Good Night Hoseok | Hoseok

By mitsurine

130K 13.3K 14.8K

"Ve bu gecede kalbimde seninle uyuyacağım." More

ʟɪᴛᴛʟᴇ ʀᴇᴠᴇɴɢᴇ
ʟɪᴀʀ ʟɪᴀʀ
ᴜɴᴀɴsᴡᴇʀᴇᴅ
ʙᴀᴄᴋɢᴀʀᴅᴇɴ
sᴄᴀᴘᴇɢᴏᴀᴛ
ᴀᴄᴄᴏᴜɴᴛ ᴅᴀʏ
ᴍᴏᴏɴʟɪɢʜᴛ
ɪᴄᴇ ʜᴇᴀʀᴛs
ᴄᴏʟᴅ ɴɪɢʜᴛ
ᴘᴀᴘᴇʀ ᴄʀᴏᴡɴ
ʙᴀᴅ ʜᴀʙɪᴛs
ʜᴀᴘᴘʏ ᴅᴀʏ
sᴛʀᴏɴɢ ʀᴇᴀsᴏɴ
sʟᴇᴇᴘʟᴇss ʜᴏᴜsᴇ
ᴘʀɪɴᴄᴇss ᴄᴀᴋᴇ
ᴄʟɪғғ ᴄᴏʀɴᴇʀ
ʙʀɪɢʜᴛ ɢʀᴀss
ᴅᴏᴏʀs ᴄʟᴏsᴇᴅ
ᴡʜᴏ ᴀʀᴇ ʏᴏᴜ?
ᴍʏ ᴛʀᴜᴇ ʜᴇᴀʀᴛ
ᴍɪᴍɪ x ʏᴏᴏɴɢɪ
ғᴀᴋᴇ ᴡɪɴᴅ
ʙʟᴜᴇ ᴡᴀᴠᴇ
ʟᴏsᴇ ᴛʜᴇ ɢᴀᴍᴇ
sᴀᴅᴅᴇsᴛ sᴏɴɢ
ᴏᴘᴇɴ ʏᴏᴜʀ ᴇʏᴇs
ᴜɴᴅᴇʀᴡᴀᴛᴇʀ
sᴍᴀʟʟ ᴘɪʟʟ
sᴛᴏᴘ ᴛʜᴇ ʀᴀɪɴ
ʜᴏᴘᴇ ʙᴇɢɪɴs
sᴏʙᴇʀ ᴍɪɴᴅ
sᴛᴏʀᴍ ᴠᴀʟʟᴇʏ
ʙᴜᴛᴛᴇʀғʟɪᴇs
ᴍᴀᴋᴇ ɪᴛ ʀɪɢʜᴛ
ʙʟᴏᴏᴅ ᴀɴᴅ ʙᴏɴᴇs
Final
and the end
Teşekkürler ft. Delilah

ᴛᴡᴏ ʙᴏʏs

3.2K 324 471
By mitsurine

Pencerenin önünde saklı şiir dizeleri
Acaba gece bir rüzgar esip onları sana getirir mi?

"...ama bu çocuk karanlık odasını aydınlatan kızı kaybetmekten korkuyor."

Kalemi masaya bıraktıktan sonra elimdeki küçük kağıdı bir tablo edasıyla havaya kaldırdım ve uzun uzun baktım.
Bazı cümleler ve kelimeler o kadar anlamlılardır ki.
Onları kapalı bir kutuda saklamak, toprağın altına gömüp gizlemek, yorganlara sarmak istiyordum.

Hoseok belki de öylesine söylediği bu cümleden sonra arkasında bıraktığı kızın halini bilseydi eminim koşarak geri gelirdi.

Çünkü o gece bedenimi odama zor taşımıştım.
Ve yatağımda uzun bir süre öylece tavana bakmıştım.

Gecenin ilerleyen saatlerinde titremeye başladığımda başta üşüdüğüm için titrediğimi düşündüm fakat ben üşümüyordum.
Ben korkudan titriyordum.

Hoseok'a karşı kuvvetlenen hislerimden içimdeki ona ait parçadan deli gibi korkuyordum.

Sanki ruhum bir sarmaşık gibi yavaş yavaş ona dolanıyordu.

Sonunda ya ben onu boğacaktım ya da o beni elindeki bıçakla kesecekti.

Kötü hayal gücümün gözümün önüne getirdiği görüntüleri kafamdan kovdum. Elimdeki kağıt masamın üstündeki duvarda yerini alırken geri çekilip kağıda baktım.

Orada bir sürü kağıt vardı. Çeşit çeşit şiirler, binbir çeşit sihirli cümle vardı.
Ama bundan sonra benim tek şiirim sadece bu kağıt olacaktı.

Yüzümde oluşan belli belirsiz gülümsemeyi itip odamdan çıktım.
Bugün büyük gündü bugünümü tek bir şeye adamıştım.
Sadece onunla ilgilenecek sadece onun üstüne yoğunlaşacaktım.

Ben bugün uzun zamandan beri boşladığım bir işimi yerine getirecek, bayılana burnumdan kan damlayana kadar ders çalışacaktım.

Temiz havanın beyin kanallarımı açacağını düşünerek bahçeye çıktım.
Annem yanıma meşhur kurabiyelerinden bırakmış ve homurdansamda bir kediymişim gibi saçlarımı okşamıştı.

Önümdeki test kitabını açtığımda önce bir 5 dakika kağıtla bakıştım. Canım zerre kadar ders çalışmak istemiyordu.

Üstüne üstlük arada gözüm yan bahçeye takılıyor oradan bir hareketlilik bekliyordu.
Bahçede oturduğun bir buçuk saat boyunca sadece kurabiye kemirip yan bahçeyi izlemiştim.

Soojin'in kırmızı saçlarını gördüğümde ise oturduğum yerde doğruldum.
Soojin dar bir kotun üzerine fırfırlı beyaz bir gömlek giymişti.
Kızıl saçları beline süzülürken bakışlarımı kendi saçıma çevirdim.

Çok sıradan bir rengi vardı. Mimi arada boyamamı teklif ediyor, hatta annesinin indirim yapabileceğini söylüyordu.

Ben Soojin gibi cesur değildim ya da Mimi gibi çılgın.
Bir anda saçımı kestirip sarıya boyatamaz ya da uçuk bir kızıla cesaret edemezdim. Soojin dış kapıdan çıktığında arkama yaslandım.

Büyük ihtimalle arkadaşlarıyla buluşmaya gidiyordu.
İçinde Hoseok'un da olduğu arkadaşlarının yanına.

Kafamı sallayıp önümdekilere odaklanmaya çalıştım. Düşünmek dikkatimi dağıtıyordu. Kurabiyemdem bir parça daha ısırdım.
Odaklan Jiho seni ilgilendirmez.
Sen kurabiyelerine odaklan ve meyve suyunu iç.

Annem mutfak kapısından bana doğru geldiğinde çalışıyormuş gibi yapıp kafamı test kitabına gömdüm. Hatta o kadar fazla gömmüştüm ki burnum kitaba değiyordu.

"Jiho bir arkadaşın geldi seni soruyor."

Kafamı kaldırıp sordum.
"Kim?"

Annem yüzüne meraklı bir ifade kondurdu.
"Bilmiyorum bir çocuk. Ama geçen gelen arkadaşın değil."

Gözlerim büyüdüğünde yavaşca sandalyemi ittim.
"İsmini sormadın mı anne?"

Annem afallayıp gülümsedi.
"Hayır sormadım. Arkadaşın olduğunu söyledi bende tanıyorsun diye düşündüm."

Kafamı gökyüzüne kaldırıp sabır diledim.
"Anne... ismini sorabilirdin."

"Bence tanımasanda tanımalısın çünkü gayet yakışıklı."

Annem keyiflice güldüğünde içeri yürümeye başladım. Hoseok değilse kimdi. Aklıma tek bir kişi geliyordu. Annem arkamdan beni takip ederken konuştu.
"Bu aralar bir sürü erkek arkadaş edinmişsin. Bak tatlım bu çocuklar derslerine engel olacaksa."

Annem güvenlik kilidimi sıkmaya başladığında onu elimle durdurdum.
"Çocuk mocuk yok anne. Her şey yolunda derslerimi aksatmıyorum erkek arkadaşım da yok tamam mı?"

Annem dış kapıya son kez baktıktan sonra mutfağa kaçarken elimi saçıma götürdüm.
Üzerimdekini düzeltip boğazımı temizledim. Kapıyı çok az aralayıp gelene baktım.

Gerçektende Hoseok değildi.

Taehyung kapının önündeydi.

Üzerine bir sweat geçirmiş ve deri bir ceket giymişti. Saçları okuldakinden farklıydı özenle yapılmıştı.
Beni gördüğü gibi gülümsemesi ağzına yayılırken ben hiç tepki vermiyordum.

"Günaydın," dedi hızlıca.

"Günaydın."

Gayet normal başlayan konuşmamızın gidişatını merak ediyordum. Mesela Taehyung bana ne zaman cinnet geçirtecekti.

"Neden kapıyı tam açmıyorsun?"

"Çünkü seni tanımıyorum."

Biraz daha gülümseyip kare gülüşünü bana sundu. Bugün farklı görünüyordu annemin dediği kadar yakışıklıydı ama ondaki farklılık samimiyetti. Gülüşü fazla samimiydi.

"Ne istiyorsun?" kaşlarımı çattım.
"Geçen gece seni kovaladığımı hatırlıyorum. Seni öldürmek istediğimi de..."

Taehyung bir adım geri attı.
"Boşver jiho o gece orada bitti."

"Hayır bitmedi ben sadece seni öldürmek için uygun bir gün bekliyorum."

Tekrar gülümsedi.
"Üzerindeki pembe pijamayla pekte katil gibi durmuyorsun."

Kolumun gözüken kısmını içeri soktum.
"Ne istiyorsun cidden."

"Seni."

Gözlerim anlamadığımı belli edercesine kıpışırken konuşmak için ağzımı açtım ama ne diyeceğimi bilmediğim için öylece kaldım.

"Seni ve bu cumartesi gününü istiyorum."

Güler gibi oldum.
"Sen ve cumartesi günün kapımdan giderse çok mutlu olacağım. İyi günler."

Taehyung'un benimle uğraşmak için buralara kadar geldiğine inanamıyordum. İnsanlar ne kadar işsizdi.
Kapıyı itmek için hamle yaptım.

"Bir dakika, bir dakika."

Kapıyı kapatmadan önce son kez ona baktım.

"Sadece biraz takılacağız yani..." eliyle kulağına dokundu sıkıntılı görünüyordu.
"Benimle bugün çıkar mısın?"

Kapıyı hızla suratına kapatmamın tek sebebi şaşkınlık ve panikti. Yapmamam gerekiyordu. Ama yapmıştım.
O ne demişti öyle?

Hayatımda ilk defa böyle bir şey duyuyordum.
Çıkmak tam olarak ne demekti? Yani öylesine dışarı çıkmaktan mı bahsediyordu yoksa sevgili olarak...

Elimi dudağıma götürüp yolmaya çalıştım. Kalbim panikle atıyordu ve annem evdeydi.

Taehyung bir süre sonra kapının arkasından ses verdi.
"Jiho orada mısın? Sadece bugün biraz takılalım demek istedim sakin ol."

Ses vermeden dudaklarımı yoluyordum sanırım burada gitmesini bekleyecektim.

"Kapının arkasında olduğunu biliyorum."

Bir süre daha ses vermediğimde seslice nefesini verdi.
"Tamam bu işi kısa keseceğim. Sana seçim hakkı sunmuyorum hazırlan seni bekliyorum. Ama gelemem dersen..."
Fısıldadı.
"Annenle uzun bir konuşma yapmam gerekir."

Kapıyı hızla açtım.
"Bunu yapamazsın."

"Yanlış. Yaparım."

Gözlerinde gayet net bir ifade vardı. Ve ortada yapmaması için hiçbir sebep yoktu.

Onu tanımıyordum ve o her an her şeyi yapabilirmiş gibi duruyordu hatta yapabilir az kalırdı.
Elim kapının kulbunda asılı dururken dışarı çıktım ve kapıyı aralık bıraktım.

"Tam olarak ne istiyorsun?"

Fısıldadığımda uyuşturucu alışverişi yapan birinden farkım yoktu. Taehyung beni taklit ederek oda fısıldadı.

"Seninle dışarı çıkmayı."

"Gerçekten o kadar boş musun? Beni dışarı çağıracak kadar... başka hiç arkadaşın yok mu?"

"Yok."

Kafasını eğip kendince ona acımam için birkaç kedi bakışını sundu cidden bu konuda iyiydi.
Mimiklerini güzel kullanıyor ve bunu kusursuz yapıyordu.

"İstemiyorum."

"Bir dakika Soojin'in evi yandaydı değil mi?"

"Tamam," dedim onu kapıdan uzaklaştırmaya çalışırken.

"Tamam. Çıkarız."

Teklifini kabul etmemin sebebi olağanüstü yüz ifadeleri ikna becerisi veya masum saf bakışları değildi.

Hoseok bu konuda ona güvenmememi söylemişti. Yani o saatli bir bombaydı. Ve patlarsa buraya kadar gelmişken havaya uçardım.

Ağzının kenarı yavaşca kıvrıldığında kafasını salladı.
"Tamam bekliyorum."

"Giyinip geliyorum o zamana kadar annemle tek bir kelime dahi konuşmuyorsun."

"Tamam."

"Bahçe kapısında bekle."

"Tamam."

Ona uyarıcı bir bakış atıp birkaç adımda içeriye girdim ve kapıyı sıkıca kapattım.

Acaba uzun bir süre çıkmasam gider miydi? Ya da hasta olduğumu söylesem.

"Gidiyor musun?"

Annem sinsice mutfaktan kafasını uzattığında sıçradım. Dudaklarındaki gülümsemeyi sevmemiştim.

"İstersen hemen hazırlan beklemesin."

Annemin imalı konuşma tarzına karşılık ona seslenmek istiyordum.
Anne o çocuk kızını kandırmayı seven şımarık bir yalancı.

"Bir kafeye gidip dönerim sanırım derslerle ilgili sıkıntıları var."
Kelimeleri karıştırarak kurduğum cümle annemi güldürmüştü.

"Sanırım ondan baya hoşlanıyorsun."

Yanına ışınlanıp ağzını kapattım kapının önündeydik ve annem neler söylüyordu.

"Öyle bir şey yok anne ondan hoşlanmıyorum."

Evet birisinden hoşlanıyordum ama o Taehyung değildi.
O başka biriydi çok başka biri.

"Tamam kimden hoşlanıyorsun o zaman."

Kaşlarımı çattım. "Az önce böyle şeylerin derslerime engel olabileceğinden bahsediyordun."

Annem beni duymazdan gelerek devam etti. "Eğer birinden hoşlanıyorsan annene bahsetmelisin."

"Anne kimseden hoşlanmıyorum. Anladın mı kimseden... sessiz olur musun?"

Derin bir iç çekip ayaklarımı vura vura merdivenlere yürüdüm. Bu hareketi en son 7 yaşımda yaptığım aklıma geldiğinde vurmayı bıraktım.

Odama girdiğim gibi kapıyı çarptım Taehyung'la bir yere gitmek istemiyordum. Hem gidip ne yapacaktık ne konuşacaktık.

Beni nasıl kandırdın ya iyi numaraydı falan mı diyecektim. Ona hâlâ kızgındım hemde çok kızgındım benim için bu kadar önemli olan bir konuyu oyuncağa çevirmişti.

Dolabımın önüne geçip kapağını açtım. Ardından hayal kırıklığıyla ellerim yanıma düştü. Ne giyeceğimi bilmiyordum daha önce Changgu'dan başka hiçbir erkekle dışarı çıkmamıştım. Taehyung ilkti ve ben onun ilk olmasını istemezdim.

Elim geçen gün aldığım kapüşonluya giderken elimi hızlıca çektim. Bu sefer elimi bir iki kere giydiğim elbiselere yönlendirdim.

Onları fazla giymemiştim çünkü giyecek bir yere gitmemiştim. Hayatım okul, ev ve ortak gittiğimiz kafe arasında dönerken kapüşonlularım ve dar kot pantolonlarım bana yetiyordu.

Yatağın üstüne attığım askılara bir süre baktıktan sonra bir elime çiçekli lila elbiseyi diğer elime ise kot bir jile aldım.

Askılının bu havada bir yerlerimi donduracağını varsayarsam içine kısa kollu bir gömlekle jileyi giymek daha cazipti. Kendi kendime söylenerek giyindikten sonra yan gözle aynaya baktım.

"Aman ne cici oldun Jiho."

Elim sinirle saçımı toplamaya giderken vazgeçip ellerimi indirdim.
Sırt çantamı alıp aşağı indiğimde annem merdivenin başında beni bekliyordu.

"Ne kadar da tatlı olmuşsun."

"Anne artık şunu keser misin lütfen."

"Bir şey demiyorum ki... gerçekten hoş olmuşsun daha sık elbise giymelisin."

"Tamam bunu bir kenara not ederim."

Annem beni tutup öptüğünde yanağımı sildim.
"Çok geç kalma hatta mümkünse hava kararmadan evde ol."

Ben de tam kemer ne zaman sıkılmaya başlayacak diyordum ki annem evden çıkmadan sıkmaya başlamıştı bile.
"Tamam."
Ağzımda gevelediğim bir tamam kelimesinin ardından hızlıca çıktım ve kapıyı kapattım.

Taehyung kapının önündeki taş duvara dayanmış kollarını bağlamıştı beni gördüğünde doğruldu ve yamukça gülümsedi.

"Çok-"

"Sakın tahmin ettiğim şeyi söyleme."

Taehyung melodik bir kahkahanın ardından gülümsedi.
"Sadece hava çok sıcak diyecektim."

Benimle alay ettiğini fark etmem kısa sürmüştü. Gözlerimi bayıltıp alayla güldüm. Kapıya doğru ilerlemeye başladığımda hızla peşimden geldi.

"Ee nereye gideceğiz?"

Gerginliğim sesime yansırken daha az konuşmayı bir kenara not ettim.

"Çok özel ve güzel bir yere."

"Öyle bir yer var mı?"

"Bana göre var."

Elini cebine atıp yola baktı ve gülümsedi. Mutlu gözüküyordu. Sesinin tınısı oldukça huzurluydu.
"Hem tek bir yere değil birkaç yere gidebiliriz."

"Birkaç yer derken?"

"Bir kafede bir şeyler içeriz sonra sahilde bisiklet turu sonra bir aksiyon filmi ardından..."

"Bir dakika bir dakika bugün hayatının son günü falan mı?"

"Öyle düşünmek istiyorsan..."

"Neden bu kadar şeyi bir günde yapıyoruz?"

Dilini şıklattı.
"Hayatımın son günü."

"Senin son günün olabilir ama benim son günüm değil bir tanesini seç."

"Mızıkçılık yapıyorsun."

"Yapmamam için hiçbir sebep yok."

Taehyung kafasını geriye atıp güldü.
"Eğleneceğiz Kim Jiho emin ol."

Hafifçe ona döndüm.
"Tam olarak nereye gideceğiz söyle."

Sesimin isteksiz çıkmaması için üstün bir çaba göstersemde bence kesinlikle yeterli sayılmazdı.

"Hoş bir yere dedim ya."

"Hiçbir yere gitmek istemiyorum hadi eve dönelim."

Taehyung yanıma yaklaşıp fısıldadı.
"Yoksa beni odana mı atmak istiyorsun?"
Kafamı hızla ona çevirdim.
"Sencede ilk buluşma için biraz hızlı olmaz mı Jiho."

Kolumla göğsüne vurup onu iteledim.
"Kes şunu. Çok aptalca konuşuyorsun."

O gülmeye devam ederken elbisemi çekeliyordum. O biraz arsızdı.

"Hem bu bir buluşma değil. Bu tehditle yaptırılan zorlu bir cumartesi gezmesi."

"Neyse ne. Sen şu an benimle çıkıyorsun."

"Öyle söyleme." Yüzümü buruşturdum. "Kulağa rahatsız edici geliyor."

Cebine uzanıp telefonunu aldı ardından beni kendine çekti.

"Ne yapıyorsun?"

"Fotoğraf çekiyorum."
Hemen yüzümü kapattım.
"Hayır. İstemez."

Flaş patladığında Taehyung bir iki adım uzaklaşıp ekrana baktı.

"Hımm yüzün pek çıkmadı ama olsun teşhis edilirsin."

"Ver şunu."

Telefonu almaya yeltendiğimde tekrar bir iki adım geri kaydı ve telefonu havaya kaldırdı.

"Şimdi şunu da Hoseok'a gönderelim."

Tekrar eline uzandığımda ani bir hareketle kolunu belime attı ve beni çevirdi.

"Tamam halloldu."

"Sen manyak mısın? Niye böyle bir şey yaptın?"

"Tabii ki de Hoseok'u sinirlendirmek için. Seni kaçırıyorum ve o bizi asla bulamayacak."

Elinden kurtulmaya çalıştım.
"Önce Hoseok'u sonra polisi ararım kim kimi kaçırıyor görürsün."

"Evet evet aynen öyle."

Kolundan kurtulup birkaç adım yana kaydım sinirden iki dakikada yüzüm kızarmıştı tabii bu kızarıklık birkaç saniye önce Taehyung'un belimde olan elindende kaynaklanıyor da olabilirdi.

Yan gözle ona baktığımda sırıtıyordu.
"Ne gülüyorsun?"

Taehyung seslice kıkırdadı.
"Çok tatlısın."

Kesinlikle bile bile yapıyordu. Artık kendimi tutamayacaktım. Yumruğumu sıkabildiğim kadar sıktım. Gerçekten parkta yapamadığım şeyi yapmak ona güzelce bir vurmak istiyordum.

"Tamam sakin ol şampiyon nereye gitmek istersin?"

"Şöyle yapalım sen cehennemin dibine git ben arkandan el sallayayım."

"Hahah yine kibarlaşıyorsun."

Aklıma nereye gideceğimizle ilgili bir fikir geldiğinde ona bakıp hayal kırıklığıyla kaşlarımı kaldırdım.

"Lunaparka falan gitmeyeceğiz değil mi? Çünkü bu hayatımda duyduğum en klişe şey olurdu."

"Hayır oraya gitmeyeceğiz lunaparkları sevmem."

Gülümseyip ona döndüm aklıma gelen şey beni gülümsetmisti.
"Nereye istersem gidecek miyiz?"

Taehyung bir çocuk gibi dudaklarını birbirine bastırdı.
"Evet prenses."

"O zaman lunaparka gitmek istiyorum."

Madem sevmiyordu bu gezi çabuk bitecekti.
Taehyung kaşlarını çatıp duraksadı.
"Lunaparkları sevmiyorum dedim ya. Hiçbir oyuncağa binemiyorum başka bir şey seç."

"Hayır orayı istiyorum."

"Yükseklik korkum var. Bayılmamı mı istiyorsun?"

Bu sefer koluna giren ben olurken şaşkınca bana baktı. Bunu beklemiyor gibiydi.

"Bayılırsan seni tutarım."

Taehyung güldü.
"Yoksa sen benim prensim misin?"

"Hayır seni lunaparktaki her oyuncağa bindirecek kişiyim."

Teahyung sertçe yutkunduğunda artık gülümseyen ben, nefes alamayan Taehyungdu. Eliyle sweatinin iplerini tuttu ve yutkundu.

"Tamam öyleyse önce benim istediğim yere sonra lunaparka gideceğiz."

Uslu bir kız gibi kafamı salladım. Suyuma gidildiği zaman çok iyi bir kız olabilirdim ya da keyfim istediği zaman.

Taehyung'a yürüdüğümüz yol boyunca nereye gideceğimizi sordum fakat o sadece beni geçiştirmekle yetindi.

"Daha ne kadar yürüyeceğiz araban falan yok mu?"

"Var ama hava güzel biraz yürümek fena sayılmaz ha."

Etrafima bakındım gerçekten dışarısı bugün mükemmeldi. Güneş, ışığını her yere eşit dağıtıyor kimseden esirgemiyordu. Sanki bütün kuşlar ve çocuklar bugün dışarıya çıkmak için anlaşmışlardı.

Ve bu manzara güzel gözüküyordu.
Gülümseyip Taehyung'a baktım aslında ona bakmamıştım etrafıma bakınırken o odağıma girmişti.

Göz göze geldiğimizde bir süre oda gülümseyip bana baktı ardından kafasını ilk çeviren ben oldum.

Neden bir anda bu kadar geriliyordum. Elim boynumdaki kolyeye gitti gerginken bir şeylerle oynama ihtiyacı duyardım ve Hoseok'un kolyesi şu an tek kurtarıcımdı.

Kurtarıcı olarak gerçeğini tercih etsemde bana verdiği kolyede fena sayılmazdı.

"Nelerden hoşlanırsın?"

Taehyung'un sorusuyla kafamı o tarafa çevirdim elim hala kolyemdeydi.
Beynim soruyla donarken düşündüm ilk defa birisi bana nelerden hoşlandığımı soruyordu. Ben bile kendime sormamışken.
Dudaklarımı büzüp omuz silktim.

"Bilmem hiç düşünmedim ve nelerden derken? Biraz açar mısın?"

Kafamın karışıklığı, yüzüme vuran güneşle karışmış ve ortaya buruşuk bir surat çıkarmıştı. Taehyung ise çoktan aklımın durduğunu anlamıştı.

"Yani mesela ben hayvanlardan hoşlanırım. Hayvan türlerini araştırmayı severim..."

"Hayvanlar mı?"
Ona bir dedektif edasıyla baktım.
"Bu kızları tavlamak için bir strateji mi eğer öyleyse hayvanlarla pek aram yok beni sevmiyorlar."

Taehyung seslice güldü.
"Bu bir taktik değil. Gerçekten hayvanları seviyorum."

"Bir hayvanın var mı?"

Aklına bir şey gelmiş gibi gülümsedi gözleri muazzam bir şekilde kısıldı. Gülünce herkes böyle gözüküyorsa benim sorunum neydi.

"Evet bir köpeğim var adı Yeontan."

"Yeontan..." gülümsedim. "Tatlı bir isim."

Onaylarcasına kafasını salladı.
"Öyledir. Sizi birgün tanıştıracağım."

"Olabilir küçükse ve yumuşak tüyleri varsa onu sevebilirim."

"Aradığın özelliklerin hepsi onda var."

Yürürken bana dönüp dişlerini gösterdi.
"Şimdiden hakkımda 2 şey öğrendin sıra sende kendin hakkında bir şey söyle."

"Ve sonra da beni o şey hakkında tehdit et."

"Mızıkçılık diyorum... gene yapıyorsun."

Kolyemi bırakıp ciddi ciddi düşündüm. Ben peluş oyuncaklardan hoşlanırdım yani hayvanların içi pamuk dolu olanlarından, cansızlarından bir de tek boynuzları olurdu tabi.

Tabii ki de bunu Taehyung'a söylemeyecektim.

"Ben parıltılı şeylerden hoşlanırım. Böyle prenses taçlarından falan. Bir koleksiyonum var."

"Ciddi misin?"

Evet ciddiydim. Her doğum günümde sekmeyen hediyemdi mutlaka biri alırdı.

"Evet."

Taehyung önüne dönüp yarım ağız gülümsedi.
"İlginçmiş."

Bir şey söylemedim aslında ilginç değildi küçüklükten kalma bir prenseslik meselesiydi. Tipik parıltılı şeyleri seven bir kızdım işte.

"Film izlemeyi severim, uyumayı, kitap okumayı... çok düz biriyim yani dümdüz herkes nelerden hoşlanıyorsa onlardan hoşlanırım işte."

"Bence seni farklı yapan başka bir şeyler var."

Kafamı yana düşürdüm.
"Hayır öyle bir şey yok. Bu da bir tavlama yöntemi..."

Taehyung güldü.
"Gerçekten fazla film izliyor olmalısın."

Taehyung ellerini cebinden çıkarıp durdu ardından beni de durdurdu. Başta ona daha sonrada geldiğimiz yere baktım.

"Burası," dedi Taehyung mutlu bir şekilde.

Geldiğimiz yer neredeyse tamamı camdan oluşan tek katlı büyük bir binaydı. Camların arkasında yeşillikler ve çiçekler görüyordum. Böyle bir yere ilk defa geliyordum. Burası botanik bir bahçe olabilirdi emin değildim.

Merakla sordum.
"Burası sera falan mı?"

Belli belirsiz kafasını salladı.
"İçeri girince görürsün."

Taehyung'la binanın dış bahçesinden geçerken etrafıma bakınıyordum burası çiçek kokuyordu.
Aynı Hoseok gibi.
Burada olsa burayı severdi diye aklımdan geçirmeden edemedim.

Taehyung kapıyı açıp geçmemi bekledi. İçeri girdiğim anda sıcak hava uzaklaşmış yerini serin bir hava almıştı.
Taehyung ceketini çıkarıp koluna attı ve beni hafifçe kolumdan tutup danışma gibi bir yere yönlendirdi.

Bu süre zarfında etrafımdan gözlerimi alamıyordum geniş giriş çiçeklerle süslenmişti. Birkaç deri sarı koltuk vardı ve krem duvarlarda resimler bulunuyordu.

Hepsi yağlı boyayla yapılmış kuş resimleriydi rengarenk tüyleri olan bir sürü kuş tablosu duvarları süslüyordu.

O an kulağıma sesler gelmeye başladı kuş sesleri. Çok az duyuyordum ama bir yerden geldiğine emindim.

Ben sesin kaynağını ararken Taehyung beni kendine çevirip bileğimi tuttu. Ve bileğime plastik bir bileklik geçirdi. Aynısından ondada vardı.

"Burada kuşlar var," dedim hâlâ sesin geldiği noktayı ararken.

Taehyung dudaklarını yalayıp tatlıca güldü.
"Evet."

"Kuş bahçesi mi?"

Büyük bir kapıya ilerlerken Taehyung tavana bakıp biraz düşündü.
"Evet ama kuş cenneti demek daha doğru olur."

Büyük kapıyı ittiğinde söylediği şeyin doğruluğunu kanıtladı.
Burası bir cennetti.
Ağzım yavaşça açılırken Taehyung sadece güldü. Bu tepkiyi vereceğimi tahmin etmiş olmalıydı.

"Burası.."

"Çok güzel."

Taehyung cümlemi tamamladığında etrafta gözlerimi gezdirdim.
Büyük odanın her tarafı camdı ve içerisi yapay bir ormandan farksızdı. Ağaçlar ve çiçekler her yeri kaplarken tavandan aşağı sarmaşıklar iniyordu.
Ve sayamayacağım kadar kafes vardı. Sesin kaynağı buradaydı.

Güneş ışığı camların her tarafından içeri süzülüyordu.
"Çok kuş türü yok. Ama yinede fena sayılmaz değil mi?"

Taehyung"un arkasından ilerlerken aynı anda her yere bir anda bakmaya çalışıyordum.

"Fena sayılmaz mı? Burası mükemmel."

"Cidden beğendin mi?"

Topuklarımın üzerinde ona dönüp kocaman gülümsedim.
"Sence?"

Bir süre şaşkınca yüzüme baktıktan sonra önce bakışlarını kaçırdı ardından elini ensesine götürdü.

Bizimle beraber bu camdan krallıkta birkaç kişi daha vardı.
Bir ağacın yaprağına dokunup gerçekliğinden emin oldum.

"Böyle bir yer olduğunu hiç bilmiyordum."

"Pek rağbet görmüyor. Bu da burayı bana özel yapıyor."

Sessizce fısıldadım.
"Artık sana özel değil burayı benimle de paylaşmak zorundasın."

"Cidden beğendin mi? Yoksa şaka mı yapıyorsun? Ya da üzülmemem için sevmiş gibi mi yapıyorsun?"

Önünde durup ağzımı buruşturdum. Niye şaka yapacaktım ki buranın şakası yoktu.
"Bir kere sen üzülme diye sevmiş gibi yapmam. Beni nereye götürürsen götür sevmemiş gibi yapacaktım ama burası..."
Tavandan sarkan çiçekli bir sarmaşığa baktım.
"Fazla güzel."

Taehyung'un yüzüne bugünün en güzel gülümsemesi yerleşti. Arkasındaki kafeslerden birine yöneldim.

Pembe kafesin içindeki kuş rengarenkti tüylerinin renklerine bayılmıştım. Eğilip yakından bakmaya çalıştım.

Taehyung neşeyle sordu.
"Tanışmak ister misin?"

Ona bakıp kafamı salladım.
Taehyungta yanıma eğildiğinde konuşmaya başladı.

"O bir ispinoz adı.."
Kafesin altındaki kağıda baktı.
"Levi."

Güldüm ve kafamı eğdim.
"İsmin güzelmiş."

"Eline vermek isterdim ama teması pek sevmezler. Sadece bak ve şarkısını dinle."

"Şarkı mı?"

"Evet sessiz ol."

Kafamı kafese yaklaştırdığımda tek duyduğum birkaç ötme sesi oldu. Bu sesin zamanla melodik bir hâl aldığını anlamam 5 dakika mı almıştı.

Başka bir kafesin önünde durdum.
Gagası turuncu olan kuş bizim bahçedeki hiçbir kuşa benzemiyordu.

"Peki bu?"

"Da...dan suskun bir hint bülbülü. Böyle küçük durduğuna bakma çok hareketlidir."

Ellerimi dizlerimin üzerine koyup birazcık daha eğildim.
"Bütüm bunları nereden biliyorsun?"

Taehyung eliyle kafesin demirine dokundu.
"Hoşuma gidiyor. Bunları bilmek."

"Beni şaşırtıyorsun."

Taehyung dilini şıklatıp güldü.
"Neden Bayan Jiho."

"Bilmem burası, senin bu kadar şey bilmen pek düşündüğüm gibi değilsin."

"Sen tam olarak nasıl biri olduğumu düşünüyordun?"

Omuz silkip yalancıktan yüzümü buruşturdum.
"Bilmem yalancı, sahtekar, bencil, düzenbaz, burnu havada-"

Taehyung elini kalbine götürdü ve yüzüne yalancı bir acı yerleştirdi.
"Lütfen devam etme kalbim acıyor..."

Seslice güldükten sonra adını bildiğim bir kuşa ilerledim.
"İşte seni tanıyorum sen güvercinsin."

Taehyung yanıma gelip kafesin kapağını açmaya çalıştı. Panikle kolunu tuttum.
"Ne yapıyorsun? Ya kaçarsa?"

"Korkma kaçsa bile evine geri gelecektir. Herkes geri gelir değil mi?"

Elini kafesin içine sokup güvercini aldı.
"Gel bakalım."

Kollarının arasındaki güvercinin tüylerini okşuyor arada kafasını öpüyordu.
Ona bakıp gülümsedim acaba Taehyung düşündüğümün aksine Sooji'in kaçırdığı bir mücevherden mi ibaretti.

Bana bakarak gülümsemeyle devam etti. Beyaz hayvan kucağında rahat gözüküyordu.
"Eline almak ister misin?"

Korkuyla geri çekildim ama Taehyung onu çoktan dibime getirmişti bile.

Taehyung onu bana uzattığında korksamda biraz yaklaştım. Elim başta korkakça güvercine gitmiş daha sonra ise yumuşak tüylerinde gezinmeye başlamıştı

Ben kuşu severken Taehyung'un bakışlarını hissedip kafamı kaldırdım.

"Teşekkür ederim. Geldiğin için."

Kafamı çevirip güvercinin kafasını okşadım.
"Buraya zorla geldiğimi unutuyorsun."

"Tamam geri dönelim o zaman."

Kafamı hızlıca iki yana salladım parktan gitmek istemeyen bir çocuk gibiydim.
"Biraz daha durabiliriz aslında."

Taehyung'un kahkası kuşlara tekrardan eşlik etti. Gözlerini benden çekmeden konuşmaya devam etti. Bu kadar dikkatli bakması yutkunmama sebep oluyordu.
"Çok iyisin Kim Jiho fazla iyisin."

"Tabii ki de fazla iyi ama sen değilsin."

İkimizin de tanıdığı ses o tarafa dönmemize sebep olurken Taehyung'un ağzından sessiz bir küfür çıktı.

Hoseok tam arkamızda uykudan yeni uyanmış gibi görünen kısık ve huysuz gözleriyle bize bakıyordu. Saçları dağınık, gözleri uykuluydu. Ve biraz da sinirli.

Üzerine beyaz uzun kollu bir tişört geçirmiş onun üzerinede mavi yeşil desenleri olan kısa kollu bir gömlek giymişti.

Taehyung beraber tuttuğumuz güvercini alıp kafese geri koydu. Bunu yaparkende söyleniyordu.
"Cidden bizi nasıl buldun? Burayı unuttuğunu düşünüyordum."

Hoseok önce güldü ardından dilini şıklattı.
"Evet unutmuştum. Ama lunaparkta olmadığını görünce kendince tavlamak istediğin kızları buraya getirebileceğini düşündüm."

"Hayy... lunaparkı da unutmamışsın."

Kaşlarımı çatıp Taehyung'a baktım.
"Tavlamak derken."

"Hayır hayır cidden seninle alakası yok."
Bocalayıp elini alnına koydu.
"Buraya getirdiğim ilk kızsın tavlama olayı başka bir şey."
Elini havada salladı
"Ya da unut gitsin."

Hoseok gözlerini bir an bana çevirdiğinde içim ürperdi.
Neden iki gün önce gördüğüm bu çocuğu sanki 2 aydan beri görmüyormuşum gibi özlemiştim.

Neden ona bakarken onu kalbime saklayasım geliyordu.
Bana doğru bir adım atıp konuştu.
"İyi misin?"

Dalgınca kafamı salladığımda Taehyung homurdandı.
"Tabii ki iyi. Ben bir katil miyim ki öyle soruyorsun."

Hoseok bir cevap vermeden bize doğru yaklaştı ve elini uzattı.
"Hadi gidiyoruz."

Önce Hoseok'un eline daha sonra beni buraya getiren Taehyung'a baktım.

Taehyung oldukça neşesiz gözüküyordu Hoseok'un buraya gelmesi onu fazlasıyla rahatsız etmişti.
O da Hoseok'un eline baktı ve ardından göz devirdi.

"Bir daha böyle tehditlerle Jiho'yu bir yerlere sürükleme. Bu konuda anlaştığımızı düşünüyordum."

"Evet anlaştık ve şu anlık kimseye bir şey söylemeyeceğimi söyledim. Şu gereksiz korumacı tavırların ne zaman bitecek?"

"Hiç bitmeyecek çünkü senin yanında her zaman korumam gereken birileri oluyor."

Taehyung acı bir şekilde güldü.
"Benden koruman gereken ha? O kadar kötü biriyim yani."
Taehyung yutkunup Hoseok'a bir adım attı.
"Peki bunu neye dayanarak söylüyorsun?"

Hoseok bir süre Taehyung'a baktı ve konuşmadı sadece sustu aslında ben konuşmasını istiyordum. Taehyung ne yapmıştıda ona bu kadar kötü biriymiş gibi davranıyordu.

Taehyung gülerek devam etti sesinde yüksek dozda bir ima vardı.

"Peki Jiho'yu senden kim koruyacak? İkimizde çokta iyi olmadığını biliyoruz Jung Hoseok."

"Kes şunu."

"Boş konuşan sensin."

İkiside birbirine yaklaştığında elimi aralarına sokup onları göğüslerinden ittim.

"Evet Baylar atışmanız eğlenceli gözüküyor. Ama mekan yanlış değil mi sizce de."

Gülümsemeye çalışıp ikisinede tek tek baktım. Onlarda bana anlamsızca bakıyorlardı.

"Bir etrafınıza bakın huzurun ele geçirdiği bir kuş cennetindeyiz."
Etrafımı gösterdim.
"Burası bir cennet."

Taehyung'a bakıp burun kıvırdım.
"Ve daha bana içecek bile almadınız."

Taehyung gevşeyip gülümsedi fakat Hoseok gülmüyor ne yapıyorsun dercesine bana bakıyordu. Kurtarmaya geldiği kızın gitmeye can atmadığını görmek canını sıkmıştı.

Tehyung bir adım geri çekilip kazanmışcasına gülümsedi.
"Gitmek istemiyor. Ama sen gidebilirsin."

Hoseok beni kolumdan tutup kenara bir ağacın yanına çekti. Gerçekten bugün kendimi çocuk gibi hissediyordum. Herkes beni oradan oraya sürüklüyordu.

"Burada kalman için seni tehdit mi etti?"

Yakınlığı yutkunmamı gerektirdiği için önce yutkundum.
"Başta etti ama kötü bir niyeti olduğunu düşünmüyorum."

Dediğim cümle sonradan banada saçma gelirken Hoseok biraz daha yakınıma girdi.
"Ona güvenmememiz gerektiğini söyledim Jiho seni kandırdığını biliyorsun."

"Evet ama şu an kötü ne niyeti olabilir ki? Sadece bana burayı göstermek istedi."

"Cidden fazla iyisin."

İkimizde aynı anda kenarda bir kafesin önüne dayanmış bacağını sallayan Taehyung'a baktık.

"Tamam biraz yalancı, hilekar, sinir bozucu olabilir ama hâlâ sırrımızı tutarak bana yardım etmiş sayılmaz mı?"

Hoseok gözlerini sinirle kapatıp bir adım geri çekildi. Bu sayede kalbim feraha ermişti.
"Söylemeyeceğinden bu kadar eminsin yani?"

"Değilim. Ama ona güvenmek istiyorum pişman olma ihtimalim olsada. Zaten başka şansımda yok."

Hoseok bakışlarından anlam çıkaramayacağım bir şekilde bana bakıyor bir şeyler tartıyordu bu sürede ben de ellerimle oynamayı seçtim.

Sonunda Hoseok boğazını temizleyip şaçını karıştırdı ve kendince düzeltmeye çalıştı. Eli sinirle saçından çıktığında nefes aldı.

"Size iyi eğlenceler o zaman."

Hızla arkasını döndüğünde boğazıma anlık bir yumru oturdu.
Ona yetişip yavaşça kolunu tuttum.
"Gitme."

Söylediğim kelime onu duraksatmıştı. Bir müddet bekleyip usulca bana döndü.

"Ona güveniyorsan bana ihtiyacın yok Jiho."

"Lütfen kal gitmeni hiç istemiyorum."

Nasıl baktığımı göremesemde tahmin ediyordum. Küçükken anneme bir şey yaptırmak istediğimde tamda böyle bakıyordum.
Çizmeli kedinin şapkasını indirdiği o meşhur bakış.

Hoseok etrafına bakınıp kafasını eğdi.
"Onunla arkadaş olmak mı istiyorsun?"

Ses tonundaki huzursuzluk belliydi.

"Neden olmasın biraz şakaları abartıyor ama belki bu sayede kimseye söylemez."
Ellerimi birleştirdim.
"Ayrıca Taehyung kötü biri değil. Hem o senin eski arkadaşın bunu sen daha iyi biliyorsun."

Hoseok dalıp gittiğinde kendi kendine mırıldandı.
"Biliyorum."

Onu izlediğimi fark ettiğinde boğazını temizleyip gözlerini kaçırdı.

"Ama yinede ona ne kadar katlanabilirim bilmiyorum."

"Yani bu kalıyorsun mu demek oluyor?"

Belli belirsiz kafasını salladı.
Kaldığına dünyalar kadar sevinirken ona sarıldım. Başta afallamış bir süre bedeni kasılmıştı daha sonra ise sırtımda varla yok arası bir el hissettim.

Kollarım ona sarılmak için küçüktü burnumun ucunu biraz gömleğine dokundurdum. Bu kadar çiçeğin arasında nasıl böyle kokabilirdi. Bu diğer çiçeklere haksızlıktı.

Fevri hareketim sonrası ondan uzaklaştığımda her zaman ki gibi oldu.
Gelen ani ateş baş dönmesi mide bulantısı...
Varla yok arası gülümseyip elini saçına götürdüğünde çıkan gamzeleri iki büklüm olmam için tek nedendi. Ellerimi jileme sildim.

"Kesin kalıyorsun yani."

"Evet dersem bir daha mı sarılacaksın?"

Alayına karşılık kafamı eğdim.
"Ahh hayır ben teşekkür maksadında."

Elimi saçlarıma götürdüm yüzümü gizlemek istiyordum ama bu her şeyi daha da utanç verici yapacaktı.

Gözüm boynundaki kolyeye takıldığında ona doğru bir adım attım.
"Kolyen..."

Hoseok önüne bakıp hızla kolyesini içine soktu. Ama ben görmüştüm o bir kilit miydi.
Elim boynuna gittiğinde Taehyung yanımıza gelip sinirle konuştu.
"Konsey gibi toplandınız idamıma mı karar veriyorsunuz?"

Afallamış yüz ifademi kenara itip güldüm.
"Hayır tam tersine affını konuşuyorduk."

İkisinide arkamda bırakıp yürümeye başladım.
Bahçe çok büyüktü dışarıdan küçük görünen cam fanus içine girince oldukça büyümüştü.

Şimdi bu ikisiyle ne yapacaktım bilmiyordum. Birine gitme demiş diğerini bırakmak istememiştim. Düşün Jiho düşün arkadaşlarınla olsaydın ne yapardın.

Mimi kesinlikle bir şeyler yiyip içmeyi teklif ederdi.

Arkama geri dönüp aralarına büyük bir mesafe koymuş iki çocuğa baktım.
Resmen aralarından tren geçecekti.

"Bir şeyler içelim mi?"

Taehyung beyaz boyanmış sandalyelerden birini çekip oturmamı bekledi.
"Ne içersin?"

Hoseok onun bu hareketine göz devirirken Taehyung gülüyordu. Böyle çapkın hareketler konusunda Hoseoktan iyiydi ve bunun farkındaydı.

Oturup teşekkür ettim.

"Ben kahve alabilirim."

Hoseok yanımdaki sandalyeyi çekerken bir şey söylemedi ya da buna gururu izin vermedi. Taehyung bir süre bekledikten sonra yanımızdan ayrıldı.

"Daha önce buraya geldin mi?"

Hoseok düşünürmüş gibi yaptı.

"Malesef bir kere gelmiştik."

"Devam edecek misin?"

"Neye?"

"Çocuk gibi davranmaya. Bu çok saçma."

Hoseok kollarını masaya yasladı.
"Aramızdaki şey saçma değil ve sen hiç bir şey bilmeden onu koruyorsun."

"Onu korumuyorum sadece aranızdaki şeyi bilmesemde abarttığınızı düşünüyorum."

Hoseok'un boynunda bir damar atarken susmam gerektiğini fark etmem geç olmuştu.

"Ben de senin Soojin'le aranda olan şeyi abarttığını düşünüyorum ve de yaptığın şeyin çok çocukça olduğunu."

Bu acıtmıştı.
Söylediği şeyin bu kadar acıtmasının sebebi neydi? Bunu söylerken ki bakışları mı? Yoksa keskin ses tonu mu?
İkisininde etkisi vardı doğruluğuna inandığı bir şeyi söylemiş ve gözünü dahi kırpmamıştı.

Ve bu acıtmıştı.

Arkama yaslanıp yutkundum bu kadar çabuk kırılmamalıydım ama olmuyordu işte.

Hoseok'ta kafasını başka bir yere çevirdiğinde suskunca oturduk.
Sadece kuşların sesini duyuyor aklımı onlara vermeye çalışıyordum.

Hoseok yan gözle bana baktı.

"Jiho."

"Efendim."

Elini boynuna koyup ofladı hata bendeydi onu istemedigi bir ortamda tutuyordum.
Ve aralarında ne olup bittiğini bilmeden konuşuyordum.

Neden böyleydim her şeyi berbat ediyordum. Canı acıyan ben olduğum halde buna devam ediyordum.

"Öyle demek iste..-"

"Önemli değil. Söylediğin şey doğru yaptığım şey aptalcaydı. Ve aranızda geçenleri bilmeden konuşmaya hakkım yok."

"Jiho.."

Tekrardan ağzını açtığında Taehyung'un masaya bıraktığı bardaklar onu durdurdu.

İçimdeki burukluğu belli etmemek adına kocaman gülümsedim Hoseok ise gözlerini benden çekmiyor kırık kızı arıyordu.
Ama bulduğu tek şey yalancı bir mutluluk olacaktı.

"Evet buradan sonra lunaparka gidecek miyiz?"

Taehyung sızlanarak sandalyesini çekti Hoseok'un aksine o rahattı. Hoseok'un burada oluşu onu çokta rahatsız etmiyor gibiydi.

"Unutmadın mı onu."

"Hayır hem bana oyuncak kazanacaksınız."

Kahvemden bir yudum aldım. Sanırım bu oyuncak kazanma işini onlara açıklamam gerekecekti.

"Hani plastik bir silahla ördekleri vuruyorsunuz..."
Ellerimle havada gökkuşağına benzeyen birkaç yarım daire çizdim.
"Sonra istediğin oyuncağa sahip oluyorsun mükemmel değil mi?"

Taehyung'un bardağı ağzının önünde kalakalırken Hoseok hâlâ algılamaya çalışıyordu. Bırakın anlamayı neyden bahsettiğimi bile bilmiyordu.

"Şakaydı unutun gitsin," deyip kahvemden büyük bir yudum aldım.

"Bir an ciddisin sandım."

Komikmiş gibi güldüm.
"Ciddi mi? Değildim... Ama belki bir kere deneriz ha?"

Taehyung biraz düşündü.
"Olabilir."

Hoseok hiç konuşmuyor sadece dinliyordu. Arada bir bana bakmayıda ihmal etmiyordu. Taehyung'un ona getirdiği kahveyi önüne ittim.
Başta hayır anlamında kafasını salladı.

Taehyung iç çekti.
"İçine zehir falan atmadım."

Göz ucuyla ona baktıktan sonra tekrar önüne döndü.

"İçmeyeceksen ben içerim." Taehyung seslice kahvesinden bir yudum aldı.

Hoseok daha fazla konuşmasına izin vermemek adına kahveyi önüne çekti.
Uzatmak istemiyor gibiydi.

Bir süre daha kuşlara baktık. Daha doğrusu ben ve Taehyung kuşlara baktık Hoseok ise sadece beni takip etti.
Arada oda kuşlara bakıyor ama ilgisizmiş gibi görünmeye çalışıyordu.

İstediğim yerini bulurken lunaparka doğru yürümeye başladık.

Yolda Taehyung komik şeyler söylüyor beni güldürüyordu. Hatta Hoseok'un bile birkaç kere dudağının kenarı kıvrılmıştı.

Gerçekten insanları tanımadan yargılamak bir ahmaklıktı ne olursa olsun herkes bir şansı hak ederdi.

Lunaparkın kapısına geldiğimizde Taehyung'un neşesi ve rengi çoktan onu terk etmişti bile.

Hoseok elini cebine atıp pofurdandı.
"Burayı sevmiyorum."

Taehyung onu onayladı.
"İnanmayacaksın ama sana ilk kez katılıyorum."

Lunaparkın ışıklı kapısından geçtiğimizde sırt çantamın saplarını tuttum. Buraya gelmeyeli uzun zaman oluyordu.
Lunapark cumartesinin getirdiği tatille oldukça kalabalıktı ve bu da insan selinin içinden sıyrılmak için büyük bir çaba gerektiriyordu.

Hoseok bir bariyer gibi kolunu yanıma uzattı. Burnuma dolan kokusuyla belli belirsiz gülümsedim.

Oyuncaklardan birinin önüne ilerlediğimde Taehyung öksürdü.
"Daha neler..."

"Hadi buna binelim."

İkisinede döndüğümde pek sağlıklı gözükmüyorlardı. Hoseok kafasını oyuncağa doğru kaldırdı ve yüksekliği karşısında dudakları hafifçe açıldı. Oldukça tatlı gözüküyordu.
"Pek eğlenceli gözükmüyor."

Taehyung güldü.
"Hoseok'ta korkuyor. Yani en son korkuyordu."

"Hayır. Sorun yok. Binebilirim."
Hoseok bunu kendinden emin olmadan öylesine söylemişti ama korkusu barizdi.

"Gerçekten ödleksiniz ben gidiyorum." Çantamı Hoseok'a atıp oraya doğru yürümeye başladım. Çok gecmeden ikiside bana yetişti. Taehyung ceketini çıkardı Hoseok ise kollarını savaşa gidiyormuş gibi sıvadı.

"Hadi yapalım şunu."

Onların bu haline sadece gülmekle yetindim yüz ifadeleri o kadar komikti ki başka bir şey yapamazdım.
Oyuncağın koltuğa oturduğumda bir yanıma Taehyung diğer yanıma Hoseok oturdu.

Taehyung gözlerini sıkıca kapayıp nefesini düzene sokmaya çalışıyordu.
Ki daha kemerlerinizi bile takmaya başlamamıştık.

Ona doğru hafifçe döndüm.
"Hani tavlamak istediğin kızları buraya getiriyordun. Şimdi bayılacak gibi duruyorsun."

Taehyung gözlerini açmadan konuştu.
"Onları korku tünelinde tavlıyorum buraya gerek kalmıyor."

Birkaç kıvranışın ardından vücudumu iyice ona çevirdim. Pek iyi görünmüyordu.
Rengi iyice solduğunda kolunu tuttum.
"Taehyung iyi değilsen inelim."

Taehyung hızlıca kafasını sallayıp gülümsemeye çalıştı. Ama iyi falan değildi bir eli titriyor sık sık yutkunuyordu.
"Hayır sorun yok."

Endişeyle Hoseok'a döndüm bunu bekliyormuş gibi ilgisizce kafasını çevirdi. Oturduğum yerden kalkıp Taehyung'un önüne eğildim.
"Tamam ben de korkuyorum hadi inelim."
Elini tuttuğumda koltukta biraz doğruldu.

Hoseok ayağa kalkıp beni yerden kaldırdı ve ellerimizi ayırdı.
"Ben hallederim."

Kenara çekilip merakla beklemeye başladım.

"Cidden elini tutmak için böyle şeyler yapmana gerek yok."
Taehyung karşılık vermedi.
"Bana cevap vermeyecek misin?"

Taehyung onu duyuyor gibi değildi. Sadece kendini sakinleştirmeye çalışıyordu.
Yardım etmek için eğildiğimde Hoseok beni savuşturdu.

Onu birkaç kere kolundan tutarak kaldırmaya çalıştı ama Taehyung'un kalkacak hali yoktu.
Son çare elini beline koyup bir çırpıda kolunun altına girdi ve onu kaldırdı.

"Eğer numara yapıyorsan bu işin sonu hiç iyi bitmez."

Hoseok, Taehyung'u bir banka götürdüğünde arkalarından gülümseyerek baktım.
Sanırım tek başıma binecektim. Koltuğa geri oturduğumda kemerim bağlandı. Bir süre sonra Hoseok koşarak bu tarafa gelmeye başladı.
Nefes nefese kendini koltuğa bıraktığında ona döndüm.
"Taehyung'u neden bıraktın?"

"İyiydi çünkü."

"Emin misin?"

"Evet."

Kemeri çekeleyip onu orada bıraktığı için yakındım.
"Ya bir şey olursa...ya bayılıp kalırsa..."

"Ona su aldım Jiho gözünü açtı hatta kavga bile ettik."

Hala Taehyung için endişelensemde bir şeyi olmadığını ümit ettim.
Arkama yaslanıp gülümsedim ve Hoseok'a baktım.
"Birileri kendini kanıtlamak istiyor demek."

"Kendimi kanıtlamaya ihtiyacım yok sadece sen yalnız kalma diye."

Seslice güldüm.
"Kemerim koparsa falan tutacak mısın?"

Hoseok kafasını koltuğa yasladı.
"Neden olmasın superman olmaya değersin."

Söylediği şeyle daha çok gülerken karnımı tuttum.
Acaba bu basit cümlesinden oldukça etkilendiğimi anlıyor muydu?
Sanki biraz daha gülersem kalbim dışarı çıkacaktı.

"Lunaparkta kız tavlayan Taehyung değilde sen olmayasın."

"Lunaparka ihtiyacım yok."

Sesini değiştirerek söylediği şeyle biraz daha güldüm.

"Bunları sana adrenalin söyletiyor biliyorsun değil mi?"

Hoseok gülerek kafasını salladı.
"Biliyorum."

Kemerlerimizin son kontrolu yapılırken Hoseok'a döndüm.
"Yinede korkarsan elimi tutabilirsin."

Gergince gülümsedikten sonra arkasına yaslandı.
"Unut bunu ben korkusuz bir savaşçıyım."

"Tabii, tabii."

"Sen de korkansan tekrar sarılabilirsin."

Dediği şeyle öksürdüm.
"Uzatmasan."

Bu sefer alayla gülen oydu.
Alet hareket etmeye başladığında her zaman yaptığım gibi gülmeye başladım. Ne zaman lunaparkta bir oyuncağa binsem korkmadığım halde bağırır deli gibi gülerdim.

Hoseok gülmüyor bağırmıyordu da. Sadece iyi olmadığını biliyordum. Bir el elimi tuttuğunda daha çok güldüm.
Ve ona seslendim.

"Cidden korkuyor musun?"

Hoseok elimi daha çok sıktı ve oyuncak havada bir tur daha döndü.

"Felaketim olacaksın Kim Jiho."

O gün bu dediği şeye gülmüştüm ama Hoseok yanılıyordu. Ben onun değil o benim felaketim olacaktı.

Oyuncak durduğunda Hoseok'tan önce indim ve saçlarımı düzelterek ona baktım. Yüzümde hâlâ bir gülümseme vardı.
Hoseok adeta koltuğa yapışmıştı ve saçları hep yapmak istediğim gibi muazzam bir şekilde karışmıştı.
Bu karışıklık ona tatlılık katarken güldüm.

"Hadi kalksana."

O kemeri açılmasına rağmen kalkmıyor gözleri kapalı yatıyordu.

Kolundan tutup onu kaldıracağım sırada gözlerini açtı ve yüzlerimiz arasındaki kalan az mesafeyi sıfıra indirdi.
Kısa bir süre öyle kaldık. Çok kısa bir süre.
Bana adımı unutturacak kadar kısa bir süre. Bunu bölmek için ondan uzaklaşıp saçına baktım.

"Saçını düzelt biraz sonra kuşlar yuva yapmaya gelecek."

Hoseok elini saçlarına götürüp daha çok karıştırdı.
Kahkahamı bastıramamış ve daha çok gülmüştüm.
Oturduğu yerde daha çok yayıldı ve gülümsedi. Hâlâ oyuncaktan inmemişti.

"Seni ilk defa bu kadar gülerken görüyorum."

Gülüşüm yavaş yavaş azalırken yüzümde sadece bir tebessüm bıraktım.

Devam etti.
"Daha çok gülmelisin."

Sırtımdan aşağı bir titreme inerken etrafıma bakındım. Bugün hayatımın en güzel günü değildi peki ben niye öyle hissediyor, mutluluktan ölüyordum.

"Gidelim mi?"

Arkamı döndüğümde elimi birkaç defa yüzüme salladım. Ah şu içimdeki kelebekler sizi ameliyatla aldırabilir miydim acaba.

Taehyung'un yanına gittiğimizde öylece oturuyordu ve oldukça mutsuzdu.
"Sonunda gelebildiniz," dedi ve çantamı sertçe Hoseok'a fırlattı.

"Beklemekten sıkıldıysan gidebilirdin."

Elimi kaldırdım.
"Kimse bir yere gitmiyor çünkü sadece birine bindik."

Aynı anda birbirlerine baktılar ve bu beni daha çok heveslendirdi.
İkisini birden tutup çekelediğimde ne kadar mutlu oldukları tartışılırdı. Ama ben gayet mutluydum.

Birkaç oyuncağa daha binmiş küçük büfelerden bir şeyler yemiştik. Ara sıra atışıyorlardı fakat hiç kavga boyutuna gelmemişti. Taehyung bana dönüp korku tünelini gösterdi.

"Hadi buna binelim."

Yüzümü buruşturup elimdeki mısırdan biraz ağzıma attım. Hoseok'ta elini daldırıp birkaç tane ağzına attı.
Kafamı iki tarafa salladım.
"Olmaz sonra geceleri korkuyorum."

"Benimle hiçbir şeye binmedin hadi Jiho."

"Sen hepsine burun kıvırıyorsun benim suçum mu?"

Korku tüneline ondan iğrenircesine bir bakış attım.

"Alt tarafı birkaç tane çirkin oyuncak var hem ben seni korurum."

Sona doğru ses tonu değişmiş yüzüne muzip bir bakış yerleşmişti.
Omuzuna vurdum. Hoseok ise yediği mısır yüzünden tıkanmıştı.

"Ben de geliyorum," dedi bir yandan öksürürken.

Taehyung elini kaldırdı.
"Hayır bu iki kişilik hem sen karanlıktan korkarsın."

Ağzıma mısır atarken Hoseok'a baktım.
"Gerçekten korkuyor musun?"

"Hayır. Sadece hoşlanmıyorum karanlık belirsizlik demektir her şey çıkabilir."

"Yani korkuyor... yoksa sen de mi korkuyorsun jiho?"

Taehyung'un meydan okurcasına söylediğini şeyi duymazdan gelerek konuştum.
"Hayır, hadi gidelim."

Mısır kovasını Hoseok'a uzatıp ellerimi birbirine vurdum.
Hoseok sıkkınca iç çekti.
"Oraya girmek zorunda değilsin Jiho."

"Ama istiyorum."
Aslında zerre kadar istemiyordum fakat Taehyung bu konuyu uzatacak beni kışkırtacak gibi hissediyordum. O yüzden yapacaktım.

Taehyung kolunu omzuma atıp Hoseok'un duyabileceği bir şekilde konuştu.
"Çok korkarsan sana sarılırım."

"Yavaş ol. Ben senin bildiğin kızlardan değilim."

Hoseok bariyerin diğer tarafında olan Taehyung'a seslendi.
"Korku tünelinde kızlarla yediğin haltları tekrar edersen ölürsün."

Sorarcasına Taehyung'a baktığımda güldü.
"Önemli bir şey değil korkma. Cazibeme dayanamayan kızlar korku tünelinde rahat durmuyor da..."

Kolunu itip midemi tuttum.
"Hayal gücümün bile midesi bulandı."

Taehyung seslice gülüp beni içeri çekti. Girmeden önce Hoseok'a baktığımda gözlerini kapatmış kafasını gökyüzüne kaldırmıştı. Ve bir ayağını hızlı hızlı yere vuruyordu.

Ve her şey karardı.

Karanlıktan hiçbir şey göremiyordum. Taehyung'un kolunu tutup ona sokuldum.
"Ceset kokusu alıyorum."

Taehyung söylediğim şeye gülerken kulağıma eğildi.
"O ceset değil zombilerin kokusu."

"Cidden var mıdır?"

"Sayamayacağımız kadar Jiho."
Önümüze bir beyaz elbiseli kadın çıktığında çığlık attım.

"Bizim cesur kız korkabiliyormuş."

"Refleks," dedim gülerek. Aslında oldukça korkmuştum..
Etrafıma tereddütle bakmaya çalışmaktan yürüyemiyordum Taehyung belimden tutup beni hızla ilerletmeye başladı.

Yerde bir şeyler olan bir koridora girdiğimizde yüzümü Taehyung'un koluna kapattım.
Bunlar çok ucuzca hazırlanmış kanlı bebeklerdi. Ama bu karanlıkta deli gibi korkmamı sağlıyordu.

Taehyung dumanla karışık limon kokuyordu. Sanırım o da sigara içiyordu.
Saçımda bir nefes hissettiğimde kafamı kaldırdım.

Karanlıkta yüzünü seçemesemde Taehyung'un güldüğü hissediyordum.
"Ne yapıyorsun rahat dur."

"Seni koruyorum."

"Bitmedi mi daha? Sanırım bayılacağım."

"Az kaldı... ışıklı kafa tasları ve bıçaklı samaraları geçeceğiz. Tabii kanlı bezlerin olduğu bir yolda var."

"Buradan direk mezara gidelim o zaman. Nefes bile alamıyorum."

Kendimi kasmaktan bacaklarım titriyordu ve az yürümüş olsakta yorulmuştum.
Taehyung duvarda asılı bir bez kadını yüzüme itti.

"Taehyung!"

İsmini bağırdığımda Taehyung gülüyordu. Aman ne eğlenceli diye geçirdim içimden.
"Ben sen korktuğunda gülmedim."

"Evet elimi tutmakla ve endişelenmekle meşguldün."

"Gerçekten her şeyi saçma yerlere çekiyorsun."

Ondan uzaklaşıp kolunu ittim. O da gülüp kolumu geri tuttu.

"Tamam tamam kızma."
Korksamda kolunu tutmadım.

"Seni sırtıma almamı ister misin?"

Kafamı iki yana salladım.
"Yok."

Ardından yumuşak bir şeye bastığımda öyle bir çığlık atmıştım ki sanırım bütün lunapark duymuştu.
Taehyung beni sırtına aldığında itiraz etmedim gerçekten burası beni korkudan öldürecekti ve aşırı karanlıktı.
O neyin nereden çıkacağını biliyor ve normal bir şekilde yürüyordu. Sanki ezberlemişti.

"Buraya kaç kere girdin?"

Mırıldandı.
"Bilmiyorum... ama defalarca diyebilirim."

"Cidden casanova falan mısın?"

"Hayır ben ondan daha yakışıklıyım."

Güldüğümde Taehyung önüne gelen bir şeyi itti.
Sessizlik beni ürpertirken Taehyung'un boynuna daha sıkı tutundum ve konuştum.
"Resmen burayı ezberlemişsin."

"Çıktığım her kızla buraya geldim. Hep onlar istedi."

"Ya Soojin. Onunlada geldin mi?"
Ağzımdan kaçan soruyla Taehyung belli belirsiz tekledi. Sanki ayakları birbirine dolandı.
Ağzıma vurmak istiyordum bunu neden sormuştum ki. Pişmanlıkla dilimi ısırdım.

Taehyung bir şey söylemeden yürümeye devam etti. Tadı kaçmış gibiydi çünkü susuyordu.
Sessizliği bozacak cesareti kendimde bulamadım. Ve yine Taehyung bozdu.
"Demek biliyorsun."

"Özür dilerim bunu sormamalıydım."

"Özür dileme. Onu buraya getirmedim çünkü..-"

Benim için cümlesini tamamlamak kolaydı.
"Çünkü Soojin lunaparktan nefret eder."

Taehyung ses çıkarmadı.

"Evet. O genel olarak her şeyden nefret eder. O farklı."

Hiçbir şey söylemedim çünkü Taehyung'un enerjisi düşmüştü. Onun hakkında konuşmaktan hoşlanmıyordu. Ben buna Soojin etkiside diyordum. Enerjiyi sömürürdü.

"Gerçek yüzünü ikimizin bilmesi ne kadar komik değil mi?"
Taehyung'un sesi aynı anda hem sinirli hem de kırgın geliyordu. Kızgınlığının kime olduğunu anlayamadım.

"Gerçek yüzünü bildiğimi nereden biliyorsun."

İç çekti.
"Tahmin ediyorum sana gerçek yüzünü gösterip canını yakmasa ona zarar vermek istemezdin."
Düzeltti.
"İstemezdik."

"Aranızda tam olarak-"

Işığı gördüğümüzde Taehyung beni indirmedi ama sorumada cevap vermedi.

Hoseok'un yanına doğru ilerledi ve beni yere bırakmadan önce fısıldadı.

"Sonra Jiho. Daha sonra."

Ayaklarım yere değerken hızlıca üzerimi düzelttim bacaklarım uyuşmuştu. Hoseok elindeki mısır kovasını sinirle çöpe atıp çantamı uzattı.

"İçeride bir şey mi oldu neden sırtındaydın?"

Çantamı sırtıma takarken Taehyung'a düşmüş yüzüne baktım. Gülümsemeye çalışıp benden önce konuştu.
"Sadece korktu ve yürüyemedi. Ben de cesur bir erkek gibi onu sırtıma aldım."

"Cesur ve fırsatçı," diye tamamladı onu Hoseok.

"Ben istedim," diye savuşturdum Hoseok'u. "Bacaklarım titriyordu yürüyemeyecektim."

Taehyung gülümsediğinde Hoseok bana baktı ve ifadesizce kafasını salladı.
Bu husus Taehyung'un canını fazlasıyla sıkmıştı. Ve bu beni üzüyordu. Soojin için canını sıkmamalıydı. Belki de canını sıkan şey onun yüzünden kaybettikleriydi.

İkisine baktığımda Soojin'le aramızda olan şeyi göremiyordum. Birbirlerine attıkları kaçamak bakışlar vardı. Büyük ihtimalle içlerinde bir yerlerde birbirleriyle eskisi gibi olmak istiyorlardı.

Ama biz Soojin'le öyle değildik. Aramızda gerilen düğüm çözülmüş üstüne bir daha bağlanamasın diye makasla kesilmişti.

Sırt çantamı kollarımdan geçirip ikisine ciddiyetle döndüm. Hoseok ciddiyetimi çözmeye çalışırken Taehyung esniyordu.

"Şimdi sıra en önemli işe geldi."

İkiside birbirine baktığında ciddiyetimi bozmadan devam ettim.

"Bu hayatınızda yapacağınız en kutsal görev olacak."

"Bittiğini sanıyordum."

Kenara çekilip arkamdaki atış standını işaret ettim.
"Hileli bir atış oyunu. Yaşlı adam sinsi, vurmak neredeyse imkansız."

Taehyung ceketini bana verip kollarını sıvamaya başladığında Hoseok bir tepki vermedi.

"Ve sizin göreviniz peluş kazanmak. Bir sürü anladınız mı bir sürü..."

"Cidden bunu mu istiyorsun?"

Hevesimi belli etmek istemesemde hızlıca kafamı salladım kendime engel olamamıştım.

Standın oraya gittiğimizde iki kovboy tabancalarını almışlardı ben de kenardaki bariyerlerden onları izliyordum daha doğrusu onları değil oyuncaklarandan istediklerimi seçiyordum.

Gözümü peluşlardan çekip ikiliye çevirdim.
Hoseok bir ördeği ıskaladığında Taehyung kafasını salladı.
"Hâlâ atışın rezil Hoseok."

"Bana diyene bak sen kağıt topunu çöp kutusuna bile denk getiremezsin."

"Şişe atma yarışında kazandığımı unutmuşsun."

"O tamamen şanstı Tae."

Taehyung, Hoseok'un ismini kısaltmasına şaşırmış ve tabancayı hafifçe indirmişti.

Hoseok eskiden ona öyle sesleniyor olmalıydı. Ya da aralarında bir takma isimdi Çünkü Tae derken ses tonu bile değişmişti.

Hoseok ağzından kaçırdığı şeyi anlamış ama belli etmemek için durmamıştı. İçimden bir üzüntü geçtiğinde Soojin'i suçladım her zaman ki gibi.
Hoseok bir kere daha ıskaladığında tabancayı Taehyung'a attı. Ve yanıma gelerek önümdeki bariyere yaslandı.

"Ona daha çok Tae demelisin. Mutlu oluyor."

"Yapma."

Sustum çünkü daha bu sabah bu konuda çekinmeden kalbimi kırmıştı yine yapardı. Zamanla olacaktı onlar zamanla eninde sonunda barışacaktı.

Taehyung bir ördek devirdiğinde onunla beraber bağırdım.
Elini yumruk yapıp havaya kaldırdı.
Hoseok bir şeyler mırıldanırken Taehyung el çakmak için koşarak yanıma geldi.
Aynı anda Hoseok'a nisbet yapmayıda ihmal etmiyordu.

"Hangisini istiyorsun?"

Taehyung silahı beline sokup oyuncakları gösterdi.
Bariyerin üzerinden uzanıp atı gösterdim. Bu zayıf noktam olan peluş sevgimi ilk gözler önüne serişimdi.

Fakat ben bunun üstünü kapamasını biliyordum.

Hoseok yarım ağız gülümseyip bana bakarken konuştum.
"Hediye etmek için alıyorum tanıdığım küçük kızlar var."

Gülümsemesini bozmadan önüne döndü.
"Anlıyorum."

Taehyung önümde eğildi ve atı uzattı.
"Prensesim emrinize amadeyim."

Atı çantama atıp gülümsedim.
"Emrediyorum daha çok kazan."

Taehyung hayhay dercesine elini kafasına götürdü ve selam verdi.

"Hoseok denemeyecek misin? Belkii atarsın. Şansın varsa."

Taehyung plastik silahı elinde çevirdiğinde Hoseok dayandığı yerden ayrıldı.

"Bu çocuk... çekil."

İkiside atış yerine gittiğinde gülerek onları izledim.

"Senin sorunun silahı tutmak hizanı ayarlayamıyorsun."

"Ne alakası var sadece dikkatim dağınık."

"Bunlar ne çocuksu bahaneler Hoseok."

"Kes sesini konsantre olamıyorum."

Hava kararmaya başladığında Hoseok gülümseyerek kazandığı son oyuncağı bana uzattı ve bariyerlere kollarını yasladı.

"Bu çocuk kimse çok sevinecek bir çanta dolusu oyuncağı oldu."

"Ya ne demessin şanslı gününde ha."

Hoseok'un dudağını ısırdığını fark ettiğimde boğazımı temizledim.
Taehyung elindeki karton taçla yanıma geldi.

"Bunu seveceksin."

Gülümseyip ona baktım.
"Evet sevdimm."

Altın sarısı karton tacım ve bir çanta dolusu peluşum olmuştu ve ben fazla mutluydum. Tacı kafama taktım.
Güneş yavaştan batmaya gökyüzünü turuncu tonlarına boyamaya başlamıştı.
Taehyung'a ceketini uzattım.

"Öncelikle çok teşekkür ederim hayatımın en güzel üçüncü günüydü."

Taehyung gözlerini kısıp güldü.
"Bir ve ikincisi neydi?"

"Onlar daha olmadı sadece onlara yer açtım."

Hoseok'ta gülümsediğinde ona bakıp devam ettim.
"Çok eğlendim."
Tacıma dokundum.
"Çok mutlu oldum. O yüzden çok ve çok teşekkürler."

Önlerinde saygıyla eğildim.

"Daha ne kadar teşekkür edeceksin?"

Gülümsedim.
"Bilmiyorum."

Hoseok önce davranıp konuştu.
"Seni eve bırakırım."

"Sen git işin vardır onu ben bırakırım."
Taehyung doğrudan Hoseok'a bakarken devam etti.
"Bugün cumartesi değil mi? Gitmen gereken bir yer olmalı hava kararıyor."

"Acelesi yok onu bırakabilirim."
İkiside tekrardan diş bilemeye başladığında müdahale ettim.

"Hava kararmadı ve ev yakın kendim gideceğim."

Taehyung kafasını iki yana salladı.
"Seni evden ben aldım ve şimdi geri götürmeliyim."

"Yeter ben giderim dedim biraz daha zorlarsanız çantamdakileri ve kafamdakini yere atıp bağıracağım."

Taehyung geri çekildiğinde Hoseok bir şey söylemedi.
Geri geri yürümeye başladım aynı anda da gülümsüyordum.

"İyi akşamlar beyler."

Taehyung seslendi.
"Eve gidince ara."

Baş parmağımı kaldırıp arkamı döndüm. Sanırım onları atlatmıştım biraz daha aralarında kalırsam paylaşılamayan bir bebek gibi kollarım kopacaktı.

Aslında dertleri ben değildim. Birbirleriydi.
Kafamdaki tacı çıkarmadan yürümeye devam ettim. Aslında onlara yalan söylemiştim bugün hayatımın en güzel günüydü.

Gökyüzü güneşten ayrılmış solarken nefesimi sıkıntıyla dışarı verdim ve Taehyung'un dediğini düşündüm.

Hoseok'un her cumartesi ne işi vardı nereye gidecekti ki.

Merak içimi kemirirken evimizin olduğu sokağa girmiştim bile. Telefonum titrediğinde cebimdeki telefonu çıkarıp açtım.

Mesaj Hoseoktandı.

05xxxxxxx: Bugünü hayatının en güzel günü yapmak ister misin?

Gülümsedim.

Bilmiyorsun ki bugün zaten hayatımın en güzel günüydü.

Kafamı kaldırdığımda Hoseok direğe yaslanmış hayatımda gördüğüm en güzel gülümsemeyle bana bakıyordu.

Silahlarını kuşanıyorsun çocuk, bana daha sonra çekeceğin elini uzatıyorsun.
Sana karşı koyacak hiçbir silahım olmadığı halde elini tutacağımı çok iyi biliyorsun.




Beni yorumlara boğmayı ve yıldıza basmayı ihmal etmeyin..

Hoseok'un gamzelerinde boğulmanız dileğiyle.

Continue Reading

You'll Also Like

150K 7.6K 27
Ajandana bakar mısın? Aşık olman için hiç boş gün var mı?... Ya da dur, menajerin olarak ben bakayım...
774 124 5
Can sıkıntısı eserleri.
112K 8.5K 25
" Çantan için akbil basmadıysan, çantanı çeksen de otursam diyorum. " [Tamamlandı] [2. Kitap ile devam ediyor] 05.12.18' rosekook #1 Başlangıç: 13111...
192K 19.4K 31
Ülkesine dönen delta ve kendi halinde takılan sessiz bir omega bir gece birlikte olur.