Good Night Hoseok | Hoseok

By mitsurine

130K 13.3K 14.8K

"Ve bu gecede kalbimde seninle uyuyacağım." More

ʟɪᴛᴛʟᴇ ʀᴇᴠᴇɴɢᴇ
ʟɪᴀʀ ʟɪᴀʀ
ᴜɴᴀɴsᴡᴇʀᴇᴅ
ʙᴀᴄᴋɢᴀʀᴅᴇɴ
sᴄᴀᴘᴇɢᴏᴀᴛ
ᴀᴄᴄᴏᴜɴᴛ ᴅᴀʏ
ᴍᴏᴏɴʟɪɢʜᴛ
ɪᴄᴇ ʜᴇᴀʀᴛs
ᴄᴏʟᴅ ɴɪɢʜᴛ
ᴘᴀᴘᴇʀ ᴄʀᴏᴡɴ
ʙᴀᴅ ʜᴀʙɪᴛs
ʜᴀᴘᴘʏ ᴅᴀʏ
sᴛʀᴏɴɢ ʀᴇᴀsᴏɴ
sʟᴇᴇᴘʟᴇss ʜᴏᴜsᴇ
ᴘʀɪɴᴄᴇss ᴄᴀᴋᴇ
ᴄʟɪғғ ᴄᴏʀɴᴇʀ
ʙʀɪɢʜᴛ ɢʀᴀss
ᴅᴏᴏʀs ᴄʟᴏsᴇᴅ
ᴡʜᴏ ᴀʀᴇ ʏᴏᴜ?
ᴍʏ ᴛʀᴜᴇ ʜᴇᴀʀᴛ
ᴍɪᴍɪ x ʏᴏᴏɴɢɪ
ᴛᴡᴏ ʙᴏʏs
ғᴀᴋᴇ ᴡɪɴᴅ
ʙʟᴜᴇ ᴡᴀᴠᴇ
ʟᴏsᴇ ᴛʜᴇ ɢᴀᴍᴇ
sᴀᴅᴅᴇsᴛ sᴏɴɢ
ᴏᴘᴇɴ ʏᴏᴜʀ ᴇʏᴇs
sᴍᴀʟʟ ᴘɪʟʟ
sᴛᴏᴘ ᴛʜᴇ ʀᴀɪɴ
ʜᴏᴘᴇ ʙᴇɢɪɴs
sᴏʙᴇʀ ᴍɪɴᴅ
sᴛᴏʀᴍ ᴠᴀʟʟᴇʏ
ʙᴜᴛᴛᴇʀғʟɪᴇs
ᴍᴀᴋᴇ ɪᴛ ʀɪɢʜᴛ
ʙʟᴏᴏᴅ ᴀɴᴅ ʙᴏɴᴇs
Final
and the end
Teşekkürler ft. Delilah

ᴜɴᴅᴇʀᴡᴀᴛᴇʀ

2.3K 312 431
By mitsurine

Güçlü yaralarım var, ama umutsuz değilim.
Sensizim, ama baş edebilirim.

Her çeşit yara kapanabiliyor, zamanla iyileşebiliyor. Bu yaranın ne zaman kapanacağını bilmiyorum.
O şimdi sadece küçük bir yara parçası, ama zamanla büyüyecek.
O ikisini her gördüğümde kanayarak, acısı katlanarak büyüyecek. Biliyorum bu yarayı kimse görmeyecek.

Annem yara bandı yapıştıramayacak ve babam doktora gidelim diyemeyecek.
Hiçbiri ne acısını, ne de büyüklüğünü göremeyecek.
Çünkü o yara kalbimde kanıyor, hissediyorum.
Kanımın aşağı doğru süzüldüğünü hissediyorum.

Alışık olmadığım farklı bir ders zili çaldığında, kalemimi sıraya bıraktım. Dershanenin ilk gününü bitirmiştim. Tanımadığım öğrenciler sıralarını hızlıca boşaltırken ben acele etmiyordum.

Önlük giymiş ve kravatını oldukça sıkmış öğrenmenimiz gülümseyerek iyi akşamlar çocuklar dediğinde ayağa kalktım.

Dudaklarım kıvrılmayı unutmuş gibiydi sanki daha önce hiç gülmemişim gibi.

Boynumdaki kravatı çekeleyip gevşettim. Gözlerimin altındaki morluklar kendini o kadar belli ediyordu ki koridorda yüzüme bakan bir daha bakıyordu.

Aslında kendime bir söz vermiştim.
Her gece erkenden yatacak ve güzelce uyuyacaktım.
Çünkü geceler fazla çekilmez ve boğucuydu.
Odamın ışığını kapattığımda, gerçekler gündüz olduğundakinden daha belirgin bir hâl alıyordu.

Uykusuzluk, ondan bana kalan tek şey bu olmuştu.
Uyuyamıyordum ve bunun için kendime lanetler savuruyor, yorganın altına gizleniyordum.
Ama hiçbiri yardımcı olmuyordu. Geceler soğuktu ve benim bedenim değil, kalbim üşüyordu.

Dershanenin dış kapısını olan gücümle itip kendimi dışarıya attım. Esen akşamüstü rüzgarı tenime dokunmaya başladığında çantamı indirip ceketimi giydim.

Dünkü olay baş yapıt bir trajediydi.
Aşık kız, sevdiği çocuğu başkasıyla görmüş ve adeta yıkılmıştı.

Perde kapandığında alkış sesleri duyulmamış, oyuncular el ele tutuşup selam vermek için eğilmemişlerdi.
Ben yardımcı başrol ve dizilerdeki ikinci kız olarak sahneyi hızlıca terk etmiştim.

Zaten kimse diğer kızı önemsemezdi, sadece ona üzülürlerdi.

Oradan uzaklaşırken Taehyung bir süre peşimden geldi. Bir ara ona bağırdığımı hatırlıyorum.
Oda gittiğinde tek başıma eve kadar yürümüştüm.

Aklım ağlayamacak kadar boştu ve kalbimin ne halde olduğunu hatırlamıyordum bile.

Bu şey gibiydi... Açık, kanayan bir yaraya bakamamak gibi. Kalbimin ne kadar kötü bir halde olduğunu bilsemde oraya bakamamıştım bile.

Çantamın diğer kolunu da omuzumdan geçirdim.
Klişe bir şekilde bugün yeni hayatımın ilk günüydü.
Arkadaşlarım yoktu, eski neşem yoktu, eski Jiho yoktu.

Çantam aniden çekildiğinde hızlıca arkamı döndüm.
Taehyung çantamı alıp omzuna attı ve ellerini ceplerine soktu. Karşı koymadım. Gülümsemiyordu, kafasını eğip dudaklarını büzdü.

"Özel aracım ve ben sizi bekliyordum majesteleri ama siz beni fark etmediniz bile."

Arkasında kalan özel aracına baktım.
"Özel aracın bu mu?"

"Eğer onu küçümseyeceksen kibarlığı bırakır ve çantanı suratına atarım."

Bisiklete doğru yürüdüğümde Taehyung beni takip etti.
"Konuşmuyorsun ve gülmüyorsun."

Artık yalandan bile gülemediğimi fark ettim.
Elimin biriyle kolumu sıvazladım. "Buna nasıl bineceğim?"

Gözlerimle eteğimi gösterdiğimde Taehyung gözlerini bilmişçe havaya çevirdi. Ardından ceketini çıkardı.
"Bu centilmenliğim bir gün beni öldürecek ha! Tabii kızlarıda."

"Bence kızları centilmenliğin değil, kendini beğenmişliğin öldürecek."

Taehyung, ceketini bana uzattığında aldım ve bisikletin arkasındaki kısma oturdum. Ceketi bacaklarıma bıraktım. Taehyung koltuğa yerleşip dengesini sağladı.

"Seni spor arabamla eve bırakmak isterdim ama malesef bunu yapamam."

"Neden,"

Beline tutunup ondan cevap beklemeye başladım.
Taehyung önce seslice güldü."Çünkü arabayla gelseydim belime sarılamazdın."

Söylediği şeyle gülümserken hafifçe sırtına vurdum.
"Ultra sinir bozucusun ama neden güldüğümü bilmiyorum."

Sürmeye başladığında başını arkaya çevirdi.
"Bu beni sinir bozucu yapmıyor biliyorsun değil mi?"

"Evet evet biliyorum."

Yanağımı sırtına yaslayıp susmayı tercih ettiğimde, Taehyung'ta bana eşlik etti.

Ruh halimi anlıyor gibiydi. Konuşmak istemediğimi, yorgun olduğumu bir tek o görüyordu.

Evime giden yolu uzatmıştı. Bir süre bisikleti sessizce sahil kenarında sürdü.
Güneşin batışını gördüm, denizin sesi ise her zaman ki gibi çok güzeldi.
Bana iyi gelir diye düşünmüştü belki, ama iyi gelmemişti.

Hoseok'un içinde bulunduğu her şey onu hatırlatıyordu.
Dahil olduğu her ayrıntı, onu bana getiriyordu.

Bazı şeyler gözlerinizi kapatıp, unutmaya çalışsanızda geçmiyordu.
Evimin olduğu sokağa girdiğimizde hava kararmış, sokak lambaları yavaş yavaş yanmaya başlamıştı.

Taehyung saçma bir şey anlatıyor bende dinliyordum.

"Daha sonra annem beni evden attı ve bütün geceyi dışarıda geçirmek zorunda kaldım."

"Sana az bile," dedim gülerken.

"Yan komşumuzun kızını gece saat ikide odama davet etmenin nesi yanlış? Sadece ona yeni yatak örtümü göstermek istemiştim."

"Biraz daha konuşursan kusacağım.."

"Sadece şaka yapıyorum Jiho, tabii ki de böyle bir şey olmadı."

Tekrardan güldüğümde gülüşüm küçük bir çığlığa dönüştü.
Çünkü Taehyung bisikletin önünü kaldırmıştı.

Belindeki elim sıkılaştığında ona bağırdım. "Ne yapıyorsun düşecektim!"

"Dert etme, tutardım."

"İkimizde yeri öptüğümüzde nasıl tuttuğunu görürdük."

Tekrar yaptığında sırtına vurup aşağı atladım, zaten eve yaklaşmıştık.
Çantamı sırtıma atıp Taehyung'un ceketini ona uzattım.

"Bana bisiklet sürerken ceketimimi uzatıyorsun. Düşmemi istiyorsun değil mi?"

Ona laf yetiştirmek yerine ceketi koluma attırdım ve yürümeye başladım.
Taehyung bisikletle beni takip ediyor, etrafımda şımararak daireler çiziyordu.

"Bugünde Kim Jiho'yu mutlu ettim  gururluyum."

"Mutlu olduğumu kim söyledi?"

"Gülüyordun hepsi yalan mıydı?"

Gülümsedim.
Önümden hızlıca geçtiğinde düşecek gibi oldum. "Evet yalandı ve şunu yapma başım dönüyor Taehyung."

Taehyung yanıma sürdü. "Şunu mu demek istiyorsun... Başımı döndürüyorsun Taehyung."

Gülmeye başladığımda bu Taehyung'un hoşuna gitmişti. Oda gülümsedi.
Taehyung'un ilginç bir havası vardı, söylediği şeyler saçma olsada gülüyordum.

"Vay canına Taehyung etkisi bu demek, doğru söyle bana aşık mısın?"

Ceketini ona atacağım sırada hızlıca direksiyonu kırıp önüme geçti. Ardından ani bir frenle durdu.

Önüne bakıyor bana dönmüyordu. Taehyung'un yanına yaklaştığımda onları gördüm. Dört çocuk ve tanıdık bir araba.

Ayaklarım geri geri kaçmak istiyordu. Eve doğru koşmak istiyor, birkaç çift gözle karşı karşıya kalmak istemiyordum.
Gergindim ve hiç olmadığım kadar rahatsız.

Biz onları görmesekte onların bizi önceden fark ettiği barizdi.

Jimin arabanın önünden atlayıp, Taehyung'un biraz ilerisinde durdu. Bu süre zarfında diğerlerine bakmıyor sadece Jimin'e bakıyordum.
Jimin'in hareketlenmesiyle Seokjin ve Yoongi'de ayaklanmıştı.

Onlardan önce konuşan ise Taehyung oldu.
Bir ayağını yere koyup gülümsedi.
"İyi akşamlar beyler, görüşmeyeli iyi görünüyorsunuz."

Neşeli sesi bulunduğumuz ortama o kadar tersti ki, ona bakma gereği duydum. Elimde olsa onu dürterdim.

"Yoksa yine Soojin'i mi almaya geldiniz?" Hepsine teker teker baktı. "Aslında hepinizin gelmesine gerek yoktu, sevgilisi gelse yeterdi."

Söylediği şeyle iki büklüm olurken yutkundum. Evet bu gerçekti ama kulaklarım hâlâ inkar ediyor, kalbim ilk defa duyuyormuşum gibi yanıyordu.

Hoseok arabanın yanından hışımla ayrıldığı sırada Yoongi onu durdurdu. Ve kendisi öne geldi.

Ellerini ceplerine soktuktan sonra yamukça gülümsedi. Bakışları karşısındakini küçük gördüğünü gösteriyordu.

"Sende mi bu kızın yanındaydın? Ona yardım mı ettin?"

Taehyung seslice güldü rahat tavırları herkesi rahatsız ediyor gibiydi.
"Evet," dedikten sonra kafasını hafifçe kaldırıp Hoseok'a baktı. "Yardım ettim, hatta benim fikrimdi."

Yoongi sertçe yutkunduğunda Taehyung'u sinirle kolundan çektim. Ne diye yalan söylüyordu. Aptal, dayak mı yemek istiyordu.

"O bana yardım falan etmedi, benim fikrimdi ve ben tek başıma yaptım."

Seokjin kollarını bağladı. "Cidden bizi salak yerine koyduğuna inanamıyorum. Yüzümüze yalan söylerken hiç utanmadın mı?"

İçime bir yumru oturduğunda konuşamadım.
Jimin birkaç adım atıp Taehyung'u es geçti ve bana yaklaştı. "Bunun yanına kalacağını mı düşünüyorsun küçük kız? Yerinde olsam kendime dikkat ederdim."

Taehyung bana yaklaşan Jimin'i göğsünden hafifçe iterek durdurdu.
"Park Jimin yerinde olsam küçük bir çocuk olarak.." onu boydan süzdü. "Küçük bir kızı tehdit etmezdim."

Jungkook sessizce kıkırdadı daha sonradan bunu öksürüğe dönüştürdü.

Jimin bu sefer sinirle Taehyung'un elini itti. "Soojin'in düşmanı diye o kızı koruyorsun değil mi? Kendine senin gibi bir arkadaş bulman ne tatlı."

"Soojin'le alakası bile yok. Soojin'den nefret bile etmiyorum ben. Çünkü o bunu hak etmiyor."

Taehyung beni arkasına aldı. "Ama bir taraf seçecek olursam bu tabii ki de Jiho'nun tarafı olacak çünkü o sadece Soojin'e hak ettiğini yaşattı."

Arkada gerginlikle dişlerimi sıkarken etrafıma bakındım. Kavga çıkarsa yardım gerekecekti.

"Cidden Taehyung'u mu dinleyeceğiz? Yine saçmalıyor, bizim meselemiz kızla."
Jungkook sıkkınca konuştuğunda Hoseok'a baktım.

Gözleri tetikte arkadaşlarında geziniyor, yumruklarını sıkıyordu. Sanki yumruğu kime atması gerektiğine karar veremiyordu.

Taehyung seslice konuştu. "Siz gerçekten aptalsınız. Hâlâ o kızın gerçek yüzünü göremiyorsunuz, ne ara bu kadar kör oldunuz?"

Jimin, Taehyung'un yakasını tuttuğunda önüm aniden boşaldı.

Diğerleri Jimin'e engel olmaya çalışsada karşılık veren Taehyung kavgayı kızıştırmıştı.
Onların dertleri yalnız Soojin değildi. Özellikle Taehyung'la bir dertleri varmış gibiydi.

"Taehyung." Elimi onları ayırmak için uzattığımda bir el bileğimi yakaladı.

Bileğim cayır cayır yanarken içim titredi.

"Geri çekil canın yanacak."

Canım mı yanacaktı?
Onu taklit ederek fısıldadım. Yüzüm kalbimin verdiği telaşla buruştu.
"Zaten yanıyor."

Bileğimi hızlıca çektim ve arbedeye ilerledim. Jimin, Taehyung'u sertçe ittiğinde, Taehyung sendeledi fakat düşmedi.

Kimse onları doğru düzgün ayırmıyordu.
Seokjin söyleniyor, Yoongi ise onları ayırmaya yeltenmiyordu.

Korkuyla Taehyung'a yürüdüğüm sırada bir el hafifçe belimden yakaladı ve gizlice saçlarıma doğru fısıldadı.
"Lütfen, lütfen içeri gir. Söz veriyorum ona bir şey olmayacak."

Ayaklarım yere basmıyordu ve parmak uçlarıma kadar titriyordum.

Beni önemsiyormuş gibi davranması, ses tonundaki yumuşaklık kendimi kötü hissetmeme sebep oluyordu. Artık birbirimize yalan söylememeliydik o beni zerre kadar umursamıyordu.
Hoseok bu kötülüğü durdurmalıydı.

Kendimi sertçe elinden kurtarıp Taehyung'a yöneldim. Jimin çenesine bir yumruk indirdiğinde, Taehyung inledi. Onu itip Taehyung'un yanına eğildim.

Dudağından bir damla kan aşağı süzüldüğünde hafifçe kalkıp dudağını sildi. Ve ayağa kalktı.

"Hâlâ bana doğru düzgün vuramıyorsun Park Jimin."

"Kapa çeneni."

Onu kolundan çekelerken, Yoongi'de Jimin'i kolundan çekti. "Bu kadar şamata yeter bunun yeri burası değil Jimin."

Yoongi arabaya doğru yürümeye başladığında, Seokjin onu takip etti. Jimin hâlâ Taehyung'a ve bana bakıyordu.

En lazım olmayan kişide aramıza katıldığında derin bir nefes aldım.
Soojin dış kapıda belirdiğinde şaşkınca gözlerini büyüttü. Şaşkınlığı daha çok Taehyung ve banaydı.

Kavgayı kaçırmış olmasına üzüldüm.
Yoongi oyalanmak istemiyordu, açıklama yapmakla uğraşmamak için Soojin'i kolundan tutup arabaya bindirdi.

Hoseok önümüzde dikilen Jimin'in yanına geldi ve koluna dokundu.
"Jimin, hadi."

Gözlerini bir kez daha Taehyung ve bende gezdirip arabaya yürümeye başladı.
Hoseok bize döndüğünde yüzüne düşen gri gölgeler vardı ve bakışları pusluydu.

Taehyung'u eve doğru yönlendireceğim sırada Taehyung rahat durmadı.
"İyi akşamlar dostlarım. Evet yine kaçın doğrulardan, benden, her halttan yine kaçın."

Hoseok ağzını açıp açmamakta tereddüt etti.

"Hoseok hadi."

Seokjin arabanın camından seslendiğinde biraz ilerimizde dikilen Hoseok'a baktım. Gözleri ikimizin arasında dolaşıyor ama benimkilere hiç dokunmuyordu.

Hoseok birkaç saniye gözlerini kapattı ardından diğerleri gibi arabaya doğru ilerledi.

"Dudağın kanıyor," dedim hen Taehyung'a dönerek.

"Ciddi olamazsın Jiho."

Arabaya bir an bile bakmadan Taehyung'u bahçe duvarına oturttum. Araba yanımızdan hızla geçerken Taehyung sızlanarak ağzını açtı.
"Bu çocuklar... hepsi birer pi..-"

"Küfür etme."

"Tamam onlar birer çipler."

"Bu halde bile saçmalıyorsun."

"Bu halde bile bana küfür etme diyorsun."

Yüzüne eğilip dudağındaki patlağa baktım. "Çok acıyor mu? Bekle içerden bir şeyler getireyim."

Kolumdan tutup beni durdurdu. "Öpersen geçer."

"Bir yumrukta ben atacağım."

Ellerini kafasına siper etti. "Tamam tamam üzgünüm sadece şaka yapıyorum, hem bir şeye ihtiyacım yok küçük bir patlak boşver."

"Olmaz kanıyor."

"Boşver dedim."

Kolumdan çekip beni yanına oturttuğunda, omuzlarım istemeden yere düştü. Diğerlerininde bu işe karışması ve öfkeleri iyi olmamıştı.
Ayrıca Hoseok'un yakınımda olduğu birkaç saniye yokluğundan daha çok yormuştu kalbimi.

Benim olmayan bir çocuk bedenime çok zarar veriyordu.

Taehyung ellerini geriye yasladı. "Ondan neden hoşlanıyorsun ki?"

"Ne?"

Taehyung seslice güldü. "Ha birde anlamazlıktan gelme hastalığın var."

"Kafan yere mi çarptı?" Dedim.

Bakışlarını direk gözlerime sabitledi. Ciddiydi ve gülmüyordu.

"Ondan hoşlanıyor olman üzücü."

"Ondan hoşlanmıyorum."

Gözlerim yerdeki taşları izlemeye koyuldu. Bu Taehyung'un bakışlarından kaçmanın en iyi yöntemiydi.

"Aptal, seni görüyor ama bakmak istemiyor."

"Nesin sen medyum falan mı?"

"Sadece insanları kolay çözümlüyorum diyelim."

Tırnaklarımı betona vurdum. "Herkesi yanlış çözümlüyorsun o zaman."

"Hoseok biraz şeydir nasıl desem... korkak."

Meraklı gibi gözükmek istemiyordum. Ona bakıp ayaklarımı birbirine geçirdim ve sallamaya başladım.

"Ama bu öyle ondan bundan korkmak değil, en çok kaybetmekten korkar o. Etrafında sevdiği her kim varsa."

"Arkadaşlarını kaybetmekten korkuyor değil mi?"

"Evet," dedi Taehyung omuz silkerek. "Ama seni kaybetmektende korkuyor."
Kafasını bana çevirdi.
"Seni kaybetmekten korktuğu içinde korkuyor. Bu korkunun neden bu kadar büyük olduğunu sorguluyor."

Önüme dönüp kafamı iki tarafa salladım.
"Saçmalıyorsun."

"Saçmalamıyorum, öyle olduğunu biliyorum."

"Yanlış anlamıyorum değil mi? Yani Hoseok beni kaybetmekten korkuyor ve böyle hissettiği içinde korkuyor."

Kafasını salladığında gülmeye başladım.

"Komik olan ne?"

"Bana olan hislerinden, beni kaybetmekten o kadar korkmuş ki Soojin'in kanatları altına girip korkusunu yenmeye çakışıyor. Haklısın Hoseok beni kaybetmekten gerçekten korkuyor."

"Hoseok Soojin'i hep sevdi Jiho, ondan hemen vazgeçmesini beklemek saçma olurdu."

Gülümsemem çok hızlı solmuştu. Sessizliğe büründüğümde söylediklerini düşündüm.
Hoseok, Soojin'i hep sevmişti. Kalbi en başından beri yalnız ona aitti.

Tabii ki de onu bırakıp beni tercih etmezdi. Kafası karışık falan da değildi.
O sadece sevdiği kızın yanındaydı. En başında yapması gerektiği gibi. Aslında yanlış olan hiçbir şey yoktu.

Kararsız kalsamda sordum. Bunu sorarken bir ara tıkanacak gibi oldum.
"Ne zamandan beri aşık? Soojin'e."

Korkuyla ona baktığımda gülümseyip önüne döndü.
"Bilmem, belki onunla tanıştığımız ilk günden beri. Ben sadece biz ayrıldıktan sonra emin oldum. Diğerlerinden daha çok tepki gösterdi mesela. Sonra ona bakışı şey gibiydi.."
Doğru kelimeleri seçmeye çalıştı.
"Sanki ona bakmaya kıyamıyor gibi."

Duvarda iki büklüm oldum. Taehyung kalbimin sesini duymasın diye hafifçe kıpırdandım. Çünkü kalbim yine çığlık çığlığaydı.

Hoseok bana hiç öyle bakmamıştı.

"Sonra hepimiz beraberken ara sıra ona baktığını görüyordum. Ona bakarken hep gülümsüyordu mutsuz olsa bile Soojin yanına geldiğinde bir anda değişiyordu."

"Ne kadar dikkatlisin öyle," dedim yutkunarak. "Benim gibi fark edemeyecek kadar aptal değilsin."

"Bunun dikkatle alakası yok, biz Hoseok'la yakındık." Güldü. "Şimdi beni öldürecekmiş gibi bakmasına bakma. Her zaman, bir şeye ihtiyacı olduğunda ilk beni çağırırdı, ne olursa olsun..."

"Sende gidip onun sevdiği kızla mı çıktın yani?"

"Görmek ve gerçeği bilmek ayrı şeyler kim Jiho. Ben sadece onu görüyor ve olasılık yürütüyordum. Gerçekten ona aşık olduğunu nereden bilebilirdim ki. Ama artık doğru olduğunu biliyorum."

Elini dudağına götürüp hızla çekti. "Lanet Park Jimin hiç acımadan vurdu. Seokjin'de tutmadı. Yoongi'de ayırmak için fazla üşengeç. Göt herifler, hiç değişmiyorlar."

"Onları özledin değil mi?"

Elini dudağından uzaklaştırdı ve ellerini bacaklarının arasına soktu.
"Evet," dedi. Hayatımda gördüğüm en masum ve en dürüst evet diyişti.

O an ona sarılmak istedim, çünkü bende benimkileri özlüyordum. Ben birkaç haftaya dayanamazken o bununla uzun zamadan beri baş ediyordu.
Bize sırtını dönen insanları özlemek çok berbattı.
Kaderlerimizin benzediği hakkında yanılmıyordum. Ve onun için bir şeyler yapmak istiyordum.

"Bence onlarda seni özlediler," dedim hafifçe ona dönerek.

"Sanmıyorum," dedi gülümserken. "Fazla nefret dolular, oysa onlara hiçbir şey yapmadım ben." Seslice nefesini verdi. "Daha doğrusu kimseye bir şey yapmadım."

Yavaşca koluna girip başımı omuzuna koydum.
"Bunlar geçecek, seni geride bırakamayacaklar. Bıraksalar bile buna izin vermeyeceksin."

Taehyung gülmeye başladı. "Öyle mi dersin Kim Jiho."

"Evet öyle derim Kim Taehyung."

"Hoş bir kızsın Kim Jiho ama sana yürüme kotamı bugün doldurduğum için susacağım."

"İsabet olur," dedim koluna daha sıkı sarılırken.

Bir süre daha duvarda oturduktan sonra Taehyung evine gitti. Bende yine yalnızlığımla baş başa kaldım.

Aslında herkes, her gece, kendi odasında, kendi yatağında, kendi boşluğunda yalnızdı. Sadece bu yalnızlığa bizler fazla anlam yüklüyorduk.
Bu tek başına kalma olayını abartıyorduk.
Kimse yalnız değildi.

Sadece herkes hayatına girecek o kişiyi bekliyordu.

Kalbini önüne serebilecek yanında huzur bulacağı o kişiyi.
Sadece bir kişiyi.




Her seferinde nerede hata yaptığını düşünürsün, aslında sen değil onlar düşündürürler.
Senin hatayı yapan değil baştan sona bir hata olduğu hissettirirler.

Bu nasıl yapıyorlar bilmiyorum ama bir şekilde öyle hissettirmeyi beceriyorlar.

Sınıfa girdiğimde gördüğüm manzara çocukçaydı ve de oldukça aptalca. Ama bu çocukça küçük hareket yumruklarımı sıkmama gözlerimin yanmasına sebep olmuştu.

Neden bilmiyorum ama şu an sıramın önünde ağlamak istiyordum.
Çünkü sıramın üzerindeki kaos, kötü 3 boyutlu bir tabloyu andırıyordu.

Hangi boyayla yapıldığını anlamamıştım sıramın üstü iğrenç boyalarla çizilmiş şekillerle doluydu. Sıranın rengini bile göremiyordum.

Sorun boyalar falan değildi aslında üzerinde o kadar şey vardı ki.
Yiyecek artıkları, özenle buruşturulmuş kağıtlar ve en berbatı bunların üzerine bir sıvı dökülmüştü. Kahve olduğunu düşünmek istedim.

Oysa sadece kantine gidip bir şeyler almak istemiştim. Şimdi bir elimdekine bir de sırama, yani çöplüğe bakıyordum.

Pis koku burnuma ulaşırken bir kere daha yumruklarımı sıktım. Nereye saldıracağımı bilmiyordum öfkem sınıra çoktan yaklaşmıştı bile.

Arkamdaki fısıldayanlara döndüm, onlara döndüğümde oturuşlarını dikleştirdiler.

"Bunu kim yaptı?" Sesim öfkeden uzak, gereğinden fazla sakindi. Onlara istediklerini vermek istemiyordum.

İkiside ifadelerini düzeltip omuz silktiler. "Bilmiyoruz."

Ağzımda yuvarlanan birkaç kelimeyi dışarı vurup vurmamak arasında kararsızdım.

Arka sıralarda oturan arkadaşıma gözüm kaydı. Sırama bunu yapan her kimse o bunu yaparken acaba Mimi'de burada mıydı?

Eğer buradaysa hiçbir şey yapmamış sadece izlemiş miydi?
Diğerleri gibi göz mü yummuştu.

Mimi bakışlarını bana çevirip birkaç saniye gözlerime baktı. Sonra ise yutkunup önünde ne ile uğraşıyorsa ona döndü.
Gözünü çevirmek kolaydı. Bir insana mühür vurup onu umursamamak oldukça kolaydı.
En basitinden kulaklığınızı takardınız ve gözlerinizi kapatırdınız.

İğrenç bir hâl almış çantama bakıp gözlerimi kapattım.
Sanırım burada biraz daha durursam kötü şeyler olacaktı.

Arkamı döndüğüm sırada Soojin, ağır ağır kapıdan girdi. Dudaklarında varla yok arası bir gülüş vardı.

Yanıma yaklaştı ve kafasını sırama doğru uzattı. Yüzü önceden ayarlanmış gibi buruştu.
Dilim dişimde gezinirken yutkundum.

"Bunu kim yapmış böyle? Kötü kokuyor."

Bedenimi tamamen ona döndürdüm. Alaycı ses tonu sinirlerimi bozuyordu. Sınıftakiler film izliyorlarmış gibi bize döndüler.

"Sen mi yaptın?"

"Böyle çocukça bir şeyi benim yaptığımı mı düşünüyorsun?"

Onu onaylarcasına kafamı salladım. "Evet, bu çocukça şeyi senin yapabileceğini düşünüyorum."

"Üzgünüm, bununla alakam yok."

Suratına bakmaya devam ettiğimde güldü. Mimiklerini çok iyi kullanıyor açık vermiyordu.

"Ne yani, sıranı yağlı boyalarla boyadıktan sonra üzerine iğrenç içecekler döktüğümü mü iddia ediyorsun?"

Gözlerinin içine sessizce bakmaya devam ettim.
Gerçekten böyle mi davranacaktı? Diğerlerine yaptığı gibi sıramı kirletecek, beni tuvalette sıkıştıracak, soyunma odasında saçlarımı mı kesecekti.

Ona yaklaşıp kimsenin duyamayacağı şekilde fısıldadım.
"Cidden böyle mi oynayacaksın Soojin? Sencede senin için bunlar basit değil mi?"
Ona doğru bir adım attım.
"Elinden gelen sadece bu mu? Cidden aklına başka bir şeyler gelmiyor mu?"

Soojin cümlemi bitirmemle gülümsedi. Oldukça neşeli görünüyordu. "Hayır, aklıma başka şeyler geliyor. Onlarda çocukça ama iş görür."

"Benimle uğraşma." Cümlem havada asılı kalırken umursamadım ve sınıftan hızlıca çıktım. Herkese bugünlük bu kadar malzeme yeterdi.

Koridora çıktığımda Soojin peşimden geldi ve bana seslendi. "Jiho."

Ona dönüp koridorun kenarında bekledim. Soojin omuzlarını dikleştirip tam karşımda durdu.
"Sırandakini ben yapmadım gerçekten."

"Bana açıklamamı yapacaksın gerçekten."

"Açıklama yapmak için gelmedim, sana şunu söylemek için geldim." Gülümseyip fısıldadı. "Böyle küçük şeylere üzülme çünkü bu daha bir hiç."

Dudaklarımı birbirine bastırdım. "Böyle tehditlerle uğraşacağına neden harekete geçmiyorsun."

Arkamı döndüm şu an onu görmek bile istemiyordum. Sinirlerim fazlasıyla bozulmuştu.

"Jiho ondan gerçekten hoşlanıyor musun?"

Durdum. Soojin'de beni bu şekilde durduracağını biliyordu.
Zaaflar ve zayıf noktalar önemliydi.
Bir kere fark ederlerse saldırıya geçerler beklemezlerdi.

Hoseok'tan hoşlanmam benim zayıf noktamdı.
Ve Soojin dahil bunu fark edenler benden hep bir adım önde olacaklardı.

Dudaklarımı yalayıp ifademi düzelttim ve ona döndüm. Ters bir şeyler söylemek işe yarar mıydı.
"Taehyung'tan mı?"

Gülümseyip kafasını salladı. Yüzünde bir alay yoktu ya da başka bir şey, hiç olmadığı kadar ciddi duruyordu.
"Hayır, Hoseok'tan."

Ben iyi bir yalancıydım, ama sorun şu ki Soojin'de öyleydi.

"Hayır," dedim sakince.

Onaylarcasına kafasını salladı ve elini gömleğimin yakasını götürdü.
"Senin adına üzülüyorum, kullanılmak kötü hissettiriyor olmalı. Hoseok seni kullandı Jiho. Beni korumak istediği için seni kullandı. O yüzden senin yanında oldu."

Söylediği şeyler doğru olduğu için mi canımı bu kadar yakıyordu.

"Ve sende ona kalbini kaptırdın. Keşke daha dikkatli olsaydın." Sessizce gülümsedi ardından yüzünde masum bir ifade belirdi. "İlk aşkın değil mi?"

"Boş konuşuyorsun."

"Hayır, doğruları söylediğimi biliyorsun. Senin için üzgünüm, Hoseok'un kalbi başkasına ait olduğu içinde."

Gülümseyip kafamı salladım.
"Ya senin kalbin? O kime ait Soojin? Gerçekten Hoseok'a mı?"

Acı gülümseyişim dudaklarıma yayıldı.
"Onu sevmiyorsun."

"Yanılıyorsun, aksine onu seviyorum. İşte senin korkman ve kabullenmen gereken bu. İkimizde birbirimizi seviyoruz."

Kalbim durmak için teklerken devam etti.
"Aslında sana zarar vermeme gerek yok, zaten onu her öptüğümde, ona her sarıldığımda mahvolacaksın."

"İkinizlede ilgilenmiyorum Soojin."

"Bence ilgileniyorsun." Elini omuzuma koydu. "Ama yapma, bunu kendine yapma Hoseok benimle mutlu."

Gitmeden son kez gülümsedi. "Neden hep böylesin Jiho? Ne yaparsan yap kazanamıyorsun. Artık şunu anla, benim olduğum yerde sana madalya yok."

Arkasını dönüp uzaklaşmaya başladı.

Yalan ya da doğru kulaklarım duyduklarımla yanarken arkamı yavaşça dönüp yürümeye başladım.

Sınıfa gidip alay konusu olmaktan, Soojin'in alaycı suratına bakmaktansa derse girmemeyi yeğlerdim.

Hem bu hâlde sınıfa giremezdim.

Neden böyle oluyordu? Neden başımı kuma gömmek ya da yok olmak istiyordum.
Soojin her seferinde bana bunu hissettirmeyi nasıl başarıyordu.

Koridorlarda yol nereye çıkarsa oraya ilerliyordum. Yanaklarım kırmızıydı ve yüzüm adeta yanıyordu.

Derse giren birkaç öğretmenden kaçmak için yönümü değiştirdim.
Sonuç olarak gidecek yer bulamamış kendimi tuvalete atmıştım. Hırkam kolumdan düşerken ofladım.
"Niye düşersin ki.."

Bir damla yanağımdan süzülürken etrafıma bakındım ve onu hızlıca sildim.
Fakat devamının gelmesine mani olamamıştım.

İnsan içi böyle doluyken nasıl sessizce ağlayabilirdi.
Umursamadan lavaboya yaklaşıp ellerimi yıkamaya başladım. Sertçe ovalıyor, öfkemi çıkaracağımı zannediyordum.

Yine mi kaybetmiştim. Sanırım evet. Bu kaybediş sanki benden daha çok şey götürmüştü.

Usulca kafamı kaldırıp aynaya baktım. Ne vasat bir görüntüydü. Kim Jiho olması gerektiği gibiydi.

Umutsuz, aslında çok yalnız.
Ben sadece kendime değil şu an yanımda olmayan herkese kızıyordum.

Ağlıyordum ama kimsenin umurunda değildi. Ne arkadaşlarımın ne bir başkasının.
En acısıda buydu zaten, ne yaşadığını içinde ne haltlar döndüğünü kimsenin bilmemesi.

Yüzümü lavaboya eğip sakinleşmeye çalıştım. Bitecek miydi? Yoksa hep böyle mi devam edecekti?
Bir cevap bulmak için yanlış yerdeydim.
Tuvaletten çıkıp bahçeye çıkan arka kapıya doğru yürümeye başladım. Ön bahçe büyük ihtimalle kalabalıktı.
Ağladığımda her zaman kaçacak delik arardım.
Kimsenin olmadığı bir yer istiyordum, böylece rahatla ağlayabilirdim.

O pis sıraya geri dönmek ve ikiyüzlü suratlarına bakmak istemiyordum.

Arka kapıya ulaşmak için en alt kata indim ve dar koridorda yürümeye başladım. Burayı sadece görevliler kullanırdı.
Göz yaşlarım inatla akmaya devam ederken görüşüm bulanıklaştı.

Arka kapıyı itip dışarı çıktım. Görmeyi beklediğim manzara kesinlikle bu değildi. Boş olacağını düşünürken hata etmiş üstüne gelebileceğim en yanlış zamanda denk gelmiştim.

"Jimin, şunu içmeyi beceremiyorsan ziyan etme."

"Sen işine bak gayette içiyorum "

"Sessiz olsanıza yakalanacağız."

"Hoseok nerede?"

"Dersteydi büyük ihtimalle kaçmak için bahane arıyordur."

Gerisin geri kaçacağım sırada bir el kolumu yakaladı.

"Bakın burada kimler varmış."

Yüzümü ona dönmedim. Fakat jungkook beni hızla çevirdi.
"Tehlikeli Kim Jiho. Yoksa resmimizi çekmek için mi geldin?"

Jimin banktan atlayıp yanımıza doğru yaklaştı. "Vay canına neden ağlıyorsun?"

Bunu meraktan uzak, alayla sormuştu. Onlarla uğraşacak gücüm yoktu ne söyleyeceklerse bir an önce söyleyip beni bırakmalılardı.

"Sana bir şey söyleyeyim mi? Berbat görünüyorsun."

Bileğimi kurtarmaya çalıştım. Ama Jungkook bir fare yakalamış gibi davranıyordu.

"Nereye? Otursana biraz konuşalım. Mesela sen bize gerçekleri anlat Taehyung'un bu işin neresinde olduğunu falan."

Bileğimi bu sefer hızlıca kurtardım.

"Dün söyledim, onun bir alakası yok. Neresini anlamıyorsun?"

Bankta oturmaya devam eden Yoongi onları uyarırcasına konuştu.
"Rahat bırakın."

Ama Jimin ve Jungkook onu dinlemedi. Biri kaçmamam için kapının önünde yerini alırken diğeri tam karşımdaydı.

Jungkook rahatça kollarını bağladı.
"Evet söyle bakalım sana kim yardım etti?"

"Bu seni neden bu kadar ilgilendiriyor?" Arkamda kalan Jimin'e baktım. "Ya da sizi."

"Biz sadece birbirimizin arkasını kollamaya çalışıyoruz tatlı kız." Üzerime eğildi. "Bir daha olmasın diye önlem alıyoruz."

Yüzümü onunkinden uzaklaştırmadan konuştum.
"Bir kızı korumak için başka bir kızı sıkıştırarak mı yapıyorsun bunu? Erkekliğin bu kadar basit mi?"

"Basit olan benim erkekliğim mi yoksa sen misin iyi düşün."

Elimi kaldırdığım anda onu yakaladı ve beni arkamdaki duvara çarptı.
Şimdi kolumu daha sıkı tutuyor canımı yakıyordu. Her şey o kadar ani gelişmişti ki ağzımdan küçük bir inilti kopmasına engel olamadım.

"Cidden canımı sıkıyorsun," dedi Jungkook sinirlenerek.

Kolumu olması gerekenden fazla sıkıyordu. Yüzümü buruşturdum.
"Kolumu bırak." Bunu söylememle biraz daha sıktığında gözlerim iyice bulanıklaşmaya başladı.

"Jungkook!"

O her duyduğumda içimi pırpır eden ses kulaklarımda uğuldadı. Bu sefer o kadar iyi bir his yaratmamıştı içimde. Jungkook kafasını çevirdiğinde onu taklit ettim.

Hoseok kaşlarını olabildiğince çatmıştı. Hızlıca yanımıza geliyor, bir yandan da etrafa bakınıyordu.
Yanımıza gelip hızla Jungkook'un kolunu çekti.

Jungkook'un bıraktığı yer sızlarken belli etmemeye çalışarak kolumu arkama ittim.

"Sadece konuşuyorduk."
Jungkook savunuşunu sunduğunda kafamı çevirdim.

Hoseok sinirle konuştu. "Onunla bu şekilde mi konuşuyordun?"

"Yapma ama onun Soojin'e yaptıkları yanına mı kalacak?"

Hoseok elini Jungkook'un ceketine koydu. Ve gözlerini kapattı. Sakinleşmeye çalışıyor gibiydi. Nefes nefeseydi ve boynundaki damar hızlıca atıyordu.

Arkama doğru kaçmak için baktığımda Jimin'in hâlâ orada olduğunu gördüm.

"O bir kız jungkook, ne olursa olsun o bir kız." Elini uyarırcasına çocuğun omzuna bastırdı. "Bunu Soojin'le arasında halledebilir. Biz bir kıza zarar vermeyiz ne olursa olsun."

Jungkook, Hoseok'un elini itip yamukça güldü ardından gözleri beni buldu. "Peki dokunmayalım o zaman."

Aldığı uyarı sinirlerini bozmuş gibiydi. Ellerini cebine atıp banka doğru yürümeye başladı.

Hoseok yüzünü bana çevirdiğinde çatık kaşları yavaşca düştü. Gözleri yüzümde gezinirken hızlıca inip kalkan göğsü sakinledi.

Jimin'de ağır adımlarla Jungkook'u takip edip, önce Hoseok'a baktı ardından banka geri yürüdü.

Ağladığım belli olan rezil suratım gözlerimi sıkıca kapamama yol açarken, titreyen ellerimi yumruk yapıp kapıya doğru yürüdüm.
Onu görmeye dayanamıyordum. Artık ona bakamıyordum bile.

Tek istediğim bu berbat günün bir an önce bitmesiydi.
Kendimi dar koridora attım. Kapı arkamdan tekrar açıldığında adımlarımı hızlandırdım.

Bir nevi arkamdan her kim geliyorsa ondan kaçıyordum.
Boş koridorda iki adım sesi yankılanırken kolumdan tutuldum. Jungkook'un sıktığı yer yanarken dilimi ısırdım.
Hoseok bağırmasamda canımın yandığını anlamış gibi elini hemen çekmişti.

Keşke normalde de canımı acıttığını anlayabilseydi.

"İyi misin?"

Dar koridorda ondan geriye kaçmak için hamle yaptığımda sırtım duvara değdi.
"Jiho."

Hızlıca onu onaylarcasına kafamı sallayıp gözlerimi gizledim.
Gitmeliydi, ben bugün bu kadar dağılmışken gitmeliydi. Çünkü ben ağzımdan ne çıkacağını kestiremiyordum.

Eli koluma gittiğinde ürksemde kolumu çekmedim. O bunu anlamış ve elini çekmişti.
"Bakabilir miyim?"

Yine savsakça kafamı salladım.
Parmakları tedirgince kolumu kavradı ardından yavaşca hırkamı sıyırdı.

Soğuk parmakları acıyan yerde gezinirken kolumu çekmek için hamle yaptım.
Fakat bırakmadı.

Yutkunma sesini duyduğumda konuştu. "Bir daha böyle bir şey olmasına izin vermeyeceğim."

Cesaretimi toplayıp kafamı kaldırdım ertelediğim, biriktirdiğim çok cümlem vardı.

"Neden?"

Hoseok'un gözleri benimkilerle birleştiğinde titredi.

"Sen kimsin ki?" Güldüm. "Koruyucum mu? Canımın yanıp yanmaması umrunda bile değil, bana karşı kendini kötü hissediyor gibi yapma."

Konuşacağı sırada onu susturdum. "Merak etme, sana kızmıyorum onlar senin arkadaşların tabii ki onların yanında olacaksın."

Sana kızgınım Hoseok. Sana o kadar kızgınım ki bazen öfkeden nefes alamıyorum, özellikle geceleri.
Ne yapmalıyım lütfen söyle bana.

Hoseok kafasını iki yana salladı. "Ben... üzgünüm. Olayların buralara geleceğini bilemezdim."

Evet olayların beni değersiz biri, sizide sevgili yapacağını bilemezdik.

Kafamı iki yana salladım.
"Biliyordun, olayların buralara geleceğini biliyordun Hoseok."

İç çektiğimde duraklarım titredi.
"Onlar bana yardım ettiğini bilmiyorlar değil mi?"

Kafasını iki yana salladı. Gözleri yerde geziniyor, benimkileri bir türlü bulamıyordu.
O sanki bana bakamıyordu.

"Beni hiç aradın mı?" Dedim meraklı bir ses tonuyla.

Sorduğum alakasız soruyla afalladı.

"Olmadığım o üç haftada beni bir kere bile olsun aradın mı? Beni merak ettin mi?"

Sessizliği bana cevap olarak sunduğunda kafamı salladım. Cevabımı almıştım.
Yaslandığım duvarda aşağı doğru kaydım.

Yorulmuştum, açıklamalardan, öfkelerden, bencilliklerden en çokta kalbimin sesinden.
Artık başımı ağrıtıyordu hepsi.

"Oysa ben seni her akşam merak ettim. Başımı yastığa koyduğum her gece. Uyuyup uyumadığını, mutlu olup olmadığını düşünerek kafayı yedim."

"Jiho."

Sesim uykulu gibi çıkıyordu, ellerimi kucağıma koydum.
"Ben hep beni aradığını düşünmüştüm, çünkü sen bana odanı aydınlatan kız olduğumu söyledin. Hatta beni arayacağına o kadar emindim ki, anneme bile sordum."
Gülümsedim. "Beni arayan oldu mu diye."

Geri geri gittiğinde onunda sırtı soğuk duvara çarptı.

Benden özür dilemedi, ucuz bir açıklama yapmadı. Tamda istediğim gibi sadece bu kadar gürültünün içinde sessizliği sağladı.

"Önemli değil," dedim son kez. Benden dilemediği özüre cevap verdim.

Aslında ona söylemem gereken o kadar çok şey vardı ki.
Neden konuşamadığımı bilmiyordum.

Dakikalarca o dar koridorda susarken neden sustuğumuzu bence ikimizde bilmiyorduk.
Ben hırkama sarılıp sessizce ağlarken o gitmedi.

Bana arkasını dönüp, kaçıp gitmedi.

Ne bana sarıldı, ne de içime su serpecek bir şeyler fısıldadı.

Oda güneşli bir günde bataklığın içinde olduğumun ve etrafta tutacak tek bir dal bile kalmadığının farkındaydı.

Ya benimle batacak, ya da kafama bastıracaktı.

Kısa bir bölüm, öylesine bir bölüm, sonuçta yeni bölüm...

Umarım beğenirsiniz ve seversiniz.♡

Oylarınızı ve yorumlarınızı bekliyorum.
En çok yorumlarınızı.

-sevgilerle

Kendimi her seferinde youtuber gibi hissediyorum👏

Hoseokun gamzelerinde boğulmanız dileğiyle.

Continue Reading

You'll Also Like

2.9K 289 11
"işte ben bugün öldüğümü hissettim. bugün ben, bütün varlığımı kaybettim." angst -
261K 20.4K 38
" Merhaba, ben Pelin Akçay. Başkomiser Pelin Akçay. Memnun oldum. " Pelin ebeveynlerinin ani ölümü sonrasında, yas tutmaya bile vakit bulamamıştı...
769 124 5
Can sıkıntısı eserleri.
kca By kryz

Fanfiction

107K 7.5K 16
jeongguk: KCA adayı olmuşuz aday haberi haricinde yazılanlar ve yorumlar kurgudur. 2 - #lisa 190619