Good Night Hoseok | Hoseok

By mitsurine

130K 13.3K 14.8K

"Ve bu gecede kalbimde seninle uyuyacağım." More

ʟɪᴛᴛʟᴇ ʀᴇᴠᴇɴɢᴇ
ʟɪᴀʀ ʟɪᴀʀ
ᴜɴᴀɴsᴡᴇʀᴇᴅ
ʙᴀᴄᴋɢᴀʀᴅᴇɴ
sᴄᴀᴘᴇɢᴏᴀᴛ
ᴀᴄᴄᴏᴜɴᴛ ᴅᴀʏ
ᴍᴏᴏɴʟɪɢʜᴛ
ɪᴄᴇ ʜᴇᴀʀᴛs
ᴄᴏʟᴅ ɴɪɢʜᴛ
ᴘᴀᴘᴇʀ ᴄʀᴏᴡɴ
ʙᴀᴅ ʜᴀʙɪᴛs
ʜᴀᴘᴘʏ ᴅᴀʏ
sᴛʀᴏɴɢ ʀᴇᴀsᴏɴ
sʟᴇᴇᴘʟᴇss ʜᴏᴜsᴇ
ᴘʀɪɴᴄᴇss ᴄᴀᴋᴇ
ᴄʟɪғғ ᴄᴏʀɴᴇʀ
ʙʀɪɢʜᴛ ɢʀᴀss
ᴅᴏᴏʀs ᴄʟᴏsᴇᴅ
ᴡʜᴏ ᴀʀᴇ ʏᴏᴜ?
ᴍʏ ᴛʀᴜᴇ ʜᴇᴀʀᴛ
ᴍɪᴍɪ x ʏᴏᴏɴɢɪ
ᴛᴡᴏ ʙᴏʏs
ғᴀᴋᴇ ᴡɪɴᴅ
ʙʟᴜᴇ ᴡᴀᴠᴇ
ʟᴏsᴇ ᴛʜᴇ ɢᴀᴍᴇ
ᴏᴘᴇɴ ʏᴏᴜʀ ᴇʏᴇs
ᴜɴᴅᴇʀᴡᴀᴛᴇʀ
sᴍᴀʟʟ ᴘɪʟʟ
sᴛᴏᴘ ᴛʜᴇ ʀᴀɪɴ
ʜᴏᴘᴇ ʙᴇɢɪɴs
sᴏʙᴇʀ ᴍɪɴᴅ
sᴛᴏʀᴍ ᴠᴀʟʟᴇʏ
ʙᴜᴛᴛᴇʀғʟɪᴇs
ᴍᴀᴋᴇ ɪᴛ ʀɪɢʜᴛ
ʙʟᴏᴏᴅ ᴀɴᴅ ʙᴏɴᴇs
Final
and the end
Teşekkürler ft. Delilah

sᴀᴅᴅᴇsᴛ sᴏɴɢ

2.4K 326 633
By mitsurine


Kız ağzını açmadan bağırırken, çocuk kulaklarını sıkıca bastırdı.
Peki kimin canı daha çok yandı?

Bir anda her şeyin yerle bir olması nasıl bir his bugün öğrendim. Aslında bu bir depreme benziyordu.
Her şey bir anda tepeme yıkılmıştı sanki ve duvarlar çok ağır geliyordu. Kaçamamış bir yere sığınamamıştım. Aslında ne sığınacak bir yerim ne de kaçacak bir yolum vardı.

Şimdi tuğlaların arasından kafamı çıkarmış yıkımın sonrasını izliyordum. Üzerime yıkılan hayali taşlar nefes almamı engelliyordu sivri bir taş ise çoktan kalbime batmıştı.

Bazı insanların canımızı acıtmayacağını düşünürken hep yanılıyorduk değil mi?

Her kim olursa olsun herkes elinde keskin bir bıçak tutuyor ve zamanı geldiğinde acımadan batırıyordu.

Soojin'in yanına yürüyen çocukta gözlerimi gezdirdim.

Neden?

Neden yapmıştı bunu?

Ben ona hiçbir şey yapmamıştım.

Aksine ona güvenip her şeyimi anlatmıştım.
Şimdi o herkese anlatacaktı.

Taehyung kolumdan tutup şaşkınca sordu.
"Bu da kim?"

Donup kalmıştım bir şey söylemek istiyordum fakat yapamıyordum.
Sessizce fısıldadım.

"Felix."

Felix, en başından beri işin içinde olan, benim bir kenara koyup öylece güvendiğim sessiz sakin ortağım. Peki neden şu an Soojin'in yanındaydı.

Soojin mikrafona yaklaşıp Felix'ten önce konuştu.
"İşte benim şahidim kendisi en başından beri her şeyi biliyor."

Bir iki adım geri çekilip Felix'e yer açtı ve elini öne doğru uzattı.
"Anlat onlara Felix."

Hayır Felix bana söz verdin, lütfen onu dinleme.

Felix mikrafona yaklaştığında her zaman olduğu gibi sakindi. Dalgalı saçları, boynundaki kulaklığıyla o benim tanıdığım ve güvendiğim Felix'ti.

Onunla göz teması kurmak istiyordum, bana bakmasını istiyordum. Bana bunu yapamazdı.
Başka bir okuldan olduğunu belli eden lacivert kravatına dokundu.
Etrafına bakınmadan kürsüye yaklaştı. Öğrenciler kendi aralarında konuşuyor, sahnedeki çocuğun kim olduğunu birbirlerine soruyorlardı.

Kafamı iki yana salladım artık görüş açım bulanıktı. Kendimi tutmaya çalışıyordum ama gözlerimin bulanıklaşmasına mani olamamıştım.

Fısıltılar dalga gibi yayılmaya devam ederken, Felix sonunda konuşmaya başladı. Ben ise sadece gözlerimi kapattım. Artık bir an önce bitsin istiyordum.

Karşı koyacak itiraz edecek gücüm yoktu.
"Ben..Ben Jiho'ya videoyu aktarması için yardım ettim."

Salonda yükselen seslerle ellerim uyuştu. Uğultular hatırı sayılır seviyedeydi. Felix salonda gözlerini gezdirdi.

"O gün basketbol sahasında videoyu yayan Jiho'ydu"

Salondaki sesler bir cümbüşe dönüştüğünde benim kulaklarımda sessizlik hüküm sürüyordu. Sanki şu an salondan ayrılmış başka bir yere çekilmiştim.
İçimden bir ses bu sessizliğin kulaklarımdan çok yakında ayrılacağını söylüyordu.

Felix karışan salonu umursamadan direkt bana baktı. Benimde ona gözlerimi kırpmadan baktığımı biliyordu.

Mikrafona son cümlelerini gözlerimin içine bakarak söyledi.
"Özür dilerim."

Özür diliyordu.

Herkes benden özür diliyordu.

Ne kadar da güzeldi. Çünkü Jiho bir salaktı. Herkese inanacak şans tanıyacak kadar salaktı.

Ve bu salak kızdan özür dileyip gidiyorlardı.

Hoseok'ta beni öylece yarı yolda bırakıp gitmişti. Hepsi özür dileyince geçecek sanıyordu.

Her seferinde beni ateşe verip verip özür diliyorlardı. Özür dilerim ne kadar basit bir kelimeydi artık, anlamsız ve boş bir şeydi.
Midem bulandığında elimi ağzıma götürdüm.

Müdür bey geç kalmış olsada olaya müdahale etmek için mikrafonu Felix'in elinden kapıp telaşla velilere ve öğrencilere seslendi.
"Sayın velilerimiz çıkan sorunlardan dolayı sizden çok ama çok özür diliyorum."

Alnından düşen bir damla teri peçetesiyle sildi.
"Konferans iptal edilmiştir, size en yakın zamanda yeni tarih ile ilgili dönüş yapılacaktır. Hepinize iyi günler dilerim."

Gözleri beni bulduğunda önce Soojin'e dönüp bir şeyler söyledi. Ona bağırarak bir şeyler işaret ediyordu. Çünkü bu kargaşada sesini duyuramıyordu.

Salondaki velilerin yarısı salonu boşaltmaya çalışırken öğrenciler bekliyorlardı. Daha doğrusu beni izliyorlar ve bakışlarıyla beni kırmızı bir çembere sıkıştırıyorlardı.

Beklenildiği gibi kınayan bakışları ve ezici cümleleri vardı.
Elimi tekrar ağzıma götürdüğümde Taehyung beni belimden tuttu.
Neredeyse bütün okulun bize bakmasını umursamıyor hâlâ yanımda duruyordu.
"İyi misin?"

Cevap vermedim çünkü buna cevap vermek saçma gelmişti.
Varlığını görmezden gelmek istediğim fakat yanımdaki varlığını adım gibi bildiğim arkadaşım ayağa kalktı.

Saçlarından yüzünü göremesemde ona doğru uzandım bana bir şey söylemesini beklemiyordum. Ama yinede bana bir şeyler söylemesini istiyordum.

Mimi hızlıca yerden çantasını aldı. Yüzüme bir saniye dahi bakmadan kalabalığın arasına karıştı.

Elim havada kaldığında öylece arkasından bakakaldım.
Keşke susup gitmek yerine bana orada bağırıp çağırsaydı, bahçedeki gibi boğazımı sıkıp bana vursaydı.

Her şeye razıydım, çünkü sessizce çekip gittiğinde aramızda kocaman bir uçurum olmuştu.
Ve uzun bir süre bu uçurumu aşamayacaktım.

Bu Mimi için çok sessiz bir kızgınlıktı.
Anlıyordum ki bu sessizlik kırgınlığın büyük olduğunu gösteriyordu.

Müdür bey yanıma geldiğinde tekrar elindeki peçeteyle alnını sildi.
"Kim Jiho hemen odama hemen."

Siniri boynundaki damarlarından belli olurken yüzü normalden bin kat daha kırmızıydı.
Kızdığı şey tam olarak cd meselesi değildi belki, asıl kızdığı şey o meselenin böyle bir günde bu şekilde ortaya çıkmasıydı.
Bu küçük gözüken fakat okul için gayet büyük olan bir eksiydi.

Taehyung kulağıma eğilip fısıldadı.
"Kaçabiliriz, istemen yeterli kimseyle yüzleşmek zorunda değilsin."

"Yanılıyorsun, zorundayım."

"Cidden gidelim.."

Kolumu tutup hareketlendiğinde kolumu yavaşca ona bakmadan çektim.
Duraksayıp bana bakmaya başladı.

"Bitti Taehyung, çok bile uzamıştı yeterince kaçtım zaten."

Bedenimde, üzerimde olan gözlerin yorgunluğu vardı.

Kendimi cesaretlendirmek için kravatımı düzelttim. Ama bu hareketim bulunduğum duruma tersti ve komik kaçıyordu.

"Hem bu seferde kaçarsam yolumu kaybederim."

Taehyung nefesini dışarı verdi. "Saçmalama tek yapmamız gereken tüymek."

Arkamdan söylenmesini umursamadan müdür beyin arkasından yürümeye başladım.
Önce akamamış birkaç damla yaşı geri ittim.

Kalabalığın içinden ilerlerken gürültüden başım patlayacak gibi hissediyordum.
Kulaklarıma gelen cümleleri parçalamak istedim.

Bana acıyan, bana nefret kusan cümleler vardı. Aslında onlar sadece konuşacak konu arıyorlardı.

Ben kötü bir şey yapmamıştım, tamam yapmıştım ama karşılığında bu bakışları hak etmemiştim.

Kafamı yere çevirip birkaç omuza çarptım daha doğrusu onlar bana bilerek çarptılar.

Adımlarımı hızlandırıp merdivenleri inmeye başladım. Peki şimdi ne olacaktı  yine aynı şeyleri mi yaşayacaktım?

Soojin anlatacak yine ben suçlu olacaktım. Bu sefer suçlu bendim ama suçu işleyen ben değildim.
Suçu işleyen kırık kalbimdi.
Peki onlara bunu söylesem beni affederler miydi?

Önümdeki kahverengi kapıya baktım ve gerçekler yüzüme bir kere daha çarptı. Her şey değişecekti, her şey.

Belki bu okuldaki son günüm bu cilalı kahverengi kapıyı son çalışımdı.
Düz bir gir sesi duyduğumda sakince kapıyı açtım.

Kapı gıcırtısı eşliğinde içeri girerken gördüğüm manzara dramatik bir dizi sahnesini andırıyordu.

Annem bir elini alnına yaslamış yerdeki taşları izliyor, babam ise onun diğer elini tutuyordu.

Onlara uyuşturu kullanmadığımı veya alkolik olmadığımı söylemek istiyordum. Ama bu onlar için farklı değildi onlara göre okuldan kaçmak bile bir suçtu.

Kafamı diğer aileye çevirdim. Soojin'in anne ve babası koltukta yerlerini almışlardı ve gayet sakin duruyorlardı. Soojin'in babası ayağını sabit bir şekilde sallıyor, aynı anda bir elini ritimli bir şekilde masaya vuruyordu.

Ailelerimiz bize nazaran oldukça yakınlardı. Bu yüzden bu iki taraf içinde zordu ve odadaki gerginlik hatırı sayılır bir sessizlikle harmanlanıyordu.

Gergin olmayan tek kişiyle göz göze geldim. Soojin duvara yaslanmıştı. Üzerine düşeni yapıyor ve sadece izliyordu.
Açıklama yapması ve ağlaması gereken bendim.

Müdür bey eliyle karşısını gösterdi, iki ailenin ortasındaki boş alanı.
Kendimi idamdan önce sorguya çekiliyormuş gibi hissediyordum.

Soojin ailesinin arkasına geçip yerini aldığında başlıyorduk. Kafamı yerden kaldırmamamın sebebi utanç değildi. Utanmıyordum. Sadece annemin yüzüne bakamıyordum.

O, bizi utandırma ve sana güveniyoruz derken ciddiydi ve şimdi ben tam tersini yapmıştım.

Onları bütün okulun önünde utandırmıştım. Ailemi ve kendimi böyle bir günde bu duruma soktuğum için deli gibi ağlamak istiyordum.
Çocukların küçükken yaptığı gibi ayaklarımı yere vura vura ağlamak.

"Jiho, Soojin'in söyledikleri doğru mu? O videoyu sen mi..-"

"Evet."

Herkesin bildiği şeyleri inkar ederek uzatmayacaktım. Cevap verdiğimde kimse şaşırmadı.

Soojin'in annesi kendini bana çevirdi "jiho bunu neden yaptın?" Kafasını bir cevap ister gibi aşağı yukarı salladı "Soojin senin arkadaşındı."

Bu her hafta yaptığımız aile yemeklerindeki konuşmaları andırıyordu. Soojin'in annesi her yemekte bana sorular sorar gülümserdi.
Şimdi tek fark o gülmüyordu ve biz burada başka şeylerden konuşuyorduk olmaması gereken şeylerden.

Cevap vermeyip konuşmasını bitirmesini bekledim.

"Seni çocuk gibi azarlayamam Jiho, sadece sebebini merak ediyorum ve Soojin de merak ediyor."

Kafasını kızına çevirip ona baktı fakat Soojin'in keskin gözleri bendeydi.

"İsterseniz beni azarlayabilirsiniz. Üzgünüm söyleyecek bir şeyim yok."

Annem içinde bulunduğu sakin ruh halinden sıyrıldı. Artık gözlerinde kızına karşı öfkesi vardı.
"Söyleyecek bir şeyin yok öyle mi?"

Sesi odada yankılanırken gözlerimi yumdum.

"İnsanların hayatına karışıp, zarar verip nasıl söyleyecek bir şeyin olmaz sen sen..-"

"Tamam canım sakin ol."
Babam annemi sakinleştirmek için omuzunu sıktı. O, öfkesini sanırım eve saklıyordu.

Annem önüne dönüp sakinleşmek için elleriyle oynamaya başladı. Yüzünde kızına karşı tuttuğu bir öfke ve karşısında oturan komşularına karşı duyduğu bir mahcubiyet vardı.

Babam ses tonunu kontrol etmeye çalışarak bana bakmadan konuştu. Bu içimden bir şeylerin kopmasına sebep oluyordu.
"Jiho bunu neden yaptığını açıkla lütfen."

Şimdi onlara gerçekleri söylemek zorundaydım. Peki bunu nasıl açıklayacaktım.
Soojin'e karşı içimdeki kinin buna yol açtığını, bunun onun bana yaptıklarına karşılık bir intikam olduğunu onlara nasıl açıklayabilirdim.

Hepsi tek bir şeyde karar kılacaklardı o hâlâ ergen bir kız çocuğu.

Değildim ben sadece kırgınlığını, öfkesini, zarar vererek yok edeceğini sanan bir salaktım.

Aslında bu sadece her şeyi daha da berbat hale getirmişti.
Soojin başta bir çok kişinin nefretini kazanmıştım ayrıca kalbimin tam ortasına sakladığım bir çocuk vardı.

"Ben sadece Soojinden intikam almak istedim."
Bakışlarımı etrafta gezdirdim."Evet kulağa çocukça geliyor biliyorum ama içinize hayal kırıklığı girdiği zaman..-"

Bir süre bekledim ne söylersem söyleyeyim beni anlamayacaklardı. İşte bu kelimelerin ağzımdan tutuk tutuk çıkmasına sebep oluyordu.
"Bu zamanla kine dönüşüyor ve istesenizde çıkmıyor. Zamanla onunda aynılarını yaşamasını istedim, hayal kırıklığını. Birilerini kaybetmenin ne kadar kötü hissettirdiğini..-"

Annem müdahale etti.
"Jiho."

"Bir dakika anne."

Soojin'in öfkeli gözlerine gözlerimi çevirdim.

"Onunda benim gibi üzülmesini, hayal kırıklığı duymasını istedim çünkü o beni defalarca, sandığınızdan fazlaca üzdü."

Annem kafasını iki yana salladı. Kendi kendine konuşuyordu.
"Aklım almıyor... benim aklım almıyor. Sen böyle bir kız değilsin."

Soojin'in annesi ellerini birleştirip sakinleşmeye çalıştı. Kelimelerini düzgün seçmeye çalışıyordu.
"Bütün bunları Soojin'in canını yakmak için mi yaptın Jiho."
Konuşurken ellerini haraket ettiriyordu.
"Bütün bunları konuşarak hallede..-"

Acı bir şekilde güldüm adeta dövüşte kaybeden bir boksör gibiydim.
"Hayır halledemezdik."

Tırnaklarımı elime batırıyor, kendimi kontrol etmeye çalışıyordum.
"Ve ben bunun Bay Jongin'in başına patlayacağını bilmiyordum."

Soojin yarasına dokunmuşum gibi bir anda hırçınlaştı."Özür dilemek yerine hâlâ konuşuyorsun!"

Beklemeden Soojin'in gözlerinin içine bakarak gerçekleri söyledim.
"Bay Jongin'in bir suçu yok onu öpen Soojindi."

Soojin kafasını dikleştirip başını iki yana salladı. Gözlerindeki ıslaklığı hissediyordum.
"Hâlâ nasıl yalan söyleyebiliyorsun?"

"Söylemiyorum."

Soojin üzerime gelmeye başladığında annesi Soojin'i kolundan yakaladı.

"Bu işe hiç bulaşmamalıydin Jiho."
Soojin kolunu annesinden kurtarmaya çalışıyor bir yandan da bağırıyordu.

Haklıydı ona hiç bulaşmamalıydım. O defteri orada kapamalı yok etmeliydim.

"Her zaman küçük bir kız çocuğu gibi davranıyorsun, hiç büyümeyeceksin değil mi? Hep öyle kalacaksın."

Yutkunduğumda Soojin bağırmaya devam ediyordu.
"Ne kadar zavallı olduğuna bir bak bunun bedelini ödeyeceksin."

Babası onu durdurup araya girdi.
"Bu kadar rezillik yeter bu konu bugün bu odada kapanacak."

Soojin kolunu babasından kurtardı.
"Burada böylece kapanacak öyle mi? Ya benim yaşadıklarım?"

"Bu çirkin meselenin daha fazla uzamasını istemiyorum Soojin, bu konu burada kapanacak dedim. O videoda, Bay Jongin'de."

Babası çatık kaşlarını bana çevirdi.
"Bu ikiniz içinde geçerli, bu olayın bir daha gündeme gelmesini istemiyorum. İkinizde bunu unutacaksınız ve Jiho içinde yapılması gereken yapılacak."

Babam müdahale etti. "Bu konuda çok üzgün olduğumuzu bilmenizi isterim. Özür dilemekten başka çaremiz yok."

Annem başını kaldırdı. "Eğer gerekirse Jiho'nun okulunu değiştireceğiz."

Şaşkınca kafamı iki yana salladım. Seneye son senemdi ve ben Soojin yüzünden okulumu değiştirmek istemiyordum.

Soojin'in babası sıkkınca kravatını gevşetti.
"Bu sizin tercihiniz, bu olayın özellikle kızınız tarafından kapatılması istediğim tek şey."

Babam otoriter bir şekilde konuştu.
"Merak etmeyin." Bakışlarını uyarırcasına bana çevirdi. "Böyle bir şey bir daha tekrarlanmayacak."
İç çekti.
"Düşünüp kızımız için doğru neyse onu yapacağız, merak etmeyin bu cezasız kalmayacak. İlk olarak Jiho Soojinden özür dileyecek."

Birbirine kenetlediğim ellerimi iyice sıktım. Ondan özür dilemek istemiyordum. Bu istediğim son şeydi.
Soojin sinirle ellerini siyah saçlarına daldırdı.

"Özür dilemesi neyi değiştirecek? Bu kadar kolay mı yırtacak."

Babası Soojin'i sakinleştirmek için ona uzandığında, Soojin hızla kolunu çekti.

Babam orta yolu bulmaya çalışıyordu yavaşca ayağa kalktı.
"Haklısın Soojin fakat eminim ki Jiho'da çok pişman. Lütfen özür dilemesine izin ver."

Babama bakıp kafamı iki yana salladım. Onun özrümü kabul edip etmemesi önemli değil baba. Pişman değilim.

Babama yalvarırcasına fısıldadım. "İstemiyorum, özür dilemek istemiyorum."

Annem sabrını taşıran son damlayla ayağa kalktı ve derin bir nefes aldı.
"Hâlâ nasıl özür dilemeyeceğini söylersin? Suçlu senken..."

Annem bu defa kafasını hızlıca iki yana salladı. Gözleri nemliydi.
"Hemen özür diliyorsun, bizi daha fazla utandırmadan hemen."

Kafamı iki yana salladığımda annem  yutkunup fısıldadı.
"Biz seni böyle yetiştirmedik."

Dişlerim ağrımaya başlıyordu, bu benim için çok ağardı. Ama ailem için bunu yapacaktım. Ben Soojin gibi değildim, onların yüzüne kapıyı çekip çıkamazdım.

Okulumun değişmemesi için, ailemin sinirinin hafiflemesi için bu kuru özrü dileyecektim. Soojin kabul etsin veya etmesin.
Bundan sonrası Soojin'le benim aramda olacaktı.

Ona dönüp yutkundum ellerim eteğimin ucunu sıkarken ağzım mühürlenmiş gibiydi.
"Özür dilerim."

Soojin'in yüzünde bir aşağılama görmeyi bekledim, ama onun yüzünde nefretten başka hiçbir şey yoktu.

Bir anda yalandan gülümsedi.
"Affettim." Kafasını hızlıca salladı. "Evet, evet affettim böyle şeylerin aramızda lafı mı olur?"

Gülüşü tehditvari bir hal aldı. "Ama bu okula gelmeye devam edeceksen iki kere düşün derim."

Soojinin annesi kızına doğru seslendi.
"Soojin yeter artık."

Soojin bana son kez bakıp hızla dışarı çıktı. Kapının hızla çarpmasıyla gözlerimi kapattım. Sanki üzerime basıp beni ezmişti.

Aileler arasında geçen tahammül edilemez rezil konuşmalardan sonra ailemin tekrar tekrar özür dileyişini izledim.

Soojin'in ailesi ise sadece bu konunun özellikle benim açımdan kapanmasını istiyorlardı.
Çünkü Bay Jongin'i öpen kızlarıydı ve bunu gören yalnız bendim.

Senelerin verdiği dostlukları suçumu ortadan kaldırmasada olayı büyütmemeyi tercih ettiler. Bunu kendileri için büyütmek istemiyorlardı. Kızlarının öğretmenini öptüğü bir video onlarıda rahatsız ediyordu.

Ve babasının sürekli kravatını gevşetmesinden bu konudan bir an önce kurtulmak istediğini anladım.
Sonunda prosedür icabı 2 hafta uzaklaştırma almıştım.

3 senelik lise hayatımı, sütten bir ton daha beyaz geçirdikten sonra uzaklaştırma, beyaz sayfama bir çizik değil koca bir leke olmuştu.

Soojin'e dilediğim özür ise sayılmıyordu. Ondan tekrar özür dilemem gerektiğinden bahsediyorlardı.
Sessizce kafa sallamakla yetindim.
Soojin'in anne ve babası bana bakmadan bizden önce dışarıya çıktılar.

Çantasını omuzuna asmaya çalışan anneme doğru birkaç adım attım.
"Anne."

Annem duraksayıp, "Evde görüşeceğiz," dedi ve yanımdan geçip gitti.

Babam yüzü asık bir şekilde kolumu tuttu.
"Hadi arabaya Jiho."

Babam annemi dışarıya çıkarırken bir süre arkalarından onları izledim. Beni ilk olarak görmezden gelerek cezalandırıyorlardı.

Koridora çıktığımda okul boşalmıştı bile. Mahkememiz uzun sürmüş olmalıydı ve bu mahkeme evdede devam edecekti.

Sessizce babama seslendim.
"Baba çantamı almalıyım."

"Tamam arabada seni bekliyoruz."

Bana bakmadan ilerlemeye devam ettiler. Koridorun ortasında öylece kalırken sabahtan beri tuttuğum bir damla özgür kaldı.
Çok bile tutmuştum. Ailemin tavrı bu nevi değişmişken ya arkadaşlarım, onlar ne yapacaklardı.

Hızlıca çantamı alıp çıkışa doğru yürüdüm belki de bu okuldaki son günümdü. Soojin'in ailesinin kesmediği cezayı annemler bana fazla fazla keseceklerdi.

Kızaran gözlerim beni daha da kötü gösteriyordu. Çantamı omuzuma atıp boş bahçede yürüdüm.

Dallar hırçınca sallanıyor, kulaklarım uğulduyordu. Sanki hava bugünü yansıtıyor rüzgar dengesizce esiyordu.

İlerideki tanıdık arabayı gördüğümde durmadım. İçimden derin bir nefes aldım. Çünkü bu çok acıtıyordu hele onu görmek içimde bir şeylerin parçalanmasına sebep oluyordu.

Hoseok arabaya yaslı bir şekilde orada duruyordu. Beni fark etmedi ve kolundaki saate baktı. Burnuma dokunup nefes aldım.

Ona bu kadar kırgın bu kadar sinirliyken neden sadece yanıma gelip bana sarılmasını istiyordum.

Aşk her zaman insanı bu kadar güçsüz mü yapardı.
Ellerini birkaç kere dizine vurup ofladı ve etrafına bakındı.

Saçlarım yüzümü örterek esmeye devam ederken kızaran gözlerim, adeta cayır cayır yanıyordu.

Aptal yanıma gelip sarılmana ihtiyacım var. Neden çok uzaktasın? Bir daha gelmeyeceksin değil mi?

Soojin arkadan Hoseok'a sarıldığında Hoseok öne doğru sendeledi.
Kaburgalarım kalbime saplandı, nefes almak için biraz bekledim.
Hoseok, Soojin'in boynundaki kollarını tuttu.

Her şey ortaya çıkmış ve herkes eskiye dönmüştü. Soojin'le aramızdaki nefret aynı, Hoseok ise eskisi gibi bir yabancıydı.

Soojin orada olduğumu biliyormuş gibi gözlerini bana çevirdiğinde, Hoseok Soojin'in gözlerini takip etti.

Göz göze geldiğimizde aramızdan geçen gölgeler sanki bedenlerimizi gizledi.
Koca bahçede sadece gölgeler vardı, ve biz. Şimdi etraftaki gri gölgelerden birbirmizi göremiyorduk. Hoseok o gölgeleri kovmak istercesine kafasını iki yana salladı.
Derince yutkunduğunu boynundaki haraket eden damarlardan anlıyordum.

Yüzünde acı bir ifade vardı sanki acı bir şey yemiş gibi Soojin'in boynundaki kollarını indirdi.

Çantamın saplarını sıkıca tutup kafamı çevirdim ve arabaya kadar gözlerimi ovarak yürüdüm.
Omuzlarım Hoseok'un bakışlarıyla daha da yere düşmüştü. Biz sadece yanlış taraflardaydık ve bir daha olamayacaktık.

Arabaya kendimi bıraktığımda yumuşak koltuk beni içine çekti ve ben de beni hiç bırakmamasını diledim.
Koltuğun beni yutmasını istedim.


Annem odanın içinde dört dönerken babam koltukta oturuyor, parmaklarını koltuğun kenarına vuruyordu.

Odama çıkıp kriz geçirememiş, okul formamı bile çıkaramamıştım. Bir an önce annemin püskürmesini istiyordum.
Sonunda ayaklarını vurmayı bırakıp biraz ilerimde dikildi.

"Mutlu musun?"

Gözlerimi ona kaldırdım.
"Şimdi mutlu olmalısın değil mi? Çünkü intikamını aldın."

"Özür dilerim."

Annem elini saçına götürdü.
"Kızımızı her türlü pislikten uzak tutuyoruz, gururla etrafta ne kadar başarılı ve dürüst olduğundan bahsediyoruz."
Kendi kendine güldü
"Sonra bir bakıyoruz, ders çalışması geleceği hakkında planlar yapması gerekirken o gidip aptal bir videoyla uğraşıyor."

Kabul edemezcesine kafasını tavana çevirdi.
"Ne için? Boş çocukça bir intikam için. Bu intikam bile değil bu kendini bilmezlik."

"Anne lütfen."
Sesim şimdiden yalvarırcasına çıkıyordu. Daha şimdiden annem beni nakavt etmişti.
Oysa daha yeni başlıyordu.

"Lütfen mi? Tamam haklısın sakin olmalıyım. İnsanların videolarını çekip onları ifşalamanda bir sorun yok. Hatta buna devam et bugün yeterince rezil olmadık."

Babam sakince konuştu.
"Sakin ol canım, Jiho'da kendini açıklamalı."

Tek dizim titrerken eteğimin ucuyla oynamaya başladım.

"Okulunu değiştireceğiz."

Kafamı hızla kaldırdım.
"Lütfen, bunu yapmayın."

"Oraya bir daha nasıl gideceksin? Sana bir daha güvenecek mi arkadaşların."

Belki güvenmeyeceklerdi belki herkes beni kınayacaktı ama ben okulumu değiştirirsem daha kötü olacaktım. Bir daha hiç iyi olamayacaktım.
Belki bir kaç ay sonra her şey unutulurdu.

"Söylediğin her şeyde haklısın anne, tamam kabul ediyorum hatalıydım."
Islak gözlerimi anneme çevirdim.
"Özür diledim, pişmanımda bana daha ne kadar bağıracaksın? Eğer sinirin geçecekse devam et."

Annem odanın ortasında dönmeye devam etti.
"Benim kızım, benim akıllı kızım bunu nasıl yapar? Sana o kadar kızgınım ki Jiho, bağırsam bile geçmiyor..."

Kolumun ucuyla yanağımı sildim.
Bakışlarımı bu sefer babama çevirdim o bu meseleyi çoktan anneme devretmiş konuşmuyordu.

"Nasıl bu kadar saçma işlerle uğraşabildin? Birde Felix'ten yardım almışsın ailesinin haberi var mı?"

Felix şu an hakkında konuşmak istediğim son kişiydi.
Kafamı iki yana salladım. "Yok."

Koltukta öne kayıp anne ve babamın suratına baktım. "Özür dilerim, siz beni affedene kadarda dileyeceğim."

Annem arkasını dönüp başını tuttu.

"Eğer Soojin beni kışkırtmasaydı sizde her seferinde ona inanmasaydınız bunu yapmazdım."

"Şimdide bizi mi suçluyorsun? Bir suçlu aramaktan vazgeç Jiho. Ne olursa olsun biz kime inanırsak inanalım. Bizim kızımız sesin, sen her zaman ondan binlerce kat öndesin. Bunu çok iyi biliyorsun."
Eliyle beni işaret etti.
"Şu an kendini sokabileceğin en kötü duruma soktun."

Kafasını iki yana sallayıp kelimelerini doğru seçmek için bekledi.

"Ve bizide, ne kadar mahcup olduğumuzun farkında mısın?"

Babam ellerini kaldırdırıp annemin delici sözlerini kesti.
"Annen haklı tatlım buna hiç bulaşmamalıydın sen böyle bir kız değilsin."

Yanaklarım ıslanırken onu onaylarcasına kafamı salladım.

"Sen her zaman doğru olanı yapan bizim akıllı kızımızsın."

Eliyle gözlerini ovalayıp öne doğru eğildi.
"Şimdi odana git yeterince zor bir gündü." Anneme bakıp konuşmaya devam etti.
"Bizim annenle biraz konuşmamız gerekiyor."

Anneme kafamı çevirdiğimde başka bir yere baktı. Şimdi nerede hata yaptıklarını düşünecekler ve bana bilinçli ebeveynler olarak uygun cezalar vereceklerdi.

Annem sırtını dönüp mutfağa ilerledi babam ise bana öylesine göz kırpıp onu takip etti.
Onlarda bu gece beni terk ediyorlardı.

Bu gece soğuk ve yalnız geçecek gibiydi.

Oturma odasında öylece otururken yalnızlığı ilk defa iliklerime kadar hissediyordum.
Yalnızdım, belki bu gece belki birkaç gece.

Ne zaman biterdi bilmiyordum ama kulaklarım yavaş yavaş sessizliğe alışıyordu.

Odama çıktığımda kendimi yatağa atıp sessizce yastığıma sarıldım. Ağlamak çözümdü belki ama ben kendime bunu yediremiyordum. Dizlerimi kendime çekip yastığa kafamı bastırdım.

Böyle yaparsam ağladığımı kimse göremezdi değil mi?

Duvarların bile görmesini istemiyordum, bu gece kendimden bile saklanmak istiyordum.

Saat ilerlerken gece yarısının boşluğu her yerimi sarmıştı. Sokaktan gelen cılız ışık odamda geziniyor, saat kafamı tırmalamak istercesine seslice dönüyordu.
Gözlerimi zar zor araladım.
Üzerimdeki okul formasını fark ettiğimde bütün bunların bir kabus olmadığına emin oldum.
Bugün yaşananların hepsi gerçekti.
Acıyan gözlerime elimi götürüp yüzümü buruşturdum. Ağladığım zamanlar neden gözlerime iğne yemiş gibi hissediyordum.

Yataktan inip sessizce yürümeye başladım.
Herkes yattığına göre aşağı inip su içebilirdim. Zaten odamda nefes alamıyordum ve duvarlar bu gece üstüme gelmeye kararlıydılar.

Yarı ayaklarımı sürüyerek yarı parmak ucumda mutfağa vardığımda bir bardak suyu kafama diktim.
Bardağı tezgaha koyduktan sonra bir müddet etrafıma bakındım. Gecenin bu saatinde Mimi'yi arasam açar mıydı? Ya Arin? Peki ya Changgu?
Kızgınlıkları çok sürer miydi? Çünkü benim onlara şimdi ihtiyacım vardı.

Hâlâ boğazımda olan kravatımı hızlıca söküp kendimi bahçeye attım.
Gecenin bu saatinde yaşanan her şey daha da berraklaşıyordu. Felix'in sahneye gelişi, Soojin'in öfkeli gözleri, Hoseok'un boynuna dolanan kolları her şey çok netti.

Kendimi bahçedeki koltuklardan birine atıp kafamı geriye yasladım.

Hoseok.

O en başından beri sırrıma ortak olduğu halde bugün dönen filmlerin hiçbir karesinde bulunmuyordu.
Ben sahneye çıkanın o olacağını düşünürken yanılmış bozguna uğratılmıştım.

Ne olursa olsun Hoseok biliyordu, Soojin'in her şeyi öğrendiğini. Belki de çok önceden biliyordu.
Beni o tepeye götürdüğünde, omzumda uyuduğunda biliyor muydu?

Bu işe beraber başlamasakta onun beni yarı yolda bırakması acı veriyordu.
Kendimi değersiz hissediyordum, bu kadar şeyden sonra onun için bu kadar mıydım.

Ben bir uçurtmaydım ve Hoseok benimle işi bitip affedildiğinde beni bile bile elinden kaçırmıştı.

Şimdi yalnız başıma rüzgarda savruluyordum.

Acaba pamuk prenses, cücelerinden birkaç tanesini bana ödünç verebilir miydi? Ya da Alice beni alıp harikalar diyarına kaçırabilir miydi? Tereddüt etmeden o tavşan deliğine atlardım.

Gözlerimi kapayıp güzel şeyleri düşünmeye çalıştım. Ama şu an benim için düşünecek hiçbir şey yoktu.

Bahçede öylece oturuyor, güneşin doğmasını istemiyordum. Kafamı geriye atıp gözlerimi kapattım. Sadece uyumak istiyordum herkes her şeyi unutana kadar uyumak.

Aklım bulanıklaşıp kendini benden izinsiz Hoseok'a teslim ettiğinde kalbim sıkışıyormuş gibi hissettim.
Ona kızgındım bana bir açıklama yapmadan beni terkettiği için, her şeyi bildiği halde bana söylemediği için, yanımda olmayıp kalbimi kapısı açık bırakıp çekip gittiği için.

Ben, o geceleri yalnızlıkla üşürken onun elinden sıkıca tutmuştum. Peki o niye benim elimi tutmamıştı.
Bacaklarımı kendime çekip dizlerime sarıldım.
Böyle olacağını biliyordum. Onu altıncı katta ilk gördüğümden beri biliyordum.

Bu ilk görüşte aşk değildi, ben sadece onu orada gördüğümde üzüleceğimi hissetmiştim.
Soojin'in arkadaşıda en az onun kadar beni üzebilirdi.
Ve ben hayatımda ilk kez haklı çıkmıştım.

Her şey bittiğinde o gidecek ve bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
İçimdeki boşluk beni hiç bırakmayacaktı.

Yanağımı gözlerim kapalı birkaç kere ısırdım. Daha fazla ağlamak istemiyordum. Üşüsemde oturduğum yerden kalkmadım.
İçeride daralıyor sanki nefes alamıyordum.

Kafam yana düştü. Uyku beni kucağına almaya çalışıyordu, gözlerimi kapamamak için direndim. Ama gözlerim zaten yorgundu ve direnmem bir sonuç vermiyordu.
İçeri girmem gerektiğini biliyordum ama yerimden kalkamıyordum.

Uyur uyanık bir halde rüyalar görmeye başladım. Neredeyse her saniyesinde Hoseok vardı. Ve bu rüya bir süre sonra gerçek gibi hissettirmeye başladı.
Çünkü ben onun kokusunu duyuyordum. Bayadan beri duymadığım o koku etrafımda geziniyordu.

Gözlerim açılamayacak kadar yorgundu. Yanıma bir ağırlık çöktüğünde bunu rüyanın bir parçası sanıyordum. Kafamı yasladığım yere iyice bastırdım.

Zihnim berrak bir su gibi durulduğunda, başım yana doğru yumuşak bir yere düştü. Tanıdık koku tekrar burnumu yaktı.

Hoseok benden gitmiyordu, ne kokusu ne de hayali peşimi bırakıyordu. Artık bir an önce gitmeliydi bütün bunlar.

"Özür dilerim," dedi tanıdık cılız bir ses.

Ses kulaklarımı doldurduğunda irkilsemde gözümü açmadım, çünkü eğer bu bir rüyaysa gözlerimi açarsam yok olacaktı.
Ve ben onu çok özlemiştim. Kızgınlığımı gömecek kadar çok.

Gözlerimi açmadan fısıltıyla konuştum.
"Rüyamda bile aptalsın, hâlâ özür diliyorsun."

Hoseok'un sessiz gülüşü kulaklarımı doldurduğunda kendimi aymak için başımı kaldırmaya çalıştım. Çünkü buradaydı ve gülüyordu bu rüya olamayacak kadar gerçekti.
Eliyle başımı geri bastırdı. Ben de o başımı döndüren kokuya geri düştüm.

"Beni görmek isteyeceğini sanmıyorum, o yüzden lütfen gözlerini açma."

"Neden geldin? Gelmemeliydin."

"Seni merak ettim."

Gözlerimi açtığımda her şey bitecek miydi?
Tereddütle koluna sarıldım ve yüzümü iyice ona bastırdım. Yapmamalıydım ama buna ihtiyacım vardı. Bütün her şeyi çiçeklerin dibine saklayıp kaçmaya ihtiyacım vardı. Hırkası gözümden akan bir küçük damlayla ıslandı.
"Senden nefret ediyorum."

"Biliyorum."

"Bencil ve çok aptalsın."

"Bunuda biliyorum."

"Ama sana sarılmak istiyorum ve böyle düşündüğüm için ben de aptalım."

Hoseok bu defa bir şey söylemedi.
Ardından derin bir nefes aldı.
"Yanında olmam gerekiyor, bugün yanında olamadığım için sana şimdi  sarılmam gerekiyor."

"Çok geç," dedim sesim bir fısıltıya dönüşürken. Yutkunup devam ettim.
"Çünkü bugün ihanetlerle ve utançlarla paramparça oldum artık sarılsanda birleşemem."

"Senden bir kere daha özür dilesem."

"Seni affetmeyeceğim."

Aradan geçen sessiz dakikalar gözlerimi sıkıca kapamama sebep oluyordu.
Kendimi Hoseok'un omuzunda, uykunun huzurlu kollarına bıraktığım sırada bir an boşluğa düşüyormuş gibi hissettim. Çünkü ayaklarım havalanmıştı ve ben uçuyormuş gibiydim.

İrkilip gözlerimi hafifçe araladım ve şu an düşmemek için sahip olduğum tek şeye sıkıca sarıldım.

O buradaydı beni kollarına almıştı gözleri ve dudakları, bir nokta kadar yakındı.

Zorla konuşmaya çalıştım.
"Ne yapıyorsun?"
Cevap vermeden eve girdiğinde boynuna daha sıkı tutundum.
"Hoseok.."

"Hişt sessiz ol, odanı bulmaya çalışıyorum."

Göğsündeki kafamı kaldırmaya çalıştığımda çenesiyle bastırdı. Burnunu saçlarımda hissediyordum.
Kollarımı sıkıca ona sardım. Yanlış ya da doğru bu gece beni bıraksın istemiyordum.
Birkaç küçük sallantıdan sonra kapının kapanma sesini duydum.

Sırtım yumuşak yatağıma değdiğinde gözlerimi açılması için zorladım. Rüya değildi değil mi?
Çünkü Hoseok rüya olmak için fazla gerçekti.

Karanlıktaki siluet birkaç adım gerilemek için hamle yaptığında elini tuttum.
Gözlerim yine yanıyordu.
"Gitme."

Hoseok'un hayaleti elimi bırakmak yerine sıktı. Bu onu daha da gerçek yapıyordu. Sesim bir fısıltıdan daha zayıftı.
"Ben seni hiçbir gece bırakmadım, şimdi de senin odamı aydınlatmana ihtiyacım var."

Halsizce gözlerimi kapattım. Birazdan duman olup kaybolacakmış gibi hissediyordum.

"Eğer gerçeksen gitme."

Yavaşça elimi bırakmadan yatağın kenarına eğildi.
"Ben senin karanlığını aydınlatamam, aksine seni karanlığa itiyorum."

Elini bırakıp yatağıma oturdum, ağlamak istiyordum. Haklıydı, ona deli gibi kızmam ona tokat atmam lazımdı.
Ama ben bu gece tersini istiyordum.
En azından, en azından bu gece her şeyi unutup kör olmak istiyordum.

Karanlıkta yüzümü görmeyeceğini bile bile dolu gözlerimi ona çevirdim.
"Biliyorum bana iyi gelmediğini, ama asıl sen yokken ışıklar kapalıymış gibi hissediyorum."

Gözlerimden birkaç yaş karanlık odada akarak parladı. Ve Hoseok bir yandan yaralar açarken, bir yandan da ilaç olmak için yavaşca yatağıma oturdu. Ve bana sıkıca sarıldı.

Sahildeki o gece bir daha bana asla sarılmayacağını düşünmüştüm ama yanılmıştım.
Kendi ittiği çukurdan beni çıkarmaya çalışıyordu.
Kafamı boynuna saklayıp sessizce ağladım. Bu gece gözyaşlarımın bittiğini düşünüyordum. Ama bu bir yalandı.

Hoseok kararsızca elini kaldırdı, bunu hissedebiliyordum. Eli saçıma dokunup dokunmamak arasında gidip geliyordu.
En sonunda beni kendine bastırdı ve eli saçlarımda sakince gezinmeye başladı.
Bir süre öylece kaldık ve sanki odamdaki saatin pili bitti, dışarıdaki bütün sesler kesildi.

Belli etmeden yüzümü yumuşak saçlarına çevirdim. Ona aşık olduğumu anlıyor muydu?

Aynı şeyleri hissediyor musun Hoseok? Yoksa görmezden mi geliyorsun?
Belki de bana karşı suçlu hissettiği için yanımda oluyor, bana sarılıyordu.

Hoseok benden uzaklaşıp karanlıkta yüzümü görmeye çalıştı. Ben ise gidecek diye korkuyor, hâlâ hırkasının kolunu tutuyordum.
Boşta kalan kolunun yeniyle gözlerimin altını silmeye başladı.

Ve fısıldadı.
"Biraz daha ağlarsan odanı sel basacak."

Kolunu biraz daha sıktım.
"Gidecek misin?"

"Evet."

Elini komidinime götürüp bir süre gece lambasını aradı ardından onu yaktı.
Cılız ışık yüzünün yarısını aydınlatırken acıyan gözlerimi kıstım.
Hoseok karşımdaydı, yüzünde küçük gölgeler vardı ve bu yamuk gölgeler yorgun gözlerinde dans ediyorlardı.

Işığın daha parlak olmasını istedim ama o Hoseok'un yanında sönük kalıyordu.

Hoseok'un gözleri önce kırmızı gözlerimde oyalandı, daha sonra yüzümün berbat gözüken her tarafında gezindi.
Bu sürede gözümü kırpmadan onu izledim, Hoseok gözlerini kaçırıp gece lambasını kapattı.
"Artık yatmalısın."

Yana kayıp yorganı açtı. Beni kolumdan narince tutup yatırdı.
"En azından uyuyana kadar burada kalsan, zaten yarın yine hayatımda olmayacaksın."

Hoseok sessizce nefes verdi. Konuşmuyor sadece bekliyordu, sessizce beklemesinin sebebi karar veremiyor oluşuydu belki.
Sonunda benden uzağa yatağın diğer ucuna gitti.
Kafasını yastığa koyarken bir yandan da fısıldıyordu.
"Baban gelip beni öldürürse, sende mutlu olursun."

Göremeyeğini bilsemde hafifçe gülümsedim. Şimdi bu gece uyumamak için büyük bir savaş verecektim.
Hoseok, kafasını bana çevirip elini başının altına koydu.

İçerideki loş ışık yüzünü biraz olsun  aydınlatıyordu. ilk defa gereksiz sokak lambasına teşekkür ettim.
Ben de elimi yanağımın altına koyarak onu taklit ettim.

Tavanı izlerken yutkundu.
"Ben korkak, aptal bencilim. Hiç kimseye bir faydam yok."

Bir şey söylemeden onu izlemeye devam ettim.
Hoseok karanlıkta bile parlayan siyah gözlerini kapattı. "Senden uzak durmam gerekiyor ama yapamıyorum."

Yüzümün yarısını yastığıma bastırdım.
Kalbim Hoseok'un dudaklarından dökülen kelimelerle haddinden fazla hızlanıyordu.

"Bugün sana yardım edemedim, istedim ama yapamadım."

Aradan geçen sessizlikten sonra konuştum.
"Sadece bu gece her şeyi unutmak istiyorum. Beni yarı yolda bıraktığını, kalbimi tahmininden fazla kırdığını, her şeyi. Yarın her şey eskisi gibi olacak ben yine sana kırgın olacağım ve sen de dilediğin gibi benden uzak durmaya devam edebilirsin."

Bunları söylerken kendimi çaresiz ve zayıf hissediyordum. Ona bu kadar şeye rağmen ihtiyacım olması beni zayıf yapıyordu. Ben de en az onun kadar bencildim.

"Jiho seni yarı yolda bıraktığım için-"

Ona yaklaşıp elimle ağzını kapattım.
"Bu gece daha fazla özür dilemek yok." Hüzünle gülümsedim ve onun sahilde söylediklerini tekrarladım.
"Ben Kim Jiho'yum sende zavallı bir çocuk, ben seni o gün altıncı katta görmedim ve biz hiç tanışmadık."

Elimin altındaki dudakları kıvrıldığında yavaşca parmaklarımı dudaklarından çekip biraz ilerisine kafamı koydum.

"Bunu sevdim," dedi tavana bakmayı sürdürürken.

"Neyi?"

"Sıfırdan başlayıp her şeyi unutma ihtimalini."

Kafanı bana döndürüp, sessizce fısıldadı ve elini uzattı.
"Merhaba, ben Jung Hoseok bu gece benimle yıldızları sayar mısın?"

Elimi soğuk eline kaldırdım.
"Memnun oldum ben de Kim Jiho, yıldızları saymayı bitirmeden kaçıp gitmeyeceksen neden olmasın."

Hoseok elimi bırakmadan gülümsedi.
"Güneş doğana kadar."

Cümlesinin devamını getirip fısıldadım.
"Seninle yıldızları sayacağım."

Hoseok yorgunca gülümsedi ve elimi bıraktı.
"Vazgeçtim, uykum var."

Gözlerini kapattığında gülümsedim, bugünün gecesinde güleceğim aklımın ucundan bile geçememişti ama şimdi gülüyordum.
Bir an gerçekten her şeye sıfırdan başladığımızı hayal ettim. Bütün bunlar hiç yaşanmamış gibi.
Her şey çok daha farklı olabilirdi.
Kütüphanede bir kitaba uzandığımızda ellerimiz birbirine çarpabilir, koridorda çarpışabilirdik.

Biz daha farklı olabilirdik.

Belki o zaman Hoseok şimdiki gibi kalbimi kıranlardan biri olmazdı.

Gözlerimi ona çevirip onu izlemeye başladım yatağın diğer ucunda biraz ilerimdeydi kalbim ona dokunmak istiyor aklım kararsız kalıyordu.

"Hoseok."

"Efendim."

"Kolyene bakabilir miyim?"

Boynunu bir anda tişörtünün içine sakladı ve hırkasının kapüşonunu kaldırdı.
"Hayır."

"Lütfen."

"Israr etme onu göremeyeceksin."

Elimi ona uzatıp kafasını sakladığı yerden çıkarmaya çalıştım.
"Çocuk gibi davranma."

Ellerimi tutup onları itti.
"Hey beni taciz ediyorsun."

"Alt tarafı bir kolye, göstersen ölür müsün?"

"Evet ölürüm."

Artık sıkılmaya başlıyordum, sessiz olmaya özen göstererek onu yakasından tutup çektim.
Hoseok ise benden bir adım önce davranmış, beni yakasını tutan bileklerimden tutarak kendine çekmişti.

Dudaklarım onunkilere hafifçe değer gibi oldu ve ellerim göğsünde asılı kaldı.
Vücudum elekrtik çapmış gibi titredi. Bu kalbimin hükmünü kaybettiğim ilk andı. Deli gibi atıyor ve sesini duyurmak hatta dışarı çıkmak istiyordu.
Ellerimi oynatabilsem elimi kalbime götürür onu susturmaya çalışırdım.

Hoseok ani hareketinden pişman olmuştu, karanlık mimiklerini gizlemesine yardım ediyordu.

"Tamam, madem bu kadar görmek istiyorsun."

Yüzlerimiz hâlâ yakınken Hoseok, göğsündeki elimi tutup boynuna çıkardı. Elim kolye ucuna dokunduğunda ellerini elimden çekmeden fısıldadı.
"Bu benim gizli kilidim."

Parmaklarımın ucundaki kilidi sıkıca tuttum. Bu gerçekten bir kilitti. Kalbimi hızlandıran detay Hoseok'a bir nefes kadar yakın olmam değildi.
Hoseok'un boynundaki kilidin anahtarını boynumda olmuş olmasıydı.

Boynumdaki kolye tenimi yakarken yutkundum. "Bu neyin kilidi?"

Hoseok'un kıkırtısı kulaklarımı doldurdu. "Bilmem belki bir kapının, belki bulanık zihnimin, belki de..."
Elimi kalbine götürdü. "Sahibini bekleyen kalbimin."

Elimin altındaki kalbi çok sessizdi. O an anladım ki boynundaki kilidin anahtarı ben de değildi.
Benim kalbim odada yankı yaparken, onunkisinin sessizliği anahtarımın o kilidi asla açamayacağını haykırıyordu

Her kilidi açan bir anahtar vardı. Hoseok'un da kalbinin kilidini açacak biri vardı. Fakat sorun şu ki, benim boynumdaki yedek anahtardı.

Avucumun içindeki kolyeyi bırakıp geri çekildim.
"Çok güzelmiş, umarım onu açacak bir anahtar bulursun."

Düşünceli bir ifadeyle bir yere baktı.
"Umarım, artık anahtarı olan biri kilidi açıp kalbimi çalsın istiyorum."

Yalandan gülümsedim."Umarım o anahtar tuvaletin deliğine düşmüştür ve sonuna kadar zihnin ve kalbin kilitli kalır."

Kendimi sırt üstü geri bıraktığımda sakinleşmeye çalışıyordum fakat şiddetle inip kalkan göğsüm bana pekte yardımcı olmuyordu.

"Neden öyle söylüyorsun? Bu acıttı."
Hoseok beni taklit edip sırt üstü uzandı ve gözlerini tavana dikti."Hem eğer o anahtarı bulamazsam biri bana yardım eder, sende de bir tane olduğunu duydum."

"Bir anahtarım yok."
Sessizce yutkunduğumda yan gözle Hoseok'a baktım. Ama karanlıkta ifadelerini net göremiyordum.

"Demek onu takmıyorsun, belki de attın değil mi?"

"Evet, çoktan attım," dedim sessizce.
"Uyuyalım mı?"
Zar zor konuşabildiğimde Hoseok kafasını bana çevirdi.

"Uyuyalım."
Gözlerimi ondan çekebilirsem dediğini yapacaktım fakat o, bu gece yanımdayken gözlerimi asla kapayamayacaktım.

Biraz kıpırdandıktan sonra kolunu başının altına koyup gözlerini kapadı. "Bu gece her şeyi unutuyorsak, ben de senden bir şey isteyebilir miyim?"

Gözlerim tavanın siyahında gezinirken konuştum. "Evet."

"Bu gece bana sarılabilir misin?"

Elimle yorganı sıkıp bekledim. Ona sarılmak, istediğim tek şeydi. Peki bunu yapacak gücüm var mıydı? Kendime bunu yapacak mıydım?

"Üzgünüm," dedi kendine kızarcasına. "Böyle bir şey söylememeliydim..."

Kolumu Hoseok'un üzerine attığımda, Hoseok'un sesi kesildi ve cümlesi yarım kaldı.
Başımı hafifçe göğsüne yaklaştırdım. Hoseok kıpırdamıyordu, gözlerimi kapatıp bekledim.

Onunda bana sarılması gerekiyordu. Hoseok kolunu kafamın altından geçirdiğinde gülümsedim.

"Jiho, uyuyor musun?"

"Evet."

"Saçların... yakışmış."

Gözlerimi açmadan yutkundum.
Boynumdaki kolunu kıpırdattı ve eli ensemdeki saçlarıma dokunmaya başladı.
İçim ürperiyordu, bir şey söyleyemedim. Soğuk elleri enseme değdiğinde hızla kafamı ona kaldırdım.

"Ne yapıyorsun?"

Önce gamzelerini göstererek gülümsedi. Ardından eli kolyemin zincirini tutup hafifçe çekti.
"Yalancı."

Eline uzanıp onu ittirdim. "Sadece uyumak istiyorum."

Sadece yanımda olmanı istiyorum.

Hoseok kolumu kenara itti, ne yaptığına bakıyor anlayamıyordum.
Kendini bana çevirip göğüslerimiz birbirine değecek şekilde bana sıkıca sarıldı. Şimdi kalplerimiz bir daha olamayacağı kadar yakındı.

Kafamı nereye koyacağımı bilemiyordum, o ise yine beni duydu ve kafamı eliyle boynuna bastırdı.
Bu yaptığı çok ama çok acımasızcaydı.

"Artık uyuyabiliriz."

O uyuyabilirdi, ama ben bu gece uyuyamayacaktım, daha doğrusu istesemde uyumayacaktım.

Şimdi kalp atışları duyabileceğim kadar sesliydi.
Kalbinin benim için, sadece benim için atmasını çok isterdim Hoseok.

Gözlerimi kapayıp sıkıca hırkasını tuttum. O çiçeklerle harmanlanmış kokusunu içime doldurdum.

"Bana bir masal anlat," dedim sakince.

"Masal mı? Ben mi?"

"Evet."

Bir süre bekledi anlatacak bir şey bulamamıştı.
"Pekâlâ, kafamdan uyduracağım, zaten diğerlerini ezbere biliyorsun."

Kendi kendime gülümsedim.

Sessizce boğazını temizledi.
"Masal bir çocuk hakkında."

Mırıldanarak konuştum. "Kendini anlatmayacaksın değil mi?"

"Asla..."

"Bir zamanlar kendi kendini kalenin içine hapsetmiş küçük bir prens yaşarmış. Bu prens, o kaleden hiç  çıkmaz bütün gününü orada geçirirmiş. Bu durum anne ve babasının umrunda bile değilmiş. Çocuk bir zaman sonra sıkılmaya başladığında ümidini kaybetmiş. Çünkü kimse onu kurtarmak için gelmiyor, elinden tutmuyormuş."

"Hüzünlü bir masal istemiyorum," dedim gülümsemem dudaklarımdan silinmişken.

"Küçük prens, o gün kaleden kaçmaya karar vermiş. Çantasına eline ne geldiyse doldurmuş ve babasının yeni aldığı bisiklete binip yola koyulmuş."

"Prensler ata binerler."

"Dikkatimi dağıtma," dedi ciddiyetle.

"Prens bisikletini hiç durmadan sürmüş... sürmüş... O kadar uzağa gitmiş ki bir an başka bir ülkeye geçtiğini zannetmiş. Ayakları ağrımaya başladığında bile durmamış çünkü çok uzaklara gitmek istiyormuş."

Dinlendi sessizce.
"Daha önce hiç gitmediği bir sokakta kendini bulduğunda, hava neredeyse kararmak üzereymiş ve prens yorgunluktan bayılacak gibi olmuş. Kafasına bir taş geldiğinde prens dengesini kaybedip bisikletten düşmüş ve her şey kararmış."

Güldüğümde Hoseok kafasını saçıma eğdi.
"Komik olan ne?"

"Hiç."

"Sonra... prens gözünü açtığında karşısında ona bakan 6 kafa görmüş hepsi başına toplanmış ona bakıyorlarmış. Prens korkuyla ayağa fırlamış ve belindeki oyuncak kılıcını çıkarmış. Elinde sapan tutan uzun boylu çocuk ona doğru bir adım atmış ve ona şöyle söylemiş, "hey acıkmış gözüküyorsun."

"Bu Seokjin değil mi?"

Hoseok bana gülerek cevap verdi.

"Daha sonra somurkan olan kısa çocuk, uzun boylu çocuğu kenara itip konuşmuş "burada ne arıyorsun yoksa kayıp mı oldun?" küçük prens hiç cevap vermemiş yorgunluktan ve korkudan dizlerinin üzerine çökmüş. İçlerinden biri yanına gelip prense elini uzatmış ve kocaman gülümsemiş ve demiş ki "korkma biz senin yanındayız ve seni koruruz."

İçimden bir hüzün geçti bu çocuğun Taehyung olduğunu düşünüyordum.
Bunu Hoseok'un sesinin kısılmasından ve duraksamasından anlamıştım.
Nefes alıp devam etti.

"O günden sonra prens o 6 çocuktan hiç ayrılmamış, o artık bir kalede mahsur değilmiş. Artık kendi gölgesinin yanında 6 gölge daha varmış."

"Onları çok seviyorsun..."

Gülümsedi.
"Sanırım sandığımdan daha fazla.."

"Peki sonra ne olmuş?"

Hoseok devam etmeden önce kaşlarını çattı.
"Prensin hayatında bir kusur varmış, gündüzleri her şey yolundayken geceleri bir canavar onu korkutuyormuş. Prens uyuyamıyor, bunu kimseyede söyleyemiyormuş."

Gözlerimi sıkıca kapattım.
"Ama sonra kahraman bir prenses gelip onu kurtarmış, ki prens onun bir peri mi yoksa prenses mi olduğuna karar veremiyormuş."

"Ne kıytırık bir prenses ama."

"Ona kıytırık diyemezsin."

"Prenses geldikten sonra küçük prens hiç korkmamış, çünkü prenses canavarı yok etmiş. Prensesin güzel saçları ve güzel bir yüzü varmış."

Sessizce gülüp kolunu sıktım oda bana eşlik edip güldü fakat bu çok uzun sürmedi.
"Küçük prensin günün birinde bir tercih yapması gerekmiş." Masal şimdi kalbimi acıtmaya başlamıştı.

"Prens, prensesi üzecek tercihler yapmış ve kimselerin onları göremeyeceği bir gecede prensesin kulağına şöyle söylemiş,"

Nefesimi tuttuğumda Hoseok dudaklarını saçlarıma değdirdi.
"Yemin ediyorum benimde canım yanıyor."

Başımı yukarı kaldırıp yüzünü görmeye çalıştım oda kafasını eğip yüzlerimizi buluşturdu. Gözlerinde hüzünlü birkaç renk vardı.

"Prenses onu affetmiş mi?" dedim acı bir merakla.

Hoseok hayır anlamında yavaşça başını iki yana salladı.
"Etmemiş ve sonra zaten prensi kurt yemiş ve prens ölmüş."

Kafamı iki yana salladım.
"Hayatımda duyduğum en kötü masal."

Hoseok son kez yapıyormuş gibi beni kendine çekti.
"Sevdin, kabul et."

"Sonu saçmaydı, prensi neden kurt yesin ki?"

"Prenses onu affetmediği için prens kendini kurdun önüne atmış bir nevi intihar."

Hoseok güldüğünde ben gülmedim ve ona sarılıp gözlerimi sıkıca kapattım.
Onu affedecektim belki, bir süre sonra ya da çok uzun bir zamandan sonra. Ben istemesemde kalbim edecekti. Sadece benim ve kalbimin zamana ihtiyacı vardı. Küçük prens gerçekten bir af istiyorsa beklemeliydi.

Oda gözlerini kapattığında odamda sadece iki ses vardı. Biri benim kendini kaydetmiş kalbimin yüksek sesi diğeri, ise Hoseok'un sessiz kalbinin ritimli atışıydı.

Göğsü düzenli bir şekilde inip kalkmaya başladığında uyuduğuna kanaat getirdim ve sessizce fısıldadım.

"İyi geceler Hoseok."

Uyku benide yanına almadan önce saçımda onun dudaklarını hissedermiş gibi oldum.
"İyi geceler Jiho."

Karanlık girdap ikimizide yanına alıp bizi ayırdı.

Ben geceleri dinlenen o hüzünlü şarkıyım, ve bu gecede Hoseok'un kollarında yine onun için çalacağım.


Sevgili yb bekleyenler beklettiğim için çok çook özür dilerim.
Bir dahaki bölüm bu kadar geç kalmaz, (göz kırpış)

Hayatımda ilk defa bir bölümü 70 kere okudum bu bölümü kusmak üzereyim.

Umarım beğenmişsinizdir.

Oy ve yorumlarınızla beni mutlu etmeyi lütfen ihmal etmeyin.

Hoseok'un gamzelerinde boğulmanız dileğiyle.♡

Continue Reading

You'll Also Like

2.9K 289 11
"işte ben bugün öldüğümü hissettim. bugün ben, bütün varlığımı kaybettim." angst -
262K 20.5K 38
" Merhaba, ben Pelin Akçay. Başkomiser Pelin Akçay. Memnun oldum. " Pelin ebeveynlerinin ani ölümü sonrasında, yas tutmaya bile vakit bulamamıştı...
774 124 5
Can sıkıntısı eserleri.
338K 31.4K 32
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...