya doğru yürüdüm geçmek için geri çekilmesini bekledim Hoseok bana yol açıp kafasını kapıya yasladı.

Sessizce yürürken kollarımı çekeliyordum. Arkamdan geliyordu ve nefes sesleri uzaktan gelsede ensemdeymiş gibi hissediyordum.

Dışarı çıktığımda arka bahçe kapkaranlıktı. Sürpriz için bütün ışıkları kapamışlardı.
Çocukların seslerini duyuyordum fakat nerede olduklarını göremiyordum.

Ayağımla altımdaki basamağı yokladım.
Şu an düşsem olay olurdu hem de büyük bir olay.

Birkaç basamağı ağır adımlarla indiğimde Hoseok kolumu tuttu. Ve düz bir sesle beni uyardı.
"Orada bir çukur var."

Önüme geçip aşağı atladı ve anlamadığım bir anda elimi tuttu. Onun yönlendirmesiyle atladığımda göğsüne çarpmıştım.

Öyle bir kokuyordu ki, bütün çiçeklere küsmek istedim. Elimi bırakacağını zannediyordum. Ama o öylece beklemeyi tercih etti.

Keşke görebilseydim gözlerine baksam ve ne düşündüğünü bilebilseydim. Boş karanlık yerine onu görmek istiyordum.

Beni yavaşca bıraktığında uzaklaştığını anladım.
Karanlıkta kalmış boşluğa süzülüyormuş gibi hissediyordum.

Yerimden kıpırdamadan ışıkların açılmasını bekledim.

Jungkook bir yerden atladı. Büyük ihtimalle çitin üzerine çıkmıştı.

"Geldi Jimin ışıklar."

"Tamam ben de."

"Kino şu resmi perdeye yansıt."

"Hazır."

Herkes birbirini susturduğunda gülümsemeye çalıştım.

"Hey neredesiniz?"
Taehyung ön taraftan sesleniyordu. Sesi oldukça yorgun geliyordu.

"Bu bir şaka mı?"

Bir devrilme sesi geldiğinde söylendi.

"Hay ben.."

Çitin kapısı yavaşca aralandı. Heyecanla biraz daha gülümsedim sürprizleri severdim.

"Evet hiçbir halt göremiyorum korku filmi gibi anasını satayım."

Işıklar teker teker yanmaya başladığında onları takip ettim. Hepsi sırayla yanıyor bulunduğumuz ortamı aydınlatıyordu.

Dudaklarım istemsizce kıvrılırken son ışığın parladığı yere gözlerimi diktim. Son ışık küçük mavi bir bisikletin üzerinde durmuştu.
Eski bir şeye benziyordu.

Ardından perdede eski bir resim gördüm mavi bir bisikletin etrafında toplanmış çocuklar.
Taehyung'a baktığımda ışıklara değil o mavi bisiklete baktığını gördüm.

Ve eğer bir ışık oyunu değilse onun gözleri dolmuştu.

Bu sırada etrafa bakındım cidden iyi çalışmışlardı.

Ortam küçük tatlı bir partiyi masa ise bir ziyafeti andırıyordu. Aniden aklıma burada ne aradığım düştü. Ve sanki aklımdakileri duymuş gibi Hoseok'la göz göze geldik.

Oda bana bunu soruyormuş gibi bakıyordu. Ya da ben öyle düşünmek istiyordum.

Jimin kendini ortaya atıp etrafı izleyen Taehyung'a doğru yürüdü. Taehyung'un sessizliği ve durgunluğu garipti o genelde ortamı yükselten kişiydi.

Savsakça gözlerini sildiğinde biraz kenara çekilip dudağımla oynadım.

Jimin konuştu. "Bu bir özür değil ya da telafi şunu demek istiyoruz biz sadece mutlu olmanı istiyoruz."

"Aptalız ama seni geri istiyoruz."

Taehyung sertçe yutkundu ben de sadece mutlu olmasını istiyordum. Ve bu salak çocukları bir kereliğine affetmesini.

Herkes Taehyung'tan bir hamle bekliyor gibiydi.
Taehyung sert gözükmeye çalışarak burnunu çekti.
"Siz arka bahçeye renkli ışıklar takacak kadar malsınız ve ben de sizi affedecek kadar gerizekalı."

Yoongi bir iki adım atıp Taehyung'u kendine çekti. Taehyung ona sıkıca sarılırken diğerleri fırsattan istifade ederek onun üzerine atlamaya başladılar.

Taehyung koltuğa düştüğünde yinede onlardan kurtulamadı.

Hoseok'un kenarda kaldığını fark eden jungkook onuda kargaşaya doğru çektiğinde kendimce bu sahneyi alkışladım. Şimdi mutluydum en azından şimdi.

İtiş kakış ve şımarış fasılları bittiğinde Taehyung bağırdı.

"Nefes alamıyorum."

"Sevgidendir o sevgiden."

"Bence de."

Namjoon, Taehyung'u kargaşadan çekip kurtardığında kolundan çıkan kot ceketini geri giymeye çalıştı. Mutluydu ve gülümsüyordu.

Bir kenarda unutulmuş beni gördüğünde gözleri bir anda büyüdü.
"Yok artık."

Gülümseyip el salladım ve o tarafa doğru ilerlemeye başladım.

Taehyung birkaç adım atıp gülümsedi. "Şu an delicesine mutluyum."

Yanına ilerleyip ona sıkıca sarıldım ve kulağına fısıldadım.
"Hep mutlu ol."

Taehyung seslice gülüp bana sıkıca sarıldı. Ondan ayrıldığımda Kino bize vakit vermeden elime bir fotoğraf makinası tutuşturdu.

"Jiho bizi çeker misin?"

Kafamı sallayıp Taehyung'u arkadaşlarının yanına ittim.

Onlar koltuğa yerleşirken ben de birkaç adım geriye çıktım.

Taehyung ortaya oturmuş diğerleri ise koltuğun her yerine dağılmışlardı. Jimin eline masadaki pastayı vermeye çalıştığında Taehyung söylendi.

"Bu ne üç yaşında doğum günü çocuğu gibi."

"Konsept o."

Seokjin pastayı çekmeye başladı. "Şu pastayı Namjoon'dan uzak tutun iki kere yemek pişirmek zorunda kaldım."

"Özür diledim ya."

"Hem makarna yemek değil."

"Yediğimiz her şey yemektir."

Ortam tekrardan komedi şovuna döndüğünde onlara seslendim.
"Evet komiksiniz ama kolum acımaya başladı."

Fotoğraf makinasını kaldırıp bir kare çektim.
Rahat durmadıkları için birkaç kere çekmem gerekmişti.

Masaya oturmaya karar verdiklerinde saatime baktım. Saat geç oluyordu benim için.

Taehyung yanıma gelip parmağını şıklattı.
"Benimle bu yüzden mi buluşmadın bana sürpriz hazırlamak için mi?"

"Evet, kesinlikle o yüzden."

"Teşekkürler yani seninde burada olmana sevindim."

İlerlemeye başladığımda ona bakıyordum. "Teşekkür etmen gereken onlar, senin için çok uğraştılar."

Onlara bakıp yapmacıkça yüzünü buruşturdu. "Kendilerini iki balonla affettirmeye çalışan veletler, aslında hiç beğenmedim rezil bir şey."

Gözü masaya kaydığında gözleri büyüdü. "Ne! O gördüğüm şey limonlu jöle mi? Mükemmelsiniz."

Yanımdan hızlıca ayrıldığında kafamı salladım. Herkes yiyeceklerden tabağına almaya başlamıştı.

Kino ayakta dikildiğimi fark ettiğinde bana seslendi.

"Jiho, hadi."

O an bu karede olmak isteyip istemediğimi düşündüm. Ve aklıma Soojin geldi.
Hiçbir zaman onun yerini almak istememiştim. Aklımın ucundan bile geçmemişti.

Peki şu an onun boş sandalyesine otururken ne yapmış oluyordum.

Onun yerini almak isteyen bir fırsatçı olduğumu düşünürler miydi?
Bütün bunları bunun için yaptığımı. Ya da bu durumun işime geldiğini.

Yoksa sadece boş mu veriyorlardı.

Yüzüm asıldığında yavaşca sandalyeyi çektim.
Seokjin gururla önce makarnayı sonra beni gösterdi.

"Şu görmüş olduğunuz şaheser Jiho ve benim eserim. O gerçekten mutfakta iyi."

Önüme bakıp hızla kafamı salladım. "Bunu anneme söyleseydin senin bir deli olduğunu düşünürdü. Yumurta bile kıramadığımı düşünüyor."

Namjoon makarnadan bir çatal alıp tek kaşını kaldırdı.
"Lezzetli."

Hepsi makarnadan yiyip başlarını sallıyor ve bana bakıyorlardı. Ve bunu bilerek yapıyorlardı.

Çatalımı bırakıp kafamı eğdim ve sızlandım. "Hadi ama kesin şunu onu ben yapmadım sadece domatesleri doğradım."

Jimin çatalını doldurup ağzına tıktı. "Mükemmel olmuş ellerine sağlık Jiho."

"Mükemmel."

"Leziz."

"Hayatımda böyle bir şey yemedim."

Kafamı yukarı kaldırdım cidden sabır istiyordum.

"Hey onu utandırmayı kesin."

Taehyung buna bir son verdiğinde gülümseyerek bana göz kırptı.

Herkes şakalaşmaya ve yemeye başladığında gözüm tabağına koyduğu bir parçayla oynayan Hoseok'a takıldı.

Aslında buna pek göz takılması denemezdi. Ben sürekli ona bakma ihtiyacı duyuyordum.

Ağzıma attığım bir lokma sakız gibi uzarken, yiyemeyeceğimi anlayıp çatalı yerine bıraktım.

Taehyung çatalına makarnadaki tavuğu batırıp Hoseok'a doğru uzattı.

Yememesi tek benim dikkatimi çekmediği için sevinmiştim.

Hoseok bakışlarını önünden kaldırmadan başını geriye çekti.

Namjoon yanında oturuyordu Hoseok'a eğilip konuştu.

"Yine yemiyor mu? O zaman eski taktik."

Hoseok yorgunca sızlanarak, "Hayır,"dedi.
Tabii ki kimse onu dinlememişti.

Namjoon tek dizini sandalyeye koyup Hoseok'a eğildiğinde Hungkook gülerek arkasına geçti.

Ağzını açmaya çalışıyorlardı. Taehyung eğilip çatalı uzattı.

"Hey hoseok uçak geliyor mu dememizi istiyorsun."

"Beni bırakmanızı istiyorum."

Hoseok onları def etmek için çatalı Taehyung'un elinden alıp ağzına götürdü.

Hepsi zafer kazanmış gibi gülüp yerlerine oturdular.

Çatalı geri alıp yemeğe devam etmedim. Canım istemiyordu. Hele karşımdaki çocuk lokmasını ağzında boş boş çevirirken asla bir şey yiyemezdim.

Yanına gidip şunu yutmasını haykırmak istiyordum
Benimde boğazımda tonla düğüm vardı ama ben yemek yiyordum.

Hoseok lokmayı ağzında bir tur daha döndürürken bana baktı. Ben de yutmasını beklediğimi belli etmek adına ona bakmaya devam ettim.

Diğerleri belki fark etmiyorlar belki de fark etmiyormuş gibi yaparak ona yardım ettiklerini düşünüyorlardı.

Hepsinin bir gözünün Hoseok'ta olduğu belliydi. Herkes sendelemişti ama Hoseok. O düşmüştü.

Ve arkadaşları ve ben bunu biliyorduk. Sorun şu ki onu kaldırmak isteyen bir çok kişi vardı. Ama Hoseok şu an düştüğü yerden kalkmak istemiyordu.

Jimin elindeki bardağı kaldırıp gülümsedi. "Taehyung'a ve yalanların olmadığı yeni arkadaşlığımıza."

Diğerleride ona uyup kadeh kaldırdığında Hoseok'un çenesi kasıldı.

Eline bardağını aldı ve bir yudum su içti. İnce parmaklarının titremesinden sinirli olduğunu anlayabiliyordum.

İnsanlar içinde biriken öfkeleri ve acılarını iki türlü dışarı atarlardı.
Ya susup içlerine akıtırlar ya da öfkelerini bir zehir gibi dışarı çıkarırlardı.

Hoseok bu gece akıtmayı seçecekti. Acısının hafifleyeceğini düşünüyorsa yanılıyordu. Çünkü hafiflemeyecekti.

Bardağı dudaklarından çekip havaya kaldırmak yerine masaya vurdu.

Taehyung'la göz göze geldiğimizde yutkunmakla yetindim.

Hoseok'un eli sıkıca bardağı kavramıştı. Biraz daha sıkarsa bardak tuzla buz olacaktı. Ellerimi sıktım ve ona baktım.

"Biz tam olarak ne yapıyoruz?"

Jimin ortamı yumuşatmak için seslice güldü.
"Parti Hoseok hep yapıyoruz zaten."

"Parti? Bunca şeyden sonra parti."
Hafifçe güldü.
"Taehyung iki ışıkla bizi affedecek, bütün her şey hiç olmamış gibi olacak yani."

Namjoon onu sakinleştirmek adına ismini söyledi.
"Hoseok!"

Hoseok bu sefer odağını Namjoon'a çevirdi.
"Ne?"

"Daha düne kadar Taehyung'a sırtımızı dönüp o kıza..." Derince yutkundu.
"...inanmıştık. Şimdi hiçbir şey olmamış gibi davranıyorlar. Bu sana doğru mu geliyor?"

Taehyung kolunu tuttu. "Hoseok sakinleş biraz konuşalım."

"Konuşalım Hoseok, dinle Hoseok. Şu halimize bak Taehyung."

Kolunu çekip Taehyung'un gözlerinin içine baktı.

Yoongi müdahale etmek adına konuştu.
"Bazı şeyleri unutmazsak normale dönemeyiz. Biliyorum canın yanıyor ama sende unutmalısın yoksa eskisi gibi olamayız."

Unutmak bir çözüm müydü? Eğer öyleyse uzun sürüyordu.
Hoseok'un gözleri acıyla parlarken güçlüce yutkundu.

"Acı deyip duruyorsunuz bir halt çektiğim yok. Ben sadece nasıl bu kadar rahat olduğunuzu merak ediyorum. Nasıl bu kadar hızlı normale döndüğünüzü."

Gözlerini bana çevirdiğinde oturduğum yerde dikenler varmış gibi hissettim.

"Ben eskisi gibi olmak istiyorum, hayatımıza kimseyi almadığımız zamanlardaki gibi."

Bunu bana bakarak söylemesi beni rahatsız etmemişti. Sorun şuydu söylediği cümlede beni hiç tanımamış olmayı diliyordu.
Hiç tanışmamış olmayı. Beni acıyla boğanda bu oldu. Bir günah keçisi arıyordu ve çoktan bulmuştu.

Oklarını bana çevirdiğinde Namjoon araya girmek istedi. Ama o izin vermedi.

"Onu neden çağırdınız? Söylediği hiçbir şeye inanmıyordunuz. Peki şimdi ne değişti? O aptal gözlerinizi açtığı için ona teşekkür mü ediyorsunuz."

"Yine saçmalamaya başladın otur lütfen."
Hoseok sandalyeyi hızla itti ve geri çekildi.

İçmemişti ama kafası bulutluydu hatta bu siyah bir bulutu andırıyordu. Ellerimi hiç sıkmadığım kadar sıktım.

"Onun yerini bu şekilde mi doldurmayı planlıyorsunuz? Size yeni kız arkadaşınızla mutluluklar umarım tekrar kandırılmazsınız."

Ellerimi sıkmayı yavaşca bıraktım bu fazlaydı. O, Soojin'in yerini aldığımı mı düşünüyordu.

Gözlerini benden alıp götürdüğünde herkes sessizdi. Yüzüm yanıyor gözlerim acıyordu. Kötü hissediyordum hatta berbat.

Burada daha fazla duramazdım sessizlikten fırsat bulup ayağa kalktım.

Taehyung sessizce adımı fısıldadı.
"Jiho."

Yerinden kalkacakken onu durdurdum. "Lütfen."

Çantamı koltuktan hızlıca çektiğimde dış kapıdan kaybolup gitmeyi planlıyordum. Ama Hoseok'a söylemem gereken bir şeyler vardı.

Arkasından koşar adım içeri girdim. Ve koridorun ortasında onu durdurdum.

Kolundan olabildiğimce hızlı çekmiştim.
Son gücümü son nefesimi ona harcıyordum.

Gözlerim isyan edercesine yanarken elimi kaldırıp yutkundum.

"Sen.. sen hayatımda gördüğüm en aptal en boktan çocuksun."

Hoseok gözlerini benden çekmek yerine gözlerime kilitledi. Korkmadan gözlerinin içine baktım.

"Sana o kadar koştum ki, artık yoruldum."

"Senden koşmanı istemedim." Dudakları halsizce hareketlendi. "Farklı olduğunu düşünmüştüm."

Sorarcasına kafamı salladım. "Farklı mı? Kimden farklı olduğumu düşündün ki seni bu kadar hayal kırıklığına uğrattım."

"Soojin'den."

Kalbim ağırlaştığında bir yere tutunmak istedim.
Hoseok öfkesinden taviz vermeden hırsla konuştu.

"Ondan bir nebze farklı olduğunu düşündüm. Ama sen onun yaptıklarının aynısını yaptın."
Kafasını acıyla salladı.
"Oyunlar, yalanlar ondan farkın kaldığını mı zannediyorsun? Onun sana ve başkalarına yaptıklarının aynısını ona yaparken ondan farkın olacağını mı düşündün? Biraz olsun... biraz olsun sana inanmıştım. Canımı asla yakmayacağına inanmıştım."

Kendimi savunmak adına itiraz ettim.
"Yani suçlu ben miyim? Yaptıklarını yanına mı bıraksaydım. Seni sevgilinden ayırdığım için mi bu kadar öfkelisin? Üzgünüm salak yerine konulmayı sevdiğini bilmiyordum."

"Öfkeliyim çünkü canım yanıyor ve bu senin suçun... böyle olmak zorunda değildi. Hiçbirşey bu şekilde olmak zorunda değildi."

Diyecek bir şey bulamıyordum. O kadar doluydum ki şu an saatlerce ağlayabilirdim. O kadar kırgındım ki bir daha hiç birleşemeyebilirdim.

"Bana odanı aydınlatan ışık olduğumu söylemiştin."

Hoseok gözlerindeki milyonlarca renkli gölgeyle bana baktı ve kılıcını çekti.
"Yalan söyledim."

Bu sefer çok canım yanmadı.
Kontrolümü kaybetmeme gerek yoktu. Kendimi tutmam çok anlamsız olurdu. İçimdeki tufana ters bir şekilde geri çekildim.

Gözyaşlarım öylesine akıyordu. Aslında aksine öfkesini kustuğu için rahattım. İkimizde rahattık böylece bitmişti en başında olması gerektiği gibi.

"Bitti."
Dudaklarıma değen yaşları silmek istedim. Biten şey ona karşı verdiğim savaştı.

Peşinden koşuşlarım onu bırakmayışımdı. İşte bunlar şimdi bitmişti.

"Artık peşinden koşmayacağım, asla. Sana bir adım bile atmayacağım."

Omzuna vurup yanından geçtiğimde kapı kolunu zorla buldum.

Bu bir trip ya da kalp kırgınlığı değildi bu bir pes edişti. Beni benden alan, onun ise umurunda olmayan bir tükeniş.

Kapıyı çarptığımda kollarımın iki ucunu yanaklarıma bastırıp iç çektim. İyice bir oğlan için ağlayıp duran kızlara dönmüştüm.

Bu gece sondu bir daha olmayacaktı.

Evde annemin olmasını o kadar çok isterdim ki. Bu gece ona ihtiyacım olacaktı. Ona sarılmak ve ağlamak istiyordum.

Belki o zaman daha kolay olurdu.

Hoseok'ta kaybolmak veya onun olmak yoktu.
Artık o rüyalarıma giren çocuk yoktu. Zaten hiç olmamıştı.

Ve masal başa saracak prens hiç olmamış gibi başlayacaktı.

Ya da masal kitabı güzelce yanacaktı.










Hoseok koltuklardan birine kendini bıraktığında başını koltuğun kenarına yasladı.

Son birkaç gündür berbat bir haldeydi ve rezil hissediyordu.
Ama biraz önce yaptıkları şimdi bir bok gibi hissetmesini sağlamıştı.

Hissettiklerini bir tabloya çizseydi eğer ortaya bir karalama çıkardı. Hoseok bu yüzden şu an burada bu koltuğun içine girip kaybolmak istiyordu.

Jiho'nun kalbini kırmakla kalmamış onu yok etmişti. Bunu neden yaptığını bile bilmiyordu.

Evet öfkeliydi. Ama neden bunun yarısından çoğunu Jiho'ya patlatıyordu.

Kızgınlığının çoğu onaydı. O gün onu kıracağını bile bile kurduğu o tuzak Hoseok'u Soojin'den daha çok yaralamıştı.

Çünkü Jiho böyle olacağını biliyordu. Hoseok'un bunları görüp darmadağan olacağını.

Jiho parçalanacağını bile bile onu oraya çağırmıştı. Onu bile bile yakmıştı. Onun için bu kadar önemsiz miydi?

Hoseok'un kırılmasından hiç mi korkmamıştı. Sevdiği kızın başka bir adama ilanı aşk edişini izlettirmişti.

Oysa Jiho onun için bir hazineydi. Onu diğerlerinden bir tık fazla tanıyan, denizin dibindeki bir inci.

Ama geldikleri nokta o kadar aptalcaydı ki, Hoseok yüzünü koltuğa bastırdı.
Sanırım bu şekilde kendini boğacaktı.

Neden böyle olmak zorundaydı. Saçmalamıştı keşke ağzını bile açmadan eve gitseydi. O, karanlık odada yalnızlığı hak ediyordu.

Bir çift ayak sesi duyduğunda kafasını kaldırmadı. Kimseyle konuşmadan eve gitmeliydi.
İyi değildi ve başka bir kalp kırmadan buradan uzaklaşmalıydı.

Yanındaki koltuk çöktüğünde kalkmak için yeltendi.
"Otur şuraya liseli depresif aşık."

Hoseok yüzünü kaldırmadan mırıldandı.
"Ben zaten liseliyim ve .."

"Aşıksın."

"Boşversene Namjoon."

Hoseok tekrar kalkmaya yeltendiğinde Namjoon'da onunla kalktı.
"Yürü gidiyoruz."

Hoseok onu takmadan ilerledi. Namjoon onunla konuşacak ve yanlış yaptığını söyleyecekti.
Nasihat havasında değildi. Yanlışlarını zaten biliyordu o yüzden bu zaman kaybıydı.

Sessizce hırkasını askıdan aldı ve giymeye çalıştı.
Namjoon'da onu taklit edip ceketini üzerine attırdı.

Hoseok gerçekten sadece eve gitmek istiyordu rezil bir haldeydi. Ve önünde daha uykusuz ve rahatsız bir gece vardı.

Kendini dışarı attığında Jiho'nun eve gidip gitmediğini düşündü. Sanırım kafayı yiyordu bu dengesiz hareketleri bunu gösteriyordu.

Namjoon Hoseok'a yetişip yanında yürümeye başladı.

"Hiç değişmeyecek misin? Mutsuz olmak zorunda değilsin her sabah güneş doğuyor."

Hoseok içinden bunu bildiğim iyi oldu diye söylendi.

"Biliyorum üzgün.."

"Şunu söylemeyi kesin artık ilk çakılışım değil ve kendime zarar verecekmişim gibi davranıp durmayın bu çok ezikçe hissettiriyor."

Çocuklar belirli vakitlerde onu arıyor nerede olduğunu soruyorlardı. Hoseok'un kendine bir şey yapacağını zannetmeleri saçmaydı.

Onun sadece canı yanıyordu. Her zamankinden biraz daha fazla.

"Seni düşünüyoruz, iyiliğini ve mutluluğunu."

Hoseok adımlarını hızlandırdı ve hırkasının içine gömüldü. "Herkeste aynı şeyi söylüyor, sadece beni rahat bırakın bu çok mu zor?"

"Onu ağlattın."

Hoseok'un adımları karışırken sol tarafına ince bir sızı değdi.

"Söylediklerin hoş değildi."

"Bizi mi dinledin?"

"Sadece peşinden geliyordum. Bak, sana aşık olan her kıza karşılık vereceksin demiyorum. Ama Jiho'ya karşı boş değilsin."

"Lütfen eve geri dön. Konuşmak istemiyorum."

Namjoon onu kolundan tuttuğunda Hoseok durdu. Kurtulamayacağını biliyordu. Namjoon bir ağaçtı ve o ve diğerleri her yağmurda ona sığınırlardı.

Hoseok daha fazla ıslanmamalıydı.
Yolun kenarına kendini bıraktığında ellerini dizlerinin üzerinde bağladı. Namjoon'da biraz sonra yanına çökmüştü.

"Ondan hoşlanıyor musun? Bu öfken sadece Soojin'e olamaz."

"Bilmiyorum."

Kafası o kadar karışıktı ki, Hoseok Jiho'nun kalbinde tam olarak nerede olduğunu bilmiyordu. Evet onu seviyordu. Ama başka bir şey vardı, adını koyamadığı garip bir şey.

"Koskocaman adamım sana aşkın nasıl olduğunu mu anlatacağım."

"Anlatmanı istemedim şu halime bak sence aşkı mı aramıyorum."

"Farklı olduğunu söyledin."

"Öyle zannettim."

Namjoon gülümseyip ayaklarını yola doğru uzattı.
"Dürüst ol kalbin ne söylüyor?"

Hoseok yerdeki bir taşı alıp elinde çevirmeye başladı.
"Bak kalbimin ne söylediğini biliyorsun. Şimdiye kadar Soojin vardı. Hep."

Aklına o kız geldiğinde elindeki taşı avucuna bastırdı.

"Her yerde hep o vardı. Kalbim ve aklım onundu ben uzun zamandır hep buna inandım. Birkaç gün öncesine kadar... Ve şimdi bana Jiho'ya aşık olup olmadığını soruyorsun."

"Bu dürüst bir cevap değil hem hisler değişebilir."

"Konumuz bu mu benim kimi sevdiğim mi?"

"Evet, eğer doğru şıkkı bulursak mutlu olacaksın."

Hoseok umutsuzca konuşmamaya karar verdi.

"Geriye yaslan eskisi gibi."

"Bak yeterince gerginim ve sana yumruk atmak istemiyorum."

Namjoon Hoseok'un sert çıkışlarına alınmadan onu omuzundan geriye itti.
"Küçüklüğümüzdeki gibi."

Hoseok kendini soğuk kaldırıma ittiğinde bir daha buradan kalkamayacağını zannetti. Kalbi o kadar ağırdı ki taş Hoseok'u geriye çekmişti.

Namjoon komut vererek gözlerini kapamasını emretti.

Hoseok başta dinlemeyecek gibi olsada dediğini yaptı. Kendini bir aptal gibi hissetsede yaptı.

"Aşk bir kıza aşık olup, elele tutuşup onunla gezmek falan değil. Daha derin bir şey."

"Nesin sen aşk doktoru falan mı?"

"Hayır sıyırık arkadaşlarının arkasını toplayan bir dahi."

Hoseok bir şey söylemedi.

"Sana iyi gelen bir yanı olmalı, seni senden bir tık fazlası yapmalı."

İkiside konuşmadı ve yoldan birkaç araba geçti.

"Düşün her şeyi geride bırakıp düşün. Soojin'in yaptıklarını iki dakikalığına unut Jiho'yu da. Gözlerini sıkıca kapat ve kalbimin sesini dinle."

"Anlamıyorsun Namjoon, kalbimin sesini anlayabilseydim eğer, şu ana kadar bir şeyleri oturtabilmiş olurdum."

Namjoon sıkkınca nefesini verdi. Hoseok'u dövmek istiyor bu gece eli kaşınıyordu.

"Sanırım yaklaşık on dakika sonra seni döveceğim."

"Bir psikoloji öğrencisi olarak bana yardım edeceğini düşünmüştüm."

"Sen umutsuz vakasın."

Hoseok kabul etti. "Biliyorum."

"Cidden."

Namjoon, Hoseok'u hırkasının yakalarından tutup çekeledi. Ve onu kaldırımdan kaldırdı.

"Sana daha fazla süslü cümleler kuramayacağım. Şimdi dinle gidecek ve Jiho'dan özür dileyeceksin."

Hoseok kafasını iki yana salladı. Hırpalanmak pek umrunda değildi.
"Yapamam."

Namjoon ona biraz yaklaştı. "Onu seviyorsun Hoseok."

"Seviyorum ama o şekilde değil."

Seviyordu ama bunun derecesi ne kadar bilmiyordu. Daha doğrusu bilmediğini zannediyordu.

Namjoon derin bir iç çekti.
"Sen hiç tartı bilmez misin? Soojin mi ağır basıyor Jiho mu?"

"Lütfen onları kıyaslama."

Yoldan geçenler kavga ediyormuş gibi gözüken bu iki çocuğa bakıyorlardı. "Bunu az önce Jiho'yla Soojin'i kıyaslayan çocuk mu söylüyor."

Hoseok susup dilini yanağına götürdü. O zaman öfkeliydi ve düşünmeden öylesine konuşmuştu.
O sandıkları kadar iyi değildi. Bu bir bahane değildi ama canı çok yanıyordu ve yalnız hissediyordu.

"Şimdi git ve özür dile. O kız şimdi kırık bir cam parçası yarın sen toplamak için üşeneceksin oda zaten parçalarını çoktan toplamış olacak."

Hoseok sessizce beklemeye devam etti. Namjoon yakalarını bırakıp onu hafifçe itti. "Işığını bul ve onu kaybetme."

Hoseok'un gözleri yere çevrildiğinde omuzları hafifçe yere düştü. "Kafam böyle karışıkken yanlış bir zaman değil mi?"

"Aksine doğruyu bulmak için en uygun zaman."

Hoseok, Namjoon'u beklemeden ayağa kalktı.
Yapmayacaktı bu şeyleri daha fazla bulandırmayacaktı. Jiho onu sevmiyordu. O da yanılıyordu başka bir şey olamazdı.
Soojin'de onu sevdiğini söylemişti.

Hoseok korkuyordu bir daha ve bir daha sevilmemekten ve birisini çok sevmekten.

Arkasını döndüğü sırada Namjoon sordu.
"Nereye?"

"Eve."

Namjoon boşa kürek çektiğini düşündü. İki saatten beri ne söylüyordu. Hoseok zordu duyguları ise ondan daha zordu.

Son kez şansını denemek istedi. "Oraya git ve gözlerini kapat. Çok beklemeyeceksin gözlerinin önüne birisi gelecek. O kişiyi kalbin söyleyecek. Sonra git ve o kapıyı çal gözlerinin önüne gelen Soojin olsa bile."

Namjoon gitmek için hazırlandı. "Bu gece son. Yarın bir şansın olmayacak neden bu kadar emin konuşuyorum biliyor musun?"

Hoseok ona dönüp gözlerine bakmaya çalıştı. Namjoon'un buruk göz bebeklerine. "Çünkü ben geç kaldım. Bir kıza. İlk ve son korkaklığımdı."

Namjoon öylesine gülümsedi. Ve kafasını eğdi.
"Neyse görüşürüz iyi geceler Hoseok."

Hoseok'un kalbi denizdeki kuvvetli birkaç dalga gibi hareketlendi. Kalbindeki dalgalar hiç bu kadar yükselmemişti.

Şimdi ne yapacaktı. Kıyıya mı vuracak yoksa bir kayığa mı atlayacaktı.

Hoseok'un elleri ilk defa terlemeye başladı. Neden bu kadar ses vardı. Yoldan araba geçiyor, parktaki salıncağın zinciri garip bir ses çıkarıyordu.

Hoseok eve gitmek istedi annesinin dizine yatmayı. Anlamayacağını bile bile annesine kalbini anlatmayı.
Nasıl canının yandığını söyleyip ağlamayı.

Öylece yürürken ne ara bu sokağa girdiğini bile bilmiyordu. Defalarca geldiği bu sokak şimdi ellerini terletiyordu.

Parkın yanından geçerken kızın kokusu burnuna gelir gibi oldu. Ve ellerini cebine koydu. Karnı ağrıyordu.
Çok ağrıyordu.

Soojinlerin evinin önüne geldiğinde duraksadı anılar karışıyordu. Hepsi sıraya girmiş Hoseok'un üzerine geliyordu. Hoseok derin bir nefes aldı.

Ve yavaşca Jiho'nun penceresine baktı. Eve gitmeliydi hemen şimdi, Namjoon'a uymamalıydı.

Ama yapamadı gözlerini sıkıca kapattığında bir aptal gibi hissetti. Yüzündeki ıslaklık ağladığından değildi. Yağmur yağmaya başlamıştı.

Ne yanlış bir zaman diye düşündü Hoseok. Sonra fark etti ki yanlış falan değildi bu gece yağmur Hoseok'tan yanaydı. Onun yüzündeki yağmurları gizliyordu.

Hoseok yağmur saçlarını ıslatırken tekrar gözlerini kapattı. Ve bekledi gözlerinin önüne gelen o yüzü, kalbinin tekrarlayacağı o ismi.

Bu zor değildi Hoseok biliyordu, biri vardı. Kalbinin yarısını işgal eden. Sık sık aklına gelen biri vardı. Sadece Hoseok bunu büyütmek istememişti.

Ama zaten yeterince büyük olduğunun farkında değildi.
Yavaşca gözlerini açtığında oldukça ıslandığını fark etti.

Durmuştu kafasının ve kalbinin içindeki yağmur durmuştu. Gözlerini kapatmış ve bir kız bulmuştu.

Kalbinin sesini tekrar duydu korktu ama korkuyu unuttu.

Zihni berraktı ve şimdi düğümleri açacaktı. Evin dış kapısını itti. Belki ona kapıyı açmayacaktı o zaman Hoseok kapının dibine çöker ve hiç kalkmazdı.

Her şeyin sonunu kullanıyor gibiydi.

Son umudunu, son gücünü, son sesini.

Eli kapıya gidip birkaç kere vurduğunda soğukla çenesi titredi.

Son umudunu kullandı ve kızın kapısını çaldı.





Merhabalar merhabalar...

İlk önce Altın gamzeli liderimizin doğum gününü kutluyorum. Sen mükemmelll bir lidersin seni çok seviyoruz ama lütfen o gamzelerine sahip çık. [I love you♡]


Bölüm bekleyenlerden çok özür diliyorum. Şehir dışındaydım ve yazacak bir dakikam bile olmadı.

Umarım bölümü sevmiş ve beğenmişsinizdir.

Bölüm atmayı ve yorumlarınızı okumayı çok özledim. O yüzden beni yorumlara boğmayı ihmal etmeyin.

(Ve oylarınızı da bekliyorum.♡)
Çok sevgilerle.

Hoseok'un gamzelerinde boğulmanız dileğiyle..

Olvasás folytatása

You'll Also Like

42.1K 3K 20
lil park: biz diye bir şey olamaz kim jennie sen abimin kız arkadaşısın start: 081119 finish: 021219 © iamyeosangie-
183K 18.7K 31
Ülkesine dönen delta ve kendi halinde takılan sessiz bir omega bir gece birlikte olur.
4.3K 391 8
Bu hikaye ilk Türkçe OC x İllumi hikayesidir iyi okumalar
106K 9.1K 34
1. kural kesinlikle deneklere aşık olmak yasaktı, peki ama Hoseok bu kurula ne kadar uyacaktı?